10 Eylül 2016 Cumartesi

RAMAZAN AYDIN



(8 Mayıs 1988, Zonguldak - )

Atatürk Üni. Kimya Teknolojileri Bölümü’nü bitirdikten sonra, Cumhuriyet Üni. Fen Fakültesi Kimya Bölümü’nden mezun oldu. 
Şiire ilgisi lise yıllarında başladı. Şiirleri Akköy, Caz Kedisi, Hayâl, Karahindiba, Kıyı, Kurşun Kalem, Mavi Yeşil, Sunak, Şehir, Şiir Dalı (e-dergi), Şiiri Özlüyorum, Temren, Temrin gibi dergi, fanzin, gazete ve eklerinde yayımlandı.
Ödül: 2010 yılı Memet Fuat Genç Şiir ödülü’nde seçici kurul tarafından dosyası Yasemin Orhun, A. Orçun Can, Özgür Asan, Atacan Öztekin, Nüket Cansın Ünver, Cihan Barış Budak, Serap Aslı Araklı’nın dosyaları ile birlikte “övgüye değer” bulundu. “Şairi Meçhul Cinayetler” adlı dosyasıyla 2015 Ali Rıza Ertan Şiir Yarışması Başarı Ödülü’nü aldı. Bu dosyası “Taşın Kavmi Yok” adıyla yayınlandı.
Yapıtları: Şiir: *Taşın Kavmi Yok, Şiiri Özlüyorum Kitaplığı, Nevşehir: 2016 * Yıldızlar Açtığında Gözlerin Çocuk, Klaros, Ank.: 2019.

*27 Nisan 2020 tarihinde güncellendi.

Şiirlerinden Seçmeler:

AÇTIĞI GÜL KAVGANIN BURCUNDA

I.   
Şiir öle devran döne
Gör o vakit zulmün bayraklarını
Kan eğirir gözleri yurdumun

Bir halk geçer içimizden
Gürül gürül sevdaya uzanıyor dalları
Üç öğün sofrasında ekmeğinin adı
Ölüm

II. 
Ola ki yakılmıştır meydanlar
Barikatlar büyür geceye
Bize kalır acısı yenilginin

Nefes almayı bile kurşun sesine denk getiren
Ağzı türkülü çocuklar gömdüm
Şiirimin içine

III.
Bir keresinde öptüm sokağı
Taşın nimet olduğunu bildim
Sürdüm sapanıma umudun bin rengini

Ölürsem, namerdim!

DAĞMESELİ

Hâlâ emzirir gözyaşlarıyla
Toprağı annem…

I.    Dağa sormalı acıyı dönmeyen oğullara

Çok denenmiş bu konaklarda ölüm korkusu
Öyle yer etmiş ki kalplerimizde zaman
Dilini yitirdiği söylenir çocukluğumun
Tevazu göstermeden dikermiş gözlerini dağa
Hangi kurşun deştiyse oğlumu düşüvermiş kirpikleri suya

II.  Dağa sormalı acıyı köklerinden incinen toprağa

Elinin tersiyle ayıklanmış gölgesi varlığından
Bir müddet yarasından anımsamamış kimseyi
Süratle öpmek için dağın merhametinden
Yazmasına takılan kelimelerle örmüş kaderini
Nasıl sevebilirsin tenine sokuluyorsa inkâr

III. Dağa sormalı acıyı tez çiçeklenen umuda

Böyle ağardı rüzgâr arşınlarken gövdemi
Tıkır tıkır işliyordu zulamda efkâr
Namluya sürmüşken mıhladın cesaretimi
Ben haylaz bir düş derme çatma bir dua
Uğruna terk edilince yaktım gülümsediğin cenneti

IV. Dağa sormalı acıyı eskiyen bakışlarına Tanrı’nın

İnsandan olma insandan doğma bu kan
Her ölüm için bir işaret bıraktın, sofrasına aklımın
Afiyetle doyurdun toprağın nefsini ki;
Kim şikâyetçi olsa birazcık hâlinden
Dağ ile korkuttun küçücük kalbimizi

FİLİSTİN ASKISI

Ah! Kör çağ, kanın emzirdiği garabet

Geniş avlularda daralan gökyüzü
Ve kudretinden sual olunmayan hikmet

Kalbe eza diye muştalanmış bahar
Yitirmiş marifetini gözlerindeki efsun
Ayak diredikçe yaşama, kırılıyor kabuğu ömrün

Denedim duvarları kafatasımda zonkladı ölüm
Sayıklayarak öğrendim, devletin bekası için gerekli zulüm!

İşte bileklerim kökten uca teslim
Dengi değil hiçbir varlık bu korkunç cenderenin

Ölçtüm sesimin derinliğini, acıya hürmeten
Kapandım kitaba basireti bağlanmadan dilimin

Sana sığınıyorum Tanrım kemiklerimin gürültüsünden

GÖLGESİNİ ARAYAN RÜZGÂR

Geceyi üzerime iyi kıl,
Çok korkuyorum sıcaklığını yitirmekten…

Bağışla beni! Kabul et!

Esirgeme bakışlarını bu dağ başından
Acısı bedeninden büyük olduğu için,
Toprağı terk eder oldu çocuklar

Bu hududa erişmez gök rahmet bir yere kadar
Havasından mı suyundan mı bilinmez
Daha doğmadan unutulduk insanlığın haritasından

Aldırma kaba saba yürüyüşüme yol yordam bilmez bu dil
Öyle afili elbiselerim yok her güne uygun her yalana bitişik
Ve inanır mısın abi kimsenin ayağı takılmasın diye
Bütün taşlarını temizledim kalbimin

Oldukça iyiyim şu ırmağı saymazsak kendini geçmek konusunda
Yemin olsun bir kerecik incitmişliğim yok ekmeğin kokusunu
Narın cilvesini de bilirim dikenin avuçlarımla kardeşliğini de

Ekseriyetle akşamüzeri inanırız Tanrı’ya
Ustaca saklanırız ahşap kapıların arkasında, önce kadınlar ve çocuklar
Boynumuzda ki muskayla savuştururduk ölümü tesir ettiği kadar

Çileye hamdolsun, belâya minnet, kötülüğe takdir!
Hiç eksilmedi ömür hanemizden yoksulluk ve eşitlik
Ve inanır mısın abi üzerine alınır diye
Kimsenin önünde iliklemiyorum ceketimi

Bağışla beni! Kabul et!

HADİ TOPLA OYUNCAKLARINI GÖK DELİRMEDEN

I.   

İncitmek istemezdim zırhını,
Dev paletleriyle çiğnerken toprağımı dünya!
Senin uykuların güzel, benim ekmeğim kanlı…

Seyir zevki yüksek ölümler kustu haber bültenleri
Rezilliği milyonları aşan gazetelerde manşetlere taşıdık
Bir çocuğun akıl almaz cesaretini

İtinayla tıkamıştık kulaklarımızı insanlığa
Ve daima teğet geçsin diye kalplerimizi zulüm
Kaldırmadık başımızı kuş tüyü yastıklardan

Şiddetle kınayarak doyurduk memleketi
Yürüdük akın akın alkışlar eşliğinde
Şarlatan bir iman yarattık, hiç kimse inanmıyor özüne!

II. 

Fotoğraflarda kaldı gülümsediğim zaman
Kurşun ekiyoruz geceye, yağmurlu ve telaşlı
Anneme üç gül değmiş üçü de kanlı…

Hava ne kadar ağır, zaman nasıl huzursuz etimde
Çeliğin gürültüsüyle ağarıyor gün
Vaat edilmiş ya topraklar sür atını heybetle!

Burada durmayı bilmiyorum kanın eşiğinde
Duvarları yüksek bir gökyüzü istiyorum Tanrım
Uçurtmalarımdan başkası sokulmasın içine

Beşiklerin gıcırtısından kesildi umudumuz
Tel örgüler batıyor karanlığın ağzına
Acının yokuşunda diz çökmüş saçlarımı okşayan rüzgârın

III.

Oysaki bilirdi kuşlar, yeni yetme sapanlarıyla
Ülkelerini savunduğunu çocukların
Secdeye vardığımda işittim rahmanı, seccadem kanlı…

Oğullar yetim, babalar köksüz yanmıyor şehrin ışıkları
Dualar sessiz, feryatlar aciz durmadan kendini yontuyor ağrı
Evet, başımı önümde tutuyorsam ellerimin yokluğundandır!

İzle, siper al ve öldür* dilin makûs tarihi
Sırtını sıvazladıkça genişliyor karnı
Bire bin veriyor bu topraklarda şarapnel atışları

Ey halkım dirildiğin gün kefareti ödenecek Ah’ın
Yeniden inşa edilecek kanatlarımda sevda
Belki de korkmadan ilk defa öpeceğim yanaklarımdan

*Ehud Barak tarafından çocuk izleme ve öldürme operasyonları için verilmiş emir.

TABUTLUK

I.    Gözlerim alışık değil zamanı çürütmeye
Bilirsin yıkamam aklın zilletini
Köhne bir yüz bulsam ufacık bir tebessüm
Geceyi alıp kollarıma sallardım beşiğini

-Yırtılan ten, kanayan diş, geberen insan!

II.  Yüksek sesle tekmil verilecek tanrının huzurunda
Direnci kırılıncaya dek yutacak pisliğini
İkinci bir emre kadar duvarlara talim
Kaç bin voltluk ampullerle aydınlattık içimizi!

-Kime uzansam yok kimi beklesem gitmiş 

III. Yasladım başımı uzak mevsimlerin kokusuna
Çabucak toplasın diye meyvelerimi çocuklar
Sarkıttım dallarımı saçlarının harmanına
Bir vakitler kuşların yurduydu bu dağ

-Tesellisi kalmadı ömrümün gözlerinden başka

IV. Acının lisanı yok kalbe düştü mü cemre
Yoğrulmadan kıvama gelmezmiş fikir
İlişmeyin yağmura dökülsün perde perde
Ateşi solumadan ölmek bilmezmiş kibir

-İmanı kavi olanın niyeti düşmezmiş derde

V.  Ahlâktan yoksun adalet, devrik düzen
Kula kulluk için yaratılmış kuşkusuz ülkem
Hakikat sümen altı, kol geziyor iftira
      Selam vermek dahi suç teşkil ediyor hukukta

-Azabın sonsuzdur kilitli kapılar ardında

TANRI'YA MEKTUPLAR

l.
belki sonsuz olur kuşların sabahı
göğün perdeleri aralanır dikkatle
tanrı’nın kalbini gösterir zaman
kaos, cinnet, savaş ve kan
bitmeyen bir döngü aklın azabında
tasarlandığından beri insan

ll.
şu halime bak, gör marifetini
sıkışıp kaldım çöplüğünde kederin
bir sevdaya hileli, bin ah’a muzdarip
yonttum, hiçe saydım kemirdiğim düşleri
yüzüstü kapaklandım kazıdığım çukura
insaf et ey sahip reva değil kuluna

lll.
bu kusursuz nizam takdire şayan
usta işi bir yalnızlık çıkardım yaşamaktan
dipdiri, sapasağlam
vicdanı kör, ruhu satılık, sözü zorba
işte böyle başladı inkârı dilin
tanrım, sana da kalmaz bu dünya

TAŞIN KAVMİ YOK

Taşın kavmi yok
Kalbimin de öyle

Barındım toprağın koynunda
Kaç asır yaralı bereli

Gücenmedim insanların öfkesine
Yeri geldi atıldım en uzak noktaya
Yeri geldi sınandı suyla cesaretim

Bitmedi göğün rivayetleri:
Recmedilen bir kadının çığlığında gizliymiş
Büyüdüğüme dair ilk kanıtım

Adımı sıkça duyduğum olmuştur Babil’den, Asur’dan
Doğrudur, bir üst basamağa çıkmak için yontulduğum
Yüzüm bir kat astar, acılarımı ezberlemek üzere unutulmuşum

Bağrıma çaldığım günden beri kokunu
Çekiçle dağıttılar, iştahla kardılar yokluğunu

Tükendim, ağır ağır üstlendim suçumu

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder