Dicle Üniversitesi Resim İş Öğretmenliği Bölümü’nden mezun oldu.
Mardin’de bir ortaöğretim kurumunda Görsel Sanatlar Öğretmeni olarak çalışıyor.
Artuklu Üniversitesi Kürdoloji Bölümü’nde tezsiz yüksek lisans yaptı.
İlk yazıları Yeni perspektif isimli internet dergisinde çıktı, ardından
Kulp Haber Gazetesi, Batman Postası, Silvan Sesi gazetelerinde köşe yazarlığı
yaptı. Şiirleri ve yazıları Esmer, Mardin
Time, Muaf Şiir, Ötekisiz, Sınır vb. gibi dergilerinde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
& Sesimi Yuttum Önce (2016, Hel Yayınları, İst., 128 s.)
& Esmerê (Kürtçe, 2016, Hel Yayınları, İst., 64 s.)
Deneme Kitapları:
& Sandık Tozu (2010, Ava Yayınevi, İst.)
Şiirlerinden
Seçmeler:
ANLAR
KİTLESİ
kendisiyle beslenen bu ben
acıkmaya korkak iştahlı
ikimizde yaşlıyız artık anne
ikimizin de kırışıklarını aralayacak kız
çocukları
arkadaşız artık doyasıya sarılabilirim sana
hep pasta koksun istediğim o ellerinin
acısını gizlediğin sargı bezleriyle
kaplandığını
o aralıkta neler biriktirdiğini biliyorum
ben de susuyorum artık anne
içimde gözyaşlarından şehirler büyütüyorum
her çocuğunla açıktaki o kalbin
nasıl tartaklandığını ve yorulduğunu
seni küçümsediğim
kızdığım
kınadığım her şeyle sınadı beni hayat
eli yüreğinde çocuklarını beklemeyi de
haksızlıklara uğrayıp görmezden gelinmeyi
de
hakareti yutmayı da yaşadım
giderim deyip gidememeyi
kalgınlığımda küskün ve mutsuz olmayı da
sonra o kadar çok kimsesizleşip
içimdeki huzursuz o anlar kitlesiyle
anılarıma sarılıp kendi kendime konuşmayı
da
geceler boyu duyduğum gözyaşlarına nasıl
öfkeliydim
kızdığım her şeyle sınadı beni hayat
zaman dudak büktüğüm her şeyin intikamcısı
ne eskiye dönüp af ettirebilirim kendimi
ne şimdi dönüştüğüm kişiye sarılabilirim
duygusal araf verdi sanırken hep alan
bitek sana sarılıp beni afet diyebilirim
ses halini hiç duyamayacağın bir özür gibi
sarılırım sana anne
BOŞLUĞUNUZA
SORULAR
1-
Bilinmezi yazıyorum ben. İstediğim, sizi bu
bilinmezliğin kollarında bırakmak.
Sonucunu, yeteneğiniz ve birikimiz
belirleyecek. İnsanlar öldürüldü bu şehirde,
her öldürülen beden, kendisiyle birlikte
insani olan yönlerini de sildi katillerinin…
Geride; sadece kirli bir boşluk kaldı.
Kendi-kendini güçlendirmeye kodlanmış-çarşaflanmış-bir boşluk- bir tek gözleri
var bu kirlenmişliğin,
Bilinmezliğin bakışları ürkütücüdür,
gözlerinizi alamazsınız, insanlığınız titreyerek durur bu kaosta…
Sadece anları yazarım… Geri dönüşü
imkânsız, artık kendinizin olamayacağınız anları.
Herkes kendi çıkmazına gömüyor ya kendini.
Size gömüldüğünüz yeri gösteriyorum.
-timsah gözyaşları bezeli bir yardım
severlik
-bedeninize kavuşup uyuyacaksınız yerin alt
katmanlarında-onu canlandırmaya çalışacaksınız ya da-En azından ayaklarınızın
olacak, bastığınız yeri hissedip, kendinizi yakalatma riskini yaratacaksınız
Öyle ya eğer yakalanma riskiniz
yoksa.-işlediğiniz cinayetler ne kadar zevk verebilir ki size-
Ya da haklı olduğunuz o duyumsuz tadını –
nasıl-hissettirebileceksiniz?
Muhatabınız yoksa Kime? Neye? tepki
geliştirebilirsiniz ki.
Bu yüzden-izler bırakır insan,
acımasızlaşır, savaşın her türlüsüne tapar.
Boşluğunuza soruyorum sorularımı,
yörüngenizde bir yerlere takılıp, cevap bulabilir diye.
-yankısı bana ulaşmadan tüketen sorular-
Sorular soruyorum bilinmezliklerinize,
canınızı yakamıyorum, keskin kızıl akmıyor kaleminden.
Çünkü siz muhatap değilsiniz. Bense; yaşamımı
netleştirmek için-belki diyerek-çıkıyorum yola.
Yollara…
2-
Yalnızlık, güncesine kaç aşk düşürür?
Yaşanmamış eller, kimlere hizmet eder kaos duygularda? Aynı anda damarlara kaç
beden yüklenirde, hızlanır kalbin atışları?
Yakarışlar, nelerin infazına ses düşürür
delice? Kimler! Kimler kayboluşu kabullenir, tılsımlı içkilerde?
Filizler eker misiniz? Yeryüzünüze… Nasıl
taşınır? Kapalı çantalarda umudunuz…
Kül tabaklarında kaç yüz söndürürsünüz?
Sinsice… Kaç bahar dumanlarla dağılır? Gökyüzüne… Bırakılsa kaç yaşam sığdırır?
İçine gece… Ayaklar, kaç ayda öğrenir? Cam keskinliğini… Damarlar, ne zaman kan
akıtmaz kılar kendini…
Neler yitirilir suskunlukta? Geriye
dönemeyeceğin kaç an kalır? Konuşulduğunda…
Kokusuna bağlanacağı kaç enseye
duyarsızlaşır? Burun… Kimin, öpüşünün tadı ağız boşluğunda sonsuzlanır… Korkak,
renklerin hasreti hangi tuvalde zafer kazanır?
Yıllar, kimlere yağmur akıtır apansız…
Kime? Neyi? Çoğaltır tarih…
Tarih; yazılanların ötesindekileri,
hangi çöplükte barındırır?
3-
Beklettiğiniz kaç şarkı? Zamanı gelince
kendini çalar…
Gözlerinize yerleştirdiğiniz resimler
şehirlice midir?
Toplu iğneler canını yakar mı
panoların?
En sevdiğiniz yalanın yüzü, kimin
repliklerinde dalgalanır…
Köprülerin iki ucu arasında, neylerin
fotoğrafları dökülür…
Zaman, en çok hangi anda kendinden utanır?
Bir daha gelemeyecek olan nedir? Aklınızı
hep yarım bırakır…
Spatül darbesiyle anlatmalı bir ilişkinin
önsözünü.
Kaç kalem? Mürekkebinin gölgesi düşer ki
aşklarınıza…
Açtığınız kapıların eşiğinde, neden? Takılı
kalır ayaklarınız…
Boğazda düğümlenen eski yaraları, ne
yeniden acıtır?
Ömrünüzce öncelediğiniz süre, ne kadar
zamanı alır?
Kimler, yüzünüzün ışık görmezliğinden sizi
tanır?
Dondurduğunuz duygulardaki bayatlama, ne
zaman bir küfü çarpar suratınıza?
Ve cetvellerle ölçseniz yalnızlığı, ne
tutar? Ağılığı, neyle eşdeğerdir yenilgilerin?
Herkes kendi saydamlığını gizlerken,
yağmurda yürüyüşlerimiz kimin ayak izini taşır?
ÇÖL
YAZGISI
o yasaklı şehirde yankılanan silah
seslerinden sonra
soprano bir rüzgar eserdi
yatağın içinde kırbaca dönen hislerle
çizikler içinde kalırdı kulaklarımın
içi
odamdaki kitle kumdan bir yüz
kucaklaşmaya her yeltendiğimde
dökülüyor bedenim
bir çöl yazgısı son kaç yılım
hem her çizgisini ezbere biliyorum
hem hatırlamaya çalışıyorum durmadan
hep tekrar eden bir anı unutmak gibi
unutulmak gibi
unutan da unutulan da ben
yatağımın ucundaki o kaplan gözleri
son kırıntılara buruştururken iştahla
yüzünü
içlerinden birini kaybedeceğini bilen
sürü tek bir beden
suda debelenen koparılan uzuv gibi
bile bile atılır suya insan
kaybedeceğini bile bile çıkar yola
öyle bir çıkar ki hem de
yerinden kıpırdamadan mesela
ölür çırpınır elinde bir anı
çocuğunun cesedi sırtındaki torbada
evine ulaşmaya çalışır adam
toprağa kavuşturmakta zor artık bir cesedi
yükü tüm söylenmişliklerden daha ağır
sözler hiç olmamış olmayı diler bazen
başına üşüşen çakalları kovarcasına hızla
koparıp durur etlerini o avcı
yeniden bombalanır yeminler
kaçak eşya kokusuna karışır
parçalanmış insan ve hayvan hayalleri
hiç hareket etmeden
bir evde bir odada hapisken
çıkar yola insan beklenmedik
yıllar önce seni almıştı içimden o avcı
gözler
ilk yatak ucumda belirişiydi
ilk büyük yaram
baş ucumda kemirip durmuştu gün ışıyana
kadar
o sesleri unutmak için
silmek için kulağımın o deli hatırasını
sağır olmayı diledim hep
evlendirilirken küçük bir kız çocuğu
düğünün sesinde bir cenaze yürütürken
kendini
bıçaklanırken tecavüz edilirken
kaçırılırken
sağır olmayı diledim hep
duymuyor taklidi yaptım
acımdan ölmemek için
ölümümü bekleyen hocanın
dua mırıldanan ağzı gibi
geri dönülmezliğin acısı tınlar durmadan
o yaşlı buruşuk ağızdan dökülen seslerle
o kaplanın kemirirkenki iştahı aynı
ve ne zaman o dua başlasa
o gözler bilese bakışlarını
o sürü suya inse
çöl birleşip tel tel dağılsa
çürük elma kokusu sızlar burnumda
bir halk yine aynı sabaha uyanır
ah! insan hiç hareket etmeden çıkar yola
bazen
hiç hareket etmeden ölür yıllar öncesi
yaşananlara
o odada o kitleyle
çöl yazgısı acı rengi
insan yaşamın içinde koştururken
ölüdür bazen
İNTİHAR
başka kadınlar kokardı babam
şimdi kimi sevsem, annemin babama
öfkesi
beni kurcalar
ağaca asardım kendimi
çivi olurdu sonsuz
göğüslerimden süzülen kandamlaları
çamur kokardı korkmazdım
babamı affedemedim hiç
damarlarım boşalırken
salıncakta kendini sallıyordu bir kedi
aydan düştüm kaç gece
çığlığım da çamur kokardı
yere çakılan bilmediğim
bir et parçasıydı ben değil
beyaz bir gülümseyişe tutuldum da
babamı affedemedim hiç
kendinin seri katili birinin itirafları
acıda parıldar
intiharda
babam küçük bir kız çocuğunu bırakıp gitti
annemin bedeni aslında ceset
ölü bir nehri umarsızca sevip durdum
yıllarca
ağaca asardım kendimi
jilet olurdu aidiyet
kalbimden buğday akardı inanmazsınız
babamı affedemedim hiç
ama anladım
dokunamayacak kadar derin
bir daha kendimi onaramayacak kadar çaresiz
anlamakta çamur kokardı
ağlamadım hiç
salıncakta kendini sallıyordu bir kedi
indirip bedenimi
elbiseler dikerdim çocuklar gibi
PARFÜM
ŞİŞESİ
kulak kuyumuzun derinliği sonsuz
sonsuz içimizdeki uçurum
bir parfüm şişesine hapis edilmiş kurbağa
geziniyor elbiselerimin arasında
bedenim artık orman, durmadan yanıyor
ağaçlar
ben bu yok oluşa gözlerimi adadım
çocukluğumun o malum tadı damağımda
parfüm şişesinde bu kez bir zürafa
elimizde eriyen dondurma külahları
külah mı dedim onlar çukur
eriyor ellerimizde
yüze yüklediğimiz anlamlar değişti
değişti bize ezberletilenler
parfüm şişesindeki yarasa
yeniden okuma yazma öğretiyor bana
geceyi kulaklarımızla görmeyi öğretiyor
içi boşalmış o çaresizlikle
derisini doldurmaya çalışıyor eline geçen
her şeyle
düşen kurşun kovanları martı çığlıkları
gibi
sarhoşun naralarıyla uyanmayı özlüyor sokak
ramazan davulcusunun sesiyle gözyaşlarına
boğuluyor
parfüm şişesindeki insan
yalnızlıktan dilini unutmuş
unutmuş annesinin ninnilerini
ellerinde biriken öyküleri
henüz doğmadığı çocukları unutmuş
vücudunu harf kıvamında büküp sürgünlüğü
anlatıyor bana
toplu mezarları, çukurlara dökülen kireç
torbalarını
kurtlanmış et yığınlarını
kuşların türküler mırıldandığı bedenin
bütün incinmişliklerini
kayıp kelimesi yankılanıyor sokaklarda
yankı odaya dönüşüyor
dedem radyonun başında haber dinliyor
pürdikkat
eşyalar halılar perdeler ve duvar dinliyor
*Şiirler, Hicran Aslan'ın izniyle yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder