ŞAİR AHMET
ERHAN’IN ARDINDAN
Büyük
Ekspress’te mermer masalardan gökyüzüne bakarken bir anda Ramazioni görünürdü…
Babamın, “Sana İtalya’da birahane açacağım” diye kandırdığı “takma adı
Ramazan”, bembeyaz ütülü gömleğiyle gevrek gevrek gülerdi. Ahmet Abi, yalnızca
“Sula beni” diye seslenirdi, cepte ne kadar varsa… Yan birahaneden at yarışı
oynayanların gürültüsü yükselir, kulaklarını diker, bir kere daha yatan oyununa
hazin hazin bakardı… Bir çıksaydı! Öyle büyük hayallere yer yok mütevazı
gönülde… Yannis Ritsos’la Atina sokaklarında dolaşılacak, Kazancakis’in El
Greko’suna ağlanacak, Attila Josef’in mezarına gül bırakılacak! Ben, o yıllarda
Büyük Ekspress’in önünde ip atlardım… Ya da peçetelerin üstüne resim
çiziktirirdim… Sonra ağır aksak evin yolunu tutardık… Malum evde bekleyenler
var…
Kocaman bir aileydik. Akasyalı sokağa bakan küçük evimizin odalarının
her birinden ya Ahmet Erhan, ya Akif Kurtuluş ya da Haydar Ergülen çıkardı…
Sorumluluklar ortak… Belki de bu nedenle Ahmet Abi, eşi Kıymet Abla’yla
birlikte her akşam ilkokulun kapısından beni almaya gelirdi… Eve gider, ödevimi
yapardık… Bir 29 Ekim ödevi Atatürk şiiri ezberlenmesiydi… Bütün gün
çalıştığımız şiir, Melih Cevdet’in “Atatürk’ün Saati”ydi… Oysa sınıf
arkadaşlarım hamasetin yoğun olduğu şiirleri tercih etmiş, öğretmen de onları
alkışlamıştı! Ne yalan söyleyeyim, bu dışlanmışlıktan dolayı bir an için bile
burulmadım… Geçiniz!
Her
hafta sonu Ahmet Abi’nin annesinin Etlik’teki evine giderdik… Can oğlu Deniz
yoktu o zaman… Henüz dünyaya gözünü açmamıştı! Kapıdan içeri girer girmez
mutfaktan yapılan yemeklerin kokusu bizi karşılardı… Büyük bereketli masada bir
ağız vişne dolusu gülüşürdük… Oysa dışarda seksenli yılların soğuk iklimi kasıp
kavuruyordu ortalığı… Bu nedenle gülüşlerimiz hep yarım kalırdı! Hayatımız hep
“Bugün de ölmedim Anne”ydi… İlk bayrağı alan Ahmet Abi’nin canım annesi oldu…
Onun ölümünden sonra da hepimiz azar azar öldürüldük… İyi ki görmedi başımıza
gelenleri…
Küçükesat’a taşındığında küçük bir köpek almıştı kendine… Küçücük köpek,
adı Ayışığı, bir anda, deve dönüşmüştü... Kapıda konuklarını önce Ayışığı
karşılardı… Telefonda, mutlaka “Bana gelirken Eleni Karaindrou’nun bir kasetini
alsana” ya da “Şu Aleksiou’ya bir baksana” talimatını verirdi. Yunan müziği
acılarımızın sesidir.
Ahmet
Abi, o uğursuz günü, 2 Temmuz’u hiç unutmadı! Oturduğu sandalyeden saatlerce
kalkamadı. “Behçet, babam, kardeşim, çocuğum” demesi boşuna değildir. Sonra
kalamadı Ankara’da… İstanbul’a taşındıktan sonra da bir mülteci gibi sürdürdü
hayatını… Gönlünde geçmişin acısı… Sanırım en son Ankara’ya babamın anısına
verilen Behçet Aysan Şiir Ödülü’nü almaya geldi! Bir an önce de gitmek istedi…
Bir tek, “Nihat Genç nerede?” diyebildi… Hani Engürü kahvesi, hani tavşan kanı
çay, hani atkestaneleri? Onunla maç izlemenin tadı bile başkaydı… Ahmet Abi,
Adanademirspor’un eski sol beki… Vur topa!
Şimdi
bana o içten, canlı “Kuzum” diyen ses yok… Ölümünü öğrendiğimde karşı
kıyıdaydım… Gelirken bir avuç toprak ve uzo getirdim sana… Geç kaldım yolcu
etmeye… Oysa sen Ankara’na dönmüştün… Şimdi gökyüzünde en yakın arkadaşınla,
Behçet’le buluştun… İyi bakın birbirinize… Son konuşmalarımız bu… Ben… Kuzun…
Cumhuriyet,
08 Ağustos 2013
Eren Aysan
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder