12 Haziran 2015 Cuma

NİLGÜN MARMARA


(13 Şubat 1958, İstanbul - 13 Ekim 1987, İstanbul)


       Asıl adı Nilgün Marmara Önal. Vidinlili Perihan Hanım ile Plevneli muhasebe müdürü Fikri Marmara’nın kızı. Ortaokul ve liseyi Kadıköy Maarif Koleji ve Anadolu Lisesi'nde bitirip, yüksek öğrenimini Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü'nde tamamladı. Sylvia Plath üzerine incelemeler yaptı. Ünlü yazar ve şair dostları arasında İlhan Berk, Fazıl Hüsnü Dağlarca, Cihat Burak, Turgut Uyar, Edip Cansever ve Cemal Süreya gibi isimlerin yanı sıra dönemin genç şairlerinden Seyhan Erözçelik, Orhan Alkaya, Lale Müldür, Gülseli İnal, Cezmi Ersöz, Turgay Özen ve Mustafa Irgat vardı. Bu partilerden birinde tanıştığı Kaan Önal’la önce birlikte yaşamaya başladı. Evliliğe karşı olduğunu her fırsatta söyleyen Marmara, hem Önal’ın, hem de kendi ailesinin baskılarına dayanamayarak 1982 yılında Önal yedek subaylığını yaparken evlendi. Lisans tezini balayındayken tamamladı. Aynı dönemde önce Marmaris’te bir tatil köyünde çalıştı, sonra Ulusoy’da yönetici sekreterliği yaptı. Kısa süren yönetici sekreterliği döneminin ardından bir reklam şirketine metin yazarı olarak girdi, fakat ilk gününde ondan bir cenaze ilanı yazması istenince aynı günün akşamı işten ayrıldı. Daha sonra Bebek’teki Mısır Konsolosluğu’nda çalışmaya başlayan Marmara, ilk haftasının ardından buradan da ayrıldı. Çeşitli dergilerde şiirleri yayımlandı. 13 Ekim 1987 tarihinde 29 yaşındayken yeryüzünü terk etmeye karar verdi ve evinin balkonundan atlayarak kendi isteği ile yaşamını sonlandırdı.
       Düşle gerçek arasında gidip gelen, kırılgan bir izlekle yazdığı şiirleri çeşitli dergilerde yayımlandı. Şiirleriyle sadece kendi kuşağının şairlerini değil, Ece Ayhan gibi eski ve güçlü şairleri de etkiledi. 77-87 Yılları arasında yazdığı şiirler ‘Daktiloya Çekilmiş Şiirler’ adıyla yayımlandı; Günlükleri ve sağa sola yazdığı notlar Gülseli İnal tarafından bir araya getirilerek ‘Kırmızı Kahverengi Defter’ adıyla bir kitapta toplandı. Mezuniyet tezi Dost Körpe tarafından dilimize çevrildi ve ‘Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi’ adıyla Everest Yayınları tarafından kitaplaştırıldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Daktiloya Çekilmiş Şiirler (1977 – 1987) (1988, Şiir Atı Yayıncılık, İst.; )
& Metinler (1990; 2016, Everest Yayınları, İst., 58 s.)
       Günlük:
& Kırmızı Kahverengi Defter (Yayına hazırlayan: Gülseli İnal; 1993, Telos Yayınevi, İst.)
& Defterler (2016, Everest Yayınları, İst., 535 s.)
& Kağıtlar (2016, Everest Yayınları, İst., 152 s.)
       İnceleme Kitabı:

& Sylvia Plath’ın Şairliğinin İntiharı Bağlamında Analizi (1985, Dost Körpe tarafından 20 yıl sonra Türkçeye çevrildi.)
Hakkında Yazılan Yazılar:
1 ALDIRMA NİLGÜN

       “ Önce, nilgün marmara’yı herkesinki gibi değil de kendine özgü ve çok değişik morumsu renkte bir giysiyle, bir öğrenci olarak düşündüğümü söyleyeceğim. ama derslere pek girmeyen ve umutsuzlar merdiveni’nde oturmayı seçen çok tuhaf bir öğrenci; daha doğrusu benzersiz bir öğrenci olarak düşündüğümü söyleyeceğim. sırası belki önlerdedir ama kendisi en arkalarda bulunmayı sever. her zaman da sınıfı geçmiştir. ve sanki aynı sınıftayız ve belki de aynı sıradayız. nilgün marmara ile 1987 ekim’inin 13’ünde, kendisi daha 28-29 yaşında gencecikken istanbul’da, kızıltoprak’ta, en ufak bir çığlık bile atmadan korkunç ölümünden sonra da! herhangi bir ikirciğe düşmeden, hiç çekinmeden şunu diyorum; “bir teneffüs daha yaşasaydı tabiattan tahtaya kalkacaktı.” o nedenle de yazımın başlığını şiirdeki gibi “128 nilgün marmara!” koydum. hatta kendisine “aldırma nilgün marmara!” bile demiştim ölümünün hemen ardından yazdığım bir yazıda. öyle güzel ve öyle yetkin bir şairdir ki nilgün marmara; kimi insanların, yine işin özünü filan bilmeden, küplere nasıl bineceği beni artık hiç ilgilendirmiyor! başka türlüsünü yapamazdım ve başka türlüsü de elimden gelmezdi zaten. sivil şairlerden ünlü ilhan berk, nilgün marmara’ya bodrum’dan kızıltoprak’a yazdığında hep “büyük nilgün” diye yazardı kartlarında ya da mektuplarında. nilgün marmara’yı edebiyat arastasına ya da şiir çevresine ilhan berk tanıtmıştı. yine sivil şairlerden gerçekten de ilginç ve özgün cemal süreya da nilgün marmara’ya, amerikan yazarı scott fitzgerald’ın çılgın karısının adı olan “zelda” derdi. cemal süreya’nın 1991’de yayımlanan “999. gün; üstü kalsın” günceler kitabında da nilgün marmara, zaman zaman, “zelda” diye anılır. amerikan caz çağını çağrıştıran bir kullanıştır bu… nilgün marmara gibi güzel, hem de çok güzel, garip ve ilginç bir şairin yampiri ve yamuk dünyada, bir bakıma, kısacık bir ömrü oldu. hani büyük kanatları yüzünden uçamayan albatros deniz kuşu gibi! nilgün marmara, sözlüklere ve ansiklopedilere yazılırsa, 13 şubat 1958’de istanbul’da, kadıköy’de doğdu. 13 ekim 1987’de yine istanbul’da, kızıltoprak’ta öldü. o kadar ya da bu kadar. kadıköy maarif koleji’nde okuyuşu, boğaziçi üniversitesi ingiliz filolojisi’ni bitirişi ve öğrenimini bitirirken seçtiği tezinin, intiharı yeğlemiş sylvia plath üzerine olması. bu kör bir rastlantı mıdır bilemeyiz? hani denizin, özellikle de ege’de denizin derin yerleriyle sığ yerleri arasında açıklanamaz ve değişik bir mavilik vardır. evet, işte nilgün marmara’nın gözleri de öyle bir renkteydi. resim boyası satan kırtasiyecilerde bile böyle bir maviliğe rastlayamazsınız. velhasıl nilgün marmara gerçekten kusursuz denenebilecek bir güzellikte, “marjinal” de denebilecek ve sahicilikte eşsiz önemde bir şairdi. ve gittiği libya’da da (tobruk) şiirler ve metinler yazdı. libya’dan sonra uçtuğu avusturya’da, alpler’de doğrusu ya şiirler yazıp yazmadığını bilmiyoruz şimdilik. ama şiirin şu ya da bu biçimde peşini hiç bırakmadığını ben biliyorum. gerek dünya, gerek türk şiiri açısından. hayatının son yıllarında; ilhan berk’i, fazıl hüsnü dağlarca’yı, cihat burak’ı, turgut uyar’ı, edip cansever’i ve özellikle de cemal süreya’yı kişisel olarak tanımıştı. şairlerle hep şiirden ve şiirlerden hep konuşurdu. yeni şairlerden seyhan erözçelik, orhan alkaya, lale müldür, günseli inal, cezmi ersöz, turgay özen, mustafa irgat… arkadaşlarıydı. kendisini, özellikle anglo sakson şiirinde de sıkı yetiştirmiş olduğu konuşmalarında belli oluyordu. ölümünden sonra, sylvia plath’dan birkaç şiir çevirisi çıkmıştır çeşitli dergilerde. ölümünden az önce ‘beyaz’ ve ‘şiir atı’ dergilerinde birkaç şiiri de yayımlamıştı. belki de kendisi ile yaptığım bir söyleşinin bir bölümünü gösteri dergisinde yayımlamıştım. “daktiloya çekilmiş şiirler” 1988’de ve “metinler” adlı düz şiirlerini içeren kitabı da 1990’da şiir atı yayıncılık tarafından yayımlanmıştı. ve her iki kitap da hemen tükenmişti. şimdi artık gençler, kendine âşık uzamış yeni panco’lar bile nilgün marmara’yı erişilemez bir “mit”,unutulmaz bir simge ya da (türkçe söylersek) bir “söylence” olarak çılgınca ve gerçekten de seviyorlar.”
Ece Ayhan
1  Dünyayla yaralı: NİLGÜN MARMARA

       İçine kanatlandığı günün ertesinde Nilgün’le Kağan’a gidecektim. Nilgün, Kağan diye yazıyor. Çok yalnızdım ve başka yalnızlar gibi, başka yalnızlarla birlikte sık sık Kızıltoprak’taki eve gidiyordum ben de. O yalnızların başında elbette Ece Ayhan gelir. Cemal Süreya gelir, birbirinden iki yalnız gelir. İlhan Berk, Tomris Uyar, Tevfik Akdağ’ı da görmüşümdür orada. Sonra Nilgün’ün arkadaşları gelir, öyleyse şimdi onlara ‘Nilgün yalnızları’ ya da ‘Nilgün’ün yalnız bıraktıkları’ demek gerekir: Gülseli İnal, Ahmet Soysal, Lale Müldür, Seyhan Erözçelik, Orhan Alkaya, Cezmi Ersöz, ben, bazen Akif Kurtuluş, Mustafa Irgat, Boğaziçi’nden Cemal. Şimdi edebiyat yapıp Boğaziçi Üniversitesi’nde Nilgün’ün oturduğu Umutsuzlar Merdiveninden mülhem Yalnızlar Merdivenine sıralanırdık demek mümkün, ama yeri değil, hem de öyle değil.
       Bazı insanların aramıza bıraktığı bir ‘anı’dan fazla bir şeydir, başka bir şeydir. Hem ‘olma’yı hem de ‘olmama’yı seçmiş, demek ki aslında ‘olmayacak’ şeyi seçmiş insanların ‘anı’sı bir yolculuğa dönüşür. Böylece bir anı olarak zamanla küllenecek o şey, ara sıra karıştırılarak bir yaşantılar avlusunun kapısını yeniden aralar, aramızda olmayanı uzun bir yolculuğa çıkarır. O yolculukta gözü olsa da/kalsa da, o yolu, o yolculuğu, belki de o yolcuyu göze alamayanlara mahsus bir yolculuktur onunkisi. Henüz buradayken, dünyadayken başlamış, ilk adımlarını atmış, yolculuğu hecelemeye durmuştur aslında.
       Sylvia Plath çalışıyordu, şiirlerini çalışıyordu, ölümünü çalışıyordu, ölümüne çalışıyordu: ‘Plath şiirlerini ve ölümünü nasıl yaratır?’ diye soruyordu. Bazıları ölüme daha çok yaşayarak çalışır, bazıları ise daha çok yazarak çalışır ölüme. İlkinin yaşaması, ikincinin yolculuğu uzun sürer. Ölüme çalışmanın başka biçimleri de vardır elbet ve yazarak çalışanlar onlardan da beslenir. Ne kadar kalabalık olursan yaşarken, ölüme de onca yalnız gidersin, ölüme giderken yalnızlığını çoğaltırsın belki böylece.
       Eylemi ‘aradaki’ gerçekleştirir. ‘Arada’ sonsuza kadar kalınamaz çünkü, ‘arada’ olmanın/kalmanın böyle bir durum olmadığını en iyi ‘aradaki’ bilir. ‘Aradakinin Bilinci’ ya da ‘Ara Bilinç’ diye bir şey olmalı bu. Daha doğrusu başkalarına ‘arada’ görünen şeyin kesinliği, çarpıcılığı, sertliği diyelim buna: “Hep yürüyen biri olmak istenmez, yürümek sürekli izlenimdir, duraklamak ve düşünceyi beklemektir yolun varlık kanıtı. Dural bir yol isterim, öyle bir yol ki hem yürüyüş duyumunu yaşatacak hem de duruk” diye yazmış 21 yaşında. 23 yaşında “Borçluyuz daha çok yaşamaya!” demiş, 24’ünde ise ‘arada’ olmaya isyan etmiştir: “...Burada daha ne kadar öleceğim? Yeryüzüyle gökyüzünün aracısı olarak bulutu haraca kestiğimiz yerde? Ben size alışamam.” Onu sokakta da, meyhanede de, evinde de görenlerden Cemal Süreya’nın farklılığına yakıştırdığı adıyla ‘Zelda’, yine onun sözleriyle  “Bu dünyayı, bir başka dünyanın bekleme odası olarak görüyordu.”
      Adını ilk kez Ece Ayhan’ın günlüklerinde, muhtemelen Yeni Defterler’de okumuştum, Gümüşlük’te Kağan’la Sysyphos Pansiyonu işletiyorlardı ve Ece Ayhan da orada kalıyordu. Sonra İlhan Berk’in “Littera Amor” şiiirleri yayımlanmaya başlandı, İlhan Berk’in deyimiyle bu şiirler ‘Büyük Nilgün’ içindi. Ece Ayhan İstanbul’a gelip Büyükada’da Sena ve Doğan Kemancı’nın evinde kalmaya başladığında haftasonları Nilgün’le, başka arkadaşlarla Ece’yi ziyarete giderdik. Sonra Ece, Nilgün’le Kağan’ın Kızıltoprak’taki evlerine yerleşti. Ve onunla birlikte ev Cumadan Pazar akşamına kadar yeni bir toprak, yeni bir ada oldu.
       Şimdi herkesin, o dönemde o eve giden herkesin Nilgün’e ‘aşık’ olduğu söyleniyor, yazılıyor. Efsanenin can alıcı bölümü burası elbette. Ben daha inanılmazını okudum internette, efsaneyi vıcık vıcık bir hale sokmak için ‘komplo teorisi’nin nasıl kurgulanabileceğine o anda inandım. Nilgün’ü kendisi gibi bir ‘müntehir’ olan şair Kaan İnce’yle birbirlerine sevgili yapmışlar ve ikisinin de ölüm nedenlerini birbirine bağlamışlar ve daha...Birisine herkes ‘aşık’ olunca aslında hiç kimse ‘aşık’ sayılmaz. Ve herkesin aşkı ‘açık’ olduğu için de, bu durumda, ancak ‘edebi’ bir aşk sayılır bu. Bence.
       Nilgün günlüklerinden derlenen Kırmızı Kahverengi Defter’de bir ‘kadın’lar sıralar: “Rüzgarla/Yanan kadın/Mahzun köpeğe sırtını dönen kadın/Şiir yazan, canına kıyan kadın/Kürekçi erosun kayığındaki kadın/ Çiçek kadın/Seyyah kadın/Bahçe kadını/Masa kadını/Pencere kadını/Çoğul kadın/ Çocukluk kucağında kadın/Martı tüyü kadın/Çöl zambağı kadın/Kontrat imgesi kadın/ Köpük kadın/Şafak kadın/ Durgun Hayat Kadını”. En çok hangisiydi Nilgün, belki de hepsi birdendi ve o hepsinden de fazla olduğu için eksilmek istiyordu. Şiir yazdığını bile fazlalık sayıyor ve kimseye söylemiyordu. Sonlara doğru paylaşmaya başladı. Beyaz’da yayımladı, sonra biz Şiir Atı’nda yayımladık. Hepsi bu. Gidişinden bir yıl sonra yayımladığımız Daktiloya Çekilmiş Şiirler’i bana 13 Ekim 1987’den 1 ay önce getirmişti. Mahcup kadını eklemek isterim yukardaki sıfatlara yalnızca. Ve neredeyse utana sıkıla elindeki daktilo edilmiş sayfaları açarak, bunların 10 yıldır yazdığı şiirler olduğunu ve okumamı, beğenirsek Şiir Atı Yayınlarından basıp basamayacağımızı sordu. O sayfalar hala bendedir. Hemen okudum ve bir kaç gün sonra telefon ederek yayımlayacağımızı söyledim. Çok sevindi, sanki üzerinden ağır bir yük kalkmış gibi ferahladığını söyledi. Ben de sevindim. Hem çok şaşırtıcı şiirler vardı dosyada, hem de çok iyi bir şairi haber veriyordu.
       O günlerde hayatımın ilk büyük ve uzun yalnızlığını yaşıyordum, ben askerliğimi yapmak üzere bir adaya, Kıbrıs’a, sevgilim eğitimi için uzak bir adaya, İngiltere’ye gitmişti, ben 1,5 yıl sonra dönmüştüm, sevgilim, hala ‘sevgilim’ diyordum, neredeyse 4 yıldır dönmemişti. Nilgün ve Kağan’la konuştuk, ’gel bize’ dediler, 14 Ekim akşamı onlara gidecektim, doğumgünü bahane, içki içecektik. Nilgün 13 Ekim akşamı içine kanatlanıp hepimizin kabuğunu biraz daha inceltmeseydi eğer! “o, ruhunu dışarıda bırakmayan çıt-kanat/yoktu ki şehirde konacak yeri, duydum/kanatlandı içine, başkasının gövdesine/sığınan bir ruh gibi kırıldı, duydum:/.../meğer ateşli bir hastalıkmış hayat!”
       13 Şubat 1958-13 Ekim 1987: O şimdi herkesin ‘efsane’si, bizimse yalnızca arkadaşımızdı. Doğum günün kutlu olsun benim güzel arkadaşım.

15-02-2011 Haydar Ergülen

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder