9 Ağustos 2013 Cuma

Ahmet Erhan Hakkında Yazılan Yazılar



Ah! "Üstüme yoktur unutmakta, unutulmakta!" demiş ya Ahmet Erhan, Mihriban'lar bile unutmak geliniyse, varsın tüm kızlar da şairleri unutsun.-- Değil mi ki, Ahmet Erhan'ın öldüğü gün unutuldu Metin Erksan!
***
Ah! Adım bir sokak adı bile değil, Ahmet Erhan Çıkmazı...
***
Ah! "Öyle eksik etek bir hayat yaşadım ki
Ölümüm sürpriz sayılmayacak!" / AHMET ERHAN
***
Ah! Babası Ahmet İzzet'in haberi var, anne Emine Hanım'a söyleyin Mersin gülüşlüsü artık Ankara'da; oğlu, hayırsızı!

***
Ah! Ahmet Erhan'ın "Oğul" şiiri, Serap Aslı Araklı'nın altıncı yaşı...
“Orhon Murat Arıburnu Ödülü sonrası senden istenen şiiri ezbere bilmenin sevincisin sen Ahmet Erhan. Benim ilk ezberlediğim şiirsin, yokluğunla ağdaki balık kadar umarsızım. Ankara'nın dizlerine koyacakmışsın başını şimdi. Ben yine şiirlerini ezberleyeceğim sen "Hadi kız oku" diyene kadar...” Serap Aslı Araklı

***
Ah! Alkol, at yarışı, aşk, kadın, iddaa, futbol maçlarına sırf ufuk çizgisini görmek için gitmek, sokak çocuklarını evlât ve köpekten kardeş edinmek de intiharın başka biçimleridir. Baba Ahmet İzzet oğluna kavuştu; anne Emine Hanım'a söylemeyin. O hâlâ Ahmet'i ve buluğ çağındaki ülkesini yaşıyor sanıyor. 
***
Ah! Anneci değil, babacıydı Ahmet Erhan. Ne de olsa seyis, cumhuriyet aydını bir baba olan Ahmet İzzet'in oğluydu. İstanbul'a geldiği ilk günlerde babamın ofisinde kalmayı tercih etti. Sonra Cihangir'deki ev tutuldu; travestilere komşu oldu. Babamla da birkaç kez rakı içti. Yavuz Turgul'un Muhsin Bey filminden ve Yeşilçam'daki Tutunamayanlar'dan ötürü babama hem baba dedi, hem Muhsin Bey. Ahmet Erhan'ın ölümünü bir saat önce öğrendi ve çok fena oldu ikimizin babası Mehmet Alemdar. Doğrusu şimdi ben de kötüyüm. Babama baş sağlığı ve geçmiş olsun temennisinde bulunmak isteyenler için cebi: 0532 426 19 25--Can Yücel ve Ahmet Erhan dahil, her şairin hüzün cümlesi şudur: "Hayatta Ben En Çok Babamı Sevdim!"


Hüseyin Alemdar

Ahmet Erhan'ın Ardından Yazılan Şiirler

5 Ağustos akşamı kendini yazdıran bir şiir:

MEZARINA GİDEMEDİM

Örtün üstünü üstünü
Yorgan bitti toprakla
Hayallerden bir yer açmayın artık
Göz çukurlarına benzer bir çukur
Daha geniş daha dar

Yakındaki uzakta
Uzaktan gelen olsun
Gündüz vakti bu karanlık
Beyaz kefen siyah olsun
Ölüye yakışmasa
Yakışır bence ölüme
Mezarına gidemedim
İşte bu koydu içime
Abdülkadir Budak

Ahmet Erhan'ın Hakkında Yazılan Yazılar



Ahmet Erhan üzerine


Osman Çakmakçı, 27 Ocak 2006 Cuma günkü Radikal-Kitap'ta, Ahmet Erhan'ın son kitabı Şehirde Bir Yılkı Atı'ndan hareketle yazdığı 'Yenilgi Güzellemesi' adlı yazıdan çok önce, Milliyet Sanat'ın Mayıs 2005 tarihli sayısında adını vermediği Ahmet Erhan hakkında sert, insafsız ve eleştirel bir dilin benimsen(e)mediği bir güzelleme(!) kaleme almıştı.
Radikal Kitap'taki yazıya
'Bir şiirin ufuk açıcı, yeni anlamsal imkânlara açık olması, onun içeriğine değil, biçimine ve yapısına bağlıdır. Aslında yalnızca yapısına demekle de yetinebiliriz." sözleriyle başlanıyor. Yapıya dayalı bir eleştiri getirilecek sanıyorsunuz; ama daha yazının ortalarına doğru "...ve hepsinden önemlisi de verdiği mesajlar yenilginin güzellemesi olup çıkıyor ." deniliyor. Sonlara doğru da "...Bu kitabın mesajları gerici ve insanı eylemsizliğe teşvik ediyor " gibi bir saptamada bulunuluyor. Yazar, güya yapısal bir bakışı teklif ediyor; ama şiirinin vermek istediği mesajla A. Erhan'ı vurmaya kalkıyor, sonuçta kendi kendini vuruyor. Yapıyla ilgili söylenen sadece "yapısal olarak da bu şiirlerde yeni bir şey yok"tan ibarettir. Ayrıca, "... yapısı muhafazakâr ise er, o şiir gericidir, tutucudur, konformisttir." deniliyor. Çağın ruhuna uygun, bireysellikle toplumsallığı harmanlamış, eleştirisi kendi içinde çok belirgin, lirik ve ironiye de eleştirel anlamda yeterince yer veren modern bir şiirin izlerini sürmüş olan A. Erhan, son kitap üzerinden büyük bir hırs ve yanlış hesapla vurulmaya çalışılıyor. Şairin, 'konformizm' sözcüğünü de önceki kitaplarda ironik olarak nasıl kullandığına dikkat edilmemiş.
Yenilgiye güzelleme değ
il
Yenilgi mevzusuna gelince; ş
airin ironinin en güzeliyle yazılmış iki dizesini söylüyorum: "Koro halinde yenildik, herkes haklı çıktı/Onlar kaptan oldular, ben sarhoş oldum ." Bu, yenilgiye güzelleme değildir, sonraki kuşakların da ders alması gereken bir durum tespitidir. Kaldı ki "Yenilginin bütün kazı sonuçları elimde duruyor " diyen şair, kitaplarında ironik bir biçimde önce kendinin sonra da çağının eleştirisini ortaya koymuştur: "Ben bu kadar yenilgiyi elbette hak etmedim/Tarihin kesilen bütün başları odamda yüzükoyun yatıyor ." Herkes uzak ve yakın zaferlerden de yenilgilerden de hissesine düşeni almalıdır. İnsan da, şiir de, eleştiri de...
Alkol'le ilgili olarak
şairin Hürriyet'e verdiği röportajı okumuş mudur? A. Erhan, kendinden daha ağır alkol alanlar olduğunu söyleyip şunu diyordu: "Alkol, şair imajının etiketi gibi sanki. Ben kendi deneyimimden yola çıkarsam, benim için öyle değil. Alkol bende itiraz anlamı taşıyor.(...)Masamın altından içki içmeyi sevmem ben. Ne yaşadıysam şiirime de yansıttım onu. Oyun oynamaya gerek duymuyorum çünkü."
Çakmakçı'nın yazısında "Yani kentlileş
miş ve değerleri yozlaşarak dönüşüme uğramış bir toplumsal düzene ayak uyduramadığı dolayısıyla da bu düzenin dışına savrulduğu ima edilen bir kişilik var önümüzde. Bu kişi, olumsuz anlamda tutunamayandır ." deniliyor. Şairin, aslında ayak uydurmak istemediği metropoldür, İstanbul'dur. Onun için 2001'den bu yana Silivri'ye, kasabaya çekilmiştir. Kaybolmuş Bir Köpek İlanı 'ndan başlayarak son iki kitap farklı vadilerde akmaktadır. Klasik A. Erhan şiirine özgü lirizm, ironi, bireyin ve toplumun hâlleri yine söz konusudur; ama son iki kitap şiirin kasabaya çekilmiş hâlidir. Hep şehirde yaşamış bir insan, kasabayı anlamaya, arınmaya, dinginleşmeye çalışmaktadır. Aslında Mersinli, Akdenizli, Ankaralı kısacası şehirli bir şair olan A. Erhan, son kitabın adına bakılırsa bu anlamda -kendi şehirlerine değil- şehrin kirlenmiş ilişkilerine itiraz etmektedir: "Şehirde Bir Yılkı Atı" bir önceki kitabın diliyle: "Şehirlerinize sızdım bırakmadınız/Mezarımı deryaya oyduracağım " demektedir. Yaşadığı mekânların izi Ahmet Erhan kadar şiirlerinde belirgin olan şair sayısı azdır. Yazılan coğrafyayı dikkate almadan A. Erhan şiirini doğru okuyamazsınız.
Herkesin sevmeyi ö
ğrenmiş olması gerekirdi. Sevgili H. Ergülen'in dediği gibi: "80'li yıllarda yazılan şiirin, sonraki dönemlerde yazan arkadaşlara, şiire saygıyla ve sevgiyle yaklaşmak, kendilerinden önceki kuşaklardan şairlerin şiirlerine itinalı davranmak(...) gibi faydaları söz konusu olabilir. " Olmuş mudur?
Son Söz: Hayattan kopuk
şiir yazdığı savlanan bir kuşağın şairi "Ölüm'den olma, Hayat'tan doğma" A. Erhan, son kitabında otuzdan fazla yerde büyük harfle 'Hayat' demiş :
Elimde koskoca bir anahtar o
ğul/Gör bak kapıyı Hayat açacak!

3 Mart 2006, Radikal
İhsan Tevfik Kırca

Ahmet Erhan Hakkında Yazılan Yazılar



İstanbul'a Ahmet Erhan gelmiş...


Ahmet Erhan
İstanbul'a gelmiş. Sırtında Ankara'nın o puslu pelerini, bir Hezarfen cinliğine sarınmış kanatlarıyla kendini Kale'den aşağıya salarak değil tabii. Başının içinde cuf cuf eden dertleri, peşine taktığı katar katar özleyişleri, şişesinin içinde lıkır lıkır azalan umutlarıyla bir karatrene binmiş de gelmiş. Ankara - İstanbul karatrenine...
"5 Nisa
n Perşembe günü tren Bostancı istasyonunda durduğunda inen birkaç yolcudan biriydim. Soğuktu. Küçük bir su şişesine Ankara'dan binmeden önce hazırladığım votka - soda karışımı sıfırı tüketmişti..."
Dün gece Firuza
ğa'da rastladım ona, yanında can dostu Ercan'la. 'Toplu Şiirleri'nin alt başğı olarak 'Burada Gömülüdür' diye yazılmasında ısrar etse de, o güleç, o yumuşacık gözleriyle, "Ben daha çok yazarım ey dünya, sen benden sıkılmış olsan da," der gibiydi âdeta. Ben içinde acaba bu şehre alışacak isteği kaldı mı diye düşünürken, o trenden ineli üç ay kadar olmuştu.
Yaz sarhoşu
Vakit gece yarısını devirip kalkıp gittiklerinde de, ağ
ır ağır dalarken Cihangir'in ara sokaklarına, sokak lambalarının ışığı altında ufalırken koca şairin bedeni, Ankara'nın kokusunu her yana saça saça bakıyor gibiydi karanlığın dibine doğru. Onların gidişinden saatler sonra, kahvenin sahibi çay ocağını kilitleyip, dışarıda bıraktığı, ağaçlar altında sereserpe yayılmış masalara şöyle bir göz atıp, "Sabaha bekleyin beni ha," diye mırıldanarak evinin yolunu tuttuktan da sonra, bir yanımda eski güzel günlerden bir Ankara yadigarı Yıldız, öbür yanımda daha ilk bakışta insanı kendi kuyusunun derinliklerine çeken gözleri, dehlizindeki karanlık noktayı örten inci gülüşleriyle yüzümü önce aydınlatıp, sonra buğulandıran bir erişilmez tanrıça, neredeyse sabah ezanını okumaya kalkan imamlarla randevumuz varmış gibi bol kahkahalı bir sohbete koyulmuşken, onun, masasının başına oturup sigarasını yakarak sıkı bir İstanbul şiiri yazmaya başladığını, belki de eski şehrini hayal etmemeye çalışğını düşünüyordum.
"yine de ho
şça kal şehrim, şehrim hoşça kal
sevgilin, o
ğlun, şairin... nankörün olayım."
Şimdi o, buz tutmuş kaldırımlarda dengesini kaybedip sendelemeye alışkın ayaklarıyla, dallarından pul pul kar dökülen caddelerinde kışı kovalayabilir miyim diye etrafına tekmeler savuran bir gecekondu veledi, adını hak eden bir güz mevsiminde, yıllar darbeye ve dipsiz karanlıklara dönerken yere düşş çam yapraklarını kaldırıp kaldırıp savuran kıyıcı bir Ankara rüzgârı, cümle şehir üzerindeki kalın paltoları, parkaları, kazakları naftalinleyerek gardıroplara kaldırıp onların yerine temiz gömlekleri ve askılılarını geçirirken "insanın kalbine kalbine vuran" deli bir ilkbahar yağmuru, sıcaklıkların bastırmasından ziyade öğrencileri memleketlerine döndüğü için çoraklaşan sokaklarında sıkıntısını Sakarya'nın biralarıyla soğutmaya çalışan bir yaz sarhoşu...
Şimdi o, henüz darbenin ayak seslerinin işitilmediği o yıllarda, İncirli Caddesi'nde korsan gösteri yapmak için kendisi gibi delifişek olan iki liseli arkadaşıyla birlikte trafiği kesen, fakat yakmak üzere yola yerleştirdikleri iki araba lastiğini, belki de bir benzinciden bir 7.65'in zoruyla doldurttukları bidonlarındaki yakıt sahte çıktığı için ateşe vermeyi bir türlü başaramayan, bunun üzerine, huzursuzlanmaya başlayan şoförlerin ürkek kornaları altında ikinci sırada duran kamyonun şoförünü indirip, yine kendi hortumuyla o kamyonun benzin deposundan sabırla mazot çeken ve bu sefer ters tarafını çevirdiği lastikleri o mazotla yakmayı başaran bir afacan çocuk...
Şimdi o, akşamları güneşin çaktırmadan battığı, saat sekizde sokaklarıyla caddelerinden bütün el ayağın çekildiği, gecekondularında ana caddeleri birbirini kollayarak ikili üçlü gezen devriye arabalarının, girintili çıkıntılı ara sokakları ise iyi kötü tabancaları ve nadir makinelileriyle daha iyi bir hayat isteyenlerin teslim aldığı, merkezinin ise bütün sokakları her an bir iç savaş çıkma ihtimaline göre planlanmış bir şehir olan Ankara'da, 'Görülmüştür' damgalı zarflarla bir fakültenin mektupluğuna boynu bükük bir çaresizlikle düşüp umut çekiştiren bir müebbet mahkûm, sokağa çıkma yasağının başladığı tekinsiz gece yarılarında asfaltı ezen paletleriyle içindeki idam hükümlüsünü o malum yokuştan çıkaran bir öfke yumağı.
"dönerim belki bir gün, papazın ba
ğı'nda martıların uçuştuğu bir gün oltamı kuğulu
park'ta unuttu
ğum bir gün belki oğlum
beni babalar günü'nde hatırlar sevinirim,
akasya kokularına bürünürüm" Firuza
ğa
kahvesi bir Ankaralı için Engürü'nün yerin
i tutar mı, bilinmez tabii; bilinmez ama, şimdi akşamın alacasında kahvenin masalarına kurulmuş, cıvıltılı bir topluluk halinde günün yorgunluğunu atmaya çalışan Cihangirliler arasına daldığınızda, çocuk yüzüyle size gülerek bakan bir Ankaralı şaire rastlayabilirsiniz orada!
Ahmet Erhan'dır o. Seksenli yılların kült ş
airi. Ahmet Erhan'dır o. Doğu Akdeniz'in dalgalarıyla beslenen evrensel yalnızlığın şairi.
Ahmet Erhan
İstanbul'a gelmiş. Ama ne de iyi yapmış, kalbinde Ankara diye bir dövme izi olanların ancak Etlik, Cebeci, Küçükesat, Demetevler şerbetiyle serinleyebildikleri bu koskoca yalnızlık şehrinde, Ankara'nın paltosundan çıkmayan kokusunu sırtına atarak gelmiş.
"ho
şça kal şehrim, asıl şimdi, artık şimdi hoşça kaldünya hâlâ dönüyormuş - öyle diyorlar..."

7 Eylül 2001, Radikal
Osman Akınhay