Onur Caymaz'dan Şiirler
ACILARDAN BİR ABLA
gökyüzü ablam olur bulutlu
saçlarını papatyalarla süsleyen
suskun mektuplar alan
hırkalar ören çay demleyen
bir korkuluktur çocukluğum
durur aşkların yanmış bahçesinde
içinde hep korkuların durduğu
elimden tutup
sinemalara gider ablam pazarları
kimi askerlerle bakışlarının çarpıştığı
buzlu camdan kış sabahları
dışarıda yalnız evine dönen
meyhane adamları
bulamam evimin yolunu
pencerede ablam olur
beraber büyümek sonudur
zamanı birlikte geçen çocukların
babamdan gizli cigara içip
avucunda söndüren gül rengi
acılardan bir ablam olur
“kâh ve rengi” adlı kitabından
TANGO DERSLERİ
1.
tango öğretirdim gramofon bir zamanda
gümüş iğneli rozeti kalbine batan
pikap başladı mı durmaz bir cızırtılı dünya
çay vakitlerde sarmaşıklarla konuşan
yarası kanırtılmış gözlerime bak da anla
geçmeyecek şeyler var aramızda
2.
tango öğretirdim ellerin ellerden aktığı
ipek bir tramvay teninin yağmurlu raylarında
son durağı hiç olmayan bir bulvar
yalılarda usulca kan öksüren kadınlar
tek sayfalık ermenice bir hüzün marmara
en eski gazete piyano akşamlarım olurdu
içini yakan bir mumdan sevgilim
parmaklarımdan kaçıp döndükçe
3.
yenilmiş ordularıma bak da anla zorunlu savaş
senden bana akan bir şey aramızda
tango öğretirdim adım eski şarkı
kar yağardı sobasız öğretmen aşklarıma
uzun hikâyeydi her şey kimseye anlatmadım
tango öğretirdim yarım bir zamanda
4.
gözlerim bir atın tozduman ettiği yollar
albümlerden çıkıp gezinirdi boğdurulan paşalar
tango öğretirdim çamlıcada bir köşkte
dans hep tümleçti sevmek ayrı yazılan bir ek
soyunsa sevgilim istanbul gözlerimin önünde
5.
tango öğretirdim geçen hevesler değildi gençtim
yüzlerdi evlerdi içkilerdi küçüktü işte hepsi
gömleğim tenime sığmaz hüzün bir zamanda
ansırım bir gün sevgilim ıpıslak öptü beni
yürüyerek kırık bir köprüden geçtim
tango dedimse anla bir sezindi yalnızca bir ceren
kırmızı çiçekler sunularak edilmiş bir lütuftu
belki tango
yapamadım ki hiç
ağlardım her şarkıda
“kâh ve rengi” adlı kitabından
MESUT DİYE BİR KANARYA
mesut diye bir kanarya vardı çocukça bir şeyler
gece vapurlarında ağlayarak mehtaba bakan
bir evi terk edip giderken pencere önlerinde
sarmaşık diye bir çiçek vardı ne bileyim
çok özleyince hapishane demirlerine sarılan
mesut diye bir kanarya vardı hüzünlü bir öyküdür
göğe ağan saçlarıyla dağılmış bir şehrin
şiir yazan bir çocuğun yüzünde ince
hiç öpülmedik dudakları vardı gülgün
yağmurda serinleyen yaz taşları ikindiler
mesut diye bir kanarya vardı yoksul bir şeyler
eski alfabelerden solgun birkaç harf
yazıldığı gibi okunmayan aşkın lisanından
ırmak gibi nergis gibi sabahları sevişmek gibi
olur olmaz aklı yerinden uçuran
benim eski dostumdu sigaradan öksüren
simitle çayı seven seninle tanıştırdım
balkonlarda unutulmuş susam kırıntıları
hiç sevinmemiş bir kız vardı elleri güz
çok üzülünce usulca giden bozgun iskeleler
mesut diye bir kanarya vardı sonra
sonrası şıkır şıkır bir şeyler
“Bak Hâla Çok Güzelsin” adlı kitabından
ÇOKTAN BİR AŞK ŞİİRİ
en çocuk sesini anımsadığımda şimdi
sen çoktan bir bahar sabahıydın hiç uyanmadığım
nasıl da usulca okşardın üzülmüş perdeleri
denizsiz bir şehirde balık kızartırken annen
biliyorum şaşkın gözlerinde yeni taşınılmış bir ev vardı
ben o evin balkonunda yazdan kalan
bir rakı şişesiydim
bir harf olduğunu sezdiğimde yüzünün
sen çoktan söyleyemediğim bir aşk sözcüğüydün
kahveyi getirene kadar uyuduğunu hatırlıyorum
uyuduğunu yüzüne düşen kar aydınlığını gecede
mavi hırkamla üstünü örttüğümü biliyorum anıların
ben o anıların soğuğunda ampulü patlak
bir sokak lambasıydım biliyorum
bitmesi beklenmedi hiç radyodaki masalın
oysa sen çoktan bir aşk şiiriydin henüz yazmadığım
ağlaman beklenmedi hiç savurman boynundaki kuşları
temmuzdu evden kaçmıştım yağmurlar yağmıştı yalnızca
beraber gittiğimiz meyhanenin hüzünlü bir garsonu vardı
ben o garsonun önlüğünde koptu kopacak
bir sarı düğmeydim
en eski lise defterinin arasında şimdi çerçeveli
sen hep kaldığım bir derstin hiç bir notun kurtaramadığı
parasızlıktan değil bir yaz sabahı erkenden
otobüs duraklarına küskün biriydim hep yürürdüm
okul bahçesinde diz altı gri eteğinle bir fotoğraf
ben o fotoğrafta arkada duran ağaçtan düşmüş
bir savruk yapraktım
Şiirli Çıkın Şiir Seçkisi, Mayıs 2002
“Bak Hâla Çok Güzelsin” adlı kitabından
İNCİNDİ LEYLA
postacılar suçsuzdur kıvrılan sokaklarda
bütün suç mektuplarda
mektupların yazıldığı duvar kâğıtları odalarda
üzgündür açılan çekmeceler kapanan kapılara
aşk gibidir bir kelebeğin sözleri
ipekten ve beyaz suçsuz balkonlarda
yatmadan önce toplanıp paylaşılan yıldızlar
yüzüm siyah beyaz gece fotoğrafları
aşk gibidir çizik bir pikabın takıldığı yer
satırlar yazdıkça kıyıdan uzaklaşan gemi
yalnızdır bazı korolarda hatırlamadığı yerde
ağız oynatanlar papyon fondan çikolata
sepya müzik öğretmenleri…
kulağı çekilmiş çocuklar suçsuzdur
bütün suç karışık okul şarkılarında
renkli ampuller gibidir tellere serili
kimi yazlara sararmış telgraflar çekilir
biraz uzun favorili cazbantlar
kiralık salon kuru pasta ılık limonata
anılarda kalmış bir kan kardeş alamanyadan
kısık olur öksüz damatların sesleri
ne Mecnun ne de Leyla suçludur bir aşkta
bütün suç kokularda kokular rüzgârda
olur şey değil bahar vakti içimde bir sızı
kaç yaz geçti kaç salıncak bomboş dallarda
lokantalarda solgun sokaklarda terli bir adam
üzüldüm hep bir masanın bile ayağı kırıksa
olur şey değil ama oldu bütün yüzler eski yazı
içimde bir kitabın ilk basımı
çöl de kırgın deniz de yağmur da
çok özledi Mecnun incindi Leyla
“Bak Hâla Çok Güzelsin” adlı kitabından
BİR GÜLÜŞÜN TARİHÇESİ
I
gülüşün
deniz kıyısı boyunca kuşlar
atılmamış tebrik kartları
bir hasta doğrulup yatağından
ilk kez sevinçle su içiyor
neler var bilmiyorum
gülüşünün değdiği yerlerde
II
gülüşün
ne garip ayrılığın bile adı oluyor
ay ışığında salıncaklar
yanarak düşen yıldızlar var onda
kumlara devrilmiş mavi bisiklet
tenha kasabalarda gün batımları
çok uzaklara gitmeleri söylüyor
gülüşünde
açık bir sayfa usulca ürperiyor
Yazılıkaya Aylık Şiir Yaprağı, Eylül 2006, Sayı: 9
*Şiirler Onur Caymaz'ın izniyle yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder