ANITANRIÇA
pembe saydam bir balıkçıl düşü her şey
sezdirilmiş ürpertilerden geçiyorduk
incecik aymazlığıydı şüphemin
durmadan düşen ardıma…durmadan
(d)üşüyordum.
dağılan, çıplak akdeniz solosu; üzgün
ömrü en iyi ölüm tanımlar oysa
yüzümün girdabını en iyi susuşun…
tüm köşebaşlarımı tutan yaralarım var
onu en iyi kıyısızlığın,
yırtık resimler gibi acıyan ellerim bir de…
çıkıp gidiyorum
biçimsiz sevmeleri onarmak olsun bu
tutup geceyi basıyorum utanan yerlerime
unutulmayacak bir anıtanrıça olmasın için…
öyle çok şey vardı ki anlaşılmamışı anlamlayan,
geç sevişmelerin gizil özeti bedenimizde…
yıkık duvarlar gibi bakıyordun
delirmiş cümleler gibi
konuşsan
bir lir sesi çarpacaktı sesine
yalnızlığın çoğul ekleri yoktu daha
daha vardı beklenen renk olmaya
ve kalın bir ıslıktı uzaklığın…
ilgisiz kalsam mendilime sildiğim yanlışa
payın olacak biliyorum
bileklerimde yenilen(en) yaşamda.
“Anıtanrıça” adlı kitabından
ANNESİZ ÇOCUĞUN AĞIDI
Gülten Akın’a
bana yuvarlanan bu boşluğun
şımarık tokalar seçtiği saçları
damlıyor küçük uykularıma
soyağacımda resimleri acıyor
annesi dünyadan düşmüş bir çocuk
tutuşan elleri durdurabilir aklıyla
yalnız parmaklarımdadır hasar
bu annemsiz kreş kapılarını
kim onaracak akşamıma
uykusuna ölüm kaçmış çocuğum
durmadan denerim onu karanlık hayvanlarda
çatılarda anneli kuşlar bağırmasa
anne yaparım bebeklerden ağrıma
birikmek bir çocuk hastalığı değilse
anne, jilet kapmış uçurtma.
Akatalpa, Ocak 2010, Sayı: 121
BU ÇARPINTIYI HANGİ ELLE
En geç hangi eve varır uzağını tutamayan
Hangi elin artakaldığı hangisinin dağıttığı
Memleket işi bir koyulukta
Mor bakışlar yürütürler boynuna
Adamı az bakılmış bir suça kaldırlar
Onların hayreti benimkinden lekeli
Ama silerler, büyük silgileri gökyüzünden
Kalbi keskin bir akıl dişi kemirir
Tırmanarak erkekliğin damağına
Kadını çok silinmiş bir rafa…
Bir üzgün kıpırtının aksanı durur öylece
İçi nara kesmiş gül bıçağı, kendinin tanesi
Huyuna yetecek kadar git biriktirmiştir
Aklımı alsınlar. Israrım orada
Bunu söylemeyi kaldırıyor boyuna
Yaşamayışın baktıkları
Evlere gizli büyütülmüş kızlar dualara dursunlar
Damarlarında gül kalabalığı
Tahmin çukuru hepsinin uykusunda
Onların yası benimkinden fırfırlı
Dururlar yine de
Umulmadık yerlerinden
Acılar yavrularlar…
İzdiham Dergisi, Kasım 2009
CANIN ON DOKUZU
bak buramdan başlıyor işte dünya ağrımaya
geziyor geziyor hışırdayarak unutkanlığımda
kendime gökyüzü yapsam beyazlığından
bir saç ıslak kıvrılır uykuya ve ağustos’a
suç belki de katılaşıp duran bir şeydir
katılıp cümlenin halayına mendil sallayandır
sustuğum olmuştur buna masalarda kalışım
çok kullanılmış bir ad yırtılmaya başlamıştır çölünden
akşam derler yanılmış bir sabahtan başlar ay
kokar dolunay kalıncaya aklımda
şiirdir söz teyelinde harf sökülür iğneden
bir firkete bir canı yaraya dokuyunca
Şiiri Özlüyorum Dergisi / Ocak-Şubat 2009, Sayı: 29
ÇEYİZ
Şair kızların çeyizi de sözcüklü
"sevdim kavuşamadım" motifli
serin nazlı bir örtü.
Ara sıra belki
Ruh da istiyor böyle
Parlak satenlerle telaş telaş dantelalar
giyinmeyi
Çeyiz dili umut dili biraz da
Çünkü orda leke bile nazarlık
Aşkın avlusuna serer dururlar
Çeyizimde manolya.
Ünlem, Ocak-Şubat 2004
ÇIBAN
işlek bir cezadır çocukluk bazen
yaralı tanrıları iyileştirmekle gidilen
her uzak kimlik istiyordu ve tekrar
rengi yok çürük bir besteydi ölüm
siyah kedilerin geçtikleri yerde söylenen
ve çürümeye terk dualardı sevgililer;
-dilerim şehir soldursun seni
ısrarla ve giderek ıslata buruştura..
sonra onlar şüphenin kesikleriyle gittiler,
bir takım otlardan, köprülerden/bulaşarak
gömleklerini ve yanlışlarını babalarına giydirdiler
yokluktan sızdırılmış saatlerdik
yaslı bir geçmişi alır gibi açığa
çürümeye terk sorulardı sevgililer;
-o bekar evlerinin sabırsız tüllerini
kaç isli ayrılık benzetecek
ömrün doğusunu üzen bir çıbana?
anı tozları, billur sözçiçekleri,
tafta şarkılardan yapılan gövden
aynada sürdürüyor şimdi
ölü bir roman kişisi olan seni
çarşılar vermeyecek artık
eve kızan çocukların
vitrinlere düşürdükleri tanrının gölgesini
hayal çöktü, su aşındı içimde
korkarım
acı çamaşırıma geçecek..
“Şiir 2000, E Dergisi eki”
HAMİLE
avluları odalardan geçiren duvardı, buradaydı
tutup saçlarımda esnemişti akşam
bu iyi gelmişti saatlere öğle sonlarına
kimi sigaraların dumanından sayılmıştı
içlerinde çığlık besleyen akşamlardandı
bilmediğim bir aralıktan
durgun kokularla dolanmıştı
kanımda bir merak bulunmuş bugün
bir damardan bir menekşeye geçerken, sonra
yarılmıştık ya toprakla beraber
bir ağacın kalbi denese; yeşil..
ne zaman kaldırdım o ruhun yırtığını
gördüm aktığını, dadandı etime
sessizce öğürünce, o büyürmüş bi’yerlerde
hiçlik kıskanarak seyredermiş: korkunç mucize
her kadın kendi yarasıyla döllenir
sudan koparılmış bir yapı döner içinde
ben kaldım
bir sıkıntıdan hamile..
KALAN
Bir akşamı saçmaktan yorulur insan
Örtülere okşanmış koyulukları dinlemekten
Bir yalanı kalmaktan anlamaktan çürümeyi
Kara bir tadı demlemekten uykusuzluğa yorulur
Başladığı her vakte eski durur
Aşk usanmanın taşırdığı
Durmadan bir rahleye yanlış açılmış
Birinin yaşamasına içinden sandallar uzatsa da
Kendine boğulan seslerden olmuştur
Eksik söylenmiş bir kızlıkta kalabilir insan
Bir yanlış göçü gitmekten, acıtmaktan göğünü
İncecik değerken öldü sanabilir duvarlarını
Böylece eğriliği saatlerin tuhaf gölgeleri artık
Tutula tutula yıpranmış bir ay’dır aşk
Gezer ıslanmış taşlıklarında Türkçenin
Balkonlar kadar görülür bir şeydir ağrısı
Ama konuşurlar üstüne memur ağzıyla
Daha denmez bir elin yanında bir elsizlik yazık
“Dize Aylık Şiir Seçkisi, Sayı: 158, Aralık 2008”
KİMSEM
Bana yeni bir aşı bul, yorgun dallarıma
Ben bu avazda yüzümden oldum
Uykulara bağıran resimlerdi duyduğum
Çeşmelerden korkunç şeyler akacaktı bekledim
Şişmiş ölü kurbağalar döküldü çocukluk belleğime
Camlarına değiyorum gece olunca
Beni sayıkla, beni kendine kapa,
bazı kabuslar rüyaya yeğdir,bunu sakla
bağlıyım korkuna karanlığımdan
Küflü bir hafıza kanıyor kovuğumda
Bana ad ver,, zehir tırmansa da uykuna
Durmadan rüyalanan ellerini değiştir kabuğuma
Sular ve odalar aynı alfabenin dilsizidir
Eskimiştir sorulmaktan bazı meraklar
Bozuk ayetler tamircisi bir usta
Yanılmış çaputlar bağlıyor aklıma
Bana kokla, gör bana, sorma
Körpe bir gurbet yetiştireyim ben de sana
Bir ağaç bazen benzer allaha
KUL / LUK
yüzümde bir ağaç gezdi durdu, bir günah öttü dalında
sen bunlara birer şaka gibi davrandın
ben gitmek dedikçe, kal diye bağırdı camilerde adamların
hangi cezadan firardık ki, böyle aşk diye bi’ şeye başladın
ruhumda bir saat işliyor tanrım
beni akşamın en pişman yerine işliyor
durup hayretler dolduruyorum içine, haberin olsun
ben söyledikçe susmayı öğütlüyor bi’ takım kulların
hep yanlış donattım kalbimi evet
yaratmakta olduğun bir yaraya hazırlanıyorum
benim de yasak bahçeler çevriliyor içimde
sesimin tellerinde gecikmiş ahret..
bakarsın kir susar, taş bağırır
benden dünyaya taşar dinlenmiş günahların
sen soruyu sevmezsin, bağışla tanrım
sahi, var mı senin de buraya doğru avuçların?
ORTANCA
balkonda açıp mutfakta solduğum
annesi ve kadını olduğum
sönmemiş kireç kuyusu
artanıyla boynumun böyle ışıklara
saatleri doldurup aktardığım akşamlara
uzandım ve uçtu kiremidi inandığımın
yeşil bir alışkanlığım saksıma
yorulacak bir rüya kalaydım uykunuza
yol diyecektiniz alnımdan budanana
kalmakla toprağın avucunda bir ev süsü
gitmekle saçıldığı yere tohumlarımın
gölgelerin izin verdiği kadarım
duyarım
geçer rengimden tıkırtıları hayatların
Mühür/2009
PÖRSÜYEN
…ankara’yı izmir’e bağlayan devlet
anıyolu’nda olası tüm kazalara…
göndermekle dinmeyecek mektup yırtığı sesimde
sessizlik kent çabuğu bir makasla
dokunsun diye pas hızında diline.
içimin bülteninde yüzün koyu bir manşet…
ses “bekleme yapılmaz” haliyle
dökülünce bir ucundan asfalta
boşlukları iyi değerlendirilmiş
kağıtlar gibiyim elinde…
tersini kullanıyorum susmanın
dokunmayı tersinden başlatıyorum mektuplara
yazarken hep birlikte kokacağız demek
rengini silgilere bekleten yanılma akşamlarına…
şehirler böyle de kapanır adına
keskin bir zarf ağzı
bulunca tut/kal…
elyazını taklit eden
tiz bir vedayı çürürüm ben
yaşamın buz olarak kırıldığı yerde…
pul, yaradır kayıp bir mektubun teninde…
“Şiir Odası, Sayı: 4, Nisan 2000”
ŞANGIRDAYAN YANLIŞLAR
bir tek dura dura sararmış
keskin unutuş kalsındı,
geçilsindi hızla
buruşuk sabahların üstünden
ne zaman
çitlerini geçmek istesem yüzünün
öpülmüş oluyordu mutlaka
nefesi solunmuş binlerce kez
yokuşlar besliyordu omuzlarında, dargınlıklar
günün saçları kısalırdı da
bağıramazdı ellerini saat iki buçuklar
akşam dudakları uzardı lambaların
yine de öpemezlerdi koşullanmış tıpkı’lığı
leke olmayacak kadar büyüktü karanlığımız.
ıslak bir tanrı fotoğrafıydı zaman
rastgele bir tabutluk acısı,
fırlama halinde yapışan ceset kokusu
esirgenen sabahlara.
gördüm ki
eksiksiz bakmak birikmiş iki yanlışa
nefrete düşmenin biçimleridir
sonra derimizdir ihaneti bildikçe büzülen.
artık bütün bitişlerin doygun hıncıyız
şangırdayan yanlışları aralıksız tekrarlamak…
çünkü aşk!
“Anıtanrıça” adlı kitabından
UNUTKAN DOKU
En uyumlu mevsime atardı
Saçının bol kederli urganını
Henüz edinmiştim bu birbaşınalığı oysa
Ben her yolculuğa akşamı ekledim
Sesimin unutkan dokusu bundan kırıldı
Büyük harflerle keserken yolumu italik zaman
Uzak da yorulur uzak olmaktan
İhanet ağrılı yüzünden anlarım
Çiğnediğim yasalarla sınırlı nasılsa hayat
Nasılsa hangi sokağa çıksam yasak avuçların nemi
Yassılmış saatlerinden tanımak günü
Tumturaklı anılardan geçerek; bilenmiş
Kaldırımlar kaldırmaz mı dersin
İki kişiden bir olmanın suçunu
Üzünç ağacıyım; caddeyi bölen
Hep açık bırakıyorum kentlerin kapılarını
Açık kalıyor ömrün üstü nedense
Aşksa sürekli misafir yüzünde,
Benzeyip dururken fotoğraflar şiire
Fakat bulurum açıklarında yiten sorunun im’lerini
Bir ayrılığın orta yerine bağdaş kurarım
Çıplaklığın epeyce kararlı üstelik Yeniden sorumlu olurum
Üstünü çizdiğim sözcüklerden
Seni acele yaşayıp
Usulca anlattım kendime
Düşlem dergisi, Sayı: 12, Nisan 1998
UNUTUŞUN KANATTIR
O kuşu rüyada uçtun mu sahi
Unutuşun bile kanatır seni
Bu göğün tattığı ilk ihanet olacak
Bi’ kanat mıyım orda
Küf miyim tüylenmiş
Yarığında kalbinin biriktir onu.
Bak ağırdır uykusu suyun
Dilin de yarası öyledir elbet
Aksanımı ona uyduracağım
Bu kent elbet dökecek beni
Bağışlanır bir yanımı genişletip açacak
Sen pencere önlerinde üzgün turuncu…
Sıkı bir düğüm vardır elinde
Seyrine yer ayırt
Gözündeki zehrin
Hem bakma bültenlerin intihar dediğine
Aklımın cenazesi
Yarın senden kalkacak
Dize Dergisi, Sayı: 132, Ekim 2006
“Efsunkâr” adlı kitabından
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder