13 Kasım 2010 Cumartesi
ENGİN TURGUT'TAN ŞİİRLER
ENGİN TURGUT'TAN ŞİİRLER
NE KALIR
Saçlarımızın arasında kaybolurduk
Sevişmelerimiz kaldı boynumuzda
Süsleriz, okşarız, kaçamak yerlerini yaşamın
Bir çiçeğin kulağına fısıldarız, ne kadar güzelsin
Bukalemun bakarlardı bulutlara memelerin
Sulardı, fırtınaydı, gizdi, aramızdaydı yangın
Gelmedin, bir bulut düştü denize, Troya yanıyordu
Bir aşkı yaka paça götürüyorlardı, sanki yüreğim
Tezer Özlü öldü, hepimize bir şeyler söyleyen Kafka da
Ağaçlar da ölüyor, kuşlar da, günlük yaşam da
Ölü alkol her yanımız, dökülür kanı parmaklarımızın
Aşk çullanır buralarımıza, kayıp gider
güz boynumuzdan
Paldır küldür bir zaman düşüyoruz, sızarak, birden
Bir tütüne, bir şarkıya, hep yalnızlığa düşüyoruz
Aklın cazibesi kadınlar, daracık yürürler
Kaplumbağa telaşıyla, rüzgâr gibi düşünüp
Kendini beğenmiş imgelerimiz, iki seksen
uzayan hüzün
Yürek suçuyla konuşmalı, gücenik şiirler yazmalı,
Küllerle
Hüznün balkonlarını açık tutuyorum ardına kadar
Napoliten bir güneş vurur kendini sokaklara
Fiillerimiz, filler kadar sağlam, kişneyen atlar kalır
Ne kalır, şakrak bir gök, Akdenizli bir eda kalır
Yaşamak ey, arayıp arayıp bulamadığın nedir senin?
“Kışkırtıcı Erguvan” adlı kitabından
AŞK OLSUN
Yorgunum inanmaktan, aşk olsun
Umutsuzum ne iyi, aşk olsun
Aşk olsun öyle bir başıma
Şiir sana, şiir sana aşk olsun
Düşlerimi ağırdan alıyorsunuz, ben sizi hafife
Çiçektim soldum, yalnızlık bile olamadınız içimde
Tırnaklarımı tükürerek yaşıyorum
Siz küçük küçük yanlışlarımdınız, gülümsüyorum
Bir kibir, bir kibir ne oluyoruz yahu!
“Kışkırtıcı Erguvan” adlı kitabından
KÜS
Koca bir şehrin başı döner karanlığımdan, utanırım
Kulağım ağır işitir, sakardır, ritmik şarkıları bozar
Düdük sesleri canımı acıtır, üşütür, ter basar bedenimi
Şöyle kalbimi tuta ağlayacak olsam
Ölüm sıçrayarak koşar yanımdan.
Yıldız kaydırırım gecelerime, kendime kaçarım
Bir petek tatlı söz duymadım yalnızlığımdan
Dalgınlığımdan bir şeyler çıkartmaya kalksam,
yüzümü ateş basar
Beceremem denizde gül yüzdürmesini.
Kalbim en savruk pozunu alır fotoğraflarımda
Yüzüm bir sadelik kesilir yağmurların sağanağından
Çocuklar gibi tuttururum, peşinden gitmeye kalkışırım
güneşin
Kalbim incinir, tel örgülere bakamam, kafeste kuş
Akvaryumda balık, avlu ve parmaklık
Hepsi, hepsi, incinirim, hey hey’lerimi koparırlar
buramdan
Bakamam içime, bileklerim çekilir içime içime
Gürbüz bir yaz doğururum merhabalarımın
sıcaklığından
Kaçamam denizin kudurmuş ruhundan.
Nasıl dayanıksızım, nasıl yağmalanırım ah!
Her şiirim acılarıma sus payıdır biraz da
Çiçek sularım boyuna, ceplerimde buğday taneleri
Martıların kanatlarını taşırım, köpüğünü denizlerin
Geniş zamanlardan geldim desem ne yalan ne yalan.
Kırmızı şapkalı kız, en çok sen kal yanımda
Doktorlar koşarak abanırlar, yargıçlar rüyâlarımda
Ecza kokarım, ağır ceza.
En sevdiğim oyuncağım diyorum dünyanın dönüşüne
Çocukluğumun uçurtmaları, patlamış balonlarım
aklımda
Ey çelebi susuş, kıracaksan kır artık prangalarını
kafamın
Düşürüldüm mavi bir ışığın omuzlarından.
Tahtadan bir tarih yaptım kendime, bir de küheylan
Kaçıyorum işte içimdeki yurdumdan...
“Kışkırtıcı Erguvan” adlı kitabından
AÇMADAN ÖNCE SOLMAYI ÖĞRENDİM
Yüzümü hep güneş mi yakar benim
Toprak mı kurular bedenimi
Tutunurum hayata, çağıldar kalbim
Dünyayı yanarak severim.
Eteklerini açıp gelen rüzgâr
Arzuluyum size, anlamıyor musunuz
Bu merceklere ille de tersine dönmeyenim
Kim yapıyorsa kapıları
Kalbinin acısı örtük tutma
Bırak kokusu olayım küllerinin
Gizin olayım, gündüzlerin dönüşü
Meyven...
Şahdamarımda ateş, giderilmez leylâsın
Aydınlığın nağmeleri bir inceden pirsultan
Biz ne sessizlikler gördük sevgilim
Bizden ne haber, seher kuşları can verince.
Sepetler dolusu tohum
Açmadan önce solmayı öğrendim.
Bir felsefeyi sedyeyle götürüyorlardı
Küçük dilimi yutmuştum, ey benim teorik bakışım
Güneşi eriten sıcaklığım, dervişler, dervişler
Söz söyleyin, sığınacak dal arar isem
Kuş sesleri kabulüm.
Buramdan gençliğim sızarken
Aşkla serpilirken gövdem
Bakıyorum da ağrıyan yerlerimde epeski bir hüzün
Irmakların karnı durmadan şişer güneşin terinden
Sevgilim, sen de bendeki gülleri kopararak.
Didiklediğim hayat, çarpan kalbim
Denizi çiziyorum yüzünüze
Örtmüyorum üzerini çığlığımın
Boğazımda bir bulut, yutkunamıyorum
Ah! Hayatın uğultusu, saçlarımı yıkayan güneş
Yaşamak şaklıyor şuramda
Umuda ayıp sözler ediyorum.
Yolda düşürülmüş bir çiçeği öpüp anlıma taşıdım
Elimi kalbime koyup, saatlerce öyle yürüdüm
Balık tuttum Karaköy’de, Eminönü’nde kuşları sevdim
Çay içtim Çınaraltı’nda, simit yedim Sultanahmet’te
Yanaklarını okşadım hayatın
Renkli şekerler aldım kendime Laleli’de.
Vapura bindim, hınzırca gülüyordu deniz
Peşime bir sis takılmıştı, peşpeşe sigara içtim
Kimse koklamadı yüzümü
Kimse koklamadı yüzümü
Beynime iki şiir sıkıp ölmek istedim.
“Kışkırtıcı Erguvan” adlı kitabından
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder