29 Eylül 2017 Cuma

ALİ BERKAY




(28 Mayıs 1989, Meram / Konya 
- )


       Tam adı Ali Berkay Bircan. Özel bir şirkette bilgisayar mühendisi olarak çalışıyor. İstanbul, Van, Karaman, İstanbul yolculuğunun sonunda Konya’ya geldi ve Meram’da ikamet ediyor.
       2011’den bu yana şiir ve düzyazı yazıyor.  Şiirleri ve söyleşileri Davudun İnsanları, Hacı Şair, Hece,  İtibar, İzdiham, Kırkıncı Kapı, Kuyudaki Koro, Mahalle Mektebi, Star Kitap vb. gibi dergilerde ve çeşitli web sitelerinde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Tahayyülat (2016, Hece Yayınları, 88 s.)
Kaynaklar:
A  http://aliberkay.blogspot.com.tr/
Yazarla Yapılan Söyleşiler:

Şiirlerinden Seçmeler:

RÉVÉLATION MAGNÉTIQUE

Adım Ali, herhangi bir şeyin kapısı değilim
Olsam olsam boşluğa bakan bir pencereyimdir
Durduğum yerden herkes bir nokta
Neden durduğumu bilmiyorum.

Bir noktayım ben de, evet
Tuttuğum, tutunduğum bir cümle olmadan
Birinci tekilden yazıyorum tüm bunları
Anlamadan kendimi, anlatamam.

Kendi dinime iman etmedim, farklıyım
Vehmetmekle bilmenin farkını biliyorum
Çok iddialı değilim, gereği kadar
Sakinim, bir nokta kadar.

Hatırlanma dinine inanmıyorum
Bu kelimeleri de kendinize yontacaksınız
Boşluğu yontamazsınız, yokluk da varlıktır
Görmediklerime daha fazla inanırım.

Hayatım daha iyi olabilirdi
Aşk diye bir şeye inansam, saplantıya
İnanmıyorum, Yusuf değilim, kuyudan çıkamam
Adımları ona göre atıyorum.

Çok sevdiğim bir şair vardı sonra bozdu
Oluş ve bozuluş, kelimeler ve harfler
Sahi bozulmuş bir kelimeden çıkan vav’ı
Kaç ciltlik bir ansiklopedide açıklayabiliriz?

Olmayan yaralarını göstermekten hoşlanıyorlar
Gülebiliyorlar bir kadın geçtikten sonra
Mesela Ben kışları daha çok severim
Zaten üstü kapalı göndermelere bayılırım.

Çok uzattım farkındayım
Ufuk çizgileri denizin neresinde başlar
Bir gökkuşağı senin balkonunda mı biter
Mutlu sonlar bir yanılsamadır.

Elli bin gözyaşı
Belki bu şiir yayımlanmadan konuşuruz
Seninle bir deftere yazarız
İstediğimiz sorudan başlayarak.

Bana bakmadığın kadar yok olmalıyım
Daha sahici bir şeye dönüşmeli
İki kapak arasında kalmaktan
Bir çift göz baktığında var olmaktan

Elli bin gözyaşı
Bir tanka taş atmadım
Çok felsefi açılımlar yaptım
Erkek evlat babasından izler taşır.

Bende bir rutin olmayacağına söz veriyorum
Verebileceğim tek söz bu
O kadar da romantik biri değilim
Dağılan bir noktayım Konya’da*

Elli bin gözyaşı
Annem her sabah bana kahvaltı hazırlar
Sırf bu yüzden şükredebilirim
Hatırlayamadığım rüyalardan uyandığımda.

Bildiğiniz erkeklerden değilim
mühendislik kantininde bir şair
Bir vebalı, koskoca masa kendisine kalmış
Bakıldıkça şiir yazamayan.

Elli bin gözyaşı
Daha uygun bir çatı bulamadım
Dört bin kitaplı bir odada uyurum
Hepsini okumadım fakat gözümün içine bakmışlardır.

Kol saatim zamanı yutan bir kara delik
Sesini dinlerim, bir dakikayı yaşamadan sayarım
Yazdıklarım hayatımı yutan bir kara delik
Kendimi okurum, bir dakikayı yaşamadan sayarım.

Elli bin gözyaşı
Çünkü yağmuru sevemedim
Çünkü içinde boğulmaya değer
Belki de tek güzel şey.

Adım Ali, herhangi bir şeyin kapısı değilim
Olsam olsam boşluğa bakan bir pencereyimdir


Meram/Konya

Ekim 2014.

* Konya, Japoncada “bu gece” demektir.

ŞAİR GİRMEMİŞ TOPRAKLAR

 “Adına başka bir şey de deseydik gül yine aynı güzellikte kokacaktı.”
Shakespeare

Durgun insan
Nil’in kollarıyla kurumuştur
Her yürüyenin duvarı
Tacı olanın surları vardır.

Munzurdan inen suların
Üzerinden atla
Kavağı kes
Sözü biç.

Güç eritmesi
Parayla yont beni
Atkıyla avut.

Eylemlerde ön saflarda sesini ve canını altyazı geçeyim.

Yalakaların yalakları
Söz yasa bir kaç madde
Gökdelenlerden taşan
Kaliteli kumaş pisliği.

İdeoloji sosuna bulanmış
Geçirilen kanun
İnsanı etinden ayırır.

Büyüklere vaat
Çocuklara oyuncaktır
Meclisin yeşil bahçeleri

Beynim devletin sesiyle yamanmış.

Bir asker zeytin dalı
Barış değil iyi niyet
Bir baraj patlar
Suyun altında kalanlara selam.

Popüler portreyi as
Yaz mümkün biyografiyi
Dergahta doldur çile.

Kayıp tarih kongrelerimiz
Darülfünunları kapatıp
Yerinde bulamadığımız
Tanburinin mezarı.

Hayallerini anlat
Hicaz Rusya Mısır
Kuyularda sular.

Adlarına layık hastalıklarla
Devletim meclisi vekili
Söyle bana aynası
Biz izleriz doğrudan temsil.

Biz “Doyduk!” diyene kadar, mikrofonlar onların önüne gelecek.

YARASA DÜŞLERİ

neyse ki soğuk günlerde
güzel ellerle olan bağlarımı koparıyorum
yine de bana bir bak
bak da içtiğim bu sigarayla beraber
boşa kül olmayayım.

yarasa düşleri biriktirdim sana
yirmiye yakın kesik var.
ne zamandır ağactan düşmemiştim.
[bu satır kendini imha etmiştir.]

jenerik akıyor sokaklardan
yağmur sesi duyuluyor sadece.
seni çok da ansızın böyle düşünüyorum.
yirmi bir fena bir yaş değil,
abimin dediği gibi;
unutuluşun üzerine çöktüm kaldım.


28 Eylül 2017 Perşembe

YUSUF ŞAHİN



(Demre / Antalya - )


      Şair ve yazar. Kumluca İmam Hatip Lisesi’ni ve 1991 yılında Marmara Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü’nü bitirdi. Yurdun değişik bölgelerinde öğretmenlik ve özel okullarda yöneticilik yaptı. Üniversite yıllarından başlayarak birçok sivil toplum kuruluşunda görev aldı, gönüllü çalışmalar yürüttü. Hâlen Kültür ve Turizm Bakanlığı’nda, Daire Başkanlığı görevini yürütmektedir.
       Şiir ve yazıları; Akit, Ay Vakti, Azade, Biat, Genç Marmara, Gerçek Hayat, Kültür, Milli Gazete, Tohum, Yeni Şafak vb. gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& İçlenmeler (2. Baskı: 2017, İlke Yayıncılık, 104 s.)
& Sükût Dersleri (2017, İlke Yayıncılık, 104 s.)





Şiirlerinden Seçmeler:

AĞRI

soğuk rüzgarları çağırıyor güz geceleri
ayaklarıma doğru ince bir sızı yürüyor
geçmiş zamana dair ne kaldıysa geri
almış bir yığın hatıra hükmünü sürüyor
sözüm yetişmiyor uzağındayım kendimin
derin bir ağrı içinde kıvranır sevdiğim

bir cümle daha desek kurtulur belki dünya
tarihin yükünü taşımak gecenin içinden
bana mı düşer bu dert, bu nasıl vaveyla
sen nerdesin, bir tebessüm yılların izinden
sesin nerde senin, nerde kaldı benliğim
ince bir ağrı kalbimde sızlar sevdiğim

gece ağır her bir yanım güz çağıltısı
acılar dökülüyor savrulan yapraklardan
uzağındayız hayatın, hayat ince bir sızı
bu ıstırap başka, onulmaz yaralardan
meçhul bir yol bu, bilinmezliği bellediğim
bu ağrı seni de beni de yakar sevdiğim

Ay Vakti, Sayı: 165, Kasım - Aralık 2016

YAĞMUR

inceden sızlayan bir şarkıdır bu yağmur
kanlı bir yusuf gömleği bana biçilen
bakışın hasretlik türküsü, gözlerin nur
gömleğim gözünde düğüm düğüm dikilen
inceden sızlayan bir şarkıdır bu yağmur

insan nasıl azalırmış şimdi anladım
mısra mısra çoğalınca gözlerimde sen
bir lahza tebessümüne ömür bağladım
yıllların izi saçlarımdan akıp giden
insan nasıl azalırmış şimdi anladım

içimde kopuyor birden gök gürültüsü
ve bahar yağmurları sağanak sağanak
bulutlarda kasvet, yorgunluk, aşk döngüsü
yaktım tüm mısralarımı, gökyüzüne bak
içimde kopuyor birden gök gürültüsü

sen bakınca göklere, ben ıslanacağım
adımlarımda sen, dudağımda bir türkü
ıslak saçlarım, büsbütün dağlanacağım
bir yıldırım, yürek çarpıntısı bir öykü
sen bakınca göklere, ben ıslanacağım

yağmur daha güzel, el ayak çekilince
bir lamba hüznü, pencerelerden süzülen
inleyen şarkılar kalbime dökülünce
ilmek ilmek bir bağdır bu, dûn ü gün örülen
yağmur daha güzel el ayak çekilince

tahammülüm yok gayrıya, herkes yabancı
sürsün bu yağmur inceden geceler boyu
bulutlar boşaldı üstüme dinmeyen sancı
kararsın gökyüzü, gece zifiri koyu
tahammülüm yok gayrıya, herkes yabancı

gün nasıl doğar karanlık sokakta sensiz
yağmur sesinden türkü yakar mı kadınlar
cevap yok, bu yol uçurum, bu yol sebepsiz
karanlığın ardında saklı mı yıldızlar
gün nasıl doğar karanlık sokakta sensiz

inceden sızlayan bir şarkıdır bu yağmur
kanlı bir yusuf gömleği bana biçilen
bakışın hasretlik türküsü, gözlerin nur
gömleğim gözünde düğüm düğüm dikilen
inceden sızlayan bir şarkıdır bu yağmur

27 Eylül 2017 Çarşamba

MANSUR BALCI



(5 Nisan 1957, Göksu/Kahramanmaraş - 17 Mart 2017, İstanbul) 

Şair, öğretmen. Kebire Hanım ile Muhittin Balcı’nın oğlu. İlk, orta okul ve lise öğrenimini Kahramanmaraş’ta yaptı. 1979'da Gazi Eğitim Enstitüsü’nden mezun oldu. İzmir ve Bergama’da coğrafya öğretmenliği yaptı. İzmir’de yaşadı, bekâr. İstanbul'da tedavi görmekte olduğu hastanede vefat etti. Cenazesi 19 Mart 2017'de Şakirin Camii'nde öğle namazını müteakip kılınan cenaze namazından sonra, Ihlamurkuyu mezarlığına defnedildi.
İlk şiiri "Eylül" 1987'de Ayrım Şiir dergisinde yayımlandı. Şiir ve yazıları; Ayrım, Berfin Bahar, Bikem, Dilizi, Dize, Edebiyat ve Eleştiri, Evrensel Kültür, Kunduz Düşleri, Mavi, Sombahar, Ütopiya gibi dergilerde yayımlandı.
Yapıtları: Şiir: *Kumdan Kule, Toplumsal Araştırmalar Kütür ve Sanat İçin Vakıf İzmir: 1992 *Zar Zaman ve Tiner, Piya, İst.: 1998.
Kaynaklar: TBEA, c. I, 2010, 172; Zafer Yörük, "Mansur Balcı: Şiir Gibi Yaşadı", Gazete Duvar, 12 Nisan 2018.

*19 Nisan 2022 tarihinde güncellendi.

Şiirlerinden Seçmeler:

BEKLEYİN

gözlerimi yıkadım bu şiire başlamadan
ellerimi yıktım. sardım sarmaladım bedenimi
buhurdanlık olarak aklımda
demlemeye bıraktım ruhumu
bekliyorum
gecenin dervişi geçer mi buradan

hangi sızıntıma iyi gelir hangi ot
hangi yaram hangi otu çürütür
bekliyorum
düşlerimin başlayan kamaşmasını
dem tutmaya yakın aklımın deliren yanını
şapkama kenar süsleri olsun diye
bekliyorum

şiirin burasına akikten bir taş,
incecik bir çöple işaret bırakıyorum, çünkü
çünkü dünyada tutuklu kaldım
bekliyorum
depreşen şeylerin büyüsüyle damarlarımda
kim kimi yenerse yensin
kazanan deliliğim olacak
çoğalansa cinnetim
tek ayağımı süpürge yaptım
dünyayı süpürüyorum
bekleyin
günün dervişi geçebilir buradan…

DÜNYANIN HİÇBİR HALİNDEN BİRİYİM

aklımı kurcalayan yağmurlar gecikti
kumdan bir fanusta çiseliyor şimdi zaman
haytaydım, hayat yeniden bağışlar diye umardım
yeniden alevlenen yangınlara yanaştım
gördüm, gidenler yalnız kendisini götürmüş
kendisini içimde bırakan yağmurlar aklımı çalkalayan

içimde ölmüş bir şeylerin ayak izleri
önceden kutsanıp mühürlenmiş içimdeki kapılar
her şeyin bir şey olmadığı ormanlara yolcuyum
aşk beni kırıyor, ama her gün yeniden kırılıyorum
gri giysiler içinde uyanan uykularımda
ardından yetişemedim, gözlerimi ararım
içimde biriken inci taneleriyle,
kırıktır gülümsemelerim, dokunmayın onlara
dokunursanız, orada donup kalabilirim

kuş işlenmiş bir mendilin sakladıkları
oymalı ceviz sandık, her şeyi yüzünde taşır
Sarıkamış harbi desem kim başını kaldırır
Büyük annem büyük harbin taraflarından
Beklediği yüz için sakladığı o mendil
Açarsam yüreğimi mendil sallamak için
Dokunmayın yüreğime
Yüreğime dokunsanız, kül olur dağılırım

Kan dökülen her yerde ölen ben oldum
Dirildim, yeniden taşların yüzü oldum
Gidemem, gidersem saçların dağılır
Gözlerin su olur ve gücenir
Ağzım ki, bir işgalin kapısında yanaşma
Yüzümse, yüzüme yaklaşmayın
Yanaşmayın yüzüme, buz olur kapanırım

Gidersem yeniden yangınlar çıkarmaya
Kan dökülen yerleri dolaşsam bir bir
Assam suretimi her kan lekesinin üstüne
Geri gelsem ve taşlarla yüzleşsem
Sen bir gülsen, ben sevinip ağlasam
Kocaman bir çan olan gövdemi
Sağır kulaklara dayasam
Aşkın yağma günlerinden geçerken
Mekanik buluşmalarla plastik öpüşmeler sonrası
Kalbimi basan yoğun siste, bir şafak vakti
Kulaklarımı yağmalayan seste belirsem
Kim görebilir talanlardan arta kalan gövdemi
Dünyanın bin bir halinden biriyim işte ben

ÖLÜLER ALTIN TAKAR MI?

Yamaçlarda zeytin büyür
Dallarında siyah altın
Ovasında tütün uyur
Uyanınca sarı altın

Buğday eken altın biçer
Pamuk desen beyaz altın
Çamurunda güzellik var
Kleopatra’nın pudrası

Bakırçay bu yediveren
Almasını bilenlere
Ağaç kesip dağ delersen
Uyanır uyuyan tanrılar

Referandum ettik gari
Madenciye güle güle
Siyanürü duyduk hele
Ölüler altın takar mı?

Bergama’ya yolun düşsün
Siyanürcü şirket duysun
Gördüğün dünya cenneti
Sahipsiz toprak sanmasın

Gittim gördüm bergama’yı
Sordum duyduğum belayı
Yüzler yere düştü ama
Umuduyla birlikteydi

Siyanürcü güle güle
Ölüler altın takar mı?