18 Şubat 2014 Salı

ALTIN PORTAKAL ŞİİR ÖDÜLÜ PROĞRAMI

Şiir Sempozyumu 22 Şubat’ta      

       Antalya Büyükşehir Belediyesi - Antalya Kültür Sanat Vakfı (AKSAV) işbirliğiyle 22 Şubat 2014 tarihinde gerçekleştirilecek Altın Portakal Şiir Ödülü Sempozyumu’nda geçtiğimiz yılın ödüllü şairi Şükrü Erbaş’ın şiiri ele alınacak.

Sempozyuma ilgi çok büyük

       Şükrü Erbaş şiirinin ele alınacağı sempozyuma bildiri sunan şair ve yazarlar arasında şu isimler yer alıyor: Ahmet İnam, Ahmet Telli, Akif Kurtuluş, Asuman Susam, Aydın Çubukçu, Aydın Şimşek, Betül Dünder, Cevat Çapan, Didem Gülçin Erdem, Doğan Hızlan, Emel İrtem, Eren Aysan, Faris Kuseyri, Furkan Öztürk, Gonca Özmen, Hasan Ali Toptaş, Hasan Kıyafet, Haydar Ergülen, Hayri K. Yetik, Hicri İzgören, Hüseyin Atabaş, Hüseyin Ferhad, İsmail Mert Başat, Mahmut Temizyürek, Mehmet Yalçın, Mesut Varlık, Mustafa Bayram Mısır, Nihat Bayat, Riitta Cankoçak, Sezai Sarıoğlu , Sinan Oruçoğlu, Şehmus Ay,  Turhan Günay, Zeynep Altıok, Zeynep Direk.
       Sempozyum bildirilerinden oluşan “Şükrü Erbaş Şiiri” başlığı altında hazırlanan kitap Altın Portakal’ın yayın sponsorlarından Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayınlandı.

2014 yılının altın şairi belirlenecek

       2014 yılının Altın Portakallı şairini belirleyecek Doğan Hızlan başkanlık edeceği seçici kurulun diğer üyeleri Cevat Çapan, Ahmet İnam, Hüseyin Ferhad ve Şükrü Erbaş. 20 Şubat 2014 Perşembe günü Antalya Kültür Merkezi’nde bir araya gelecek seçici kurul, ilk basımı 2013 yılında yapılmış şiir kitapları arasından yapacağı değerlendirme sonunda 18. Altın Portakal Şiir Ödülü’ne değer görülen eseri ve şairini belirleyecek.
       Ödüle değer görülen şaire ödülü, 22 Şubat 2014 Cumartesi günü gerçekleşecek sempozyum programı içinde Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı ve AKSAV Şeref Kurulu Üyesi Prof. Dr. Mustafa Akaydın tarafından sunulacak.

Onur konuğu İsmail Mert Başat

       Altın Portakal Şiir Ödülü ve Sempozyumu’nun bu yılki onur konuğu İsmail Mert Başat.
       Şair ve yazar İsmail Mert Başat’ı; Vira! (şiir; 1984, 1998), Geyik ve Yolcu (şiir; 1997), Kanatlarını Yitirmiş Uçan Atın Tutkusu (kısa öykü; 1991), kendime, sana, toprağa ve gökboşluğa (deneme; 1999), İtiraz Yazıları (deneme; 2002), Buyruk ve İtaat (deneme; 2006); Gökyüzünden Başka Sınır Yok (deneme; 2008), Düşüş (kısa öykü; 2011) adlı kitaplarından tanıyoruz.

Şehirde şiir konuşulacak.

       Türkiye’nin en önemli edebiyat ödülleri arasında yer alan Altın Portakal Şiir Ödülü her yılın Şubat ya da Mart ayında Türk şiirinin nabzını tutmaya devam ediyor. 18 yıldır devam eden Altın Portakal Şiir Ödülü ve Sempozyumlarına başlangıçtan bu yana 200’ün üzerinde şair, yazar, eleştirmen ve kültür-sanat insanı konuk oldu.
       Seçici kurularının tarafsız kararlarıyla haklı bir saygınlığın sahibi olan Altın Portakal Şiir Ödülü çerçevesinde 17 şaire ödül verildi; 16 sempozyuma imza atıldı.  Sempozyumlara sunulan bildirilerden oluşan 16 kitap Altın Portakal yayınları arasında yayımlanıp, Türk şiirine armağan edildi. Ödüllü şairlerin şiirlerinin değerlendirildiği bu eserlerde 280 ayrı bildiri yer aldı.




            ALTIN PORTAKAL ŞİİR ÖDÜLÜ PROGRAMI

20 Şubat 2014 / Perşembe

13.30 Panel: Felsefeden Şiire, Şiirden Felsefeye

Yöneten: Çetin Balanuye
Konuşmacılar: Ahmet İnam, Hayri K. Yetik, Utku Özmakas

Yer: Akdeniz Üniversitesi Olbia B Salonu

15.30   Panel: Edebiyatımızda Kadın Gerçeği

Yöneten: Latife Tekin
Konuşmacılar: Betül Dünder, Emel İrtem, Eren Aysan, Gonca Özmen

Yer: Akdeniz Üniversitesi Olbia B Salonu

17.30   Sergi Açılışı – Tango Gösterisi - Kokteyl
Semih Poroy / Feklavye Sergisi
“17 Altın Şair” / AKSAV Arşivi 
Ahmet Dündar – Gözde Erol / Tango Gösterisi

Yer: AKM Fuaye
                       
18.00   Altın Portakal Şiir Ödülü Jüri Toplantısı

Yer:AKM VIP Salonu

21 Şubat 2014 / Cuma

14.00   Şiir Park Açılışı

Yer: Düden Park

15.30 Panel: Bir İletişim Biçim Olarak Şiir

Yöneten: Emine Uçar İlbuğa
Konuşmacılar: Aydın Çubukçu, Didem Gülçin Erdem,  Faris Kuseyri, Şehmus Ay

Yer: Ansan Sanat Bahçesi, Kale Kapısı-Antalya

17.30 Panel: Taşra ve Edebiyat

Yöneten: Merih Taşkaya
Konuşmacılar: Abdullah Ataşçı, Asuman Susam, Ethem Baran, Mesut Varlık, Süreyya Filiz

Yer: Bademaltı CafeKitap, Hıdırlık Sokak No:12, Kaleiçi/Antalya

22 Şubat 2014 / Cumartesi                       
                       
 17. Altın Portakal Şiir Ödülü Sempozyumu
    
11.00   Sempozyum “Şükrü Erbaş Şiiri”

Yer: AKM Perge Salonu

Açılış sunumu: AKSAV Yönetim Kurulu Başkanı Tufan Dağıstanlı

Açılış konuşması: Antalya Büyükşehir Belediye Başkanı Prof. Dr. Mustafa Akaydın

11.20 Kırmızı Kedi Yayınları adına İlknur Özdemir’e plaketinin sunulması

11.30 Onur Konuğu İsmail Mert Başat’a plaketinin sunulması

11.40 Ödül Töreni 18. Altın Portakal Şiir Ödülü’nün verilmesi

12.00-13.15    1. Oturum “Şükrü Erbaş Şiiri”

Oturumu Yöneten: Doğan Hızlan
Konuşmacılar: Ahmet Telli, Asuman Susam, Aydın Çubukçu, Eren Aysan, Gonca Özmen, Haydar Ergülen, Nihat Bayat, Sinan Oruçoğlu

14.30-15.45     2. Oturum “Şükrü Erbaş Şiiri”

Oturumu Yöneten: Cevat Çapan
Konuşmacılar: Akif Kurtuluş, Emel İrtem, Furkan Öztürk, Hasan Ali Toptaş, Hayri K. Yetik, Mustafa Bayram Mısır

16.00-17.15    3. Oturum “Şükrü Erbaş Şiiri”

Oturumu Yöneten: Ahmet İnam
Konuşmacılar: Faris Kuseyri, Mehmet Yalçın, Mesut Varlık, Riitta Cankoçak, Şehmus Ay, Turhan Günay, Zeynep Altıok, Zeynep Direk

17.30 – 18.45   4. Oturum “Şükrü Erbaş Şiiri”

Oturumu Yöneten: İsmail Mert Başat
Konuşmacılar: Aydın Şimşek, Betül Dünder, Didem Gülçin Erdem, Hicri İzgören, Hüseyin Atabaş, Sezai Sarıoğlu,


18.45 17. Altın Portakal Şiir Ödülü’nün sahibi Şükrü Erbaş’ın teşekkür konuşması.

17 Şubat 2014 Pazartesi

CEM ÖZAYDIN’DAN ŞİİRLER


BİLEMEDİĞİMDİR

kuyular hep derin midir
gökyüzü hep güzel
kim bilecek nedenini  gitmelerin
ben mi yetemiyorum hayata
hayat mı bu kadar derin

örselenmiş yürekler güçlü müdür
yaşanamayanlar hep güzel
sahi kim veriyor kararları
gidenlerde mi kabahat
ben mi yaşatamıyorum aşkları

gidişler sancılı mıdır
kalışlar hep güzel
söylenmemiş sözler sokağı sakiniyim
bir ben miyim ortasında sokağın tek başına
zamanın aynasına yansıyan başka biri mi

ölümler hep yalnız mıdır
doğumlar hep güzel
kök salmış toprağa acılarım
kuruyan yapraklarım dallarım var zamanla
kurtuluşu imkansız asırlık çınar mıyım

DALDAKİ NAR YALNIZLIĞI
 

                                                                                  -Şükrü Erbaş'a-
buğday esmerliği giyindiğin
daldaki nar yalnızlığı
yorgun bir değirmendir ufuk çizgisi
tırpan yemiş yoncanın kokusuntdk almışsın
dokunmuşsun insan fukaralığının boğuntusuna
uzağın uzağını görmüşsün
bu yüzden kirpiklerine tutunmuş hayat

kimin rahminden geliyorsun
kuş uçmaz kervan geçmez yalnızlığın
mızrabın sızlattığı bozkırın marifetidir
içindeki boşluk
dolduramazsın

uzak yakın coğrafyaların kardeş acısı
sudan,topraktan azade ağaçtır yunus'u bilmen,
erasmus'u,
şiirin sarnıcına taşıdığın sudan değil mi
türkülere ağlaman
bağırır bir çocuk var şiirinde
kral çıplak kral çıplak

biliyorsun şarabın meşeye yatışını
beklemek sızıdır biliyorsun
mecbursun inanmaya,
insana aç
bu diyar tüm dicle kıyısı
lakin kör, sağır
ve dilsizdir halifen
kendi göbeğini kesmedin mi sen
üç günlük açlık ne ki
bir ömür açlığı giyinmişken

tutar bir şiir yazarsın
gölgesi hakkari'ye düşer
titrek bir sestir yansıyan
gecenin kör vakti
hesapsız, insana aç, kekeleyen
düğüm düğümdür dilin
susar,konuşamazsın

köylülüğe inat  bir yaşamak bu
kirpiğine tutunup çocuğun
sağaltır toprağın yarasını
alçaklara inat

daldaki nar yalnızlığı senin payın

ELİFBA

elifbanın bir ucu sen bir ucu ben.
arafta eski bir sandal
titrek bir alev
kırık merdiven
yalnızlıkla mayalanmış bir hayat
çoğul türküler söyleyen

elifbanın bir ucu sen bir ucu ben
arafta feleğin çarkı
ezberiyle devinen
sözün sandukasından çıkmış
kekeme bir kalem
masal cümlesi gibi damıtarak zamandan
seni dilimin ucuna getiren

FARK

kenarları yırtılmış yaşamların
biriktirdiği ne varsa artık
arkaik zamanlardan kalmış,
ez cümle boş inançların
ürkütücü efsunuyla yoğurup
yeniliği müphem bir hayat kurmaktı seninki
bense hep sevdim
içimdeki don kişot'u
uykularımı kaçıran huzursuzluk
ağır misafir,ses etme
romantik bir yenilgi say istersen
her devrimci gibi
tırnak içre halimi,
gerçeği değiştiren bir düş benimki

SUS ARTIK

içimde ağlayan bir erkek
ellerimle engellemeye çalışıyorum
sus artık
avuçlarımda kan kıvamı bir lacivert
fazlasıyla mürekkep kokuyorum
hokkasından sürülmüş divitim
tepeden tırnağa et ve kemik oluyorum ansızın
aşk  ölü bebek gibi kucağımda
vazgeçmek en uzak sözcük
dağarcığımın kapılarını kilitliyorum
sonra göğsünü gözlüyorum
yaşamla dansını
bu film fotoğraf kokuyor fazladan
kadrajımda hep aynı kadın
intihar notumu yazıyorken
şiir dökülüyor zamana lacivert
radyoda kaybedenler kulübü
postacı kapıyı iki kere çalar
her gidişim
güçlü bir dönüş için
gerçeğe masal mayalamak
ki iyi sonla biterlerdi her zaman
size düşen biraz inanmak
fazlasıyla mürekkep kokuyorum
sürgünüm üstelik
üstelik kucağımda ölü bir aşk
dilimde  italik bir avuntu
sus artık
hiç fena değil  bir cesetle yaşamak

ZEYTİN

düşerken bir zeytin tanesi yere
uzamın sessizliğini yırtarak derinden
soran gözlerle bakar iki yanına
çocukların tetik göz yaşları gibi

esrik şamanlara öykünerek
yalnızlık damlarken yorgun tinimden
hınzır bir tebessüm dudaklarında
sebepsiz aşkların türediği

düşerken bir zeytin tanesi yere
şarkını söyler inceden
gözlerindir kıskandığı ne fayda
ıssızlığın rengine boyar yüreğimi

seyretmek ah o dört saniyeyi
kırk yılmış gibi soluksuz
gözlerin gözlerime tutsak
ademoğlunun bilmediği

Varlık dergisi

Cem Özaydın


*Şiirler Cem Özaydın’ın izniyle yayınlanmıştır.

7 Şubat 2014 Cuma

İÇİNDE ADIMIN GEÇTİĞİ YAZILAR

Ah! Cahit Zarifoğlu'nun, Yedi Güzel Adam şiiri şu iki dizeyle açılır: "Bu insanlar dev midir/Yatak görmemiş gövde midir!"--Facebook ortamında bizden daha çok insan, bizden daha çok şiir ve sinemasever insanlarım var. Onlar hiçbir zaman müstear ad kullanmazlar. Sanal ortamın hafifliğinde bile kalplerinin ve içlerinin samimiyeti ve kaviliğiyle sarılırlar hayata. Onlara biraz gecikmeyle
"Yedi Güzel İnsan" deyip incelikli yönlerine vurgu yapmanın şimdi tam sırası.
1) Şükrü Kırkağaç!-- Edip Cansever fazla şiirden ölmüşse, sevgili Şükrü Kırkağaç fazla şiir ve şair sevgisinden ötürü daha uzun yaşamalı. Hiç ölmemeli.
2) Numan Karanlık!-- Kaç şiir kaybolmuş, kaç şair? O her şiire ve şaire abidir, bulur çıkarır.
3) Osman Nuri Aydın!-- Şiir yokken bile vardır, fazlasıyla sözünü yakasına rozet yapmış. Elindeki proje "Şairler üzerine yazılmış şiirler" internette harcanacak bir proje mi, söyleyin! Acil yayıncılar peşine düşmeli.
4) Deniz Aksu!-- Şiir de şair de onun paylaşımlarıyla hem varoluşçuluk bayrağı hem de devrim!
5) Tarık Aydın!-- "Bir Şiirden" damgalı Turgut Uyar'ın Dersim versiyonu. Hep susuyor; yazsa kâğıt, konuşsa kronometreler sarsılacak.
6) Sibel Tosun!-- Kendi vakti az gibi ama çok gitmekle arzulu. Hikâyecilerden öyle şiirler çıkarıyor ki Hulki Aktunç ve Tezer Özlü'nün daimi şiir ayağı.
7)) Hatice Günova!-- Hem şiir hem sinemanın kırkanbarı. Asla yazmamalı desek de mutlaka yazmalı. Hele hele sinema ve şiirin çok özel en gizli ân'ları onda.

6 Şubat 2014, Facebook

Hüseyin Alemdar

5 Şubat 2014 Çarşamba

2013’TE ŞİİRE DAİR 51 DUA



                Şiirler öykülerden çok dualara yakındır ama şiirde
                   sözcüklerden başka kimseye dua edilmez!1

Berger’e ve şiir tanrılarına teşekkür. Yazıma alınlık yaptığım John Berger’in kutsal sözü olmasa bir yılın şiir kitaplarını ve 51 yaşıma denk düşen 51 duamı unutacaktım. Cahit Külebi’nin Istanbul şiirini unutmak unutmak unutmak! hüznünde unutalı nerdeyse beş yıl olacak. Şiirkızım Günaçar’a beş yılın şiir ve din hesabını vermeliyim! Değil mi ki Stéphane Mallarmé de “Şiir, sözcüklerin dinidir!” demiş. Bir yıl daha bitmişse ve tüm şiirler/şairler bıldır’cin olmuşsa, âh Ahmet Uluçay’ın kalbî hemşehrisi Şeref Bilsel’e bile geçmez sözüm! Kimseler kusura bakmasın yedi yıl oldu olacak Metin Güven’in Kedi Uykuları’ndayım, hiçbir nalbant kendi ayağını nallamaz misali artık uyanmak istiyorum; içimin uyku seccadesinde Metin Abi’nin ke(n)di ibadeti dört dizesi: “Her şair şeytandır ve kimsenin evi barkı yoktur/Çünkü her nalbant kendi ayağını nallar/Karıncalar toplanır, yaşamanın zamanıdır artık/Usta ölmüştür, çırak yan gelip yatar!” İşte uyandım, 51 duamı anlatmak üzere arka odaya geçiyorum.
bir) Facebook’a her fırsatta dua ettim; şimdilerde ara ara küfrediyorum. Vefanın ve inceliğin, ah!şk ve travmaların platformu sanal ortamlar değil, anladım! Keşke Cihan Oğuz’un Facebook Şiirleri çıksa da her sözüme yenilsem, yanılsam. Demem o ki, 2013’e Cihan Oğuz’la başladım, şairliği yanında deneme/dokundurma yazılarıyla da sıkı bir kalem erbabı olduğu aşikâr. Hakkında çok fazla yazı kaleme alınmasa da Ah Biz Şairler2 yılın kayda değer deneme kitabıydı. Düzyazılarında da sıkı şair olan Oğuz’dan bu sözler: “Şairin kaderi, sokağın kaderiyle özdeştir: Kimsesizlik. Üstelik de her gün yanından yöresinden geçen binlerce kişiye rağmen. Ama bu öyle garip bir çelişkidir ki, anlatılamaz. Şair de, sokak da, yalnızlık da bundan şikâyetçi değildir.”
iki) Otuz yedi yıldır metafiziğin yalancısıyım! Birazdan her şey yalan ve  bıldır olacak. Aydan Yalçın’ın Gül Makası3 ile Mehmet Hameş’in Kayıp Alfabe4 dua sözleri kanayacak içimde ilkin. İkisi de öyle böyle Akdeniz düşgeni; biri “içimde yanık parmaklı bir çocuk/hep yenmiş bir elma uzatır bana” demenin kalp inceliği, öbürü “aşkla ölüm ikiz kardeştir/yaşarken ölünür birinde/ötekinde yaşamadan” diyebilmenin yıkık coğrafya dervişi. Her iki şair de daha uzun yıllar düş hırsızlığı yapmalı, şiir söylemeli.
üç) Ah! Değil bir yıl, aradan on yıl da geçse kimse beni 2013’ün en şık yalanı Hâfız’ın Hâfız Divân5’ndan ayrı koyamaz, koparamaz. Hicabi Kırlangıç’ı Şirazlı sandım, gazelhan sandım, sûfi sandım, Hâfız sandım: “Yoksulken elimde sultanlık hazinesi varken/Alçak yetiştiren feleğin dönüşüne niye tamah edeyim!”
dört) Soğuk ve karlı bir mart sabahı 51’ime doğdum; doğdum, dondum, üşüdüm. Şiiri kırkımdan sonra Fazıl Hüsnü Dağlarca düzeltme imi açık defter Paul Valéry yeniden kulağıma üflemiş olacak ki, bir yılım Sadık Yaşar divaneliği Boyalı Çalgı6. Dönüp dönüp yıllarıma bakacağım şiir hassasiyeti: “herkesi bir konuşturun herkes merhamet yakışımlısı!”
beş) Ah! Herkes biraz aşkkostak, herkes biraz dağbozumu ise şiir çelimsizi bile kurtarır. Anıların Yayla Sineması’nda yergöstericilik yapan bir kimse elbette ki şairdir de. Bahçelere gir, sığıntılardan geç, dolunay yürüyüşü geceyi karşıla şairiniz her hâliyle size Rüzgâr Akıllı7 bakacak: “Aşktan kesildik, daha ne olsun?/Son kez öksürdü ölüm, gerisi bahane!/Gelmezin çatlağına kıstı ufkun/eteğinde intihar çiçekleri!” Erken ölümlü şairlerin çetelesi onda, Ahmet Günbaş’ı artık intihar ettirmeyin!

altı) Bu yıl bütün şiir defterlerimi arar gibi oldum da küçük bir şiir defterine gömdüm tüm şiiriyet hayatımı. Ali Hikmet’in Lise Defteri8 en dingin saklanma yerim oldu, ey şiir beni anla! Ömrümde böylesine derin imgelerle içimi dağlamadım, böylesine özgün dizelerle hiç ağlamadım. Aşk ya da ölüm, düğüm-çözüm arası yirmi yedi maddede bana içime attığım taşı anlatsın biri/niz: “Hiçbir korkum kalmadı./Bunu anladım sayende./Sen yoğ oldun./Ben var. Şimdilik...” Ah! Her defter eninde sonunda bir yas çalışması.

Yasakmeyve, Sayı: 66
Hüseyin Alemdar

*Yazının tamamını okumak için Yasakmeyve dergisinin 66. sayısını edinmenizi öneririm. Yok buradan okuyacağım diyorsanız derginin 67. sayısının yayınlanmasını beklemek zorundasınız. Sevgiyle...

4 Şubat 2014 Salı

BU YAZININ İÇİNDE ADIM GEÇİYOR.

       İçinde adımın geçtiği ve Sina Akyol tarafından kaleme alınan bu yazı Akatalpa dergisinin Nisan 2009 tarihli 112. sayısında yayınlanmış ve daha şairin Kırmızı Kedi Yayınları tarafından yayınlanan "Düzyazdım" kitabında da yer almıştır. Şair Sina Akyol'a gecikmiş teşekkür dileğimle yazıya blogumda yer veriyorum.  

EMEKLİLİK GÜNLÜĞÜ - 3

        Sonunda facebook’a da üye oldum, kim tutar bundan sonra beni!
     Hakan Cem, “Şükrü Kırkağaç’ı tanır mısın?” diye sordu.  “Tanıdığımı sanmıyorum.” dedim. “Facebook’da S.A. ‘Fun Club’ kurmuş.” dedi. “Nasıl yani?” dedim. Anlattı. Merak mı etsem, yoksa etmesem mi diye düşündüm. Devamında bunu  düşünüyor olmak sıktı beni, “Boş ver, düşünme!” dedim bana. Ama devam etmişim demek ki düşünmeye. Ner’den mi belli, şur’dan: Birden aklıma geldi; tanımadığım birileri e-posta adresime yazıyorlar, beni ‘arkadaşlığa davet’ ediyorlardı. Ben de n’apıyordum, “Tövbe estafurullah!” deyip siliyordum o e-postaları. İşte o sildiklerim S.A. ‘Fun Club’le ilgili olmasındı sakın! Derken bir gece benzer bir e-posta daha geldi. Eh az biraz bilgilenmiştim ya, facebook’la ilgili olduğunu anladım. “Peki” dedim, “haydi deneyeyim şunu.” Başladım, ilerledim,  ‘anamın kızlık soyadı’na benzer soruları da yanıtladım, ama bir nokta geldi ki işte or’da tıkandım. “Dön geri, bir facebook’un eksikti, kısmet buraya kadarmış!” deyip kapattım; ‘sene 1936, sağ cenahımda Jessey Owens, sol cenahımda Yaşar Erkan  Berlin Olimpiyatlarına gidiyoruz’ kadar eskimiş olan g-mail’ime döndüm; “bakalım bizim şuara milleti birbirine hangi salvolarla girişmiş, görüp okuyalım, öğrenelim.” dedim.

***
       Biliyorum, Ramis Dara uyaracak, “kısa kes!” diyecek. Ama kesemem kardeş, emekli oldum, bende vakit çok. Üstelik şunun şurasında yazı yazıyoruz, öyle mini minnacık S.A. şiirleri attırmıyoruz.
       Emekliliğimin ilk günleriydi; kutular.. kutular içinde duran toplam beş bin civarındaki fotoğrafı konularına göre ayırmaya kalkışmıştım. “Niye beş bin?” derseniz, şunun’çin: 70’li yılların başıydı, kayın biraderim Sinan Çetin fotoğrafa merak sarmıştı, dahası birlikte yaşadığımız evin en büyük odasını karanlık oda yapmıştı. Abisinin hediye ettiği makinesini yanından eksik etmiyor, sinek uçsa deklanşöre basıyordu. Sözünü ettiğim karanlık odada, içleri eczalı su dolu kaplar var idi. Agrandizörden ışık verdiği kartları o kaplara atıyor, birinden ötekine aktarıyor, gün boyu birlikte ne işler işlediğimizi belgeliyor, biz de eczalı sulara batırıp çıkardığı parmaklarındaki kahverengileşen deriyi ovup duruyorduk. Nasıl ki alın kiri ovmakla çıkmazsa, parmaklardaki -tırnaklardaki- hatta avuç içlerindeki kahverengi de -yahu taze gelin kınası ovmakla çıkar mı, işte o hesap- çıkmıyordu bir türlü!
       Devamla: Sinan uçan sineği dahi ‘tespit ettiği’ çıraklık döneminde -gerekli gereksiz- üç bin civarında fotoğraf ‘bağışlamış’ oldu bize. Ben ki hatıralara hürmet gösteren bir adamımdır, elim gitmedi, atamadım.
       Devamla: “Beş bin fotoğraf” demiştik. Sonrasında az Şadiye, az da ben, gayret ettik, iki evlat doğurduk; onların da bir yığın fotoğrafı; çoğunu da ben çekmişim, nasıl atarım, işte böylece, gelmiş olduk “beş bin”e.
       Geçerken belirteyim: Demişti ki Sinan: “Bendeki fotoğraf aşkı senin çektiğin fotoğraflar sayesinde doğup gelişmiştir
       Haydi şişineyim biraz; sözün burasında Üsküdar’la Karaköy çekişsin; geçmiş zaman, hatırlayamam, işte o ikisinden birinde, iskeleye yanaşmış vaporları çekmişim, ama sahiden de güzel çekmişim, meğer o fotoğraflar azdırmış bizimkini.
       Ne mi diyorduk, “beş bin fotoğraf” diyorduk. Dahası, “emeklilik” diyorduk. Planım şuydu: Onca fotoğrafı ayırmak, yoruculuğu bir tarafa, bir süre sonra insanı sıkacak ve hatta bunaltacak bir işti, hep aynı işlem yapılacaktı çünkü; bakılacaktı, şu köşede.. bu köşede.. köşe kalmadığında koridorda.. koridor bittiğinde ise merdivenlerde devam edecekti işlem. Nitekim tıpkı öyle oldu, bunaldım. Ol bunalmakla “Yeter efendi!” dedim ben bana, devamında şu sakin cümleleri söyledim: “Emeklisin artık, telaşlanma, usandığında bırak. Hatta, ben galiba on dakika sonra usanacağım de, bunu dediğin andan başlayarak yavaş çekime geç, süre dolduğunda, çok çalıştım, az biraz dinleneyim deyip ara ver, çok biraz dinlen, sonrasında devam edersin fotoğrafları ayırmaya.”
       “Fakat” diye sürüyor yazı, o dinlenmelerimden birinde, aklıma bakın ne geldi:
       “Eyvah, babam benden bir yaş büyükken ölmüştü, kes dinlenmeyi, çalış.. çalış.. çalış, bitir!” dedim. Beş bin civarındaki fotoğrafı, şirin şehrimiz İzmir’in Kemeraltı’sındaki toptancılardan aldığımız albümlere -Şumayer de neymiş, adını şimdi hatırlayamadığım öbür şampanya patlatıcısı da kimmiş, hepsini yaya bırakan bir- süratle yerleştirdim. Amaç şu: “Düzyazdım”a bir an önce başlamak!
        “Düzyazdım”, 1982’den bu yana yazdığım düzyazılarımı toplamaya uğraştığım kitabın adı. Yüzde doksan beşi emekli olmadan önce bitmişti. Kalanını da emeklilik günlerimde bitiririm demiştim. Ne var ki bitirmek için işe girişmeye korktum. Fotoğrafları albümlere yerleştirmeyi bu nedenle önceye aldım. Albüm işi de bittiğine göre, artık girişebilirim “Düzyazdım”a, değil mi? Olmuyor, kaytarıyorum.
       Son şiir kitabım 2006’da yayımlanmıştı, o tarihten bugüne yazdığım şiirlere bakınıyorum şimdilerde, neler yapmışım diye. Mümkün olabildiğince yukarıdan, soğukkanlı bir bakışın peşindeyim. Yetmiş civarında şiir var elimde. Bunları bir kitapta toplayacak olsam, yüzde kaçı kitap dışında kalır’ın hesabını yapıyorum. Hoşnut mu değilim şiirlerin bir bölümünden, henüz bilmiyorum, bakacağım.
       Peki, niye ha bire erteliyorum “Düzyazdım”a girişmeyi? Niye bir yandan erteliyor ve niye bir yandan da -pekâlâ o kitapta yer alabilecek- işbu yazıyı yazıyorum, bu nasıl bir çelişkidir, henüz bunu da bilmiyorum.
       Tam olarak bilmediğim başka bir şey daha var: Facebook’a üye olduktan sonra değerli Ahmet Say abi’nin gönderdiği bir mesajı okudum. Bir cümlesini aktarayım, diyor ki: “Sizi yıllar öncesi olduğu gibi, başarılarınızdan ötürü kutluyorum.”
       Değerli Ahmet Say abi’nin beni geçmişte kutladığını -anımsamak sözcüğünü hiç mi hiç sevmediğim için- hatırlayamıyorum. Bugüne kadar yüz yüze de gelmedik. Ola ki sessiz kutlamıştır. (Bu tür sessiz kutlamaları olağanüstü derecede önemli gördüğümü geçerken belirteyim ve “Türkiye Yazıları” dergisine geleyim.)
       1968-73 arasında, az olmayan sayıda şiir yazdığımı söyleyebilirim. Bunlar Yansıma (Tekin Sönmez), Dost (Salim Şengil), Forum (Hasan Hüseyin Korkmazgil), Meltem (Oğuz Tümbaş), Güney (Atıf Özbilen-Metin Eloğlu) gibi dergilerde yayımlandı. Sonrasında, “Bu işler şiirle miirle olmaz!” deyip küçümsedim yazmayı-çizmeyi; İsmet Paşa’nın deyişiyle söyleyeyim: “hayta”lık etmeye giriştim. Altı yıl sonrasıydı, yeniden yeşillendim. Ankara’da yaşıyordum; Türkiye Yazıları adlı bir dergi çıkıyordu o yılların Ankara’sında., önemli bir dergiydi. TRT’de çalışıyordum, Oğuzhan Akay yan oda arkadaşımdı; şiirler yazdığımız için de olsa gerek, pek sevmiştik birbirimizi, iyi ahbap olmuştuk.
       Günlerden bir gün Oğuzhan ‘mutlu’ haberi verdi: Gencecik şair, Türkiye Yazıları’nın çalışma grubuna seçilmişti. ‘Fırsattan istifade’, üç-beş şiir verdim Oğuzhan’a, “Al bu şiirleri, dergiye götür” dedim. Aldı götürdü, satamadan getirdi. “Çalışma grubu senin şiirleri okudu, Ülkü Uluırmak etkisi buldu ve yayımlanamayacağı kararına vardı.”
       Şaşırdım. Ülkü Uluırmak’ın yalnızca bir kitabı vardı bende; “Küçük Şeyler”… O tek kitabıyla beni, ben farkına varmadan etkileyen şairi okumaya başladım. Hiçbir etkilenme göremedim. Oğuzhan’a niye şaşırayım ki -yalnızca bir elçiydi o- Türkiye Yazıları’nın çalışma grubu kararına şaşırdım.
       Kavgacı biri değilimdir, susup oturdum, ama küstüm de. İşte bu nedenle Türkiye Yazıları’nda, çok istememe rağmen, yayımlanmış tek bir şiirim dahi yoktur. (Hangi şiirleri göndermiştim, onlar doğru düzgün şiirler miydi, işte burasını sahiden hatırlamıyorum. Belki de haklıydı çalışma grubu o şiirleri yayımlamamakta, bilemem; ama ‘Ülkü Uluırmak etkisinde’ diye bir saptama yaptıysa, işte bu saptamada haksızdı elbet.)
       20 küsur yıl sonrasıydı; ‘Kabasakal Gültekin İzmir’e gelmiş, evimize konuk olmuştu. Elbet eskileri ve Ankara’yı dahil ettiğimiz sohbetin bir vaktinde bunları anlattım Gültekin’e. Çok şaşırdı. “Ben çalışma grubuna daha yeni girmiştim; senin şiirlerinin Türkiye Yazıları’nın çalışma grubunda okunduğunu hiç hatırlamıyorum, okunsaydı hatırlardım, çünkü biliyordum seni” demez mi?
       Sakın yanlış anlaşılmasın, Oğuzhan Akay’la çok güzel bir dostluğumuz vardır. İlerledik, epeyi yaşımıza geldik. Onu son ziyaretimde mükemmelen ağırladı beni. Ben de yıllar sonra onunla yeniden birlikte olduğum için pek sevindim, evinde kaldığım gece, değerli eşinin doğumu çok yakındı, son kitabım yanımdaydı, neredeyse yola çıkmış olan kızlarına imzaladım.
       ‘Satır arası’ hiçbir şey demiyorum yani. Bütün namusumla  belirtirim ki ‘satır arası’ hiçbir şey demiyorum. Şunları  ekleyebilirim ama: Altı yıllık aradan sonra, şiirlerimi yayımlatmakta büyük zorluklar yaşıyordum. Yazko Edebiyat’a gönderiyordum, bir türlü yayımlamıyordu Memet Fuat.
       Ey bu satırları okuyanlar, söz buraya gelmişken anlatmamak hiç olmaz: Sinan, “N’apıyorsun, neler yazıyorsun şu sıralar?” diye sorduydu bana. Son yazdığım şiirlerden biri olmalıydı ve çantamdaydı demek ki, çıkartıp vermiştim. Sonradan öğrendiklerimdir: Günün birinde Vecdi Sayar uğramış Sinan’a. Benim şiiri görmüş.. ya da Sinan Vecdi’ye göstermiş şiiri.. Ne bileyim, belki de şöyle demiştir Sinan: “N’apabilirsin?”
       Vecdi Sayar o şiiri Memet Fuat’a götürmüş. Altı yıllık aradan sonra yayımlanan ilk şiirimdi, “Yol Şiirleri”.
       Oysa aynı şiiri epeyi zaman önce ben de göndermiştim Memet Fuat’a. Yayımlamamıştı.
       Belirtmeliyim, sonrasında Memet Fuat’ın yönetimindeki Yazko Edebiyat’ta var ettim, ben beni.
      Gelelim değerli Ahmet Say abi’ye: Benim Türkiye Yazıları ‘serüvenim’den, eminim, haberi bile yoktur.
       Ey okuyucu, hem ‘emekli’yim, hem de geldim ‘malum’ yaşa. Eh elim de kalem tuttuğuna göre, dile getirmeye başlayayım diyorum kimi anılarımı, kendi üslubumca. Bal gibi biliyorum, uzatan bir üsluba sahip olduğumu. Ola ki sıkıyorsam seni, Ramis Dara’ya şikâyet et, sınıftan atsın beni.

Akatalpa, Sayı: 112, Nisan 2009

Sina Akyol