BOŞLUK İLE…
boşlukta
yankılanandır:
neye
benziyorum yoklayın ellerinizle
korkmayın
korkmayın doğruca bakın
neden
mi olur aniden bu garip boğuntu
bana
sorarsanız akılla kurduğunuz köprü
birden
dökülür, renk içinde akan sular…
oradayım
işte yoklayın, az önceki içinizde
birden
batar siyah bir kelime gibi genzinize
nefesinizde
sakladığınız az öncenin mutluluğu…
aksisedamdır:
birden
batar siyah bir kelime gibi genzinize
nefesinizde
sakladığınız az öncenin mutluluğu…
zaten
bilmezdim çayırlarda çiçek filan olmayı
bekleyip
koyu bir sahanlıkta sabah akşam doğurmayı
bir
dikeni, hiç kanamadan, uçuk bir benizle…
hem
bilsem üç sesle birden çağırmayı suları
önce
nehirler gelirdi incecik, zarif boyunlarıyla
sonra
kara göller, kekre ve kalın tortularıyla…
boşlukta
yankılandır:
önce
nehirler gelirdi incecik, zarif boyunlarıyla
sonra
kara göller, kekre ve kalın tortularıyla…
üç
sesiniz var evet, iç sesinizi yitirdiğinizden beri
maden
gibi parıldar çok önce gömdüğünüz acılar
bana
sorarsanız içinizi kabaca sıvadığınız adalet
birden
sökülür, utanç içinde çıplak kalan duvarlar…
yanımdan
geçerken gölgelenir güzel resminiz
avluyu
doldurur ağıt söylemekten dönen konuklar…
aksisedamdır:
yanımdan
geçerken gölgelenir güzel resminiz
avluyu
doldurur ağıt söylemekten dönen konuklar…
zaten
bilmezdim kitaplarda şiir filan olmayı
uğuldayıp
derin bir sessizlikte vakitli vakitsiz harcamayı
bir
“söz”ü, hiç acımadan, garip bir içtenlikle…
hem
bilsem yerli yerinde tutmayı aşkı ve ötekileri
önce
inanmazdınız, ellerimin maharetine şaşardınız
sonra
alelade bir akış, günün sadece gün olması…
boşlukta
yankılanandır:
önce
inanmazdınız, ellerimin maharetine şaşardınız
sonra
alelade bir akış, günün sadece gün olması…
aslını
sorarsanız havada yankılanıp duran şeydir
boşunalık…
gidecek yerin olmaması yırtık haritada
kan
içinde kalan ellerinize baktım da, gülümseyin
kanayabiliyorsunuz, çok eski çağların alışkanlığı
sırf
bunun için kendimi unutup yeni huylar edindim
artık
kapıları çalarak giriyorum yalnızlaşan evlere
aksisedamdır:
sırf
bunun için kendimi unutup yeni huylar edindim
artık
kapıları çalarak giriyorum yalnızlaşan evlere
sadece
o mu? bir güzel cilalayıp kederli akşamları
kapalı
çarşılarda, yollarda, yok pahasına satıyorum
bakmayın
bana, aslında kendimi avutuyorum
zaten
bilmezdim ölümlerde bıçak filan olmayı
incelip
incelip bir seferde boşluğunuza dalmayı
hem
bilsem, bilsem ne olacaktı?
“Çayırı Sayıklamak”
adlı
kitabından
Cevahir Bedel
DÜNYAYA TÜNEMİŞ
ATMACA
orada,
sütleğenlerin ardında bir atmaca geceyi söylüyor
solgun
gökyüzünün altında taşlara dönen gözleriyle
turuncu
şimdi ölümün adı biteviye turuncu…
orada
uzaklığı andıran ölü bir halka çünkü eşi
çünkü
insan suretinde karanlık yeşil bir dirim arıyor
dünyaya
tünemiş bir atmaca çığlık çığlığa geceleri
uyutmuyor
kimseleri ve en kırmızı sesiyle
acısını
görmeye çağırıyor, kanatlarına değmeden geçenleri
dağları
kaldırmış da ova sanıyor yalnızlığını
geçmiş,
oracıkta tepeleşmiş taş yığını
karanlıkta
sezilmiyor elleri ayakları
bu
tenha yol böyle, bu kaygılı yokuş
bir
hınçla doldurup ciğerlerini son kez
uçuyor
işte ve bırakıyor ağzından
hüzünlü
şarkısını ağaçların
Cevahir Bedel
KAVAK İLE…
söylediğimdir:
senden
sonra göğe sürmedim ellerimi
değmedim
karanlık örtüsüne zamanın
dibindeyim
suların ve mağaraların
acıdan
boğuluyorum ah sevgilim!
ah
aşkım! sen bunu bilmiyorsun…
her
yanı tutan suyu görmüyorsun.
elimi
göğsüne koyuyorum ıslak değilsin
bense
dibindeyim suların ve mağaraların…
kavak
ağacının söylediğidir:
ardına
bakmadan uzaklaştı sığırcık
dallarım
boşluğa düşüyor işte
yer
çekiyor, yer altı istiyor gövdemi
menendi
yok bir kavak ağacıyım
gölgemi
yok saysınlar yine de
güzün
alnında vurduğum o damga…
söylediğimdir:
senden
sonra kestim avludaki ağacı
dalları
eğilmesin orada geçen günlere
çocuksu
bir telaş benimki, ucu yırtılan yaşam…
bırakıyorum
kendimi karmaşanın ortasına
tanıdık
değil bu yangın, acıların çarpık yüzü
uzatılmış
da bu avluya bırakılmış sanki
açıyorum
peçesini, tuhaflık aynadaki ben!
ah!
solgunluğun güzel kafiyesi…
kavak
ağacının söylediğidir:
buradayım,
içimden geçen bu gök de olmasa
bir
gün vuracağım boylu boyunca kendimi,
fısıltılı
sonbahar alıp götürmese yapraklarımı
akıtacağım
kanımı yol üstlerine zul niyetine
yol
da değişir yolcusunu sırtından atınca
atların
sağrısında duruyor ağrıyan o ses
söylediğimdir:
vurdum
sonunda kendim diye o ağacı
kökleri
yürümesin mağara içlerine sinsice
sarhoş
sanıyordu sonbaharı, sığırcıkları
menendi
yok bir kavak ağacı serildi avluya
elimi
koydum köklerine ıslak değildi
atlı
gelmedi at yok, yol boyu bekleyiş
çimenlere
basmanın tatlı heyecanı yok
çürüdü
içimde her şey zamanın sesiyle…
kavak
ağacının söylediğidir:
sonunda
geldiğim yere döndüm
yapraklarımı
ve kökümü dünyaya bırakıp
toprağa
yasladım ak boynumu
incecik
dallarım sürgün vermeyecek
salınmayacak
rüzgarda tazecik gövdem
menendim
yok, ak bir kavak ağacıyım…
Cevahir Bedel
KENDİM İLE…
kendimden
kaçtığımdır:
aslında
ben sonbahardan önce ölmüştüm
çok
önceleri daha kendimi ağaç sanırken
bir
bozkırın ortasında, rüzgara açıkken alnım
dallarım
göğe değil gövdeme dönerken büyümek için
ilk
kez içe batan kendimle denemiştim ölmeyi
kendimin
kaçtığıdır:
neden
dolaşırım ki bu daracık sokakları
küçülen
evlerin arasından geçerim neden
kar
yağmış olur aniden kapı önlerine
bir
çocuk annesinden aşırır güneşi
ben
kuşların ardına düşerim bilmeden
kendimden
kaçtığımdır:
ey
yanı başımda yürüyenler söyleyin
ben
kimim sahafları tavaf ederken
eski
bir kokuyu içime çekip çekip
soluğumu
sayfalara dağıtırken kim…
bana
bir merdivenle inilir mi söyleyin
kendimin
kaçtığıdır:
ya
da durun durun söylemeyin
bu
kente çok eskiden de geldiğimi
kayıklara
binip denizi öpmeye gittiğimi
yer
yer karardığımı yer yer silindiğimi,
söylemeyin
hayatın kötü bir tekrar olduğunu
kendimden
kaçtığımdır:
kendimi
sınamaktan gelirim, sorguya çekmekten
dar
ağacımı içimde gezdiririm inatla, elimde urgan
ah
o çocuk, bir tülün ardından korkuyla sokağa bakan
o
bakar her akşam ellerime kaygılı
gözlerle, içlenir
kısacık
bir andır, soruları o söyler cevapları ben sorarım
kendimin
kaçtığıdır:
tuhaftır
bazı sızılar, yakıp gelmiş gibi bir ormanı
uzun
bir gecede bilerek kilitlememiş gibi kapıları
bazı
bakmalar cinayettir, saplar bir hışımla bıçağını
geçmişin
elleriyle yakamızı bırakmayan fotoğrafa
bazı
açmalar ateştir, çiçeğini kül altında
saklar…
kendimden
kaçtığımdır:
o
kadar yoksul ki kelimelerim giydirip gönderirim
urbalarını
çıkarmadan alırsınız içeri, öyle değil mi!
uğuldar
cümleleriniz, bir daha demem kendimi
demem
ölümün en çıplak sözcük olduğunu
ve
gizlendiğini yaşamın en renkli elbisesinde
kendimin
kaçtığıdır:
ben
içimde taşıdım sokakları, taşları ve ırmakları
ah
en kötüsü kentleri o karanlık koca gövdeleriyle…
içimde
taşıdım, kim gülümseyerek bakıp geçtiyse
acılarıma,
solgun bir menekşeye bakar gibi
şimdi
çokça eksiğim, aslını sorarsanız biraz fazla…
“Çayırı Sayıklamak”
adlı
kitabından
Cevahir Bedel
söğüt dalı için
adâvet saati
I.
kaç
bin yıllık sezgisini unutup
bir
martının ağaca konmasını düşün
(yeşil yosunlu deniz kokardı ağacın kökleri)
II.
alnının
düzlüğünü unutup
ova
aramasını düşün bir meczubun
(uyanırdı
kan ter içinde, dili kilitli)
III.
yeniden
kendine uyanan
durmaksızın
unutkan beni düşün
(kuyulara
eğilirdim giderek sarkıt kollarım)
çünkü
ben söyledim karanlığı
hiç
durmadan hiç durmadan
bir
kez gitmiştim o sokağa
bir
kez almıştım tüm dünyayı
çitleri
ve çemberleriyle koynuma
yosun
kokusu vardı ve cümle renkler
ve
çok eski o sözcük ağzımda
ancak
mırıldanabildim pas!
çünkü
ellerim vardı ölümü andıran
iki
beyaz kuşun göğü yarması
son
kez olduğunu bilerek
öyle
sıradan öyle sakin
gövdelerin
boşluğa çarpması
bir
kez görmüştüm yalnızlığı
soluğu
kesen gözleri vardı
hızla
çarpan kalbi durdu
söğüt
dalı boynumu öperken
şimdi
soruyorum gece biterken
kaç
eli var bu sabahın
kaç
parmakla sayar beni
çünkü
ben gizledim sayıları
evlerin
avlularına, unutulsunlar!
sirenlerin
şarkıları da bitti
beni
denizlere çeken o tiz ses
şimdi
kimin sesi…
Cevahir Bedel
ZERDEÇAL!
ey
biliciler, şiir yapıcıları!
her
yere en önce varanlar!
ağır
dizeleriniz, görkemli sesinizle
yüzlerde
kendinizi aramanızdan
tanıyorum,
hançeriniz kağıttan
kıvrılıyor
gerçeğe daha dokunmadan
gürültünüzden
duyulmuyor
kalbimin
atışları,
ey
karaya meyl eden deniz kuşları!
sezilmiyor
yönünüz kanat sesinden
çığlığınız
derin hem de çok derin…
uzun
yollara benziyorum
kaçtıkça
kısacık bakışınızdan
döküyorum
durmaksızın kabaran
dalgalarıyla
sarhoş gölünüze,
ne
varsa elimde avucumda.
balıklar
yaşayamaz biliyorum
yosunlar
çalılaşır, sazlık desen!
kalınlaşan
sular düşünürüm boyuna
zayıflayan
ruhunuza inat. ellerim
geçer
gövdenizden, kum…
ne
çok söz vardır kursağınızda
ne
çok sevda… durup durup
yinelersiniz
eski alışkanlıkları
kıvraklaşır
kollarınız
diliniz
peltekleştikçe
acılardan
söz edersiniz şehvetle
bir
kez bile koynuna girmeden
o
kutsal gelinin, ağzınızda kayganlık…
ipeğimi
sarıya boyarsınız, zerdeçal!
uzağınızdan
geçerim korkuyla
siz
öyle büyütürken gözlerinizi
ıslak
diş izleriyle, kirli kahkahalara
ufka
bakarken yeni bitmiş gecenizle
yüzünüzde
sahte bir dağılmışlık
yavaş
yavaş incelir içimde karanlık
uzar
uzar uzar kuyulara ipim
yan
yana yaslanmayan ağaçlar
gide
gide unutulan eşikler mi dersiniz,
sandalyeler
hatırlar, ahşap masalar
havada
dönen İnsan delisi kuşlar
kendinizden
hiç çıkmadığınızı!
izlerim
usançla havada dönen
parmaklarınızı,
kendinden emin!
dünyada
olmaktan vazgeçerim
körlük
büyütecini diker üstüme
kımıl
kımıl, bir yere sabitlenmeyen
coşkunuz,
siler önüne ne çıkarsa
aç
aç aç nehirler gibi…
kırık
bir sabahla
sesinizin
dengeye gelmesini beklerim
usul
usul soğurum bu meydanda
taş
taş taş olurum…
Sincan İstasyonu, Mayıs-Haziran
2013
Cevahir Bedel
SÖZ TOPLAYICISI
uzaktan
geldim, sabah uykularından
söz
toplayıcısıyım, öyle derler
ellerimin
kesiği ondan
yüzümdeki
gizli karanlık…
tarlalardan
geçtim, kasabalardan
doldurdum
içimi tozlu kelimelerle
kuru
otlarla, yavan sevgilerle
damarlarımdaki
kanama ondan
yüzümdeki
gizli karanlık…
hayat
baktı içimdeki boşluğa bir süre
uğurlar
ola dedi uğurlar ola
durup
durup kendimi çağırmam ondan
yüzümdeki
gizli karanlık…
cümle
kapınıza geldim, geçip uykulardan
narin
kırımlardan, balyoz ustalardan
söz
toplayıcısıyım, öyle derler
sözü
kınında koymam ondan
yüzümdeki
gizli karanlık…
“Cevher Kapısı” adlı kitabından
Cevahir Bedel
AKLIN SEKMESİ
açınca
kendiliğinden kanallar boyu kavisli suç
yaprakları
damarlı ve bir o kadar nefti,
toplamak
gerek ev içlerini, kapı önlerini
geldik
gölgemizle fazlı darı’ndayız şimdi
bize
gelince daraltır güzellik ilk hecesini
kuyusu
derin ve bir o kadar siyah,
geldik
içimizle yusuf sureti’ndeyiz şimdi
açılınca
kendiliğinden şehir önlerinde günah
ırmaklar
boyu bir garip korku aklın sekmesi
o
zaman dağıtmak gerek vahdeti, zavallı vahdeti
geldik
gövdemizle mansur teni’ndeyiz şimdi
bizden
çıkınca genişler ömrün kırlangıç diyeti
kurulmuş
divanlarda sabırla ölçülür şiirin kafiyesi
toplasak
da bitmez yanık döşleri, yanık döşleri
geldik
ahımızla kerem sözü’ndeyiz şimdi
“Gece Yanığı” adlı kitabından
Cevahir Bedel
*Şiirler Cevahir
Bedel’in izniyle yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder