4 Kasım 2007 Pazar
Ne Zaman Tanışmıştık Sizinle?
Selim İleri ile ne zaman tanışmıştık. Anımsamıyorum. Bir Cumartesi Yalnızlığı yaşadığım bir Pastırma Yazı mıydı? Her gece Bodrum’da ve bir denizin eteklerinde her gün yüzlercesinin iç içe yaşandığı Ölüm İlişkileri içinde geçirdiğimiz günler miydi? Yaşarken ve ölürken, bir akşam alacası zamanında “Cehennem Kraliçesi” miydi elimdeki kitabınız? Ne “Son Yaz Akşamı”ydınız, ne de “Yalancı Şafak”tınız. Mavi kanatlarınla yalnız benim olsaydın belki de “Ölünceye kadar seninim” diyebilirdim sana. “Yıldızlar altında İstanbul”da ve “Hüzün kahvesi”nde oturuyorduk ve “Gramofon halâ çalıyor”du. “Bu yaz ayrılığın ilk yazı olacak”tı ve “İstanbul seni unutmadım” dememiştim halâ. “Uzak, hep uzak”tık kendimize ve birbirimize. “Anılar: ıssız ve yağmurlu”ydu ve “Kar yağıyordu hayatım(ız)a”.
Bir yandan “Eski defterlerde solmuş çiçekler”le dolaşmayı sürdürürken, bir yandan da “Kırık bir aşk hikâyesi”ni yaşıyoruz. Kırk yıldır gönderdiğin fotoğrafların yanında biz ne yapabiliriz ki acaba?
Elimde senin yazarlığının kırk yılı karşılığında Doğan Kitap tarafından kotarılmış “Şimdi Seni Konuşuyorduk” adlı bir kitap ve Eşik Cini dergisi tarafından kotarılmış bir özel sayı. Sizin için bunlar yeterli mi? Asla!...
Sizin için sizin kadar duyarlı, ince, kırılgan bir şair/yazar olan Onur Caymaz tarafından kaleme alınmış bir yazıyla yazarlığınızın kırkıncı yılını kutluyorum.
Hüzünlerle, ayışığıyla, özlemlerle, kırılganlıklarla, hiçbir zaman “Dostlukların son günü” demeden dostluklarla, karlarla, yağmurlarla, gecelerle, İstanbul’la, fotoğraflarla, öykülerle… Buluşalım, buluşmayı sürdürelim…
4 Kasım 2007 / Antalya / Saat: 13:20
Şükrü Kırkağaç
Selim İleri ‘nin Daktilosu
A: A harfiyle başlar. Doksan yaşını aşkın bir daktilodur, gecelerce siyah…Son şeridi de bittiğinde yenisini satın alabileceği bir yer bulamazsa, bir daha kullanılmayacak. Kalıverecek öyle, kaza geçirmiş bir eski dost gibi... İkinci harfi Z’dir… İlk harfle, son harf; iki tuş arasında bir hayat…”Yazı”’nın orta yerinde...B: Beylikdüzü Kitap Fuarı. Tesadüfen tanışmalar. Kadife ceketler… İmza isteyen okurlarının ellerini, ayağa kalkarak sıkan bir yazar... 2001’in kasım ayı. Yılların geçişini en iyi kim bilir? Bir masa örtüsünde buluşmanın zamanı, çiçek adlarını, sokakları, mevsimlerin değişen ışıklarını… Zamanın insanları sürüklediği yeri en çok kim bilir?.C: Tekrara ruh üflemiştir. Rakı içerken çok eski bir adam.D: Dostlukların Son Günü. İlk basımının kapağında Bir Demet Menekşe’mi vardı, bir demet gelincik mi? Bilgi Yayınevinden çıkmıştı. Çok sonra okumuştum. Yurdanur’la Kemal’in aşk hikayesi. Mecnunu Çok Dağlar. Yurdanur’un düğünü, Kemal’in ceketinin ucuna taktığı gelin teli. Eski sevgiliden bir andaç... Aşkla arkadaşlıklar diye yazmış bir kitabında. Bunları hatırlarım. Komparsita çalmaya başlamıştır ansızın. Ansızın dersem, hem “an”, hem “sızı”... Ne var ne yoksa kül hepsi. Aşklar, arkadaşlıklar.E: Sigarayı sigaradan yakar. Kışları düşünür. Sokaklarda birikmiş karın üzerine pencerelerden vuran mavi televizyon ışıklarını. Sesler de öyledir, sokaklar da. Yüzler bir dokunup bir geçerler. Parmakları ince uzun bir yazar. Eli titremez pek. Ben görmedim ya da. Acelesi yoktur. Yalnızlıklar yine de. İlle de yalnızlıklar.F: Eski romanları bir o bilir sanki. Eski bazı yazarların kaderlerini. Bazı gece taksilerinin pencerelerinden su gibi akıp giden sokaklar. Bir sigara daha yakılır. Aynalardan yansıyanlar; gece lokantaları, plakta eski bir şeyler, otel kapıları... Bazı tren yolculukları yapılır. Haydarpaşa Garı, gar meyhanesi, Eskişehir Garı sonra. Dostoyevski’nin romanları hâlâ yaşıyor diye mırıldanmıştı bir keresinde, kar yağıyordu, tuvaletçiyle konuşuyordum. Adam bozuk paraların önünde uyukluyordu. Gece üçtü. En küçük bir gürültüde titreyerek uyanıyordu hep, ellerinin üzerindeki kıllar, yüzünün soluk sarısı, gözlerine yapışmış kaskatı bir uykusuzluk. Trene binecektik yazar kafilesiyle. Yazarlar bir kafileydi. Beride insanlar duruyordu.G: O pencerenin önünde, ceviz ağacından masanın başında, küllükler, sigaralar, çakmaklar. O eski gözlük, votka bardağı… “Sen iyi bir çocuksun, üzülme” demişti. Bir tango çalıyordu. Mutfakta, apartman aralığına bakan pencerenin önünde, porselen bir melek görmüştüm. Babamın öldüğü gün… Melekler kırılır. Perisi Uçmuş Yazılar diye bir deneme kitabı.H: Her Gece Bodrum. Bir usta, Attila Ilhan. Bir genç, İleri. Nasıl bitiyordu roman. “Yeniden dönsek. Deniz bizi bekler mi?” Bir yalnızlık kitabı. Ona bir kader biçtiğini söylemişti bu kitabın. Hayatımızın ortasına devrilip duran kitaplar. Bir pazar kahvaltısında, Çengelköy’de masanın üzerinde duruyor Bodrum. İlk baskı. Hep ilk baskılar. Ne var ki, nedir bu kadar uzaktan böyle bitik bir zamana taşıdığımız. Küçük bir kalabalık hepsi bu... Bir mutsuzluk okulunda bayrak töreni, bir Yas Tatili...I: Bazı yağmurlu gecelerde, sarhoşken biraz, biraz sarsakken, telefon kulübeleri anımsamak. Tekme tokat bordolar, mor bir baş dönmesi. Başını Edirne’de bir kahvenin camına dayayıp nehre bakmıştı. Bu nehir demiştim, başka bir nehirin gençliğidir.... İçeri girip, telefonu kaldırıp... Tuşları çevirmek. Kimi? Kim kaldı ki? Bir kaç kelime edebilmek. Ölümler, ayrılıklar...“Ölüm, ayrılık, insanların birbirlerine bir daha el sallayamamasıdır…” Hemen sonra geri dönüp, camın dışında akıp giden su damlalarına bakmak, elleri paltonun cebine saklayarak çekilmek. Hayata bakmak.J: İnsan olan yanlarımız. Balıktan hoşlanmayan, denizlere aşık bir yazar. Salatayı bol rokalı sever. Eski sofraları anlattığı anı kitapları vardır. “Anılar, anılar, anılar / Sanki hepsi bir kelime” diye bir Edip Cansever dizesi. Özlenilmiş, unutulmuş bir takım insanlar. İncila Abla, Handan, Elem...K: Kafes, roman. Edebiyat dergilerinde çıkmış, sararmış sayfalardan, izini sürmek romanlarındaki insanların. Geçmiş, geçip gitmiştir gerçekten. Hangi romanında, kim kimdi acaba diye meraklanan okur hevesleri, şu sokakların birinden köşeyi dönsem, karşıma çıkar mı birinden biri, Yakup’a gitsek bulur muyuz Cehennem Kraliçesi ‘ni, Samatya’da bir avluda kim oturmaktadır, Kırık Bir Aşk Hikayesi’ndeki Hümeyra ne yapıyordur şimdi. Mutluluk yanımızdan geçip gitmiş, diyordu o filmde Kadir İnanır... Geçip gitmiş midir?L: Cam kesiğidir yazılar. Ne diyorduk, sorgusuz, sualsiz, yalansız; kim ama, kim kaldı ki?M: Şişli’nin hanımefendi bahçeleri, yosma kedileri, eski balkonları hep. Akşamları örtülen perdeler. Sigara sonra. “Hadi ben çok sigara, geceleri öksürük” diye bir dize Necatigil’den. Eski Toprak diye bir kitabı Behçet beyin. Eski ölmüş yazarları “Bey” diye hatırlamak. Eski toprağa ektiklerim yadigâr olsun diye mi imzalanmıştı yirmi yedi yaşına. Bir şeyler yadigâr kalacak mı bizden de... Başkalarına.N: Öyledir. Geriye kalan sadece bir tortudur. Telefon defteri var mıdır mesela? Eskilerden kalan. Kenarlarına küçük notlar almış mıdır? Yeşil mürekkepli kalemleri sever mi? Boş bir kâğıt balkonlardan sarkan çamaşırlara benzer mi hiç? Yazarken her şeyden soyunmak, yazdıklarını giymek... Kırık Deniz Kabukları’nda geçerdi, “fırtınalı, yağmurlu, kasırgalı” bir gece.. Hep öyle midir geceler?O: Bir hikaye: Bikeman. İlk hikâyelerinden. Bir yer: Kuzguncuk. Bir cumartesi akşamı, bakkaldan votka alıyoruz. Artin Demirci’nin evinin bahçesindeyiz. Cumartesi akşamlarının eski semtlerde ayrı bir hüznü vardır. Dul bir kadın oğlunu ekmek almaya gönderse eğri büğrü mahallelerden, bir banka memuresi âşık olsa geçkince bir adama, biliyor o... Akşamüstleri elinde limonlu votkası. Hatırlıyor mudur? Demirci’nin bahçesinde ne güzel şeyler konuşulmuş bir akşamdı...Ö: Bir çantayı çok sevmiştir, derisi eskimiştir, yıllar çizik çizik etmiştir, ama olsun. Sevmek böyledir zaten. İçinde ilaçlar, kalemler, bir yerlerden alınmış biletler, not parçacıkları. Anı iskeletleri yazıyordu Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak ‘ta. “Bir canına kıymış sizi takip edebilir”... Yazlar ve ayrılıklar. “Bir kadın sana el sallıyordu. Manolya ağacı yaşlanmıştı.”P: Nedense yazdıklarını okurken, hep ilkyazlar. Uzaklardan gelen bir mektup nedense. İlişkilerde hep bir Kapalı İktisat, hep. Bir Denizin Eteklerinde durup dinleniyoruz. Kadıköy değil de Kadıköyü yazan bir yazar. Kesinkes değil de kesenkes yazar. Kemal Tahir’e de bu yolla, belki bir selam.R: Renk adları. Unutulan ne varsa sanki o bilir. Ama kim? Yüzünde bir öpüşü saklayarak, öpüşleri geçmiş yaraların izleri olarak saklayarak, giden anneler, konuşulamamış babalar, uzak sevgiler. Kim kaldı... S: Seni Çok Özledim. İzmir’de bir sahafta bulduğum çok eski bir günlük. Benim doğduğum yılın sonyazında, düştüğü notta, bir yalnızlık akşamında kimseyi bulamadığını yazmış. Telefon defterinden kimi seçerse seçsin, hiç kimse yokmuş aradığı yerlerde. Tam benim doğduğum sene, tam benim şu andaki yaşımda... Ve kimse yok hâlâ...Ş: Evlerde Sevgi Yoktu. Sevdiği bir kitap adıdır... Hiçbir evde... Hiçbir zaman. Sadece kitaplar, solgun kapakları onların, bazen arka kapaktaki bir yazar fotoğrafı, bazen bir yazım yanlışı, sararmış bir sayfa kimi zaman, bir eski yazı, bir hüzün, başkasının altını çizdiği satırlar.. Kitaplar, filmler, şarkılar zaten, gerisi kör karanlık, gerisi sağır ses: Geçen Yaz Birdenbire, Elmalar Kızarırken, Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu, Mehtaplı Gecelerde...T:U: Bir harfi bırakıyorum ötede. Unutuyorum bir harfi. Kimbilir kaç yıl, kimlere yoldaş oldu yazdığı o harf, kaç basılı sayfada. Kaç harfle arkadaş oldu, kaç kelimeyle. Kaç cümleyi çok sevdi. Kaçından çekindi yazarken. Bir eksikliğin yazarıdır İleri. Yaşarken daktilosunu yazdığım ilk yazar. Bir harfi eksik kalacak burada da. Hayat gibi. Onda da hiçbir şey tamam değil ki...V: Sanki hep bir otel tabelasının altında, sanki sırılsıklam bir yağmurda durdu. Orada yaşadı. Orada yaşlandı. Gelip geçen yolculara baktı oradan. Hepsini bildi.Y: Selim İleri, yazarlar içinden bir yazar. İnsanlar içinde bir insan. Bugün Türkçe’de bir duyarlıktan bahsedilecekse, orada illa ki pembesi uçup gitmiş çiçekleri anlatmış bir Selim İleri duyarlılığı mutlaka var. Sadece Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın‘ın son sayfası için bile var! Ne denir ki? İnsan böylesine acımasız, bunca güzel satır karşısında ne diyebilir?Z: Kaybettikten sonra bulduğumuz o şey nedir. Nedir o bil... Nedir* ? Yine söylüyorum, bütün bunları konuşabilecek, bunlarla hüzünlenebilecek... Kim ama, kim kaldı ki...
Varlık Dergisi / Ekim 2007, Sayı: 1200, s: 21-23
www.bugeminezamandirburada.blogspot.com
Onur CAYMAZ
“Bu gemi ne zamandır buradaydı oysa,
bu gemiyi yolcusuz bırakmayalım, şiir ve öykü dostları…
Nurettin Durman'dan Üç Şiir
Gönderdiğiniz şiirler ve bloguma gösterdiğiniz ilgi için teşekkürler...
YEŞİL DENİZ MAVİ GÖK
Bencileyin bir şehzadebaşı akşamında
lirik söylemlerden demetler arzederek
yıldızlara ramak kalmışken kırılmıştım
intihar girememiştir hayatıma hiçbir zaman
sevda ah sevda yüreğin vazgeçilmez korkusu
inanınız sarsılmıştım.
Sevgilinin adı ilahi bir fiilden alınmış olabilir
deniz çağırabilir olurolmaz bir fırtınadan sonra
aklı ve yüreği ortaya koyarak
müthiş acıları da taşıyarak hayatına
zincire vurulmuş bir mahkûm gibi
kendinin ekseninde
muzdarip ve uçkun
yaşamak
Güneş iki gökdelenin arasından batıyor
deniz çekiyorken aksini derinliklerine
pol ve virjin hicran yarası olarak
gecenin içinden kapkara bir gemidir karadenize açılıyor
karşı tepelerde ayrı dünyaların ışıkları parıldamaktadır
acıyla şekillenen yüz hatlarından cesaret alarak
intiharı kabul etmiyorum.
Aşk var mıydı karasevda var mıydı
romantizm nerede kalmıştı
diyelim ki bilgi çağında yaşamaktayız
denize dökülmüyor gözyaşları
gök yarılmıyor
öyleyse kalbini tut ve kendini bırak
yıldızlara merhametle bak
karıncalara derinlikler sun
serçe kuşuna acı
zeytini tefekkür et
aşkın azgın dalgalarıyla savaşa gir
bütün serinlikleri kuşan
ölüm orada kalsın.
Doğu gizemli olan saltanatını sürdürüyor halâ
aşk dağlardan koparak gelen rüzgârlarla
alıp götürüyor leylayı oralarda
yani vuslat her halükârda derin izler bırakarak
acılar sunarak oluşmaktadır
hırkası olmayan derviş nefsini öldüren kahraman
erotizmi yok olmak fiilinin başına koyarak
biten bir günün son kızıllığında
batışından sonra yani güneşin
acıyla şekillenen yüz hatlarının
yiten eksilen yok olan aslında
ad ve semud; ibretler kitabından bir sayfadır
denize birlikte baktığımızda daha net olarak
intiharı kabul etmiyorum.
30 Haziran 1994
Nurettin Durman
ÖZLEDİĞİMİ BİLİYORSUN
Seni, bilseydim
açılmamış bir gülün ağzı gibi
öper geçerdim yolumun sapağından
Ama olmadı, kalbime bir giryan
saplanıverdi aniden
Halbuki ne kadar fırtına varsa
içinde kaynayan ne kadar acı
uzatılmamış bir dost eli
ve uzak bir sabahın içinden
geleyim dedim
Ne yapsam
bir araya gelmiyor kâinat
bu kırılmış bir vazo değil
diyorum lâkin
kimse anlamıyor
var mıyım yok muyum
dünyanın keyfi nasıl
kim kimi öldürmüyor
ne var ne yok
gönül defterinizde
Geç kalma emi
bekleme kıyameti
gözlerim yolda
bu dar boğazda
bu sessiz kapı aralığında
bu canı çekilmiş yol ağzında
13 Mart 2007 – 14:08 – Salı
Nurettin Durman
ALACAĞIN OLSUN
Sana bir yalnızlık borcum olsun
Kuvvetini sınadığın coğrafya
Oğullarıma kalacaktı
Eğer dönmüş olmasaydı
Talihim.
Bir yaz yağmuru gibi
Gelip geçiyor tarih
O kadar kısa bir kıssa kadar
O kadar nazlı ve incinmiş olarak
Kaç günah çukuru çıkarsa önüme
Önüme başka bir yol çıkıyor
Ben seni biliyorum
Öcü alınmamış olanların
Pencerelerine sinen korkudan
Göğüslerine vuran acıdan
Biliyorum kaç yumruk bir adam eder
Kaç kurşun kalbini çıkarır insanın.
Kendimi bıraksam kıyamet gibi bir şey
Yapışacak yakama bu üzüntülü günümde
Beni bir bıçak yerine koymandan
Beni bir kandıracak yosma yüzünden
Ölüp gidiyorsun yanımdan
Burası sana uzak bilmiyorsun
Burada ölüm gülücükler dağıtıyor,
Sana olan borcumu öderim birgün
Hiç merak etme sözüm söz olsun
Ateşle yıkadığın yüzünü kendine sakla
Yakışan bir şeydir aslında
Benim olanın bende kalması
Yüzüne yüzünü döndüğün ayna.
17 Mayıs 2007 - 00:04 – Perşembe
Nurettin Durman
21 Ekim 2007 Pazar
Seni Unutmadık
Yarın, aramızdan ayrılalı bir yıl oluyor. Seni hiçbir an unutmadık, unutmayacağız. Eşinin, kızların, torunlarının ve tüm sevenlerinin selamları var. Sana ve babama uzun bir mektup yazmayı düşünüyorum. Bakalım o mektubu yazmayı becerebilecek miyim? Bilmiyorum… Bilemiyorum… Tek bildiğim var o da seni çok sevdiğimiz ve seni hiç unutamadığımız…
Hüseyin Alemdar Vakti / Onur Caymaz
Demek ki her zaman şiirlerden konuşmuşuz. Bunu hatırlayabiliyorum. Bunca zamandan, insandan sonra elimde kalan birkaç kitap, birkaç ithaf sayfası ve zaman zaman birçok yerde, birçok kere aklıma takılan, dilimin ucuna düşüveren, kalbimi çelen dizeler hep... Ne diyordu Cansever; Ne çok insan sevdim/ unuttum sonra da...
Demek ki sabah. Kalktım perdeyi araladım, bir kadın uykudadır, bir çocuk uykuda, çay suyunu koymadım henüz, son ışıklar titrek, Sinema Kitabı'nı bana imzaladığı tarihe bakıyorum. Nasıl da eski. 24 Kasım 2000. Bir ithaf, "Cankardeşim Onur Caymaz'a. Yakamı kesen siyah beyaz sinemaların klaket sesiyle, Merhaba!" İhtimal, Beyoğlu'nda imzalamıştır. Yer yazmıyor. Kitabın ikinci sayfasında bir alınlık, "Bitmiyor nedense başlayan hiçbir film/ ne yapsam içimde o eski sinemalar" Attila İlhan. Bu kadar zaman geçiyor aradan, bu kez adı Attila İlhan ustamızla beraber anılıyor Türk şiirinin pek kadri bilinmemiş Hüseyin ağbisinin. O yıla geri dönüyorum. 2000 Nisan'ında askere gitmek üzereyim. Bir akşam, şu Beyoğlu'nda Veli Bar'da yapılan küçük İskender'in şiir akşamlarına gitsem ne olur diye düşünüyorum. Bir yandan da şiirin akşamı sabahı olur mu be adam diyorum kendi kendime. Elimde titrek üç beş şiirim. Bir tanesini çıkıp okuyorum. Bitiyor şiir. Aklımda içi yeşil çamaşırlarla dolu asker bavulum. Yarın öbür gün gideceğim. Oysa orada gecenin bir saatinde şiir okumaktayım. Tam ben yerime geçerken, 'Merhaba. oturmaz mısınız' diyor... Tanışma bu kadar. Birkaç kelime. Cebimde bekleyip duran badem şekerlerinden birkaçını ikram ediyorum. 'Şiirlerinizi çok sevdim' diyor. Dosyamdan okumuştum, diyorum. Adını söylüyor. O ayın Varlık dergisinde bir şiiri olmalı, enikonu heyecanlanıyorum. Gerçek bir şairle birlikteyim. Sonra İskender de geliyor masaya. Eve gidip dergiye bakacağım. Derginin arkasında Orhon Murat Arıburnu şiir ödülünün ilanını göreceğim. Askere gitmeme bir gün kala dosyayı yarışmaya gönderip Van Erciş yolunu tutacağım.
Askerdeyken bir gün kışlaya telefon gelecek. Heyecanla koşacağım kulübeye kimdir acaba diye? Annem beni Engin Turgut diye birinin aradığından, bir yarışma kazandığımdan bahsedecek. İnanılmaz bir sevinç, kitabımı basacaklarmış.
Demek ki Hera Yayınları'nı çok az kişi bilir. Hera Yayınları Türk şiirinin en incelikli, en güzel yayınevlerinden biridir. (altılı oynamışım Hera gelmemiş karımı öpememişim/ bir haftada üç banka batmış kızıma haftalık verememişim/ yumruk yumruğa gelmişiz chat yüzünden) Bembeyaz kapakları vardır. Her kitabın kapağında şairinin kendi seçtiği bir fotoğraf durup durur öylece. Çok uzaklardan bakar okura. Hera, sadece şiir kitapları basar. Hani bugün bir çok yayınevinin imkanları da varken yapmaya pek gönül indirmediği bir iş... Herkesin şair olduğu memleketimizde hiç satmayan şiir kitapları hani. Sonra Hera Yayınları'nın logosunda Hera kelimesi mor harflerle yazar. Şiirlerinde en çok mor rengi kullanır çünkü Alemdar (yaşadığım şehir ara sokaklarına değin mor soğuk) (hani, bir de mor düşken düşmek var ya) Hera Yayınları'nın her şeyidir ayrıca Alemdar. Dağıtımcısı, dizgicisi, muhasebecisi, düzeltmeni. Yazımı kitaplığınızın yakınlarında bir yerde okuyorsanız ve bir Hera kitabınız varsa kalkıp bakın. Dizgi: Serap Kırılmış yazar iç kapakta. Kimdir acaba bu Serap Kırılmış diye düşünen olmuş mudur hiç? Alemdar'ın ta kendisi... Çünkü hayatla aramda kırgın bir perde var demiştir bir şiirinde.
Askerden dönmüşüm. Beyoğlu ışık ışık. Bir kitabım var artık, hikâyeler yazıyorum yeniden, İhsan Tevfik Silivri'de Çıkın dergisini çıkarıyor, Yılmaz Arslan Bahçelievler'de Poetikus'u. Görsel şiir girmemiş henüz hayatımıza, Attila İlhan'ın ne kadar 'önemsiz' olduğundan dem vuran büyük edebiyatçılar susuyorlar daha, trenler gelip gidiyor Haydarpaşa'ya, Gar meyhanesinde Cemal Süreya'nın oturduğu masaya geçiyorum, düşler içinde... Ahmet Erhan iniyor trenlerin birinden, Beyoğlu'nda şairlerin hiç gitmediği bir koltuk meyhanesinde, onunla tanıştırıyor beni Alemdar; Hera Yayınları'na gidiyoruz yani bürosuna; dışarda kar var yine. Küçük bir yer. Duvarlar baştan aşağı eski filmlerden kopmuş resimler, afişler. Bir tencerede akşam yemeği kaynıyor. Sadri Alışık Sokak gri. Bana tanıdığı insanlardan bahsediyor, şiirlerden. Demek ki gitgide iki iyi arkadaşız Türk şiirinin Hüseyin ağbisiyle. (biliyorum, yakamdaki beyaz gül yırtık/ biliyorum, sinemalarla kandırdım hayatımı)
Şiirin güzellik ölçüleri
Resimlerden birisi Orhon Arıburnu'nun resmi. Lalelim, Laleli'de oturur/ Laleli lale kokar lalelimden/ Laleli'den geçilir/ lalelimden geçilmez... Arıburnu'nun şiiriydi değil mi? Askerdeyken kazandığım bu yarışmanın nasıl da zorluklarla hazırlandığını düşünüyorum. Ben askerdeyken... Kışlanın en ucunda, Tendürek Dağı'nın eteğinde bir tabur vardı. Yemekleri sevmediğim zaman oraya giderdim. Çok güzel karışık tost yaparlardı. Oturup tostumu yerken duvarlardaki resimlere takılırdı hep gözüm. Delice güzel renkler... İçim açılırdı evime çok uzak Van'ın Erciş ilçesinde. O resimleri yapan kişinin, sonraki yıl Orhon Murat Arıburnu Ödülü'nü Ses Salkımları dosyasıyla kazanan, Hüseyin Peker olduğunu o törende öğreniyorum. Şiir ikimiz arasında zamana karşı bir yol oluyor böylece. Arıburnu ödüllerini nasıl emek harcayarak varettiğinin yakın tanığıyım. Ödül heykelciklerinin yapımı, sponsor firmalar, sahnenin ayarlanması, şiire dokunuşlar arada... (bu şiire yazıldığımda kırkımda bile değildim henüz/ vakitlerden Vefâ vaktiydi renklerden hemrenk vefâ/ vefâ futbolu bir adamdım Arıburnu Ödülleri saflığında/ her şey bir şeye yenilir ya, ben saflığıma yenildim galiba). Kimleri çağırabilirim diye sayıklardı günlerce de kimler son anda gelmekten vazgeçerdi, ben hatırlıyorum. Arıburnu ödülleri, edebiyatımız içinde işlevini en çok yerine getirmiş ödüllerdendir. Bugün Emel İrtem'den, Nilay Özer'den, Soner Demirbaş'tan, Kadir Aydemir'den ve onlar gibi birçoklarından bahsedebiliyorsak bunu biraz da Alemdar'ın emeğine borçluyuz.
Bir şiirin güzel olmasına dair ölçülerle ilgili birçok ustanın zaman zaman verdiği belirli örnekler vardır. Bunlardan biri, altında adı yazmıyor olsa bile şiirin yapısından şairinin kim olduğunu anlamaksa; öteki de şiirden bir dize çekildiğinde anlamın, uyumun, iç sesin bozuluyor olmasıdır. Alemdar şiiri böylesine ölçütleri karşılayan şiirlerin has örneklerindendir. Kendine özgü bir kişiliğe sahiptir bu şiir. Biraz Trabzon'dur mesela (bütün mühim işlerini bırakıp da çıkıp gelse Sunay Akın/ kemençe çalsa Yaşar Miraç, hiç gitmese Hüseyin Haydar/ Kâzım hayatta olsa, Hopa gökbahçe bir yaşamak olsa/ bir Hasan Tunç türküsü tuttursak hep bir ağızdan/ "ben seni sevduğumi dünyalara bildirdum" —/ sen, kararmış karayemiş tadı içimin şiiri şehrim) biraz Beyoğlu'nda gezinir, hep ara sokaklardadır, (bak geldim, loş göğe kör tebeşirle çizdiğimiz Beyoğlu burası!/ Yitikçiler pazar günü güzelliğinde aşka altılı ganyan burda/ :aşktaki en koyu kir insan, insanı en güzel Beyoğlu paklar/ Mis sokak, Büyükparmakkapı, Balıkpazarı, Çiçek Pasajı, Abbas). Biraz kadınlar varsa içinde, mutlaka çocuklar da gülümser okura (Her şey bu dünyaya aittir ait olmak babadır/ babadır dünyanın boynundaki kara fular baba yaşı karadır/ arifesine kül dökülmüş bayramdır babalar çocuklarda).
Demek ki bunca yıl geçmiş aradan. Biz belki kopup gitmiş gibi görünsek de, belki arada bir orada burada küçük selamlarla yetiniyorsak da artık, içimizin en 'mor' yerinde o günlerden kalmış bir Hera aşkı, bir Sadri Alışık Sokak; belki bir Ofsayt Osman güzelliği, bir vefa borcu, bir ağbilik ya da bir kardeşlik kalıvermiştir hep.
Öyle ya, Memet Fuat'ın hep dediği gibi; iyi şiir kötü şiiri kovuyor sonunda. Kutluyoruz şiirimizin incelikli ağbisini...
Nicedir bir ödül, bir isme ilk kez bu kadar yakışıyor.
Radikal Kitap / Sayı: 344 / 19 Ekim 2007 / s: 14
Onur Caymaz
14 Ekim 2007 Pazar
NURETTİN DURMAN
(15 Aralık 1945, Kür (Dikme) Köyü, Bingöl - )
Şair, yazar. Bir şiirini Nuri Bingöllü, bir hikâyesini Ahmet Celayir adıyla yayımladı. Bingöl’de Kürlü Hafız namıyla tanınan müezzin Mansur Efendi ile Gülizar Hanım'ın oğlu. Kızı Gülçin Durman yazar-hikayecidir. Annesini henüz ilkokul ikinci sınıftayken kaybetti. 1957'de Bingöl Sarayiçi İlkokulu'nu bitirdi. Bingöl ve Elazığ’da sayacılık, tuğlacılık, terzilik, kahvecilik, berberlik yaptı. 1961'de bir arkadaşıyla birlikte İstanbul’a geldi. 1968'de Beylerbeyi’nde berber kalfası olarak işe başladı. 1976'da Beylerbeyi’nde kendi işyerini açtı. TYB üyesidir. 1968'den bu yana İstanbul’da yaşıyor; evli, dört çocuk babasıdır..
1990'da arkadaşlarıyla Kardelen dergisini yayınlamaya başladı. 1990-93 yılları arasında dergiyi 36 sayı yayınladı. 1996-99 yılları arasında Düş Çınarı adlı iki aylık edebiyat ürünleri seçkisini çıkardı. 2006 yılı Şubat–Mart sayısıyla yayın hayatına başlayan Lamure dergisinin ilk dört sayı editörlüğünü yaptı. 1994 yılından 2008 Ocak ayına kadar Vakit gazetesi kültür sayfasında haftalık yazılar yazdı. Bir süre Milli Gazete Düşünce sayfasında yazdı. Kısa bir süre Yeni Söz gazetesinde yazdı. 2012'de Türkiye Yazarlar Birliği (TYB) İstanbul Şubesi ve Üsküdar Belediyesi ''Bir düş yolcusu: Nurettin Durman'' başlığıyla bir gece düzenlendi.
Şiiri dergilerden kitaplardan öğrendi. İlk şiiri “Leyla’ya” 1964'te Sanat Dünyası dergisinde (15 Ocak 1964, Yıl: 8, Sayı: 190) yayımlandı. Şiir ve şiir kitapları üzerine değini ve eleştiriler yazdı. Şiir, öykü, yazı ve söyleşileri; Ada (Trabzon), Akit, Ardıç, Arkadaşım, Aşiyan, Aşkın e Hali, Ay Vakti, Aykırı, Aylık Dergi, AZ Edebiyat, Beyaz Gemi, Bir Nokta, Bizim Külliye, Bu Meydan, Bugün, Çerağ, Dergâh, Derkenar, Deve, Dil ve Edebiyat, Düşçınarı, E, Edep, Eflatun, Endülüs, Esmer, Eylül, Fayrap, Genç Doku, Haksöz, Harman, Hece, Hece Öykü, Hisar, İslami Edebiyat, İstanbul Bir Nokta, İtaki, İtibar, İzdiham, Kadın Gazetesi, Kafdağı, Karabatak, Kaşgar, Kayıtlar, Kelime, Kırklar, Kırknar, Kökler, Kuşluk Vakti, Kün, Lamure, Lika, Mavera, Mesel, Milli Gazete, Mor Taka, Muhit, Mühür, Müslüman Genç, Nubihar (Kürtçe), Özülke, Palandöken, Pos-Tel, Sanat Dünyası, Sandal, Sarmaşık, Seviye, Sühan, Şehir ve Kültür, Şiar, Tasfiye, Temrin, Türk Dili, Türk Edebiyatı, Vakit, Varide, Yedi İklim, Yelpaze, Yeni Devir, Yeni Söz, Yeryüzü vb. dergi, gazete ve eklerinde yayımlandı.
“Şiirleri bir oratoryoya benzer. Soyut ve somut imgelerin tiz ve bas tüm seslerinin katıldığı bahçelerin eksildiği hayatın ilahi tarafa yöneliş oratoryosu.” (Mürsel Sönmez)
“Şiirin son ‘levha’sı ‘ölüm’… Şiire adını veren ‘oyunlar’ın doruk noktadaki sergi alanı. Bir can çekiş anı mı, yoksa bir dirilişin ilk hamlesi mi? Bence ikincisi… Dağlardan alarak, bir güzel yükle yükleniş. Günlük güneşlik seslerden oluşan bir ‘hoş geldin’ sözünün, önce tebessümlerle karşılanışı.
“Sonra… Ölüme bir karşı koyuş. Ama bu farklı bir ‘ölüm’, güzel olan ‘ölüm’ değil. Bir zulmün, bir alçaklık tarihinin, bir kuşatma gücünün ürünü ‘ölüm’ü öldürümü… Şair ‘sarıkamış’ mazmunuyla sunduğu söz konusu ‘ölümü öldürümü, bir çığlık sedası olarak boşluğa bırakırken, aynı mazmuna (Sarıkamış) güzel bir coğrafyayı da yüklüyor:‘ Sarıkamış oyy Sarıkamış / ölüm ölüm bu karakış’
“Ne demiştik, bir şiir, nasıl da bağlayıveriyor insanı.” (Cevat Akkanat)
Ödül: “Derin Yara” adlı kitabı 2014 yılında ESKADER tarafından “yılın en iyi şiir kitabı” seçildi. "Haydi Bana Eyvallah", adlı kitabıyla 2019 TYB Yılın Hatıra Kitabı Ödülü'nü aldı.
Yapıtları: Şiir: *Şehrin Üzerindeki Bulutlar, İst.: Kardelen, 1990 *Haziran, İst.: Kardelen, 1991 *Savrulan, İst.: Denge, 1993 *Uzun Beyaz Bir Çığlık, Konya: Esra Sanat, 1995 *Hoşça Kal Hüzünbaz Çocuk, İst.: Beyan, 1998 *Akşam Yedi Suları, Seçme şiirler; İst.: Bir Nokta, 2000 *Güllerin Ardından, İst.: İlke, 2004 *Işık Oyunları, Akis Kitap, 2005 *Kayıp Zaman Atlası, Ank.: Ebabil, 2007 *Salıncakta Sallanan Rüzgâr, (Çocuk şiirleri), İst.: Salıncak, 2007 *Seni Beklerken Cancağızım, İst.: Lamure, 2008 *Gidelim mi Dostum, 2011 *Tijbazi /Işık Oyunları, (Çev.: Hasip Bingöl), Erguvan, 2012 *Derin Yara, İst.: Profil, 2014 *Rüzgârlı Bahçe, (Çocuk şiirleri), İst.: Ahir Zaman, 2016 *Ve Sonra, İst.: İz, 2016 *Özgürlük İçin Bir Şarkı, İst.: Çıra, 2017 *Eylül Şiirleri, İst.: Profil, 2018 *Dünya Kaldı Başıma, İst.: Şule, 2018 *Kim Bilir Belki, İst.: Çıra, 2019 *Şiir Kalır Sonunda – Altmış Yılın Şiirleri, İst.: İz, 2021 *Üzgünüm Vakit Dar, İst.: Çıra, 2021 *Bakarsın Yağmur Yağar, İst.: Muhit, 2022
Deneme, Anı: *Uzun Günlerin Kısa Tarihi, Konya: Esra Sanat, 1998 *Basit Bir Şeymiş Gibi Sanki Yaşamak, İst.: Lamure, 2006 *Gül ile Bülbül Meseli, İst.: Çıra, 2017 Şiirin Kanatları Altında, İst.: Çıra, 2018 *Şiirle Gelen, İst.: Çıra, 2021
Öykü: *Mektebin Bacaları, İst.: İlke, 2007 *Amca Bey Öldü, İst.: İz, 2017
Anı: *Öksüz Çocuklar Galerisi, Artus Kitap, 2007 *Beylerbeyi Günlükleri, İst.: Beyan, 2017 *Haydi Bana Eyvallah, İst.: Beyan, 2019
Derleme: *40 Hadis 40 Yazar, İst.: Ares, 2013 *Esmaül Hüsna - 99 Yazar 99 İsim, İst.: Çıra, 2017
Söyleşi: Yazmak ve Yaşamak- Söyleşiler, İst.: Az Kitap, 2014 *Yazmak ve Yaşamak- Söyleşiler II. Kitap, İst.: Az Kitap, 2016
Antoloji: *Filistin Şiirleri Antolojisi, Anka, 2001 *Red Şiirleri – “Savaşa Hayır” Diyen Şiirler Antolojisi, İst.: Eylül, 2003 *Aşk Şiirleri Antolojisi, İst.: Lamure, 2006 *En Güzel Aşk Şiirleri, İst.: Akis Kitap, 2006
Hakkında Yazılan Kitaplar: Bir Düş Yolcusu Nurettin Durman, (Haz. Özcan Ünlü), İst.: Erguvan, 2012
Kaynaklar: BF, 19 Ağustos 2022; TBEA, c. 1, 2001 /2010, 352-353; Çetin, Antoloji, c. 3, 42-44; nurettindurman.blogspot.com.tr; Süleyman Çelik, "Biraz Boğaziçi, Biraz Tarih ve Kibar Bir Şair…", Vakit, 26 Eylül 1993; Arif Dülger, "Bir Şiir, İki Kitap", Vakit, 22 Aralık 1993; Yaşar Bedri, "Nurettin Durman ve “Savrulan”", Vakit, 28 Eylül 1994; Mürsel Sönmez, "Nurettin Durmanla “Savrulan”", Akit, 26 Mart 1994; Fahrettin Gün, "Beylerbeyi’nde Bir Şairin “Savrulan” Dizeleri", Millî Gazete, 1 Ocak 1994; Süleyman Çelik, "Düş Çınarı’nın Altındaki Adam", Vakit, 9 Ocak 1995; Hüseyin Akın, "Yeşil Deniz, Mavi Gök Bizi Nereye Çağırıyor?", Akit, 24 Eylül 1995; Kerim Ceylan, "Uzun Günlerin Kısa Tarihi", Akit, 15 Şubat 1999; Süleyman Çelik, "Düşçınarı", Akit, 15 Mart 1999; Cevat Akkanat, "Generaller İhtilal Yapsın mı?", Sağduyu, 3 Mayıs 1999; Sare Çermik, "Uzun Günlerin Kısa Tarihi, Selam, 24-30 Ocak 1999; Behçet Çelik, Virgül, S. 51; Cevat Akkanat, "Filistin Aşkıyla Yazılmış Şiirler", Virgül, S. 52, Haziran 2002.
13 Ekim 2007 Cumartesi
Aranıyor!
Şiir ve öykü arama yolculuğumdan dün elim yine boş döndüm. "Eşik Cini" dergisinin 11. sayısı, "Yasakmeyve" dergisinin 28. sayısı ve "Yelkovan" dergisinin 3. sayısını edinmek için uğraştığım çabalardan sonuç elde edemedim. Edebiyat dergilerinin dağıtımı sorunun çözümlenmesi ve şiir/ edebiyat tutkunlarının bu ürünlere kolayca erişebilmelerini sağlanması yolunda nasıl bir çaba göstermemiz gerekiyor? Bu konuda yardımlarınızı ve görüşlerinizi bekliyorum.
Şükrü Kırkağaç
12 Ekim 2007 Cuma
"Hasta Hayat Depoları"
Attila İlhan Şiir Yarışması Ödülü Hüseyin Alemdar'ın
Attila İlhan adına düzenlenen şiir yarışması sonuçlandı. 1036 Dosyanın geldiği yarışmada, ön jüri tarafından yarışma jürisine yollanan 15 dosya arasından, jüri üyelerinin oy çokluğu ile Hüseyin Alemdar'ın "Vakitler İncelikler" dosyası ödüle layık görüldü.
Ödül, 29 Ekim'de 26. İstanbul Kitap Fuarında Alemdar'a verilecek.
Jüri, gelecek yıl için Attilla İlhan yarışmasının, roman dalında olmasını ve yaş sınırı bulunmamasını önerdi.
11 Ekim 2007 Perşembe
Gece Nöbeti
gökyüzüne bakardım hep
gece nöbetlerinde,
bulutlar arasından çıkacaksın sanırdım
yeryüzünde yanan ışıklar hep kırmızı mı?
gökyüzünde birer pire sanki yıldızlar,
ayaklarımız altında
devasa demir parçaları,
kanatlılar bana
sevdamdan,
senden bir esinti getirir mi
ne gezer
yaprak kıpırdamıyor bu gece de
gel artık beni de sevindir
ne olursun
her şey geride kaldı,
düşlerim, beklentilerim,
arzularım,
umutlarım.
Hüzün hep bana mı düştü,
hep bana mı düştü çileler, acılar.
yağmur suları mı gözyaşım oldu ,
yoksa gözyaşlarım mı yağmur oldu?
aklım öylesine karıştı,
geride senden kalan ne?
sen nerede kaldın,
sevdam nerede?
ben kimim, kimin nesiyim ben?
Kimin nesisin sen, bir bilsem.
esse deli rüzgâr,
gelsen diyorum artık.
Bekle, bekle nereye kadar bekleyeceğim
bilemiyorum.
seni bulacağım diye
neredeyse kendimi yitireceğim.
bitmiyor bu gece nöbetleri,
içimi kemiriyor,
gelecek beklentisi
her gece nöbetinde gözlerim
gökyüzünde,
beklentilerimde uçup gidiyor
sabah olup nöbeti devredince
ödünç mü beklentilerimde
uykum gibi,
yağmurlar gibi,
gözyaşlarım gibi.
Afyonkarahisar / 2007
(Gamzeli) Abdurrahman Kırkağaç
30 Eylül 2007 Pazar
HAYRİ K. YETİK
Şükrü Kırkağaç
Sincan İstasyonu
Derginin Künyesi:
İmtiyaz Sahibi ve Yazıişleri Müdürü: Abdülkadir Budak
Yayın Yönetmeni: Abdülkadir Budak
Yayın Koordinatörleri: Ramazan Teknikel, Mehmet Kara
Hukuk Danışmanı: Av. Emel Budak
Fotoğraf Danışmanı: Mahmut Turgut
Yayın Yeri: Ankara
Yayın Periyodu: Aylık
Sayı: 1, Eylül 2007
Sayfa Sayısı: 16
Sincan İstasyonu Dergisi Yazılı Kâğıt Ajansı Yayını olarak yayınlanmaktadır.
Dergiyi Yıllık Abone bedeli olarak 36 YTL’nin 5468561 posta çeki hesabına veya Akbank Sincan Şb. 0139-0090289 hesap numarasına yatırılması suretiyle abone olunması ya da şiirin soluk aldığı kitapçılarda rastlantı sonucu edinebilirsiniz. Benden sadece duyurması.
İlk sayıda, Abdülkadir Budak “Boşluğa Müdahale” adlı yazısıyla derginin amacını, çıkış nedenlerini açıklıyor. Dergide, ayrıca son sayfada yer alan ‘Niçin “Sincan İstasyonu?” ‘ adıyla bir yazı daha yer alıyor.
‘Niçin “Sincan İstasyonu?”
Dergi adındaki istasyon sözcüğünün şiirsel geleceği kesin de, “Niçin Sincan?” diye sorulabilir. Öteki ülkeleri bir yana koyalım, ülkemizde de, bir kasabada çıktığı halde Türk edebiyatını kucaklayabilmiş, ses getirebilmiş, hak ettiği yeri alabilmiş dergiler olmuştur. Bunlardan en ünlüsü, Nedret Gürcan’ın Dinar’da çıkardığı Şairler Yaprağı’dır. Bugün de Avanos’ta, Söke’de çıkan dergiler vardır. Bir köyde, Akköy’de bile. Gelişen teknoloji, taşrayı merkeze daha da yaklaştırmıştır artık. Bu iş eskisinden daha kolay hâle gelebilmiştir. Kaldı ki Sincan, Ankara’nın nüfusu 500.000’e yaklaşmış olan merkez ilçelerinden biridir; onlarca ilden büyüktür yani. Kızılay’a 27 Km.lik mesafede oluşu edebiyata da o kadar uzak olacağı anlamına gelmez değil mi?
Daha özel olana gelirsek… Bu derginin yayın yönetmeni olan Abdülkadir Budak, 1959 yılında, yedi yaşındayken, ailesiyle birlikte Sivas’tan kalkıp gelmiş, buraya yerleşmiş, ilk, orta ve liseyi burada bitirmiştir. Çocukluğu, ilk gençliği lale bahçelerinin ortasdındaki beyaz badanalı evlerde geçmiş, görevi gereği Kayseri, Malatya yılları girmiş araya ve yeniden Sincan’a dönmüştür. Dönünce ne görmüştür, daha doğru bir soruyla, “ne görememiştir?” Lale bahçelerinin yerini beton yığınları aldığından olsa gerektir ki, Lale Festivali rafa kaldırılmış, buradayken aşık olduğu kızlar kocaya varmış, çoluk çocyğa karışmış, arkadaşlarından kimi ölmüş, kimi başka şehirlere taşınmıştır. Kardeşleri buradadır da, annesi, babası, ablası buranın mezarlığında yatıyordur artık. Bu kırgınlıklar Budak’a, “Sincan’da Bir Sokağın Balkondan Görünüşü” gibi, “Sincan’da Şair Olmak” ve “Sincan’da Ölmek” gibi şiirler, yazılar yazdırmıştır.
O mâlum nedenlerle, ülke gündemine bomba gibi düşen Sincan’ın bu kadar olumsuzluğu hak etmediğine inanmak gerek. Öyle ya. Bu yörenin kültürel zenginlikleri, insan güzellikleri nerededir? Bu koyu sis perdesi aralanmadan, bunun için çaba verilmeden güzel yanları nasıl çıkarılacaktır ortaya? Mum bu kez ışığın dibine de verecek, Sincan İstasyonu ülke genelinde bir edebiyat dergisi olmakla birlikte, burada yaşayan yeteneklere de umut olacaktır. Kardeşçe, barış içinde yaşamanın bu kültürü, bu terbiyeyi edinmenin yollarından ya da kollarından biridir edebiyat. Gittikçe güzelleşen çarşıların, parkların yanına hayalleri de koymalıyız, incelikleri de.
Bu da bizim payımıza düşmüş olsun.’
Derginin ilk sayısında yer alan ürünler:
Şiir:
< Şeytan Diye Bir Melek / Hüseyin Ferhad
< Pentimento / A. Adnan Azar
< Şair Cinsiyeti / Emel Güz
< Başka / Selim Temo
Yazı:
< Şiirin Art Alanındaki İtici Güç: Gelenek ve Şairin Bundan Yararlanışı Üstüne / Ali Ekber Ataş
< “Şiir ve Kimlik” Üstüne / Sina Akyol
< Saflığın Şiirini Özledim / Ülkü Tamer
< Şiirin Okuru / Sabit Kemal Bayıldıran
< Özdemir İnce’den Yeni Şiirler / Ramazan Teknikel
< Oysa Sen Bu Şehre Her Şeye Yeniden Başlamak İçin Gelmiştin! / Aşkın Güngör
< Öykü Benim Sevgilim / Zehra Ünüvar
Dergide, ayrıca ‘Her Sayıda Bir Öykü’ bölümünde Faruk Duman’ın “Tüneğini Yanında Gezdiren Kuşun Öyküsü” adlı bir öyküsü, ‘Akif Kurtuluş’a Sorduk:’ adlı bölüm ve Mehmet Kara’nın hazırladığı ‘Bir Şairi Hatırlamak’ bölümünde “Ziya Osman Saba” yer alıyor.
Dergide, bunların dışında, ‘Tanışmalar’, ‘Paragraflar’, ‘Değiniler’ ve ‘Gözkalem’ adlı bölümler yer alıyor.
Sincan İstasyonu’ nun orada sizi / şiiri / şairleri / okurları beklediğini unutmayın. Siz istasyona gidemiyorsanız, hep trenin size gelmesini mi bekleyeceksiniz?
Sincan İstasyonu dergisine şiirle, öyküyle, yazıyla dolu nice yolculuklar diliyorum. Lütfen vagonları boş bırakmayalım!...
30 Eylül 2007 / Antalya
Şükrü Kırkağaç
23 Eylül 2007 Pazar
Sonsuzluk ve Bir Gün
Derginin Künyesi:
Sahibi ve Sorumlu Yazı İşleri Müdürü: Bilal Kolbüken
Genel Yayın Yönetmeni: Mehmet Can Doğan
Görsel Danışma: Mehmet S. Fidancı
Yayın Periyodu: İki aylık
Yayın Yeri: Ankara
Yayın Türü: Yaygın Süreli
Sayı: 1 . Mart-Nisan 2005
Sayfa Sayısı: 48
Ederi: 4,5 Ytl.
Derginin üçüncü sayfasındaki giriş yazısı şöyle;
“Şiirin; söz olduğunu, sözün de dilin içinden anlaşıldığını fark edemeyen, unutan metinler yayımlamayacağız.
Dilin bir toplumun vicdanı olduğunu düşündüğümüz ve şiirin bu vicdanı taşıdığına inandığımız vicdanı iptal eden küresel söylemlerle kurulmuş metinler yayımlamayacağız.
Tarihselliği göz ardı eden, şiir birikimimizin gerisinde kalan ve zevkimizi düşüren metinler yayımlamayacağız.
Geleneği, dilin doğrudan taşıdığına inandığımız için gelenek zırhı giydirilen metinler yayımlamayacağız.
Bütünlüğü önemsediğimiz, metnin sağlamlığının metnin ahlâkı olduğunu düşündüğümüz için ahlâksız metinler yayımlamayacağız.
İmgeyi, dil ve noktalama işaretleri fetişizminde arayan metinler yayımlamayacağız.
Ustalık ve söylemle gölgelenen, duyuşu tekniğe feda eden metinler yayımlamayacağız.
Özellikle gençlerden gelen ve ustalığın yanlış yorumuyla biçimlenen metinler yayımlamayacağız.
Şiir bilgisi terbiyesinden uzak, cehaleti üslupmuş gibi sunan büyüklenmeci metinler yayımlamayacağız.
Basit dil oyunlarına yaslanan, slogan yahut aforizma olan metinler yayımlamayacağız.
Her edebî metni, tazeleyici bir hamle olarak gördüğümüz için, gözümüze sokulmaya çalışılan deneysel metinler yayımlamayacağız.
Açıktan şair olmuşların, her yerde görünerek var olmaya çalışanların, elindeki dergiyi okumadan ürün gönderen heveslilerin metinler yayımlamayacağız.
Kitle iletişim organlarının şair diye dayattığı manken zihinli ve görünümlü karton isimlerin metinler yayımlamayacağız.
Başka dillerden çevrilen, Türkçe olsa da çeviriymiş gibi duran metinler yayımlamayacağız.
Şiir yayımlayacağız.”
Derginin içindekiler:
Şiirler:
< Ayna ve Şiir / Mehmet Taner
< Ömür Şiiri / Sina Akyol
< Müşkül Şiiri / Sina Akyol
< “Gurbet Kuşları” / Haydar Ergülen
< Tek Başına / Enis Batır
< Leb-i Derya / Aydın Afacan
< Lagün / Aydın Afacan
< Dantela / Mehmet S. Fidancı
< Oya / Mehmet S. Fidancı
< Ören Bayan / Mehmet S. Fidancı
< Tığ / Mehmet S. Fidancı
< Adı Sebep / Cengizhan Orakçı
< Nakkaş / Cengizhan Orakçı
< Şemsiye Altında / Ömer Erdem
< Yalnız Gelmiş / Ömer Erdem
< Min / Mehmet Can Doğan
< Bozgundan Dönen Kuşlar Altında / Erdoğan Kul
< Zikir / Erdoğan Kul
Yazılar:
< İçimizde Çalışan Bıçaklar: Ahmet Hamdi Tanpınar / Mehmet Can Doğan
< Merhaba Şiir Merhaba / Ahmet İnam
< Seke Seke Ben Geldim / M. Kayahan Özgül
< Şiirin İçresi, Taşrası ve Antolojisi / Mustafa Kurt
< Şiirle Mezarını Kazan: Yetik Ozan
< Ahmet Oktay ve Edebiyat Söylemi Üzerine / Şerif Aktaş
< Ahmet Oktay’ın “Mâdenci Lâmbası” Üstüne Bir Yorum / Ahmet İnam
Dergide ayrıca “Bellek”, “Geçen Ayın Şiiri” ve “Teber” adlı bölümler yer almaktadır. “Bellek” adlı bölümde ‘Ahmet Oktay Şairler Yaprağı’nda’, “Geçen Ayın Şiiri” adlı bölümde ise Yücel Kayıran’ın ‘Modernliğe / Cumhuriyete Olan İnancın Çöküşü’ adlı yazısı yer alıyor.
Sonsuzluk ve Bir Gün İki Aylık Şiir Dergisi’nin bende ilk iki sayısı bulunuyor.
Behçet Necatigil Şiir Ödülü
Behçet Necatigil Şiir Ödülü, şairin anısına ailesi tarafından verilen ödül 1993 yılına kadar ölüm yıldönümü olan 13 Aralık’ta verilmiş, 1994 yılından bu yana doğum yıldönümü olan 16 Nisan’da verilmeye başlanmıştır.
Ödülün amacı, Necatigil ailesi tarafından şu şekilde açıklanıyor: “Şiir, Behçet Necatigil’in yaşamında çok büyük bir yer tutuyordu, belki de onun için en önemli olguydu. Necatigil Şiir Ödülünün oluşturulmasındaki ana düşünce, onun şiire verdiği önemi, ölümünden sonra da, onun adına sürdürmek isteği oldu. Ayrıca Behçet Necatigil’in adı, ardında bıraktığı yapıtların yanı sıra bu ödülle yaşatılmak istendi.”
Behçet Necatigil Şiir Ödülünü Kazanan Şairler ve Yapıtları:
1980 – İlhan Berk, İstanbul Kitabı adlı kitabıyla
1981 – Ahmet Erhan, Alacakaranlıktaki Ülke adlı kitabıyla
1982 – Turgut Uyar, Kayayı Delen İncir adlı kitabıyla
1983 – Refik Durbaş, Nereye Uçar Gökyüzü adlı kitabıyla
1984 – Oktay Rifat, Dilsiz ve Çıplak adlı kitabıyla
1985 – Tuğrul Tanyol, Ağustos Dehlizleri adlı kitabıyla
1986 - Cevat Çapan, Dön Güvercin Dön adlı kitabıyla
1987 – Ahmet Oktay, Yol Üstündeki Semender adlı kitabıyla
1988 – Cemal Süreya, Güz Bitiği ve Sıcak Nal adlı kitaplarıyla
1989 – Ödül verilmedi.
1990 – Sefa Kaplan, İnsan Bir Yalnızlıktır adlı kitabıyla
1991 – Turgay Kantürk, İlk Gibi Son adlı kitabıyla
1992 – Vural Bahadır Bayrıl, Melek Geçti adlı kitabıyla
1994 – Salah Birsel, Varduman adlı kitabıyla
1995 – Osman Hakan A., Gül Odası adlı kitabıyla
1996 – Metin Cengiz, Şarkılar Kitabı adlı kitabıyla
1997 – Haydar Ergülen, Kırk Şiir ve Bir… adlı kitabıyla
1998 – Ödül verilmedi.
1999 – Turgay Fişekçi, Sevgi Bağları adlı kitabıyla
2000 – Sina Akyol, İkindi Kitabı adlı kitabıyla
2001 – Hakan Savlı, Go Dersleri adlı kitabıyla
2002 - Süreyya Berfe, Nâbiga adlı kitabıyla
2003 – Ali Hikmet, Şeytan Uçurtması adlı kitabıyla
2004 – Seyhan Erözçelik, Kitaplar – Toplu Şiirler ( 1980-2003) adlı kitabıyla
2005 – Akif Kurtuluş, Herkes Gitmiş ve Betül Tarıman, Yol İnsanları adlı kitaplarıyla
2006 – Mehmet Taner, Çevre Çitin Üzerinde adlı kitabıyla
2007 – Hüseyin Peker, Tek Vuruş adlı kitabıyla
2008 - Enis Batur, Neyin Nesisin Sen adlı kitabıyla
ABDÜLKADİR BUDAK
SEVDANIN SON KEREM’İ
Yanlış düşler içinde dalgın dalgın yürüyen
Başını çarpıp kanatan ara-sıra gerçeğe
İkide bir karıştıran ağaçta
Bir dal mı olduğunu yoksa yaprak mı
Yoksamaya çalışan alaycı bir ormanı
Sensin toz kumaşlı giysiyi seven
İnce bir uğultunun küçük kardeşi
Sevdanın son Kerem'ine benzeyen
Seni bir yerlerden ısırıyor gözleri
Antika eşya gibisin aşkın sergi salonunda
Görkemli gösterilerin yapay oyuncuları
Tükrük üretmeye alışkın ağızlarca
Bilgiç laflar ediyorlar karşında
Konuşsun susmayı beceremeyen
Sen dinle üstünü kül örtmüş ateş
Sevdanın son Kerem'ine benzeyen
Eskimiş öykülerde kimlik arıyor değilim
Yazıyorum acıyla, yanlış yorumluyorlar
Yaralı hayvan gibi soluyup, iç çekerek
Pazarlığa giriştiğini söylüyorum aşkların
Geçmişi özlediğimi sanıp aldanıyorlar
Anımsat onlara n'olur gömleğimin deseni
Yazdığımın aynası, ikiz kardeşim benim
Göster yaz sıcağında üşüyen yüreğimi
Üstüme yorgan getir, koklamaya bir çiçek
Otur şöyle yanıma duygularıma benzeyen
Yenik düşmüş gibiyim aşkın tartışmasında
Yeniden onar beni ve beni haklı çıkar
Taşlanmayı göze alan antika
Süte su katanları kargışlama işini
Unutursam anımsat, dalgın bir adamım ben
Ey yüksek yapıların alçakgönüllü temeli
Sevdanın son Kerem'ine benzeyen
”Sevdanın Son Kerem'i” adlı kitabından
GİZLİ CAM PARÇALARI
Şehrin ortasındaki kır çiçekleri
Usulca çekildiler geldikleri yerlere
Kapatsak da olur artık camlarımızı
Balkonumuza serçeler beklemesek de
Şehrin ortasındaki kır çiçekleri
Çekildiler diyorum Metin Abi örneği
Ah hepimiz oluyoruz giderek
İntiharların çünkü biçimleri değişti
Büyük kalabalıklardaki yalnızlık intihardır
Görkemli caddelerin açılması uçuruma
Yapma çiçekler götürmek sevdiğimize
Yazmamak intihardır duyumsayıp da
Kesen bıçak değildir insanın bileğini
Yüreğimin kıyısındaki "gizli cam parçaları
"İntihardır bu çağda ağlamayı bilmemek (*)
Nilgün Marmara'yı sevmek, Beşir Fuat'ı
Ecza dükkanının önünde Metin Abi olsaydı!
(*) İntihar eden Şair Metin Akbaş’ın bir dizesi
“İmzası Gül” adlı kitabından
BURADAN BİR ŞİİR ÇIKAR
Kürekler çekiyorsa acemi kayıkçıyı
Taşı annesi sanıp sarılıyorsa yosun
Şehirli desen peşine düşmüşse köylü kilim
Bir kapı ötekine buyrun efendim diyorsa
Bir pencere ötekine açılıyorsa örneğin
Burdan bir şiir çıkar ve ben onu yazarım
Irmağın altından geçiyorsa bir köprü
Aşk ağacın gövdesini sallıyor
Yaprak ondan fazla ürperiyorsa
Çivi zannediyorsa çarmıh İsa’yı
Çıraktan el alıyorsa bir usta
Rujun belirlediği bir kadın dudağından
Şu sözler çıkıyorsa yapma çiçekler çağında
“Gözlerim rimelliydi ağlayamadım”
Bir yenilgi daha almış olur gül
Ve ben bunun şiirini yazarım
Kuş sınıfında yer almış olmalarından
Bir şiir çıkabilir serçe ile kartalın
Koca dünya bir hamalı taşımaz
Koca dünya sırtındadır hamalın
Şiir deneylerle değil acemilikle yazılır
Otelin yolcuda dinlediği vakitler
Ateş üşüyorken dergiden kitaplardan
Nice Abdülkadir Budak’lar geçer
“Adam Sanat, Eylül 1997”
SEÇİM SONUÇLARI
Ahırlar içinden kır kokulu bir atlı
Adı gül olanını çiçeklerin içinden
Edebi sanatlardan şiiri seçiyorum
Sesim seçiyorum kör kuyulardan
Ressamlardan arasından Nuri İyem’i
Neyden hıçkırıklar ağaçtan orman
Ağrı adlı bir dağı ağrıyan yerlerime
Kadın adlarını içinden beş harfli olanını
En mahzun duruşumu fotoğraflar içinden
Kanatsız kuş resmiyle süslenmiş mektubumu
Postacıların greve gittiği günden
Kayığını kaldırma bağlamış biri
Yerine geçiyorum şu sıra Ankara’da
Dev konseri kaçırmış bir kemanın
Hüznüyle dönüyorum uzun provalara
Raylara bağımlı trenler hep
Kaybolmuş çocuklardan bir cumartesi
Annemi seçiyorum annemlerin içinden
Babalar içinden en genç öleni
“Yaşasın Edebiyat, Sayı: 6, Nisan 1998”
İŞARETLER
İşaretler bırakarak yürümeyi yeğledim
Acıydı pişmanlıklardı yenilgilerdi
Bağlanmaktı kopmaktı yeniden bağlanmalar
Kayık olmalardı ve su almalar
Yazmaktı kitaptı yerde yağmur bulutları
Az geride yanık kavak daha geride orman
Ortalarda bir yerde kalbimin kırıkları
İşaretlerden biri asfalt delen çiçekti
Bir başkası iyilikti tanımadığım birine
Ne bileyim öpücüktü terli alna uzanan
Bir baba güveni anne şefkati
Cırcırböceği olmak geceye ses vermek için
Gecenin gözleri ateşböceği
Naylonu reddetmekti işaretlerden biri
Karanlık kuyu ağzında ayın yansısı
Tüfek enkazları bir de, Hüseyin bilir
Kırmızı çiçekler açan bir balta sapı
İşaretler bırakarak yürümeyi yeğledim
Tuhaf işaretler anlamsız işaretler
Uçuruma köprü bunlardan biri
Soracaksınız bilirim: -Neresi anlamsız bunun?
Ben toplarım o köprüden geçerken düşenleri
Bakmalar gömerek gözlerin çukuruna
İşaretler bırakarak geldim buraya
Sağır kulaklar bıraktım
Top sesleri arasına
Taşradan şehre gelmek önemli işaretti
Ve burada kendimi daha bir kaybedişim
Devrilmiş grev çadırı patlamış iki davul
Çalınmış emekler diğer işaretlerdi
Sebebi ben değildim bundan emindim ama
Yine de saatimin tersine işleyişi
Çoğu insan gibi ne az ne fazla
Ahşap çıkıp metal geldim buraya
*23 Nisan 2020 tarihinde güncellendi.