12 Ekim 2011 Çarşamba

TURGAY KANTÜRK


(19 Haziran 1961, İstanbul - )

Şair, yazar, tiyatro yönetmeni, oyuncu. 1980'de Kartal Lisesi’ni, 1991'de Mimar Sinan Üni. Devlet Konservatuarı Tiyatro Bölümü, Oyunculuk Ana Sanat Dalı’ndan mezun oldu. İlk oyunu “Pencereler” 1983'te Yeni Oyuncular tarafından Dostlar Tiyatrosu’nda sahnelendi. Öğrenciliği sırasında oyuncu olarak çalışmaya başladı. Dormen Tiyatrosu’nda; “Hangisi Karısı”, “İkinin Biri”, “On Numaralı Ev”, “Papaz Kaçtı”, “Yolun Yarısı” gibi oyunlarda oynadı. Yeditepe Oyuncuları’nda “Kamp 17”, Fikret Hakan Tiyatrosu’nda “Zorba” adlı oyunlarda  görev aldı. Aynı yıllarda kimi sinema filmlerinde yönetmen yardımcısı ve oyuncu olarak çalıştı. Özel Tiyatro adlı genç bir topluluk kurarak “Tanrı” ve “Açık Denizde” oyunlarının sahneye konmasına ön ayak oldu. O yıllarda Haldun Dormen, Kenan Işık ve Gencay Gürün’le yönetmen yardımcısı olarak çalıştı.
1991'de ilk kitabı İlk Gibi Son Korsan Yayıncılık tarafından yayımlandı. Aynı yıl yönetmen olarak ilk oyunu “Kahvede Şenlik Var’ı Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda sahneye koydu. 1995'te Beşikteş Kültür Merkezi’nin ilk oyunu olan Otogargara’yı yönetti. Aynı yıl Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda Ayar Hamza’95 adlı müzikali uyarladı, şarkı sözlerini yazdı ve yönetti. 1996'da BBT’de Ayy! Hitler adlı oyunu yönetti. 1997'de ressam İbrahim Çiftçioğlu ve tasarımcı Savaş Çekiç’le ortak olarak Alfabe Meleği (Atölye Yayınları) adlı çalışmayı gerçekleştirdi. 2000'de Tiyatro Kare’de konuk yönetmen olarak Aldo Nikolai’nin yazdığı Kadın mısın, Erkek misin? adlı komediyi sahneye koydu. 
1999-2004 arasında TRT 2’de Okudukça adlı programı sundu. 2003-2004 tiyatro sezonunda BBT’de Cahit Külebi ve Melih Cevdet Anday’ın şiirlerinin sahnelenmesi projesini oluşturdu. 2004'te Varlık dergisinde Selim İleri’yle birlikte Yaşar Nabi’nin Varlığı adlı seçkiyi hazırladı. Aynı yıl BBT’de Dario Fo’nun yazdığı Klakson, Borazanlar ve Bırtlar adlı oyunu yönetti. 
“Melek Hanım'ın Fendi” (Video Filmi, 1986), “Hisseli Harikalar Kumpanyası” (TV Dizisi, 1988), “Zaman Zaman İçinde” (1990, TRT),  “Saçsaça Başbaşa” (TV Dizisi, 2004, TV8),  “Kuzey Güney” (TV Dizisi, 2011-13, Kanal D) ve “Benim Dünyam” (Sinema Filmi, 2013), Tatar Ramazan (TV Dizisi, 2013, ATV), “Bana Artık Hicran De” (TV Dizisi, 2014), ”Serçe Sarayı” (TV Dizisi, 2015, Star), Hatırla Gönül (TV Dizisi, 2015, Star), Kalbim Yangın Yeri (TV Dizisi, 2016, Fox) ve “Eşkıya Dünyaya Hükümdar Olmaz” (TV Dizisi, 2016-17, ATV), “Siyah Beyaz Aşk” (TV Dizisi, 2017-18, Kanal D), “Ağlama Anne” (TV Dizisi, 2018, ATV), Çocuk (TV Dizisi, 2019-20, Star TV) adlı film ve dizilerde rol aldı.
1998'de Neş’e Erdok’un resimlerinden yola çıkarak yazdığı “Düş ve Uyku Tuzakları”, 1999'da Yavuz Tanyeli’nin bir resminden yola çıkarak yazdığı “Gördüğüm; Kördüğüm!”, 2000'de İbrahim Çiftçioğlu’nun resimlerinden yola çıkarak yazdığı “Sis İçin Şarkı”, 2001'de Temür Köran’ın, 2002'de Mustafa Horasan’ın, 2003'te Nihat Kemankaşlı’nın ve 2004'te Harun Antakyalı’nın resimlerinden yola çıkarak yazdığı metinler Stil A.Ş. tarafından ajanda olarak yayımlandı. 
Bakırköy Belediye Tiyatroları’nda oyuncu olarak Demokrasi Gemisi, İvan İvanoviç, Bozuk Düzen, Bahar Noktası, Kuvayı Milliye Destanı, İnsan Denen Garip Hayvan gibi oyunlarda önemli roller aldı. Antigone adlı oyunda Robert Strua’nın asistanlığını üstlendi.
2005'te İstanbul Devlet Tiyatrosu’nda Civan Canova’nın Ful Yaprakları adlı oyununu konuk yönetmen olarak sahneye koydu. 2006'da BBT'de Orhan Kemal'in romanından Mustafa Gültekin tarafından uyarlanan Tersine Dünya'yı yönetti ve şarkı sözlerini yazdı. Aynı yıl Eskişehir Büyükşehir Belediyesi Şehir Tiyatroları'nda Civan Canova'nın Kıyamet Sularında adlı oyununu konuk yönetmen olarak sahneye koydu. 2008'de İstanbul Devlet Tiyatrosu'nda Raşit Çelikezer'in Bavul Hikayesi adlı oyununu konuk yönetmen olarak sahneye koydu. 2010'da BBT'de Franz Kafka'nın romanından Steven Berkoff'un uyarladığı Dava'yı sahneye koydu. Rachel Corrie’nin Benim Adım Rachel Corrie adlı oyununu yönetti ve oyunun şarkı sözlerini yazdı. 
Haliç Üniversitesi’nde öğretim görevlisi olarak çalıştı. BBT’de yönetmen olarak çalıştı, Genel Sanat Yönetmeni Yardımcılığı, Yönetim Kurulu, Disiplin Kurulu ve Repertuvar Kurulu üyelikleri görevlerini de yürüttü. Genel Sanat Yönetmenliği görevini sürdürmektedir. Halen İstanbul ve Bodrum'da yaşıyor.
İlk şiirleri 1981’de Oluşum dergisinde yayımlandı. Şiirleri, yazıları, çevirileri, öyküleri ve kendisiyle yapılan söyleşileri; Adam Sanat, Ahtapot, Argos, Budala, E, Edebiyat ve Eleştiri, Edebiyatta Üç Nokta, Eski’z, Gösteri, Kitap-lık, Mühür, No Edebiyat, Ot, Pitoresk, Sanat Olayı, Sombahar, Şiir Atı, Şiirden, Türk Dili, Varlık, Vatan Kitap, Yasakmeyve, Yazko Edebiyat vb. dergi ve gazetelerde yayımlandı. Eski’z (2 sayı, 1991-92), Hamlet (1994) ve No (1998) dergilerinin yayın yönetmenliğini üstlendi. Sel Yayıncılık’ın şiir dizisinin ve Noyirmiyedi Yayıncılık’ın editörlüğünü yaptı. Şiirleri İngilizce, Fransızca, İspanyolca ve Sırpça’ya çevrildi. 
Yönettiği Tiyatro Oyunları:
1992 - Sabahattin Kudret Aksal, Kahvede Şenlik Var - BBT  
1995 - Civan Canova, Kıyamet Suları - İDT 
1996 - Ayy! Hitler! - BBT 
2000 - Aldo Nikolai, Erkek misin? - Tiyatrokare 
2004 - Dario Fo, Klakson, Borazanlar ve Bırtlar - BBT 
2005 - Civan Canova, Ful Yaprakları - İDT
2007 - Orhan Kemal, Tersine Dünya - BBT 
2009 - Franz Kafka, Dava  - BBT 
2010 - Behiç Ak, Bavul Hikayesi - İDT
2011 - Alan Rickman-Katharine Viner, Benim Adım Rachel Corrie 
2012 - Albert Camus, Sıkı Yönetim (oyun) - BBT 
2013- Eugene İonesco, Ölüm Oyunları (Süpervizör) – Sahne Hal
Oynadığı Tiyatro Oyunları:
1984 - Donald Bevan - Edmund Trzcinski, Kamp 17 - Yedi Tepe Oyuncuları 
1985 – Ray Cooney, İkinin Biri - Dormen Tiyatrosu 
1985 - Nikos Kazancakis, Zorba - Fikret Hakan Tiyatrosu 
1988 - Slowomir Mrozek, Açık Denizde - Özel Tiyatro 
1988 - Woody Allen, Tanrı (oyun), Özel Tiyatro 
1988 - On Numaralı Ev, Dormen Tiyatrosu 
1989 - Hangisi Karısı - Ray Cooney - Dormen Tiyatrosu 
1989 - Kemal Uzun - Haldun Dormen, Yolun Yarısı - Dormen Tiyatrosu - 
1989 - Phillip King, Papaz Kaçtı - Dormen Tiyatrosu 
1990 - Aziz Nesin, Demokrasi Gemisi - BBT 
1995 - Ali Bey, Ayyar Hamza '95 - BBT 
1996 - Yılmaz Erdoğan, Otogargara - BKM 
1998 – Dinçer Sümer, Bozuk Düzen  - BBT 
1998 - Nazım Hikmet, Kuvayı Milliye Destanı - BBT 
2000 - Anton Çehov-Gabriel Arout, İnsan Denen Garip Hayvan - BBT 
2001 - Nazım Hikmet, İvan İvanoviç Var mıydı Yok muydu? - BBT 
2003 - William Shakespeare Bahar Noktası - BBT 
Ödül: 1983’te Hürriyet Gösteri Dergisi’nin şiir ödüllerinde ikinci oldu. “İlk Gibi Son” adlı kitabıyla 1991 Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü kazandı. 



Yapıtları: Şiir: *İlk Gibi Son, İst.: Korsan, 1991 *Siyah Eşya, İst.: Telos, 1994 *Ay İçin Küçük Şeyler; İst.: Telos, 1996 *Öteki Sahne, İst.: BDS, 1996 *Göl Felaketleri, İst.: Noyirmiyedi, 1997 *Alfabe Meleği, İst.: Atölye, 1997 *Seçme Şiirler, Ant.: Akdeniz Ktb., 1999 *Tuzak Kitap, İst.: Sel, 2000 *Peri Çıkmazı Bütün Sihirler 1991 – 2010 (“Alfabe Meleği” (1997), “Alacakaranlık” (1997), “Sis İçin Şarkı” (2000), “Hepsi Bu!” (2001), “Ay! İçim” (2002), “Kent Kırıkları” (2003),  “Kışevi” (2005), “Yaprakarası Sözleri” (2005), “Yakın Tarih” (2004-2010) adlı çalışmalarıyla bütün yapıtlarının yeniden göz. geç. baskıları; İst.: Sel, 2011 *Ve Şah 100 Dize, İst.: No Kitap, 2017 *Övgüler Kitabı, İst.: Yitik Ülke, 2019
Öykü: *Hayat Siyah Ölüm Beyaz, İst.: Sel, 2004
Deneme: *Yanlış At, İst.: Şiirden, 2005 
Çeviri: *Juliette Bastard, Saklanmak, İst.: No Kitap, 2017



Kaynaklar: TBEA, c. II, 2001, 460/2010, 574; “Turgay Kantürk, Şiir Ödülü İkincisi”, Gösteri, S. 35, Ekim 1983, 18; Seyhan Erözçelik, “Fahriye Abla Niye Erzincanlıya Vardı?”, Sombahar, S. 8, Kasım-Aralık 1991, 11-12; M. Yalçın, “!: Alfaze”, Argos, S. 41, Ocak 1992, 128; Engin Turgut, “‘Başkalarının Şair Dediği’ Biri: Turgay Kantürk”, söyleşi, Cumhuriyet Kitap, S. 370, 20 Mart 1997, 2, 4-5; Gültekin Emre, “Şiirlere Uyanmak ve Kantürk Şiiri”, Cumhuriyet Kitap, S. 370, 20 Mart 1997, 5-6; Enver Topaloğlu, “Sevgilim, Öteki Sahnem, Sürprizim!...”, Cumhuriyet Kitap, S. 370, 20 Mart 1997, 5; Metin Cengiz, “Hayatı Yeniden Kurgulamak ve Kantürk”, Cumhuriyet Kitap, S. 370, 20 Mart 1997, 6; Haydar Ergülen, “Öteki Sahne’yi Gördüm, ‘Ay İçin Küçük Şeyler’ Düşündüm!”, Cumhuriyet Kitap, S. 370, 20 Mart 1997, 7; Kurdakul, Sözlük, 383-384; Gültekin Emre, “Peri Çıkmazı'nın Ömrü”, Cumhuriyet Kitap, 27 Ekim 2011; Fırat Demir, “Yaralarımız ortak olmasa da bir yaraya sahip olmak bizi ortak kılıyor”, Vatan Kitap, 9 Kasım 2011; Kadir Aydemir, “Zarif bir teselli şiir, umutsuz ruhlar için”, Cumhuriyet Kitap, 17 Kasım 2011; Deniz Durukan, “Benzerini arama o sensin!”, Radikal Kitap, 23 Aralık 2011; Enver Topaloğlu, "Turgay Kantürk: 'Şiirden hiç kopmadım'" (söyleşi), Gazete Duvar, 24 Aralık 2016; Sel Yayıncılık web sitesi, erişim tarihi: 18 Haziran 2022; tkyazilari.blogspot.com.tr; turgaykanturk.com.

Hazırlayan: Şükrü Kırkağaç

*18 Haziran 2022 tarihinde güncellendi.







     

ALİ ÖZGÜR ÖZKARCI


(15 Ağustos 1979, Adana - )


       Öğrenim hayatını Adana’da geçirdi. Burak Fidan, Ömer Şişman, Ahmet Güntan ile birlikte Edebi Şeyler'i kurdu ve halen Edebi Şeyler'in şiir ve şiir eleştirisi dizisi 160. Kilometre'nin Ömer Şişman'la birlikte editörlüğünü yapmaktadır. İstanbul’da yaşıyor.
       2003-2010 yılları arasında Mehmet Öztek ve Ömer Şişman’le Heves dergisini çıkardı. Burak Fidan, Ömer Şişman, Ahmet Güntan ile birlikte Edebi Şeyler'i kurdu ve halen Edebi Şeyler'in şiir ve şiir eleştirisi dizisi 160. Kilometre'nin Ömer Şişman'la birlikte editörlüğünü yapmaktadır.
       İlk şiirleri Varlık dergisinde yayımlandı. Şiirleri, yazıları ve kendisiyle yapılan söyleşiler BirGün, Budala, Diri Ozanlar Derneği, Duvar, Edebiyatta Üç Nokta, Heves, Japonya, Kitap-lık, Mahfil, Varlık, Yaşayan Marksizm, Yom Sanat  vb. gibi dergilerde yayımlandı.
Ödülleri: 2002 yılında şiir dalında Varlık Dergisi Yaşar Nabi Nayır Gençlik Ödülü’nü aldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Kırbaç (vakasız tarih üçlemesi) (2006, Yom Sanat Yayınları, İst., 67 s.)
& Yamuk (2009, Pan Yayıncılık, İst., 56 s.)
& Yetmez Ama Hayır (2008, 160. Kilometre, Yayınları, İst., 64 s.)
& Dikkat Köstebek Çıkabilir (2012, 160. Kilometre, Yayınları, İst., 80 s.)
& 1'e 2 ("Kırbaç (vakasız tarih üçlemesi)" (2006) ve "Yamuk" (2009) adlı kitaplarının tekrar elden geçirilmiş birlikte basımı; 2014, 160. Kilometre, Yayınları, İst., 112 s.)
& Bi Müddet Aranızda Olmayacağım (2015, 160. Kilometre, Yayınları, İst., 128 s.)
& Bitik Ülke Son Atı (2017, Edebi Şeyler Yayınları, İst., 45 s.)
      Deneme, İnceleme, Eleştiri Kitapları:
& Cetvelle Çizilmiş Dağınıklık (80'lerden 2000'lere Şiir ve Siyaset) (2014, 160. Kilometre, Yayınları, İst., 272 s.)
& Asla Konuşmayacaksın - Behçet Necatigil Üzerine Yazılar (2016, Edebi Şeyler Yayınları, İst., 104 s.)
& Ergin Günçe-Bir Kalkışma Yüreğinde Çiçek (2017, Edebi Şeyler Yayınları, İst., 192 s.)




      

YASAKMEYVE SAYI: 52



Yasakmeyve
52. Sayı Duyurusu


Yasakmeyve’nin 52. Sayısı: Şairin Fenerbahçe’si

Yasakmeyve, futbol liginin başladığı bugünlerde, olağanüstü günler yaşayan Fenerbahçe’yi, taraftarı olan şairlerin hazırladığı bir dosyayla selamlıyor. Enver Ercan, Cezmi Ersöz, Adil İzci, Kaan Koç, Süreyyya Evren, Gülce Başer, Nurhak Kaya, Cihan Oğuz, Nurduran Duman, Mustafa Ergin Kılıç ve Ömer Şişman’ın yazı ve şiirlerini, Fenerbahçe tarihinden fotoğraflar süslüyor. Bu vesileyle Yasakmeyve ilk defa kapağını iki renk,  sarı-lacivert bastı.

“Şair ve Okuru” sayfalarının konuğu ise Abdülkadir Budak.  Budak’la,  kızı şair Emel Güz konuştu.

Aydan Yalçın, Sabit Kemal Bayıldıran, Enis Akın ve Ersun Çıplak’ın yazıları şiirle ilgili tartışmalara yeni sorular ve yanıtlar ekliyor. Gülseli İnal ve Lâle Müldür,
yakınlarda kaybettiğimiz değerli şairimiz Seyhan Erözçelik için tarih düşürüyor. Dergide ayrıca Mustafa Ergin Kılıç’ın Sina Akyol’la yaptığı söyleşiyi, Mustafa Ziyalan’ın “Göçgüncesi”ni, Tahir Abacı’nın “Şiir Kitapları Sözlüğü”nü, Anita Sezgener’in “Dilin İçinde Kalma Taklası”nı,  Ali Karabayram’ın Don Paterson’dan, Burcu Alkan ile Emre Çakar’ın Ted Hughes’tan yaptığı şiir çevirilerini okuyabilirsiniz.

Bu sayının şairleri Sezai Sarıoğlu, Timuçin Özyürekli, Oğuz Baykara, Serdar Koçak, Oğuz Özdem, Levent Karataş, Kemal Tekin, Ayhan Emir Yolcu, Elâ Atakan, Faik Utkan.


Yasakmeyve 52 / İçindekiler:

Şair ve Okuru: Abdülkadir Budak / Emel Güz
Şiirler: Sezai Sarıoğlu, Timuçin Özyürekli, Oğuz Baykara, Serdar Koçak, Oğuz Özdem, Levent Karataş, Kemal Tekin, Ayhan Emir Yolcu, Elâ Atakan, Faik Utkan

Buralarda Bir Seyhan Vardı: Lâle Müldür

Sakin ve Yavaş Bir İntihar: Gülseli İnal

Dosya / Şair ve Fenerbahçe’si: Enver Ercan, Cezmi Ersöz, Adil İzci, Kaan Koç, Süreyyya Evren, Gülce Başer, Nurhak Kaya, Cihan Oğuz, Nurduran Duman, Mustafa Ergin Kılıç, Ömer Şişman

Şaire, Kadın, Şair Kadın, Bayan Ozan, Poetesse, Poéte, Die Dichtern vb.: Aydan Yalçın, Sabit Kemal Bayıldıran
“Benmerkezci”den “Muhalif”e Sancılı Dönüşüm: Enis Akın
Melezleşme: Glasgow’da Bir Metro İstasyonunda Görülen Düş: Ersun Çıplak
Şiirin Uzun Tarihi: Can Yücel
Şiir Kitapları Sözlüğü-38: Tahir Abacı
Sina Akyol ile Söyleşi: Mustafa Ergin Kılıç
Ted Hughes’tan Şiirler: Burcu Alkan, Emre Çakar
Don Paterson Şiiri: Ali Karabayram
Dilin İçinde Kalma Taklası: Anita Sezgener
Göçgünce: Mustafa Ziyalan
Vaat Edilmiş Sayfalar (Sina Akyol’un değerlendirmesiyle): Şükret Gökay, Veysel Elmas, A. Rahman Demir

Şiirin Uzun Tarihi: Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü
Yeni Yayınlar
Şiyir Sevişgenleri: Metin Üstündağ

SICAK NAL 10. SAYI ÇIKTI.


SICAK NAL
10. Sayı Çıktı!

AVANGARDIN YENİ YERİNE DOĞRU

Sıcak Nal, edebiyatta yeni olanı, deneyselliği, merkezin dışını tararken bu kez de avangardın peşine düşüyor. Erken dönem avangardlarından 1960'ların neo-avangardlarına ve bugün avangardın hallerine uzanan bir yolculuğa çıkarıyor okuru. Dosyada, Peter Wollen ve Gary Indiana’nın Kathy Acker’ı tartışan yazılarına Acker’ın kısa bir öyküsü eşlik ederken, Kerem Savaş müzikte “witch-house”a, Hal Foster “Ed Ruscha”nın sanatına, Gökhan Birdal Rus sanat kolektifi Voyna’nın provokatif sanat eylemliliğine, Gülseli İnal sanatın sonsuzluğuna, John A. Walker sanat ve anarşizm arasındaki ilişkiye bakıyor derinlemesine. Dosyada ayrıca Alara Kuset’in “Underground Poetix” dergisi ile söyleşisi yer alıyor.

Bu sayının sürprizlerinden birisi de, Hakan Atay’ın hazırladığı Fernando Pessoa sayfaları. Pessoa’nın kendi adıyla yayımladığı “Eğik Yağmur” şiiri mercek altına alınıyor. “Takip” sayfalarında albüm, kitap, etkinlik takibi dışında, bir ilk olarak “video oyunları” da takibimize takıldı. Mehmet Kahraman, “Silent hill Downpour”, “Mafia II”, “PES 2012” ve “Max Payne-3” oyunlarını yazdı.

Anita Sezgener’in Lavinia Greenlaw’dan çevirdiği şiir ve “Sıcak Nal” öykü kitapları arasına “Deli Heybesi”yle katılan Umut Y. Karaoğlu’yla Ceren Yartan yaptığı söyleşinin de yer aldığı bu sayının öykücüleri ise Kathy Acker, Demet Çaltepe, Serdar Koçak, Oktay Orhun, Tarık Günersel, Faruk Ulay, Doruk Cansev, Randa Jarrar, Can Özoğuz, Şengül Can, Bade Osma Erbayav, Mehmet Fatih Özbey, Can Semercioğlu, Deniz Ayyıldız, Kaya Tanış.


Sıcak Nal, Sayı 10 / İçindekiler:

Yazarın Ölümü (ve Yaşamı), Kathy Acker Üzerine / Peter Wollen (çev.Ilgın Yıldız)
Merhaba, Ben Erica Jong / Kathy Acker (çev. Anita Sezgener)                              
Hasta Bir Kadın Olarak Kathy Acker'ın Portresi! / Gary Indiana (çev. Ezgi Yıldırım) Actaeon / Lavinia Greenlaw (çev. Anita Sezgener)        
Disiplinsiz, Sınırsız, Korkusuz, Özerk / Gülseli İnal
Bir Acayip Adam / Demet Çaltepe               
El-Hayat / Serdar Koçak                    
Parodi İle Parodi Ötesine Geçen Yeni Müzik: Witch-House / Kerem Savaş            
İki Öykü / Oktay Orhun       
Sözcükler Ve Farklı Rolleri: Ed Ruscha / Hal Foster (çev. Çiğdem Başar) 
Egemenlik Erkeğindir / Tarık Günersel
Underground Poetix Dergisi ile Söyleşi / Alara Kuset          
Böyle Öyküler / Faruk Ulay
Beş Roman Olarak Öykü / Doruk Cansev    
Devrim: Ülke Çapında Bir Enstalasyon / Gökhan Birdal     
Babam, Ben, Muhammed Ali / Randa Jarrar (çev. Enis Karabay)
Sanat ve Anarşizm / John A. Walker (çev. Ezgi Yıldırım)
Umut Y. Karaoğlu ile Söyleşi / Ceren Yartan          
Bayındır Sokağı Çocukları / Can Özoğuz      
Bir Yüzeybilim Araştırmacısı Olarak Fernando Pessoa ve "Eğik Yağmur" / Hakan Atay
Eğik Yağmur / Fernando Pessoa'nın Kendisi (çev. Hakan Atay)   
Yalnızlık Senfonisi / Şengül Can      
Bir Ev Hanımının İncelikli Seçimleri / Bade Osma Erbayav
Zaman Çizelgesi / Mehmet Fatih Özbey       
Lu Ja? / Can Semercioğlu-Deniz Ayyıldız    
Küleyazmak / Kaya Tanış    
Takip:
Albüm Takip / İbrahim Halaçoğlu
Video Oyun Takip / Mehmet Kahraman
Etkinlik Takip / Mustafa Çevikdoğan
Kitap Takip / Hikmet Temel Akarsu

Aydınlığım Deliyim Rüzgârlıyım / Zeynep Uzunbay

Aydınlığım Deliyim Rüzgârlıyım
-Gülten Akın Şiirinde Temalar-

Zeynep Uzunbay


       Zeynep Uzunbay'ın, Gülten Akın şiirindeki temaları incelediği  yazılarından oluşan “Aydınlığım Deliyim Ruzgârlıyım” kitabı, Komşu Yayınları’nın "Yasakmeyve" dizisinden yayımlandı.
       Gülten Akın’ın ilk kitabından son kitaıina kadar, hem insanın  mahrem tarihini,hem de o tarihin can bulduğu toplumsal tarihi izleyen Zeynep  Uzunbay’ın yazılarına Gülten Akın’ın şiirleri eşlik ediyor.
       “Gizini kıskanan bir şairle karşı karşıyaydım. Ben de okurken içimden söylediklerimi yazdım. Kimi zaman, anladığım anlamadığım oluverdi. Bulduğumu sandığım şey çoğu kez dağıldı. İnsanın bir şiiri okurken içinden söylediklerini yazıya dökmesi zor, hele de söz konusu Gülten Akın’ın şiiriyse… Mevsimlerin, yılların kaçınılmazlığı; doğanın yadsınamaz yasaları gibiydi bu şiirler. Her kitap, bir sonrakinin gizini taşıyordu içinde. Parçalar bir araya geldiğinde gördüğüm şeyse müthiş bir bütünlüktü.
       Gülten Akın şiirinin pek çok okumaya açık olduğu kuşkusuz. Benimki daha çok, onun şiir serüvenini onunla birlikte yaşama denemesiydi. Bunu yaparken kimi belirgin temalar üzerinde çalıştım. Söylenmeyeni, ötekini, dipte duranı duymak, zor ama zevkliydi.”

11 Ekim 2011 Salı

“YAZ KIRLANGICI OLSAM” / ADİL İZCİ


“YAZ KIRLANGICI OLSAM”

                                                                                                                                     ADİL İZCİ

Ahmet Ada’nın yirmi küsur yıldan beri bildiğim bu dileğini (hem bir kitabının da adı), yinelemediğim bir yaz oldu mu, sanmam. Güzel, heyecan verici, sonsuzluğa vurgulu gür hayaller pek belirgindir o dizelerde de ondan (sanki) her yaz mutlaka bir anımsarım.
            Neler diler hepi topu yirmi yedi dizede Ahmet Ada? Öncelikle biz insanların bin bir türlü tatsızlık ve kötülüğünden kurtulabileceği, iyilikler üzere bir dünyayı… Ardı sıra o eski zamanların, o eski hayatların bugün unutulan güzelliklerini aralar bir bakıma. (Diyelim ki “süreğen gül kokan konaklar”, duruyor mudur yerli yerinde?) Hepsine de büyük bir vefası vardır. Eksik söyledim: Hepsine de gönlünde büyük bir vefa sıcaklığı vardır. Bundan dolayı, ben de hepsini severim o hayallerin ama sanki en güzeline en son sıra gelir: “Yağmur tanesi olana dek uçarken”, “bir yanda nefes nefese bulut”(lar), “bir yanda gönül çelen dünya” ve bunlarla duyduğu o engin var olma sevinci…
            “Ondan (sanki) her yaz mutlaka bir anımsarım.” sözünü öylesine demedim: Ben de özgür bir yaz kırlangıcı olmayı denesem, anılarımdaki kimi evler, bağ evleri, balkonlar elde var bir, gökyüzünün mavi sonsuzluğu ile kırlar, ovalar, ıssız dağlardan daha ötelerine pek gidemem. Hayallerimizi çoğu zaman anılarımız belirler de ondan. Yine hepsinden önce gurbetteki en eski evimizi anımsıyorum: “Hayat”a dönük ön yüzünde, -belki öbür yüzlerinde de- kimisi heliklerin zamanla düşmesiyle, kimisi de kar yağmur sularıyla açılmış epeyce bir oyuk var. Her baharla birlikte sökün eden kırlangıçlar, nasılsa buluyor oraları. Gündüzleri, herhalde yem bulma derdiyle hem var hem yoklar. Fakat akşamüstü ve sonrasında... Gökyüzünün sonsuzluğu, bu saatlerde bir onların. Halleri, birbirine el sürmeden kovalamaca oynamaya da benzer biraz biraz; neyin ardında olduğunu bilemeden bir sonsuzlukta çılgınlar gibi dolanmaya da… Bazen göz yetmez bir hızla yuvalarına girdikleri oluyor olmasına ama hemen geri gökyüzüne… Yerinde bir varsayım mı, bunları yazarken usuma geldi; belki gönülleri o güzelim yaz maviliğinde kaldığı için(di) yuvada duramamaları…
            Bunca zaman sonra anımsaması dünya malı değer: Usul usul maviden laciverte doğru akan o gökyüzü ile oyalanırdım ta uykum gelinceye kadar. “Ta” dediğime aldırmayın; bilemediniz bir iki saat hepsi. Hâlâ bıkmayanları var(dı) ki yıldızlar altında da kanatlarının parıltısı… Yarı aralık gözlerimle bile görürdüm… 
             Bunları böyle iyi kötü anımsıyorum ama hemen hepimizin bildiği yarım bir çanağa benzer yuvalarını hayır! Onlardan sanıyorum yoktu bizim evde. Ya da vardı da o oyukların biraz derinlerinde, göze hemen görünmez yerlerinde… Öyle olmasa buncası gider gider gelir miydi gün boyunca? Neyse, dediğim türden yuvalarını ilk kez bağ evlerinde gördüm diyeyim sözü daha da uzatmadan. Meyve ve nem kokan bağ evlerinde. Yemyeşil dalların arasından bir kanat parıltısı hızla o yöne akınca yuvanın yeri de azıcık belli olurdu. Yeni bir eğlence daha…
            Bu da bunları yazarken usuma geldi: Oncası arasında “bağ kırlangıcı” diye bir türü de var mıdır? Merete Çakmak ile Mary Işın’ın “Anadolu Kuş Adları Sözlüğü”, toplam yirmi beş türünü sıralıyor. Aralarında “dağ kırlangıcı”, “deniz kırlangıcı”, “ev kırlangıcı”, “gülen deniz kırlangıcı”, “iş kırlangıcı”, “kaya kırlangıcı”, “kır kırlangıcı”, “kum kırlangıcı”, “pencere kırlangıcı”, “şehir kırlangıcı” var da merak ettiğim gibi bir türü yok. Demek benim gördüklerimin oralarda dolanmaktan derdi bağların değil, evlerinin sefasını sürmekti. Doğalarına da böylesi uyardı zaten…
            Az öncekiler, adlarını en güzel bulduklarım. Yine de “pencere kırlangıcı” hepsinin önünde duruyor. Bugüne kadar gördün mü derseniz, en eski evimizden söz ederken andıklarım, onlardı tam tamına. Ama asıl vurgulamak istediğim, neden hepsinin önündeler? Bizlere en yakınlık göstereni herhalde bu türüdür diye bir karara varmamdan: Diyelim ki her sessizlikte nice eski zamanları fısıldayan bir ev. Evden de öte bir yer: Güzel hayaller âlemi. Pencerelerinin yukarısına, yani yuvalara geleni gideni… Siz onlara tanıdık, onlar size. Kumrular gibi sokulgan olmasınlar varsın. Arada seslerine kulak vermek bile… Bütün bir gün nerelere gider gider gelirler? Kanatları bunca devinmeden nasıl olur da yorulmaz? Nerelerde eğlenirler? Ne yer ne içerler? Bilebilsem de biraz biraz anlatabilsem… 
            Ne var ki hepi topu bu: Bir havada bir de yuvalarına yıldırım hızıyla yem getirir ve geldikleri gibi dönerken… Bunlardan özge görebildiğim bir halleri olmadı ki söz edeyim. Diyelim “dağ kırlangıcı”, o ıssız dağlarda ne arar? Geceleyin heybetli karanlıktan, rüzgârlı fırtınalı günlerde süreğen uğultudan biz insanlar gibi korkmaz mı? Sabahı nasıl bulur o zaman? “Deniz kırlangıcı”, nerelerde yuvalar, nerelerde geceler, yorgun kanatlarını nasıl dinlendirir? “İş kırlangıcı”, hangi işleri görür? Yoksa yuva kurmada hatırı sayılır bir usta da adı oradan mı geliyor? “Kaya kırlangıcı”, ne arar oralarda, aynı yerde döne dura canı sıkılmaz mı sonunda? “Kır kırlangıcı”na, pek imrendiğimden özge bir diyeceğim yok. Hayatın hakkını en güzel nerede vereceğini biliyor demek. “Kum kırlangıcı”na gelince, adının öyle olmasının mutlaka bir nedeni vardır ama... Bir bilebilsem, bunları ve daha ötelerini ne keyifle anlatırdım. Yazık ki öyledir diyebileceğim yalnızca bu: “Ev kırlangıcı” ile “şehir kırlangıcı”nın “pencere kırlangıcı”ndan herhangi bir ayrımı olmamalı: Hepsi de biz insanlara yakınlığı imliyor ya bir bakıma…
            Bizim ilkyaz ve yaz boyunca gördüklerimiz, sanıyorum öncelikle bu türleri. Kimi metinlerde sözü edilenler de. Diyelim Sait Faik’in “Kırlangıç Yuvasındaki Kadın” öyküsünde. Pek anılmasa da ben severim o öyküyü. Önce olan biteni anlatayım bir; sevgimin nedenini nasılsa belirtirim: Deniz kenarında bir hamal kahvesi… Bahar gelince sobası doğallıkla sökülür ama sahibi kadın, bacasını tıkamaz. Soranlara, “Eli kulağında, neredeyse gelir benim kiracı” der durur. Artık “kiracı” gelmeden önce mi yoksa geldikten sonra mı, orası belirsiz; ola ki sert bir rüzgârla yuva yerinden kopar. El atacak, yuvayı olduğu gibi geri yerine koyacak, üstüne berkitecek iyi insanlar mı yok? Bundan sonrası, Sait Faik’in engin hayal gücüne göredir: Yuvada yalnız o “kiracı kırlangıç” değil, “sabahları gözüken” ve “durmadan, yorulmadan, saatlerce ıslak saman rengi saçlarını tarayan” bir de kadın vardır! Olası yadırgamalara karşı, “Ne zararı var size? Varsın, bir de öylesi bulunsun, hiç değilse bir Abasıyanık yazısında.” der Sait Faik; aynı konuları yazmaktan artık pek usandığını belirterek. Asıl ilginci bundan sonrasıdır: Kırlangıç ile o kadını evli gibi hayale koyulur. Burada fazlaca ayrıntıya girmeyeyim. Geceleri gündüzleri ile, rüzgârlı yağmurlu dönemleri ile bu yakınlığı anlatır da anlatır. Bir ara üsteler; simge falan değildir ikisi de! Yani neyseler, o! Sonra yeniden sanatının sıkıntılarından, boyuna insanları yazmanın usancından dem vurur. Öyle bir öykü yazmalı ki hem konusu yeni olsun; hem de söz verilen “yirmi beş papel”i getirsin. Eve gelir, odasına kapanır ama “yazmanın mümkünü yok”tur. Adını “Kırlangıç Yuvasındaki Kadın” koyduğu öyküyü bir de orada denemek üzere o kahveye gider. Kalabalık, kâğıt oyununun dalgınlığındadır. Sait Faik, tavana yakın yuvaya, “sahiden bir kadın var mıdır diye” bakar durur: Bir görünse de öyküsünün ardını getirse! Ama beklediği olmaz. Üstelik yuvanın ağzı kapkaranlıktır! Kahveci kadından kırlangıcın iki yıldır gelmediğini öğrenince birden ayırtına varır: Yalnız o değildir iki yıldır görünmeyen: Zeynel Efendi, Celal, Hasan Efendi, Apostol da! Çayın da o zamandan beri eski tadı yoktur ya!      
            Öyküyü öncelikle bundan severim: Kuşlarla -burada kırlangıçlarla- birlikte ömür sürmenin güzelliğini yenileyin duyurmasından. Nelere yaramaz ki bu birliktelik? Hepsinden önce ılık bir duygu olur insanın benliğinde. Sait Faik’in hayallerini azıcık bir yana bırakalım da öyle sürdürelim: Diyelim ki siz de o kahve halkındansınız. Söz, sohbet… artık her neyse, ara sıra yavruların sesiyle kesiliveriyor. Geçiveren bir kanat parıltısı… Girdiğini yine göremediniz… “Torunların” diyor birisi, tavla oynadığına, “torunların büyüyor; ha bugün ha yarın!” O âna, o ilk kanatlanma ânına rast gelmek; usunda o dönüyor. Görebilmek ve “Çok şükür, işte bunlar da!” diyebilmek… Yalnız onun değil, hepsinin… Kahve yine aynı deniz kenarı kahve olsun da önünde bir de asma var edelim: İyilikler üzere büyüdüğünden böylesine gür. Kahve halkı, özellikle ikindileri altına yığılıyor. Radyoda alaturka, o cânım alaturka… Uzak, sonsuzluk kadar uzak bir rüyanın derinliğinden seslendiğimin elbette ayrımındayım: Hepsi de Ziya Osman Saba ayarında insanlar… Temiz, tertemiz birer tinle bugünlere kadar… Öyle ki bir gün ömür defterleri kapanırken duyarlarsa sadece bunu duyacaklar: Dünyamıza doyamamanın kederini… Ama o konular orada dursun da biz bugüne bakalım: Alaturka henüz sürüyor. İçeride doymak bilmeyen kırlangıç yavruları, asmada kikirik serçeler… Hemen bir iki adım ileride aydınlık bir deniz, ötede aynı aydınlıkta bir yaz göğü… İnsana gücünün sınırlarını oracıkta unutturan ve koca bir sevgiyle kucakla(n)mak isteği veren yaz göğü…
            Artık sorabilirim: Böylesine süreğen bir öyküyü nasıl sevmeyeyim? Bu arada “Bir İlkbahar Hikâyesi”ni de anmalıyım ama onun yalnızca bir yerinde kırlangıç parıltısı görülür. Yok, öyküden özellikle kahveyi sevdinizse de, hele ilk paragrafı ve ardı ile “Mahalle Kahvesi” var. Burgaz’dakiler var. Daha neler neler bulurum. Sait Faik olsun da hangisi olursa olsun; insan okumaya ve hayallerde yitmeye doyamaz… 
            Belleğimi uzun bir süre yoklayınca, kırlangıçlarla ilgili -elbet benim gördüğüm, okuduğum- en vurucu yazıyı Güngör Tekçe’nin yazdığı sonucuna varıyorum. Yazar, çocukluğuna ve ilk gençliğine ilişkin nice anıyı “Zâfir Konağında Bir Tuhaf Zaman” kitabında olağanüstü güzel bir dille anlatır. Biliyorum, azıcık bile dokunmayı denesem, özünü zedelerim kitapta yer alan bu büyülü yazının. En iyisi, sözü olduğu gibi yazarına bırakmak:
            “Orta katta her şey fıstıki makam seyrederdi. Sabah-ı şerifler hayırlı olsun! Günaydın, derdim. Duymazdan gelirlerdi. Yüz yıllık selamlamaya yanıt mıydı ‘Günaydın’? Derken dakikalar sakızla çekilir gibi birbirine eklenirdi. Ağır, ağdalı. Yüzler uzardı, gölgeler uzardı. Biz kardeş çocukları güler, oynardık. Onlarsa uzaktan bir görüntüye bakar gibi bakarlardı. Sonbaharın son günleriydi. Kasvetli günlerin başındaydık. Bir öğleden sonra, konsol uykusuna doyamamış, şezlong kaykılmış, divan yayılmış, ortadaki masa bacaklarını uzatmışken bir kanat sesi yırtıp geçti sessizliği. Önce bir kıpırdanma, sonra küçükten devinmeler, birbirine ‘ne oldu’lar, ‘kim geçti’ler… sonra yine sessizlik. Herkes köşesine çekilmek üzereyken başımızdan fırdolayı bir kırlangıç; sürüsünü kaçırmış, eve dalmış, daldığı deliği unutmuş, deli gibi ordan oraya bir kırlangıç. Koşturdular, kapıları, pencereleri açtılar, herkes bildiği dilden (nasıl seslenilirse kırlangıca?) seslendi, yerinden besmeleyle kalkan yaşlı başlı insanlar seferberliğe çağrılmışlar gibi durumdan görev çıkardılar, öyle bir tarraka koptu ki evde, pireler bile uyanmışlardır… Yine de çıkaramadılar kırlangıcı. Saatler geçti, akşam yemekleri yendi, -hiç öyle bir âdet yoktu ama- çaylar pişirildi, büyük saat gece yarısını vurdu… Hiç kimse bir diğerine söylemiyordu ama herkes kuşun kurtulmasını bekliyordu. Bir süredir ses kesilmişti, ola ki… gerçekten yaşlılar öne doğru eğilmeye başlamışken birden ok gibi fırlayıp dönmeye başladı. Sanki bizden bir şey istiyordu. Neden hiç kimse akıl edememişti? Dayımın küçük kızı koştu, bir kap aldı, içine su koydu, köşeye bıraktı. Kırlangıç indi, bir süre bakındı, bizden bir zarar gelir mi, baktı ki hiç kıpırdamıyoruz yerimizden, yumuldu, kana kana içti, havalandı ve kayboldu.
            İşte bir kuş, bir kırlangıç, tam da kışa girerken, evin üstündeki ölü toprağını silkelemişti. Vakit gece yarısını çoktan geçmişti. Lütfiye Hanım ortalıktan kayboldu, biraz sonra oflaya puflaya basamaklardan indi, kucağında kırk yıl önce bıraktığı kemanını taşıyordu. Kutusunun tozlarını özenle sildi, çıkarttı ve kırk yıl önce çaldığı son parçayı çalmaya başladı. Suat Hanım abisinin yardımıyla kalktı, neredeyse yerini unuttuğu piyanosunun başına geçti. Sait Bey kalp ilaçlarını almadı, üstelediler, bu gece iyiyim, dedi. Büyükbabam büfenin üzerindeki camekânı açtı, Abdülhamid döneminden kalma altıpatlarını çıkardı, temizledi. Sevgili karısı Safiye Hanım (annemin üvey annesi) o saatte üşenmedi, topik yapmaya başladı. (Ermeniydi ya.)
            Yahya Kemal’in miydi: ‘Bir tel kopar, ahenk ebediyen kesilir.’ Ama gördüm: Bir tel koptu, ahenk ebediyen kuruldu.” 
            Sanki ben de o konaktaydım; sanki ben de bütün o olan bitenleri böyle yakından gördüm. Hatta daha ötesini bile: Gece karanlığına fırlayan kırlangıç, sürüsünü -o güzelim parıltı öbeğini!- tez elden buldu ve aralarına sağ salim katıldı...
            Sonra buna kafa yordum bir zaman: Bütün bir konak halkını seferber eden ne olabilirdi? Evleri, dükkânları, bacaları, pencereleri… yurt edinecek kadar yakınımıza sokulsalar da öyle gözle görülür bir dostluk olmaz aramızda. Ama neden belirgin bir sevgi duyarız? Herhalde yuva kurdukları yerlere bir canlılık katmalarını, oralarda kendi hallerinde, kimseye bir zararları dokunmadan ömür sürmelerini severiz. Hem esirgemek mutlu eder ya bizi? Kalabalık, bana kalırsa bunlar ve benzeri iyicil duygularla didindi durdu. Ardı sıra o umulmadık devinimin nedeni de darda kalana yardım edebilmenin sevinciydi elbette…
            Hayır, hepi topu bu kadarcık değil; güzel bir iki duygu daha var ama nasıl derler toparlayabilirim onları ben? Yine de bir deneyeyim: Rüzgârlı zamanlardı o kırlangıcın getirdiği: Eski, en eski hallerine, henüz parmak kadar oldukları hallerine doğru zamanlar… İlkyazların, yazların esenliği, ılık gölgeler, ıtırlı kokular, göz kırpan gökyüzleri… Onlarda da cıvıl cıvıl bir yeğnilik: Hayatın yalnızca gülümsemesi…
            Yerinde hayaller midir bunlar, bilemem. Yazarın anısını okurken sanki ben de o konakta, o ömrünün son demlerinde(ki) insanlardan biriydim ve bu rüyayı da görüverdim…
            Öbürleri de birer rüyaydı ya aslında: En eski evimizdeki, kimi tanıdıkların bağ evlerindeki yuvaları; annemin –bir ikisinde babamın- dizinden, bazen kendi kendime bir minderden sırtımüstü onları, gökyüzünü seyretmelerim… Hatta bu da: Sılada, baba evinde annemin sesiyle uyandığım bir yaz sabahı: Kanadı kırık gibi ama bırakmıyor ki durumunu tam anlayalım. Gözlerinde ipiri bir korku. Bir bilebilse bizi, rahatlayacak. Öyle mi böyle mi derken fırladı ve gözden yitiverdiydi…  
            Bu son yıllar, ancak Ege kıyılarında görüyorum. Hem ne kadar bol: Sürüsüne bereket! Bir “aile” de bakkal dükkânını yeğliyor ısrarla. Bu dediğimde elbette bir tuhaflık yok. Ama her yere, diyelim florasan lambasına da yuva yapılmaz! Yani bana göre yapılmaz! Ne var ki bir deneyim kazandım gitgide: Usumun ermediği herhangi bir konuda “onların da bir bildikleri vardır herhalde!” demekle yetiniyorum. Nitekim hazırdaki ekmek kırıntıları uğruna mı (onlarla beslenmezler ki!), yoksa gelen giden birileri olmadığı zamanlar bakkalın yalnızlıktan canı sıkılmasın diye mi türünden birtakım varsayımlar ileri sürmüyorum bu kez!
            Bakkala uzaklığımız nedir ki? Ama eve, komşu evlere bir tek gönül indireni yok. Varsa da ben göremedim henüz. Canları sağ olsun! Kasaba merkezinde neredeyse adımda bir rast geliyorum nasılsa. Oralarda birini bekliyor görünerek azıcık oyalanıyor; canıma can katıyorum pek iyi. Ellerim belimin üstüne bağlı, seyrederken, hele yuva yapmaktaki ustalıklarına bir daha hayran kalırken halime gülüyorlar mı, bilemiyorum. Gülüyorlarsa da pek sevinirim aslında: Dünyamız, bu güzelim dünyamız, kimlere fani değil? Sonunda ne onlar ne de ben… İyisi mi…


KILAVUZLAR:

Ahmet Ada, Acıyla Akran, Ankara, 1983, Dayanışma Yayınları
Güngör Tekçe, Zâfir Konağında Bir Tuhaf Zaman, İstanbul, Nisan 2007, Yapı Kredi Yayınları
Merete Çakmak – Mary Işın, Anadolu Kuş Adları Sözlüğü, İstanbul, Eylül 2005, Kitap Yayınevi
Sait Faik, Mahalle Kahvesi, İstanbul, Ekim 2002, Yapı Kredi Yayınları
Sait Faik, Son Kuşlar, İstanbul, Ekim 2002, Yapı Kredi Yayınları

Gösteri dergisi, Ekim – Kasım – Aralık 2010, Sayı: 302

* Yazı Adil İzci'nin izniyle yayınlanmıştır.