13 Aralık 2010 Pazartesi

OGÜN KAYMAK

(13 Aralık 1964, İstanbul - )


     Asıl adı İsmail Ogün Kaymak. Çocukluğu Ünye’de, gençlik yılları İzmir ve İstanbul’da geçti. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesini bitirdi. Tıbbi Görüntüleme Uzmanı olarak çalışıyor. Şiir Akademisi adlı sitenin yayın kurulunda bulundu. Bir süre şair Özkan Satılmış ile birlikte Samsun'da bir şiir atölyesini yönetti. Yasakmeyve dergisinde (Sayı: 3, Haziran-Temmuz 2003) “Vaat Edilmiş Sayfalar” adlı köşede İ. O. Kaymak imzasıyla “Günce” adlı şiiri yayımlandı. Şiirden dergisinde, ‘Bir Sonraki Sayı’ adlı projeyi yönetiyor. İki kız babası. Mersin’de yaşıyor.
       1984 yılından bu yana şiir çalışıyor. İlk şiirini 2000’li yılların başında SonKişot dergisinde yayınladı. Daha sonra şiirleri, yazıları ve söyleşileri Ada, Agora, Akatalpa, Alaz, Bireylikler, Birgün Kitap, Caz Kedisi, Cumhuriyet Kitap, Denizsuyu Kasesi, Dize, Duvar, E, Edebiyat ve Eleştiri, Eliz Edebiyat, Gelecek, Hayâl, İle, İmlasız, Kurşun Kalem, Mor Taka, Mühür, SonKişot, Şarapya, Şiirden, Şiiri Özlüyorum, Ünlem, Yasakmeyve, Yolcu, 365  vb. gibi dergi, fanzin, gazete ve eklerinde yayınlandı / yayımlanıyor.
Ödülleri:
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Parantez Kuşağı (2003, C Yayınları)
& Henüz (2005, Yom Yayınları, 80 s.)
& Kırık Dans (2006, Dize-Etki Yayınları, İzmir)
& Aşk Kere Aşk (2008, Dize Yayınları, İzmir, 99 s.)
& Hüzündeki Mavilik (2008, Dize Yayınları, İzmir, 99 s.)
& Rüzgâr Alfabesi (2008, Dize Yayınları, İzmir, 99 s.)
& Gün Boyunda Güneşi (2008, Dize Yayınları, İzmir)
& Henüz Kuşak Kırılmadan (2008, Dize Yayınları, İzmir)
& Gayb Suyu (2009, Mühür Kitaplığı, İst., 80 s.)
& Düş/görümlüğü (2010, Yitik Ülke Yayınları, İst., 75 s.)
& Bu Bir Sır Değil (2012, Hayâl Yayınları, İst., 96 s.)
& Günerken (Yeniden Okunmuş Seçme Şiirler, 1984-2010; 2012, Hayâl Yayınları, İst., 240 s.)
& Sabah Tuzağı 1984-2010 Seçme Şiirler (Fanzin kitap; 2013, Kaos Çocuk Parkı Kolektifi)
& Her Şey Dün Oldu (2014, Şiirden Yayınları, İst., 88 s.)
& Okunaklı Harfler (2015, Şiirden Yayınları, İst., 52 s.)
& Bas ve Ben (2015, Şiirden Yayınları, İst., 52 s.)
& Altını Çiz Üstünü Ört (2015, Şiirden Yayınları, İst., 48 s.)

Hakkında Yazılan Yazılar:
1 Okunaksızın İmkânı: “ Okunaklı Harfler “

 A/ Önce kitaptan rast gele iki alıntı:
       Arp solo ve ben ve artık / Istakozun su içişini seyrediyoruz-yetiyor her şey elimizden / dökülen lekeye / Boşa güneşe doğruluyoruz, ışığı ıslak
       A posteriori : Ey’vallah dostlar /. / Kaldırımı dar paçalı çektim altıma, yürüdüm ızgaralara / basa basa / Ayağım yalın, bazen yağar / Lâfı uzatamıyorum : Benden biri değilsiniz
       Ogün Kaymak’ın son kitabı Okunaklı Harfler’den aldığım bu iki örnek, poetik açıdan toplamı konuşabileceğimiz yapısal özellikler içeriyor. Bu özelliklerin şiirin yüzey yapısında ( sentaks ) örgütlenme biçimi, şairin ilk kitabından bu yana korunur. Dil’in sözcük, şiir cümlesi ve söylem düzeyinde kırık ilerleyişi, okuru yüzey yapıda uzun süre oyalar. Verili bilişsel yapıyı tökezleten Dil’sel kırılma hattı, özensiz okumanın derin yapıya ( semantik ) ulaşmasını engeller; çünkü şiirsel anlam sözcük ve cümle kurgusunda “ şeylerin düzeni “ ne aykırıdır; Dil’sel beklentiyi karşılamaz.
       Öyleyse buradan başlamak, yani Ogün Kaymak şiirindeki imge örgüsünü – biçimleyen dili – çözümlemek zorundayız; aksi takdirde söz öbekleri arasındaki bağıntıyı / bağlamı ve dolayısıyla şiirin anlamlandırma örgüsünü elden kaçırırız.
       B/ Husserl’ın “ Toksik Deneyim “ ya da “ Doğal Tavır “ olarak kavramlaştırdığı olguyu hatırlayalım: Hayatın akışını dilde karşılarken, gerçeklik ve dil, daha doğrusu olayların düzeni ve beklentilerimiz çakışır. Buradaki “ beklenti”, sonuç anlamında kullanılmıyor; zihinsel kodlarım olayların bütün olası düzenlenişi için hazırdır ve Dil’sel düzenim de buna uygun çalışır. Roland Barthes : “Romancının imgelemi olasıdır ” der ve açımlar : “Roman her açıdan irdelendiğinde gerçekleşebilecek (abç) bir şeydir. En görkemli tasarımlarında bile kendini sadece gerçekliğin koruması altında ortaya koymaya cesaret eder” ( Aktaran: Bataille, Gözün Hikayesi, Çiviyazıları 2001, önsöz).
       Şiirin öteki yazınsal türlerden koptuğu yer tam burasıdır. İmge örgüsü ve özellikle metaforik söyleyiş, yüzey yapıdaki kırık dil, okurun bilişsel yapısında karşılıksız kalır ve böylece Dil maddîleşirken alımlama estetiği bağlamında okurun yaratıcı katkısına gerek duyulur. Barthes yukardaki alıntıyı şöyle sürdürür: “ Ancak şairin imgelemi olası değildir; şiir hiçbir koşulda gerçekleşmeyecek bir şeydir.”
       Şiirde metafor “olasılığı” askıya almak üzere “ yerine “ adlar kullanmaktır; yani metaforik kurguda benzerlik, aynı zamanda benzemezliktir. Bu iki yanlılık, şeyler düzeninde bir karmaşa yaratır ve beklentiye uymaz.
       Müzikte de benzer bir kırılma ânından söz ederiz. Modernitede estetik hazzın hem düğüm noktası hem de kaynağı olarak işaret edebileceğimiz bu durumu, B. Meyer Müzikte Duygulanma ve Anlam ( Emation and Meaning in Music ) başlıklı çalışmasında “ Beklentiler Kuramı “ diyebileceğimiz bir kavramla çözümler. Kısaca: “ Anlam, müzikal örüntünün süreklilik dolayındaki beklentinin kesinsizliğe dönüştüğü yerde ortaya çıkar. Buna göre, müzik seslendirmelerinin ilerlemesiyle dinleyenin belirsizlik yaşaması, özellikle de beklemeyi öğrendiği şeye müzik uymadığı zaman belirsizlik yaşaması, estetik etkiye neden olur; bu belirsizliğin çözümü etkisel tepkiyi üretir.” ( Aktaran: Ayhan Erol, Popüler Müziği Anlamak, Bağlam 2009, sh.163 )
       C/ Ogün Kaymak şiiri, müziği de kapsayan bu net paradigmayı sınırda deneyimler ve Dil’i böylesine kırarak yazan günümüz şairleri içinden tutarlı bütünlüğüyle öne çıkar. Yerleşik algının düzleştirdiği ehlileşmiş metafor kullanımı, onda entelektüel kamçıyla hızlanan kılçıklı, travmatik bir etkiyle donanır. Dil sert kırılmalarla örülür ve metinler arası bağıntılarla ilerleyen söz öbekleri ortalama okurun beklentisini karşılamaz. Burada kısaca oyalanalım:
       Aristotales’ten günümüze kadar yerleşik metafor kuramları sözcük düzeyinde çalışır ve bir sözcüğün yerine başkasının geçmesiyle anlamın esnemesine işaret eder; bu ise kabaca ismin yer değiştirmesidir. Oysa özgün bir felsefî çözümleme için sözcük merkezli bu açıklama yetersizdir; metaforun ( “Eğretileme” sözcüğündeki eğreti kökeni, metaforun nesnel olanla bağlılaşığını küçümsüyor; bu nedenle ben metafor sözcüğünü kullanıyorum) işlevini açıklasa da zihinsel /düşünsel işleyişi çözümlemiyor. Öyleyse: Şiirsel anlamın kuruluşunda imgenin en güçlü oluşturucusu metafor, zihinsel düzeyde nasıl çalışır?
       Büyük ölçüde Ricoer’e borçlu olduğumuz bir analiz, metaforu cümle yapısı içinde ele alır; böylece Dil’in ötesini işaret eden gücü konusunda daha üretken bir kavrayışı başlatır. Buradan sürdürmeye çalışacağım.
       D/ Ogün Kaymak metaforik kurguyu esas olarak sözcük düzeyinde değil, şiir cümlesi düzeyinde kullanır. Böylece lirik hazzın negatifine ulaşır; retorikten tümüyle uzaklaşır. Anlamlandırma süreci yatayda da dikey ölçüsünde çalışır, çünkü yüzey yapıda işler uzamıştır: Sözcüğe değil, sözcelemeye dayalı bir alımlama estetiğinde okur daha etkindir. Zaten şairin büyük ölçüde entelektüel dolayımda sorunlaştırdığı “varlık bilinci” yeterince belalı bir alandır; metinler arası okumayı çağırır. Sert kırıklarla ilerleyen anlamlandırma düzeyi, tam da bu açıdan kusursuz bir biçim halinde Dil’i maddileştirir. Bir süreci diğeri olarak algılamak… Gerçeklikten sapma ya da başka – temsil pahasına elde edilen gösterge elbette Dil’sel bir icraat içindedir ve kendi anlam örgüsüne taliptir; gereksiz bir dil oyunu değildir. Başka – temsil, dünyanın dizgeli seyrini, yani eşyanın düzenini bozarken, bilinç de bu oyuna katılır ve tikel anlamlandırma düzeyinde estetik hazzın açığa çıkmasına neden olur.
       Bu şiirselin kritik eşiği, çağdaş şiirde metaforik kurgunun da düğüm yeridir: Metaforla ulaştığımız şiirsel hakikat, zaten dışarda var olanı mı doğrular? Ya da onun aşkın-temsili midir? Bizde şiir eleştirisinin hâlâ ayağına dolanan, ortalama okuru da çağdaş sanatın kodlarından mahrum eden mesele bir yanıyla budur.
       “Nesnel Bağlılaşım” kavramı şiirsel hakikatin dışarda var olanla dolayımsal bağını gereken açıklıkta anlatmıştır; çağdaş şiirin alfabe bilgisidir. Şimdi şiirsel söylemde dolanan metafor, anlamı ikili bir işleyişe taşımaktadır: Dışardakine dayalıdır; ama kesinlikle ötede… Şeylerin de, Dilin de, beklentinin ( bilincin) de düzenini yıkarak yol alır. Şiirsel hakikat “ öyle olmayan “ ama “ gibi olan “ bir salınımda duyumsanır. Bunun gündelik hayatın şeyler düzenine de, alımlayıcının bilinç düzenine de aykırı olduğunu söylemek bile fazla.
       Hemen bu şiire bakalım ve şiir cümlesi düzeyinde kurulan metaforların ördüğü yabanıl semantiğe dikkat edelim:
       Gidip kendi büstleriyle tanışabiliyor çocuklar/ Adam kendi şarkısıyla vedalaşıyor meyhanede / Kadın kendi yumurtasıyla öpüşüyor bebeğini koklarken / Kendi terini seviyor cam balyozda nefesiyle emekçi
       Ya da gelişigüzel dizeler:
       “ Şimdi evraklar arasından seçmelisin sevgilini”; “ İğdiş sesiyle uzayan toplamıdır zürafa, muhayyilenin “; “ Üstü kalsın gerçeğin, ölülere and’olsun ki nefesleri yok”
       E/ Durum kısaca böyle… Ogün Kaymak şiirinde bütün atmosfer; sözcük ilintileri, ses örgüsü, noktalama imleri, dize kurgusu, metinler arası bağıntılar bütünüyle metaforik çark tarafından öğütülmüştür. “Şeyler düzeni” bozulduğu gibi, şairin bilme biçimi ve algı prozodisi de beklentiyi bozarak ilerler; görme biçimi ise saflığını çoktan yitirmiştir.
       Öyleyse bir hakikat ihtimâlinin ötesinde ne kalmıştır? Sözcükler hattının kendisi ( sentagma ), yani simgelerin sıralanma ve birleşme alanı huzursuzdur. Okuru sallantıda bırakan bu huzursuz boşluk, sözcük ve nesne ilişkilerini, dahası bilincin kendisini tekinsiz kılar; artık her şey zamansız ve mekânsız bir dile aittir: Mallarme’deki Nesnesizleştirme ( desobjectivation )! Bunu etinizde duyar ve kendi güvenli dil kodlarınıza doğru çırpınırsınız. Duyumsamanın dış dünyadaki konfeksiyon karşılığı buharlaşmış, ince dikiş bir anlamlandırma gerekmektedir.
       Buradan: Düşünsel imge halinde billurlaşanı kendi tikelliğinde “hakikat“ kılmak ( düşünmenin düşünmesi ) üzere göndergeye yapışık adlandırma rejimi de parçalanmıştır; ancak bu paradigmatik bir parçalanma değildir; şiirin kendisi bir poetik paradiğma kurar. Gerilere bakarsak, orada, modernitenin şafağında bu meseleye âşina olduğumuzu hatırlarız. Zaman, bu gerilime kurnaz dilsel çözümler denemişse de; işte Ogün Kaymak şiiri orada öyle acı acı tebessüm ediyor. Dışardaki gerçekliği aşmak üzere şiirsel hakikat diyorduk ya; şimdi bu şiir o hakikati de tartışmaya çağırıyor. Bilinç düzenimize uymayan budur… Hani ne diyordu Lacan : “ Hakikat bütün olarak söylenemez; olsa olsa yarım yamalak söylenebilir.” Hem sözcüğün cümledeki yörüngesi yalpalamaktadır; hem de şiir cümlesinin sözcükleri çekim gücünde eksilen şeyler vardır. Bu, Ogün Kaymak şirinde zorunlu ve tutarlı olanın kendisidir; sahihliğini bu yalpalamaya ve eksiğe borçludur.
       F/ Dilin masum olmadığını, doğallığı içinde seyreden şeylerin düzenini bozduğunu modern dilbilimden ve psikiyatriden öğrendik. Matematikteki Olmayana Ergi yöntemi uyarınca bu bozulmayı yine dille/dilde bozarak, dahası doğrudan dilin kurduğu bilişsel düzeni sekteye uğratarak “bir başkası” olmayı tahayyül edebilir miyiz? Bir başka hakikati? Coetzee’nin “White Writing “ de oturduğu hesaplaşmayla bitirelim: İçinde yaşadığım yıkım çağında dilin kendisiyle kavgaya tutuşup yok olmasının önüne nasıl geçeceğim? Modernizmin huzursuzluk tekniklerinin doğruluk arayışıyla bağını kurabilecek miyim? Dilin kendi dışına uzanabilmesi için ne yapmalıyım? (Nurdan Gürbilek, Sessizliğin Payı, Metis 2o15 sh.139)
       Ogün Kaymak başından beri bu soruları yedeğine alarak “ Dilin Dışına “ bir kalkışmanın şiirini yazıyor. Entelektüel hamleleri bu şiiri elbette daha huzursuz kılıyor; metaforik söyleyiş giderek sertleşiyor, dil okurun beklentilerini daha dipten sarsıyor. Kitaptaki Üç no’lu şiir, zamanımızın entelektüel zihin dünyasından kör usturayla alınmış bir dilimdir; acıtıyor. İsli bir cam gerisinden Güneşe tutup öyle okunmalıdır; mümkünse çırıl çıplak bir dille… Okura konfor tanımaz bu şiir; bir bölümünü paylaşalım: Tam “töz “ diyecekken araya “ tarih “ girmez mi, aman… / [Marks ]kızına zengin koca aramış mahalle kaldırımında/ - Foucault’yla kafa kafaya vermiş üstelik - / [Engels]maaşına zam yapıyor sakalıyla ünlenecek adamın /./ Ayıp ediliyor solcu öğrencilere [ Adorno ]. Evet, sol gerçek midir Tanrının başucunda? / Din ve doğa arasında kırpıştırıyor [ Habermas ]uykulu göz / kapaklarını/ Hüzünle uyanıyor o sabah da para- gökyüzünü alçaltıyor büyü/ kurucusu büyüklüklerin
       Evet evet; tam da bu işte! Ama neydi?… Cioran simsiyah sesiyle aydınlatır mı? “Görünümlerin ardında bir gerçekliğin saklanıyor olması en nihayet mümkündür; dilin bunu yansıtabileceğini ümit etmek ise gülünçtür.”
       Hayatın düşme ânları vardır; yazı/şiir bu âna denk gelir mi? Gelebilir mi? Ogün Kaymak pek iyimser değil; ama çaresiz deneyeceğiz.

Cumhuriyet Kitap, 9 Nisan 2015
Celâl Soycan

1  “Okunaklı Harfler”

       Ogün Kaymak’ın otuz iki şiirden oluşan, küçücük oylumlu ama derin yapısı ve derin anlamı olan bir bütün inşa ettiği yapıtı “Okunaksız Harfler”, çağdaş Türk şiirine yeni tatlar, renkler ve kokular taşıyor. Kendi kuralını kendi koyan serbest koşuk, ona kendini ve dünyayı anlamlandırma olanağı sağlamış – yeni biçimler içinde. Bir varoluş sorgulaması, naif, ince, kırılgan. Bir dil şöleni, gündelik hayata gönderen. Sözcükleri okunaklı, harfleri gibi; ne var ki işaret ettikleri şeyler, nesneler farklılaşıyor. Anlamsal çoğalma söz konusu. Bu da, modern şiirin anlamlandırma pratiği üzerine yoğunlaştığını gösteriyor.
       Celâl Soycan, “Bu şiirin yerleşik eleştiriyi de, ortalama okuru da zora soktuğu açıktır ve şaire eşlik eden bir yaratıcı okumayı ön gerektirir” diyor. Bu şiirin, varlık olarak şairin kendi durumunu parçalanmış söz bloklarıyla dile getirdiği; sözcelerin rastlantıyla bir araya getirilmediği uzun bir şiir olduğu söylenebilir: “Çerez tabağı. ‘Kırıntıları parkeye dökme!” (s. 7). Bu metin-şiir tümcesinin anlamsal ilmekleri okunabilir. Ne var ki, sözcüler arası anlamsal bağıntıyı, bağlamı kurmak her zaman olası değildir: “Değirmen istihdamı, su tavası, dönüşüm hazırlığı masif ortaçağa, buruşuk ambalaj kâğıdı” (s. 8). Bu metin-şiir tümcesinde görüldüğü gibi şiire her sözcük girebiliyor: “Mütemadiyen”, “tebessüm”, “muafiyet” sözcükleri gibi. Kısaltmalı ya da konuşur gibi kullandığı sözcükler de oluyor: “Bi koşu” gibi.
       İkinci ayırt edici özellik söz öbekleri arasında, bir şiir tümcesi oluşturdukları halde, bağıntı ya da bağlam aramak gerekmiyor. Bu nedenle, “yerleşik şiir eleştirisi ve ortalama okur”, şiire ilişkin geleneksel bilgileri aşmadıkça kavramakta zorlanır. Yalnız sözcük ilintileri arasında değil, sözceler arasında da bağıntı aramak boşunadır. Geleneksel şiirin izlek bütünlüğü Ogün Kaymak’ın “Okunaklı Harfler” kitabında görülmez. İzlek parçalanmıştır. Bunun, moderniteyle birlikte, insanın bütünlüğünün parçalanmasıyla ilişkisi olduğu düşünülebilir. Şiirlerin tümü yapı-söküme alındığında toplumsal hayatın parçalanması ile şiirsel yapının parçalı söz bloklarıyla kuruluşu arasındaki görünmez ilişkiyi sezebilir okur.
       Ogün Kaymak, lirik ile anti-lirik şiir arasında bir seçim yapmıyor. Her iki anlayışın bileşkesi üzerinden kendine özgü şiirselliği kuruyor. Şairane olmayan, şeffaf bir üslubu var. Onun şiirinde, şiir tümceleriyle kurulan yapının bağıntısızlığının bir matrise dönüşmesi de düşünülemez. Şiirinin semiyotik birliğinin olmayışı, parçalı söz öbekleriyle ve bağıntısız olarak kuruluşu matrisin de belirmesini engelliyor. Anlamsal çoğalma da, anlamlandırma da söz öbekleri arasındaki ilişki ya da ilişkisizlik üzerinden oluyor: “Çömlekler, levhalar, arpa tarlaları: Selam!” (s. 9). Okur, kapitalist dizgeyi silah, banknot, tarihi dürülmemiş dipnot, para şakırtısı gibi sözcük ve tümcelerden okuyor. Sözcüklerin çağrışım gücü mimetik anlam düzlemine geçiyor çünkü.
       Ogün Kaymak, burada tek tek saymayayım, pek çok düşünüre gönderme yapıyor. Onların davranış, eylem ve düşüncelerini metne dönüştürüyor. Ama şiirsellik giderek azalıyor. Kitabın üçüncü metin-şiiri bu özelliği taşıyor. Dördüncü metin-şiirde (metin diyorum çünkü metin özelliği ağır basıyor) ses taklitleri ezgiyi kuruyor. Sözdizimdeki cin, cennet, cinnet sözcüklerinin ses benzerlikleriyle tonal bir düzen oluşturuyor. Beşince metin-şiirde doludizgin söyleyiş, ötekine sesleniş, yeryüzünde bir oyuncu olduğumuzu anımsatıyor. Anlatıcı ben’in doludizgin şiirsel söyleyişi yer yer üstgerçekle ya da “saçma”yla denkleşiyor: “Bıyıklarıyla seyrediyor güvercinleri kör kedi” (s. 14) dizesinde görüldüğü gibi. “Usu düşmüş pencere…” (s. 15) gibi. Ne var ki, sözcüklerle kurduğu soyutlama düzlemi oldukça akıcı – bu düzlemin anlam kurma gibi bir sorunu olmasa da.
       Anlatıcı ben’in kendine ya da ötekine buyruk verircesine bir söyleyişi var. Giderek bu ses gördüklerimizin, yaşadıklarımızın yanılsama olduğunu söylüyor. Görünenin arka boyutunun görünmediği sanısını üslubuna yüklüyor. Bu bakımdan, anlatıcı öznenin felsefî düşünceleri de şiir tümceleri arasından okunabiliyor.
       Ogün Kaymak’ın, “Okunaklı Harfler”de, “Kırlangıçları, sığırcıkları, leylek öncülerini ifildeyen, göğün / Yüksek rüzgârlarına sarılmalısın mutlak / / Kol kökünden yere yuvarlanan iğde” (s. 16) gibi göze, kulağa ve imgeleme sızan dizeleri var. Genel olarak kapalı, yapı-sökümle açımlanmayı gerektiren şiirler bunlar.
       Müziği tonal düzleme çeken sözcükler aynı dize içinde bir araya geliyor: “Sonra arzu gelsin dokunarak koluna doygun melankolinin” (s. 24). Soyuttan soyuta açılan yazınsal imge yapısıyla dikkati çekiyor bu dize. On yedinci metin-şiirde de arkası geliyor: “Okunaklı Budist entarisi giymiş portakal” (s. 26). Çivi çiviyi söker ya, işte öyle, soyutlama düzlemi derinleştiriliyor böylece. Sonra, “Kadife üşenmeden toplar dünya tozunu” (s. 28). Küçük bir ayrıntının da böylece girdiği oluyor onun şiirine.
       Ogün Kaymak, yirmi sekizinci metin-şiirinde, bir ânın şiirini yazıyor. Hareketli imgelerle, aynı ânda yapılan edimleri dile getiriyor. Şiirin güzelliğinin, öznenin hayatla ilişkisini sıcak tutan üslubuyla bağlantılı olduğunu düşünüyorum: “Tam gülümseyecekti Laskiye’de rakı masasında cümbüş çalan elleri / Anam tam ovacaktı mora çalmadan kızaran kolumu buzla” (s. 42). Bir ân içinde ve bir yerde olup biten edimler sürdürülebilir bir hayatın göstergesi oluyor. Müzikse, hayata tutunduğumuz ve onu anlamlı kılan bir şölen: “Günlerden pazar ve en az yedi farklı kuş çeşidinden resital” (s. 42).
       “Okunaklı Harfler”, Ogün Kaymak’ın on üçüncü şiir kitabı. Gündelik dili aşan imgesel dili, entelektüel okumalarına göndermeleriyle, sessel tonalitenin senfonik yapılanmaya dönüşümüyle dikkati çekiyor.

Okunaklı Harfler, Ogün Kaymak, Şiirden Yayınları, 2015, 49 s.

Aydınlık Kitap, 5 Haziran 2015, Sayı: 171
Ahmet Ada




Hiç yorum yok:

Yorum Gönder