(24 Mayıs 1991,
Konya - )
Konya Karatay İlköğretim Okulu’nu, Cemil Keleşoğlu Lisesi’ni bitirdi.
İlk şiiri Araf dergisinde yayımlandı. Şiirleri, öyküleri, yazıları ve
söyleşileri Ankara Edebiyat, Çalı, Karagöz, Kıyı vb. gibi dergilerde yayımlandı.
Ödülleri:
2008
Yılında Gonca Dergisi’nin düzenlediği öykü yarışmasında dördüncülük aldı.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
& Kemik Yasası
Şiirlerinden
Seçmeler:
ACZ-İ YET/İM BİR / İNCE İSYAN
Gözlerim kızaran
ufukların avucunda
Korkunç dualarıma
gizledim günahlarımı
Dişlerimin yarasını
biledim mabetlerde
Yağmur ıslatamaz
benim nefesimi
Kokusu siner çorak
iklim sefalarının
Çakalların
soluğunda parçaladım
Gardiyan bileklerinde
Pandora kutusunu
Yusuf’un en saf
haliyle uyanırım her sabah
Damarlarım çekilir
akşamın göz çeperlerinde
Yer alır Afrika
menekşeleri göveren dudaklarda
Mızrak saplanır her
sabah ruhumun onulmaz yarasına
Ben kefenin
beyazlığında suçsuzluğun arifesinde
Firavun
saraylarında uyanırım her sabah
Meryem’in kanayan
tırnaklarında görünür
Kiremit kızıllığı
düşmüş en uysal geceler
Dilim dolaşır
karanlık gecelerin susuzluğunda
Suru bekler,
nefessiz İsrafil’in dudakları
Siper edip çamura
bulaşmış göçebe konaklarını
Aynalar yansıtır
ölümü her sabah
Serin gecelerin
hoyrat rüzgârları vardır yüzümde
Hera’nın gözlerinde
duyulur sürgün ülkelerin çağıltısı
Kaldırımların toz
kokusunu çeker yalnızlığım
Yorgunluğumun
gölgesidir yarasa kanatları
Kadınların
söylediği bu şarkılaradır sarhoşluğum
Çapaklar düşmüş
gözlerime vurur yıldızlar
Nazarımın uçlarına
düşen sis perdeleri, nafiledir
Ayın gürültüsü
düşer meczubun göğsünden geceye
Saçlarım uzar
güneşten arta kalan zamanlarda
Örümceklerin
pençesindedir habersiz mağaralarım
Çöl bedevilerinde
görülür ateşe verilen büyüler
Nefesim tutulur
sarışın rüzgârın kuzey perisinde
Hırçın dizlerim
çözülür mavi gömleğinde güneşin
Kırılgan şafakların
ihaneti gizlidir masallarda
Paslı bir tat
bırakır gülüşmeler dudaklarımda
Çocukları vardır
kandille uyanan çarşıların
Deniz fenerleri
düşer sonbahar yapraklarına
Ay tutulmalarında
ağartır tenimi çürümüş yanlarım
Ayaklarıma iner
tunç yağmurlarının susuzluğu
Solgun bir
gökkuşağı belirir mercan kuşlarında
Karıncalar öcünü
alır esmer dalgalardan
Sağır yamaçlardan
ter kokusu yığılır göğsüme
Heybeler alır
götürür rengini karabataklardan
Yorgun atlar
perdesini kaldırır küçük kızların
Yusuf’un en saf
haliyle uyanırım her sabah
Şövalyelerin
duaları vardır asma yapraklarında
Cellât yüreğime
saçar zehrini inanç ordusundan
Doğum sancısından
dem vurur boş sokaklar
Kumsallarda birikir
eşkıyaların somurtkan türküleri
Serin meltemler
fısıldar kulağıma askerleri kuşkunun
Firavun
saraylarında uyanırım her sabah
Kıyı, Sayı: 204, Eylül-Ekim 2008
ACZİ YET / İM İKİ / AĞRI VE ÇIBAN
Taç yıldızları
hayallerin ıslaklığına hapsettim
Süvariler örter
paydasız isimsiz bir mihrabı
Tırnaklarımın düşen
nefesiyle üşür kurtlar
Yırtılan sinirlere
soyulmuş bir yangın düşürür
Mermer savruldukça
düze, bulutlar solur kuşları
Hışımla gelen bir
sel çıkartır, bütün evhamların öcünü
Doğumsuz bir kandil
ışığı bütün rüzgârı sırtlar
Ruhsuz bir tebessüm
ardında sarışın şehirler bekler
İsyankâr bir
kördüğüm yutar mezarımı
Bir ala geyiğin
dişleri dolar vaat edilen topraklara
Kısık bir lamba
gibi parçalanır önümde incili düğmeler
Ağaçların
kıvrımları akseder keskin bir sayrıya
Yalın ayak bir
kartal kanatır akşamları
Kadınları boğar
özgür ve yiğit bir ağrı
Parmaklarımdan
sağılır tüm zehri göklerin
Hissi büyür
eklemlerde bir ince kelebek ağzı
Zapt edilemedikçe
şah duran bir at akar içimden kırık şişe gibi
Köpek duruldukça
yarılır değer biçilmez ışığıyla
Açılıp kapandıkça
örter ürkek sesini alımlı ve tombul kuzuların
Çırılçıplak
heykeller bırakır senin ardında rıhtımlar
Çekirgeler gizli
çekmecelerinde saklanır bir yelkenlinin
İndikçe taşlara
yapışkan bir bebek sureti dağılır titreşim korosu
Yüzüm sökülür
kaşlarıma saplandıkça sapanlar
Kalınlaşır cezbe ve
humma, pazılarına gecikmiş bir yumurta asar
Ayna gibi kesilir
ıstakozlar, bir boşluktan bir başka rüyaya dalar.
Tenimi yaralar,
ağlayan bir adamla filiz veren tırpanlar
Kuyular kararır
gözlerimde, ağladıkça kıpkızıl bir hayvan yatar
Saçlarım kin kusar
meyveleri sığmaz bir kuşa
Yumuşak
çizgileriyle ürpertir kadehler içinden arılar seslenir
Bir hançerin
büyüsüyle inşa edilir yürekler
Mağaralar açar,
göklere doğru uzun hıçkırıklar
Bir gölgeye eğer
vurur bir ter düşünce çorak toprağa
Örümcekler düşer
gemiden toprağa aydınlatır maziden bir kökü
Tilkiler gözlerini
düşürür kadın bağlandıkça şarkıya
Zehirli bir gem
vurur dudaklara kalabalıklar
Yosunlar ürer birer
birer geç kalmış her mektupta
Bir anıt gibi
yükselir içimde bir başına başaklar
Kediler uzar
burçlara doğru, kemikler serin bir rüyayı örer
Kızları kendine
bağlar yırtılan bir balık, ruhumda iki eli
Sıratı andırır
yanağındaki bir tüy, ince ve keskin uçurumlar
Tenhada suyu kesen
bir tarih, damarlarım ve kuruyan nehirler altında
Kör bir makas gibi
parçalar beynimi dilsiz güvercinler
Derilere işlenen
bir görüntüdür kurşunlanan ölüm, sır mahşerde
Filler kusar
kehanetlerini, kayalar aydınlanır peydahlandıkça eller
Balıklar suları
yakar gözbebeklerinde kaynar bukağılı bir aşk
Fişekler patlar
besledikçe aslanların sevimli ve gülünç yüzünü
Küçüldükçe saralı
bir ağız dudakların boğar memelerinden bir sürüngeni
Karnından kapı açar
bir ölünün tırnakların ve babüsselam
Bir haydut koşar
dikenleşir, sarışınlaşır, koştukça erer huzura
Ve o zaman bir
soygun şarkısı dilimi çözen nemli taşlar altında bekler
Kıyı, Sayı:
204, Eylül-Ekim 2008
ANTİK MEZAR
Gömleğime düşer kan
yortuları
Aziz tapınakları
Şiirsel ayinler
Karıncaların kambur
sırtları
Yerebatan sarnıcı
Ve esir şehir
İstanbul, kızıl göller
Fetüsün gözlerini
okşayarak
Göğüs serüvenine
abanırken rüzgâr
Aşkın ziraisine
rençperlerin kollarıyla atıp denizi
Çirkinlikleri
gizlerim
Gözlerinde
burkuldukça zırhlı çizgiler
Antik mezarlar ve
Fırat’ın Dicle’nin
suyunu damıtmadan kafamızda
Mezopotamya’yı
Yağlı
düşüncelerinden arındırıp
Karanlık mağaralara
gizleyip göğüs vadini
Göğüs vadini
Ve teninin sıcak
yanlarını tutup
Ayın kanını içerim
bulutlardan
* * *
Dinsel bir
ateşlilikle sunarım sana aşkı
Karanlık ruhumda
dilenci serseriler
Bu şehrin akşamları
Süvariler
Yağız atlar
Zaman kürekçileri
Zaman çeşmesinde
yıkayıp dilimizi
Esmer yârin zenci
dudaklarına yapışıp
Ürdün’ü beyaz
gölgelerle fethedip
Şahmeran
Yedi başlı ejder
misali
Gümüş yağmurlar
dökerim bu şehre
Sevgilileriniz için
suyu kurutup
Kâğıtların
simyasını bozup şeytanlar
Kâğıtlar yontarak
bu ölü bedene
Heykeller süslerim,
şiirler
Zeytin dalları
* * *
Göğe soyut resimler
çizer
O ilkel sesleri
kaplumbağaların
Modernize
köleleştirilmişlikleri
Yaban eriği, kuş
tüyü, el tırpanları
Öfkesine gem
vurarak denizin
Limanların
ıslaklığına hapsederek toprağı
Göz kapakçıkları,
yıldırımlar
Taş kulelerin
meşalelerinde, kırmızı aynalar
Beyaz bedeninden
kurtuluş, yarasalar
Kudurmuş ahlak
bekçilerini kemirir
Yükleyip
sarhoşların omzuna masalları
Yanardöner
kelimelerden sığınarak göğsüne
Sineme yaslayıp
simsiyah saçlarını
Kanlı bir
kargaşadan koruyup gövdeni
Ney gibi üfleyerek
parmaklarını
İnce parmaklarını
güneşe hapsedip
Mevsimin efsunlu
saçaklarına sığınıp
Serçelerin ölümcül
yanlarıyla inleterek gökyüzünü
Çiçeklerin zehirli
yanlarını sağıp söğüt dallarında
Şaha kalmış
dalgalarda kar suyunu kalbe dökerek
Kavimlerin
çadırlarına saklayıp destanları
İlkel bir sevinç,
heyecan ve mor lekeler
Göz kapakçıkları,
yıldırımlar
Zerdüşt’ün bize
bıraktığı ruhumuzda
Yılansı devinimler
Devrimler
Sapan yapan
çocuklar
Avuçlarında süt
yüklü ağaç dalları
Kudurmuş
sevgilileri dervişlerin
Avuçlarımdan
beslenen akrepler
Çöle vurgun
yalnızlığım ve
Çöle gölgesi düşmüş
tanrılar
Gırtlağımda rutubet
kokan kelimeler
Karanfil
tomurcukları hücrelerimde
Benim sürgünüm
kurşuni bir secdeye
Ateşten kopmuş
yüzümde bir ölüm ürpertisi
Dirilişi başlatarak
kadınların ellerinde
Şafağı daha uzun
tutmak için
Zamanın kılcal
damarlarında
Kadınların
kaşlarında aşındırarak kızıllığı
Ve güneşi boğarak
Kırmızı kadehlerde
***
Şehrin gümüş renkli
aynalarından korkmuş
Ürkek bir güvercin
kanadı gibi
Rüzgârın kulaç
attığı dağların eteklerinden
Ruhuma yaslayarak
dolunayın sesini
Aşina şarkılar
söyleterek kadınlara
Kutsal bir yıldız
bulup
Pusulamı katlayarak
Soysuz şarkılar
bestelerim yalnızlığına
Dinsel bir
ateşlilikle sunarım sana aşkı
Hergele ruhumda
dilenci serseriler
Kıyı, Sayı: 204, Eylül-Ekim 2008
KIRKİKİNDİ
Bir bulutun yaslı
gözleriyle sevdim
Toprağın yağmurla
sevişmesinden kalmış gebe taraflarını
Kocamış bir bulutun
rahminden göbek bağını kopartıp
Delişmen yağmurun
coşkusunu…
Bir bulut
kırbacıyla…
Kırkikindi
Güneş asasıyla kör
mısraları döver
Zemheri sıcağına
tutulmuş vebalı yüreğimi tutup
Aşkı bir meczubun
göğsünden emdim
Ölümü tekmelerken
ruhumda şeytani dilim
Kangren
kelimelerim, nasırlı
Bir avuçluk kan ve
et yığını
Saçlarının kızıl
diplerine kapaklanır
Vahşi ellerimden
üşüyen cenin
Semavi bir taç gibi
düşer saçlarına
Taraçasız
gök-yüzümden
Bakır rengi
dudaklarının ıslaklığını
Şahdamarı gibi
keser
Köküne ihanet
düşmüş dallar
Pençesini savurur
üzerime ölüler
Sen uykuya
daldığında
Tanrıya yaklaşırsın
Koyu bir itiraf
sarar bedenini
Benimse cehennem
uykusuzluğum
Sırtlan yüzlü
büyücüler gözler yolumu
Kambur dudaklarında
Martıların diş
izleri vardır
Çengilerin kirli
gözlerinden alıntı
Balıkçı ağlarından
çekilen bir güneş kadar
Alnımda Sezar’dan
kalma bir buhurdanlık
Gerçek kaşlarını
çatmış bir Tibetli
Kanlı çiçeklerden
bir anne
Rengârenk bir kadın
yüzü doğar göğsümden
Umarsız göğsümde
bir gelin çiçeğidir güvercin leşleri
İsli bir duman
yığılır hafifçe bedeninden göğsüme
Yıkık sarayımı
bırakıp
Atlas bir vadiden
geçerken
Şehrin ter kokulu
omurgalarından
Gözlerimin
çukurunda rakkaslar
Pervasız bir sancı
ve sağır topraklar
Kanlı toprakları
güdebilmek bir çobanın bileklerinde
Buğday başakları
gibi eteklerime takılan
Sarışın bir
yalnızlıktır sevi
İçimi kemiren loş
bir tortu
Kıyı, Sayı: 204, Eylül-Ekim 2008
KORKU
Ben bir zamanlar
bir korkuydum
Tayların karnına
dölden önce düşen
Ki o taylar
sonraları soyunmuş olarak korkularından
Gece havaleli
çocuklar yüklenirdi
Ve bir başka ağızdı
yağmur talveklerde
Bir yanı şenliklere
açılan
Ben, bir zamanlar
güzün soluğuna yatırılmış gibi saçlarım
Renklerle birlikte
dövülürdü, geçirdikçe dişlerimi jilete
Koynuma
yatırılmıştı buzullar, meteorlar, çavgınlar arasından sınanarak
Sendeleyen, düşen,
yeniden sendeleyen sonra ağartan kendini sevimsizce
Ve o zamanlar ki
içimde kamyonlarla kanırtılmıştı merak
Bir zamanlar
duvarlara yazılırdı sevgililerimin adı gürültülerle sonra unutulurdu
Kudüs bir
yorgunluktu
Ve ben gizlice
gizlice gözlerdim Meryem'i
En temiz haliydi
aşk ve acının
Ama bir gece yolumu şaşırdığım zaman
Ve tüm ahali
kapısını taşlıyordu
Ben bir zamanlar
bir korkuydum
Adım bir adım önce
gelirdi soylu yasaklardan
Çiçek veren
yerlerim, feyizli yerlerim, gece ve gece
Kalkanlar kuşanarak
yüzümün bir yanından
Ben bir zamanlar
bir korkuydum.
Kıyı, Sayı: 204, Eylül-Ekim 2008
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder