(8
Şubat 1958, Ankara – 4 Ağustos 2013, İstanbul)
Asıl adı Erhan Bozkurt. Emine Hanım ile
Ahmet İzzet Bey’in oğlu. Çocukluğu ve ilkgençliği Mersin ve Adana'da geçti.
Çalışarak okumak zorunda kaldığı için ortaöğrenimini Ankara’da bir akşam lisesinde
tamamladıktan sonra Gazi Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü
bitirdi. Uzun yıllar Türkçe öğretmenliği yaptı. Hayatının büyük bölümünü
Ankara'da geçiren Ahmet Erhan, daha sonra 2001 yılında İstanbul'a yerleşti.
Adana Demirspor'da futbol oynadı, ağır bir
sakatlık geçirince şiir yazmaya başladı. İlk şiiri 1975 yılında Militan dergisinde yayımlandı.
Şiirleri, öyküleri, yazıları ve kendisiyle yapılan söyleşileri Bireylikler, Doğrultu, Dönemeç, Edebiyat
ve Eleştiri, Esmer, Gösteri, İle, Kunduz Düşleri, Mecaz, Militan, Milliyet Sanat, Öküz, Papirüs, Sanat Emeği, Sözcükler, Şiirli
Çıkın, Türk Dili, Varlık, Yasakmeyve, Yazko Edebiyat, Yom Sanat, Yusufçuk vb.
gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı.
Ödülleri: “Alacakaranlıktaki Ülke” adlı kitabıyla Behçet Necatigil Şiir
Ödülü’nü, “Deniz Unutma Adını” adlı şiir dosyasıyla
1992 Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü, “Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi” adlı
kitabıyla 1998 Cemal Süreya Şiir Ödülü ve 1999 Halil Kocagöz Şiir
Ödülü’nü, “Kaybolmuş Bir Köpek İlânı” adlı kitabıyla 2004 Yunus
Nadi Şiir Ödülü’nü, “Şehirde Bir Yılkı Atı” adlı kitabıyla 2006
Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü, “Sahibinden Satılık” adlı kitabıyla
Melih Cevdet Anday'ın anısına, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Ören
Belediyesi'nin işbirliğiyle düzenlenen Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü'nü
kazandı.
Yapıtları:
& Alacakaranlıktaki Ülke (1981, Yeni Türkü Şiir Yayınları, İst.; Behçet Necatigil Şiir Ödülü)
& Akdeniz Lirikleri (1982)
& Yaşamın Ufuk Çizgisi (1982, Lir Yayınları, Ank., 63 s.)
& Sevda Şiirleri (1984)
& Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin (1984)
& Zeytin Ağacı (1984)
& Kuş Kanadı Kalem Olsa (Toplu Şiirler; 1984, Can Yayınları, İst.)
& Ölüm Nedeni Bilinmiyor (1988, Can Yayınları, İst., 94 s.)
& Deniz Unutma Adını (1992, Bilgi Yayınevi, Ank.)
& Öteki Şiirler 1976-1991 (1993, Bilgi Yayınevi, Ank.)
& Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi (1997, Bilgi
Yayınevi, Ank.)
& Resimli ‘Ahmetler’ Tarihi (2001, Bilgi
Yayınevi, Ank., 109 s.)
& Bugün de Ölmedim Anne / Toplu Şiirleri l (2001, Everest Yayınları, İst, 212 s..)
& Ne Balık Ne de Kuş (2002, Everest Yayınları, Ank., 69 )
& Kaybolmuş Bir Köpek İlânı (2003, Everest Yayınları, İst., 64 s.)
& Şehirde Bir Yılkı Atı (2005, Everest Yayınları, İst., 74 s.)
& Buz Üstünde Yürür Gibi / 1976-2006 Seçme Şiirler (2006,Everest Yayınları,
İst., 430 s.)
Öykü Kitabı:
& Köpek Yılları (1998, Bilgi Yayınevi, Ank.)
Deneme Kitabı:
& Ankara-İstanbul Karatreni (2001, Everest
Yayınları, İst.)
Çocuk Kitapları:
& Kara Köpekli Adam (1998, Bilgi Yayınevi, Ank.)
& Anne, Bu Şiiri Senin İçin Yazdım (1998, Bilgi Yayınevi,
Ank.)
Kaynaklar:
A Tanzimattan Günümüze
Türk Şiiri Antolojisi Cilt: 4 / Mehmet Çetin / 2002, Akçağ Yayınları, Ank., s:
31-37
A Tanzimat’tan Bugüne
Edebiyatçılar Ansiklopedisi Cilt: 1 / 2001, YKY, İst., s: 325
AJANDA
Hayat, daha önce söylemiş miydim
Güneşten artık, yağmurdan eksik
Topraktan daha duru bir şeyler aldım
Çocuktum, annem ellerini üstümde saklardı
Ölüm günlerini ajandalara yatıran babam
Boş bir sayfada göçüp gitti
Hayat, daha önce söylemiş miydim
Ben babamın oğluyum, unutulmuş bir tarih gibi…
“Şehirde Bir Yılkı Atı” adlı kitabından
AKASYALAR
Senin akasyaların var ya
Yemyeşil bir ağ gibi pencerene atılan
Ben hangi şehre insem akşam
Önüme mavi rakılar uzatıyor
Senin akasyaların var ya
Esiyor derin yalnızlığından
Ve bir yağmur kokusu ellerini tutsam
Ankara'nın bittiği yerde hep İstanbul başlıyor
Ne zaman yüzüne baksam dişlerimde bir kamaşma
Kimbilir hangi tanrının çocukluğundan
Senin akasyaların var ya
Upuzun bir ölümsüzlüğe taşıyor
O ölümsüzlük ki aşka benziyor...
“Ne Balık, Ne de Kuş” adlı kitabından
AYNA
Aynamı gölgede unuttum
Uzak kılındım kıyılarıma
Merakım güneşti oysa
Yalan bu ya- ne sevdim ne sevildim
Garsonlara temennâ çakarken ömrüm
Ne güldüm, ne ağladım
Hayat, sonsuzluğa en yakın masa
Aynamı gölgede unuttum..
“Şehirde Bir Yılkı Atı” adlı kitabından
BAĞLAR GAZELİ
Azer Yaran'a
I
Sılam yürüdüğüm yollardadır
Yuvam gurbette
Bıraktım ömrümü en ücra köşelerde
Yedi coğrafyası çürümüş bir mozaik
Bir gazelhan türkü söylüyor duvar diplerinde
Evet, öyle bir derviş ki zaman
Bağlarım ellerimde
Yapraklarım üryan
Öyleyse o bağların gazeliyim ben
Bağlar gazeli
Sömürülmüş, kemirilmiş kuru
Toprağa kavuşacağı an
Herkeslerce beklenen
I
Sılam yürüdüğüm yollardadır
Yuvam gurbette
Bıraktım ömrümü en ücra köşelerde
Yedi coğrafyası çürümüş bir mozaik
Bir gazelhan türkü söylüyor duvar diplerinde
Evet, öyle bir derviş ki zaman
Bağlarım ellerimde
Yapraklarım üryan
Öyleyse o bağların gazeliyim ben
Bağlar gazeli
Sömürülmüş, kemirilmiş kuru
Toprağa kavuşacağı an
Herkeslerce beklenen
Kardeşim, yapraklara sar üşüyen yerlerimi
2
Telefonlarım çalıp durur an be an
Ben açmam, dostumu düşmanımı bilmem
Hiç sevgilim olmadı ki
Topuklarından öptürecek, bir üzüm tanesi gibi
Verecek ırzını
Hiçbir kalem elime uymadı
Bağlar gazeli
Belki seninle bu akşam
Yollara çıksam, mağaralara da sığınsam
Beni kimse sevmeyecek, beni
Telefonlarım çalarken an be an...
Telefonlarım çalıp durur an be an
Ben açmam, dostumu düşmanımı bilmem
Hiç sevgilim olmadı ki
Topuklarından öptürecek, bir üzüm tanesi gibi
Verecek ırzını
Hiçbir kalem elime uymadı
Bağlar gazeli
Belki seninle bu akşam
Yollara çıksam, mağaralara da sığınsam
Beni kimse sevmeyecek, beni
Telefonlarım çalarken an be an...
3
Yoruldum biraz, gökyüzüne bakalım mı
Niyeyse çabuk yoruldum bu akşam
Zavallı deniz!
Bir daha yağmurlar yağmazsa seni hatırlayamam
Üstelik bağlar da niye hala uzağımda
Değil, anlamam..
Yoruldum biraz, gökyüzüne bakalım mı
Niyeyse çabuk yoruldum bu akşam
Zavallı deniz!
Bir daha yağmurlar yağmazsa seni hatırlayamam
Üstelik bağlar da niye hala uzağımda
Değil, anlamam..
4
Saklandım. Kozalağıma sığındım
Güldüler: Ben-Sen-O / Biz-Siz-Onlar
Şehrim ölü asmalar serpiyor bu coğrafyaya
Ankara! İdamların başkenti!
Çocuklarının adını 'Deniz' koyan zevcelerin
Saklandım. Kozalağıma sığındım
Güldüler: Ben-Sen-O / Biz-Siz-Onlar
Şehrim ölü asmalar serpiyor bu coğrafyaya
Ankara! İdamların başkenti!
Çocuklarının adını 'Deniz' koyan zevcelerin
Tarihine gülüyorsan ışıklarını söndür
Utanıyorsan, bayrağımı geri ver bana
5
Türkiye! Bağımın en kuru gazeli
Telefonları ikide bir yüzüme çarpan oğlum
Bak, burası Hayat kokuyor
Gencecik kızlar üzüm eziyor topuklarıyla
Dünya güzeli
Yurdumda çocuklar ölüyor
Barışın ve kardeşliğin has yüzü hevesine
Üzümler şaraptan anlamıyor...
6
Sevgili yurdum, dağlar, denizler, ovalar
Biraz da kendine sakla kendini
Başımda güneş, ayaklarımda kar
Bağlar gazeli
Bağlar gazeli
Uzat artık bana şu güzel ellerini...
Utanıyorsan, bayrağımı geri ver bana
5
Türkiye! Bağımın en kuru gazeli
Telefonları ikide bir yüzüme çarpan oğlum
Bak, burası Hayat kokuyor
Gencecik kızlar üzüm eziyor topuklarıyla
Dünya güzeli
Yurdumda çocuklar ölüyor
Barışın ve kardeşliğin has yüzü hevesine
Üzümler şaraptan anlamıyor...
6
Sevgili yurdum, dağlar, denizler, ovalar
Biraz da kendine sakla kendini
Başımda güneş, ayaklarımda kar
Bağlar gazeli
Bağlar gazeli
Uzat artık bana şu güzel ellerini...
“Şehirde Bir Yılkı
Atı” adlı
kitabından
BUGÜN DE ÖLMEDİM ANNE
Yüreğimi bir kalkan bilip sokaklara çıktım
Kahvelerde oturdum çocuklarla konuştum
Sıkıldım, dertlendim, sevgilimle buluştum
Bugün de ölmedim anne.
Kapalıydı kapılar, perdeler örtük
Silah sesleri uzakta boğuk boğuk
Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük
Bugün de ölmedim anne.
Üstüme bir silah doğruldu sandım
Rüzgâr, beline dolandığında bir dalın
Korktum, güldüm, kendime kızdım
Bugün de ölmedim anne.
Bana böylesi garip duygular
Bilmem niye gelir, nereye gider?
Döndüm işte; acı, yüreğimden beynime sızar
Bugün de ölmedim anne.
Kahvelerde oturdum çocuklarla konuştum
Sıkıldım, dertlendim, sevgilimle buluştum
Bugün de ölmedim anne.
Kapalıydı kapılar, perdeler örtük
Silah sesleri uzakta boğuk boğuk
Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük
Bugün de ölmedim anne.
Üstüme bir silah doğruldu sandım
Rüzgâr, beline dolandığında bir dalın
Korktum, güldüm, kendime kızdım
Bugün de ölmedim anne.
Bana böylesi garip duygular
Bilmem niye gelir, nereye gider?
Döndüm işte; acı, yüreğimden beynime sızar
Bugün de ölmedim anne.
“Alacakaranlıktaki
Ülke” adlı kitabından
Haydar Ergülen'e
Mecburiyetimdin,mecburiyetsiz
Bir elimde karanfil, öbüründe gül kaldı
Yağmur bile kurulanır bana bakınca
Şu ahir ömrümde söylenmedik
Bir ah kaldı
Diyelim ki ah
Diyelim ki alnımda eski bir uygarlığın
Tuhaf mı tuhaf yazısı
Mihrican.. Gel artık
Dünya bir topaç gibi dönüyor avucumda
Bir kağıtla bir kalemin hevesine kandım
Yatılıydım, uykuluydum, çocuktum
Mecburdum..
“Sahibinden Satılık” adlı kitabından
KENAR MAHALLEDE BİR PAZAR GÜNÜ
kenar mahallede bir pazar günübuğulanır toprak yol ve damlar
sabah güneşinin ilk akıntılarında
göğü turuncu bir ağ kaplar.
konuşmalar, küfürler, çocuk çığlıkları
öper yüzünü yeni bir sabahın
çamaşırlar hışırdar avlularda
bayrakları gibi fukaralığın.
kahveye çıkar birer ikişer erkekler
yayılarak otururlar iskemlelerde
çay bardakları şıngırdar, radyo bağırır
bir haftanın yorgunluğu akar iliklerde.
ötelerde, portakal bahçelerinde
gün ışığı danseder sabah yeliyle
arklardaki sular el çırpar
toprağı ürpertiden titretircesine.
bir çocuk çitleri usulca aşar
geçer uyuklayan bekçinin önünden
bir damla kalır gömleğinin içinde
uzayıp giden portakal denizinden.
tulumbada yüzünü yıkar bir işçi
daha uyanmayan karısına seslenerek
kalkar kadın, elinde bir havlu
geceki yorgunluğunu anlatır ezilerek.
bir kumru tüner dallarına o zaman
avludaki yaşlı dut ağacının
ona sevgiyle gülümser işçi
sonra sarar belini kadınının.
sokaklarda satıcıların bağırtıları
kapıların önünde iyice tizleşir
kenar mahallede bir pazar günü
böyle başladı nasıl biter kim bilir?
OTOBİYOGRAFİ
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Yalnızlık, ölümün üvey kardeşi
Eve hep geç saatlerde gelen babaların ayakizlerinden
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Yalnızlık, ölümün üvey kardeşi
Eve hep geç saatlerde gelen babaların ayakizlerinden
yükselen buğu
Bir toprağın, dalına dokunamadığı yerde büyüyen
Bir toprağın, dalına dokunamadığı yerde büyüyen
boşluk
Ayışığında kaldırımları süpüren bir kadının ikide bir
Ayışığında kaldırımları süpüren bir kadının ikide bir
durup, burnunu
önlüğünün koluna silmesi
Gibi boğuk, gibi çıldırtıcı, gibi silik
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Nereye gideceğini yitirmiş yol, uçurum, dağ, bayır, çöl
Bir kuşun kanadından çıkan kav
Bir kibritin ömrünün, bir tek sigarayla sınırlı olması
- Alkol, kendileri seni seviyor
Her el titremesinin bir fotoğrafını çekmeli
yanık masa örtülerinin, kırık bardakların
Günışığında her şeyin, her şeyin görünmesi
Gibi iğrenç, gibi gerçek, gibi anlamsız
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Tökezlemiş söz, suskun türkü, rendelenmiş umut
Gibi boğuk, gibi çıldırtıcı, gibi silik
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Nereye gideceğini yitirmiş yol, uçurum, dağ, bayır, çöl
Bir kuşun kanadından çıkan kav
Bir kibritin ömrünün, bir tek sigarayla sınırlı olması
- Alkol, kendileri seni seviyor
Her el titremesinin bir fotoğrafını çekmeli
yanık masa örtülerinin, kırık bardakların
Günışığında her şeyin, her şeyin görünmesi
Gibi iğrenç, gibi gerçek, gibi anlamsız
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Tökezlemiş söz, suskun türkü, rendelenmiş umut
kırıntısı
Şiir... alkolik bir babadan artakalmış sarışın güz
Şiir... alkolik bir babadan artakalmış sarışın güz
boğuntusu
Çıkılmaz buradan artık diyor bir ses, hiç değilse
Çıkılmaz buradan artık diyor bir ses, hiç değilse
kapıları iyice örtün
Soğuk, yalnızlığa özenip girmesin içeri
Gibi sinsi, gibi alaycı, gibi bungun
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Kötümserlik, kusmukların çiçek kalıplarına dökülmüş
Soğuk, yalnızlığa özenip girmesin içeri
Gibi sinsi, gibi alaycı, gibi bungun
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Kötümserlik, kusmukların çiçek kalıplarına dökülmüş
hâli
Her şeyin göreceli olduğu bir dünyada iş mi bu şimdi
Değişimlerin bir türlü dönüşüme varamadığı yerlerde
Aklımı teğelliyor bir çocuk durup dururken
Gibi çılgınlığa, gibi serseriliğe, gibi ölüme
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Parmak damgasının mülkiyete yettiği bir çağda
Yüreğini kağıtlara basmanın bedeli
Damarlara dolan toprak kokusunun hep ölümü
Her şeyin göreceli olduğu bir dünyada iş mi bu şimdi
Değişimlerin bir türlü dönüşüme varamadığı yerlerde
Aklımı teğelliyor bir çocuk durup dururken
Gibi çılgınlığa, gibi serseriliğe, gibi ölüme
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Parmak damgasının mülkiyete yettiği bir çağda
Yüreğini kağıtlara basmanın bedeli
Damarlara dolan toprak kokusunun hep ölümü
çağrıştırdığı
Yaşamın, konuşulan en eski lehçesi
Gibi okunmayan, gibi tozlu, gibi gülünç
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Diklendikçe, kendi rüzgarından başı dönen gurur
Yürüdükçe, yollardan pencerelere yükselen buhur
Çok şey görmüş geçirmişsin biliyorlar
Gibi ölüm, gibi aşk, gibi şiir
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Akdeniz 1958.1.72, 60 kg., evli, karısı hamile, iki paket
Yaşamın, konuşulan en eski lehçesi
Gibi okunmayan, gibi tozlu, gibi gülünç
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Diklendikçe, kendi rüzgarından başı dönen gurur
Yürüdükçe, yollardan pencerelere yükselen buhur
Çok şey görmüş geçirmişsin biliyorlar
Gibi ölüm, gibi aşk, gibi şiir
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Akdeniz 1958.1.72, 60 kg., evli, karısı hamile, iki paket
sigara. sabah dokuz akşam yedi. - sahi ne vardı
başka?
Evet, diyorlar ve ekliyorlar:
Önüne geleni öpme isteğiyle dolu bir insancıllık
Sonunda götürse götürse, çiçek götürür kendi mezarına
Gibi deli, gibi meczup, gibi şeydâ
Ve keçeuçlu bir kalemle yazıyorlar:
Doğacak çocuğuna ad düşünen nihilizm
Sabahın alacakaranlığında, bir uçurumun önünde
bekleyen dirim
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar.
Evet, diyorlar ve ekliyorlar:
Önüne geleni öpme isteğiyle dolu bir insancıllık
Sonunda götürse götürse, çiçek götürür kendi mezarına
Gibi deli, gibi meczup, gibi şeydâ
Ve keçeuçlu bir kalemle yazıyorlar:
Doğacak çocuğuna ad düşünen nihilizm
Sabahın alacakaranlığında, bir uçurumun önünde
bekleyen dirim
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar.
1986
"Ölüm Nedeni Bilinmiyor" adlı kitabından
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder