BİLEMEDİĞİMDİR
kuyular
hep derin midir
gökyüzü
hep güzel
kim
bilecek nedenini gitmelerin
ben
mi yetemiyorum hayata
hayat
mı bu kadar derin
örselenmiş
yürekler güçlü müdür
yaşanamayanlar
hep güzel
sahi
kim veriyor kararları
gidenlerde
mi kabahat
ben
mi yaşatamıyorum aşkları
gidişler
sancılı mıdır
kalışlar
hep güzel
söylenmemiş
sözler sokağı sakiniyim
bir
ben miyim ortasında sokağın tek başına
zamanın
aynasına yansıyan başka biri mi
ölümler
hep yalnız mıdır
doğumlar
hep güzel
kök
salmış toprağa acılarım
kuruyan
yapraklarım dallarım var zamanla
kurtuluşu
imkansız asırlık çınar mıyım
DALDAKİ NAR
YALNIZLIĞI
-Şükrü
Erbaş'a-
buğday
esmerliği giyindiğin
daldaki
nar yalnızlığı
yorgun
bir değirmendir ufuk çizgisi
tırpan
yemiş yoncanın kokusuntdk almışsın
dokunmuşsun
insan fukaralığının boğuntusuna
uzağın
uzağını görmüşsün
bu
yüzden kirpiklerine tutunmuş hayat
kimin
rahminden geliyorsun
kuş
uçmaz kervan geçmez yalnızlığın
mızrabın
sızlattığı bozkırın marifetidir
içindeki
boşluk
dolduramazsın
uzak
yakın coğrafyaların kardeş acısı
sudan,topraktan
azade ağaçtır yunus'u bilmen,
erasmus'u,
şiirin
sarnıcına taşıdığın sudan değil mi
türkülere
ağlaman
bağırır
bir çocuk var şiirinde
kral
çıplak kral çıplak
biliyorsun
şarabın meşeye yatışını
beklemek
sızıdır biliyorsun
mecbursun
inanmaya,
insana
aç
bu
diyar tüm dicle kıyısı
lakin
kör, sağır
ve
dilsizdir halifen
kendi
göbeğini kesmedin mi sen
üç
günlük açlık ne ki
bir
ömür açlığı giyinmişken
tutar
bir şiir yazarsın
gölgesi
hakkari'ye düşer
titrek
bir sestir yansıyan
gecenin
kör vakti
hesapsız,
insana aç, kekeleyen
düğüm
düğümdür dilin
susar,konuşamazsın
köylülüğe
inat bir yaşamak bu
kirpiğine
tutunup çocuğun
sağaltır
toprağın yarasını
alçaklara
inat
daldaki
nar yalnızlığı senin payın
ELİFBA
elifbanın
bir ucu sen bir ucu ben.
arafta
eski bir sandal
titrek
bir alev
kırık
merdiven
yalnızlıkla
mayalanmış bir hayat
çoğul
türküler söyleyen
elifbanın
bir ucu sen bir ucu ben
arafta
feleğin çarkı
ezberiyle
devinen
sözün
sandukasından çıkmış
kekeme
bir kalem
masal
cümlesi gibi damıtarak zamandan
seni
dilimin ucuna getiren
FARK
kenarları
yırtılmış yaşamların
biriktirdiği
ne varsa artık
arkaik
zamanlardan kalmış,
ez
cümle boş inançların
ürkütücü
efsunuyla yoğurup
yeniliği
müphem bir hayat kurmaktı seninki
bense
hep sevdim
içimdeki
don kişot'u
uykularımı
kaçıran huzursuzluk
ağır
misafir,ses etme
romantik
bir yenilgi say istersen
her
devrimci gibi
tırnak
içre halimi,
gerçeği
değiştiren bir düş benimki
SUS ARTIK
içimde
ağlayan bir erkek
ellerimle
engellemeye çalışıyorum
sus
artık
avuçlarımda
kan kıvamı bir lacivert
fazlasıyla
mürekkep kokuyorum
hokkasından
sürülmüş divitim
tepeden
tırnağa et ve kemik oluyorum ansızın
aşk ölü bebek gibi kucağımda
vazgeçmek
en uzak sözcük
dağarcığımın
kapılarını kilitliyorum
sonra
göğsünü gözlüyorum
yaşamla
dansını
bu
film fotoğraf kokuyor fazladan
kadrajımda
hep aynı kadın
intihar
notumu yazıyorken
şiir
dökülüyor zamana lacivert
radyoda
kaybedenler kulübü
postacı
kapıyı iki kere çalar
her
gidişim
güçlü
bir dönüş için
gerçeğe
masal mayalamak
ki
iyi sonla biterlerdi her zaman
size
düşen biraz inanmak
fazlasıyla
mürekkep kokuyorum
sürgünüm
üstelik
üstelik
kucağımda ölü bir aşk
dilimde italik bir avuntu
sus
artık
hiç
fena değil bir cesetle yaşamak
ZEYTİN
düşerken
bir zeytin tanesi yere
uzamın
sessizliğini yırtarak derinden
soran
gözlerle bakar iki yanına
çocukların
tetik göz yaşları gibi
esrik
şamanlara öykünerek
yalnızlık
damlarken yorgun tinimden
hınzır
bir tebessüm dudaklarında
sebepsiz
aşkların türediği
düşerken
bir zeytin tanesi yere
şarkını
söyler inceden
gözlerindir
kıskandığı ne fayda
ıssızlığın
rengine boyar yüreğimi
seyretmek
ah o dört saniyeyi
kırk
yılmış gibi soluksuz
gözlerin
gözlerime tutsak
ademoğlunun
bilmediği
Varlık dergisi
Cem Özaydın
*Şiirler
Cem Özaydın’ın izniyle yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder