AYLAK BİLGİ PEŞİNDE
SOLUCAN İZLERİ
1.
dünya
olanda ışık neredeydi?: söylesin kaos,
var
mıydı düzen?: desin karangu zaman: diri
varlık;
fısıltı hâlindeki söz; çamura bulanmış
plazma;
bildiğini okuyan cahil tanrı. fizikçi
düşleriyle
hayâl içinde yanan ateş: kıvılcım
çiçeklerinin
şarkısın söyleyen özgür çayır.
sonsuzluğu
emziren suların bildiği, bilmediği
kuşların:
sesin unuttuğu sessizlik günü:
uçurumun
izdüşümünde düğümlenen
akıl:
korkuyla sarmal ân.
bilinmemesi
gerekeni bildik! çok erkendi
henüz
dönüşmesi ağacın karbona; toza
bulanmış
sözcüklerle hemhâl bilig; betiğin
kardeşliği
taşlarbilimi, hayvanlar fikri
yol
açınca boşluğa, boşlukta izini arayan
kendiliğin
belleğine: konuşulabilirdi şeyler,
nesnelerin
adlarıyla acıya dayanaklı suç.
ve
suçluluk nerede? keder budur, kader de.
duran
ne? durma ilerleyen izlek,
durma
sakınç durma hareket.
çözümsüzlüktü
karar vermenin çığlığında
cinler
zamanı: büyü ve iksirle yarışan
tanrı
mıydı? ins, elma, yılan: ağacın
bilgisiyle
bilgi ağacının köklerinde
işaretini
sakladığımız simya:
hükmünde
yapaylığın
kanına
akmış aka aka tarihle
gölge
hâlinde imsiz alfabenin biriktiği
yanlışlar
dehlizi. şifrelerin izleri silinmiş:
nereye
baktığı belirsizlik ağının yokluğu.
2.
ışığ
vardı: neredeydi dünya?: cümbüş
hâlinde
karmaşa yokuşunun tanrısı: rabb
rebbinin
arıyor deliğinde tinin, dinlenmek
içün,
dirisi ölük; ölümü bungun, tuhaf:
kendine
çekilmiş kaybolmuş tuhaflık .
yılanın
söylediği şarkı sözdizimi
yalan
üretiyor iblisin ağzından kelâm
ilmi:
avlakta av olan böğürmenin ritmi,
ritmin
kargışla büyüyen maskesi: savaşın
karnında
acun, kâinatın döleğen dölü.
oradaydım,
diyor; buradaydım, diyorlar
zifir
ânda: çürümeye hazırlanıyorlar burada,
burada:
yaratıcının faşizmine teslim edilmiş
yaratılanın
kanlı elleri, kalbinden fışkıran
hayatın
oyunu: orgazm hâlindedir, dârü’l-
vahşet,
dârü’l-cinnet, dârü’l-şehvet.
cennetle
kandırıldık: korkutulduk cehennemle:
“yaşamayı
öğrenmeden ölen çocuklar”
bize
bakıyorlar: gözlerinde endişe, ellerinde
hayatın
alfabesi hûn devşiriyor: yedi derya ceset.
dârü’l-ceset
kokuşuyor ezelden ebede: çürüyor,
“selâm”
ve “dua” ile kusursuz yınanıyor; kapkara
toprağın
rahminden yardım dileniyor, daha
fazla
gayya daha fazla gaia daha fazla parra:
mülkiyetinden
mülkiyet, şiddetinden şiddet.
erinç
nerede; nerde özgür özne?!: boyun
eğiyordu
umudu görür görmez, işitir
işitmez
olmayan yarını, yarın, diye
kandırılan
ussuz zihni! şaşırma sırası sende
izlerinde
kaybolan solucan: aylak bilgi.
Hayati Baki
ESKİ ZAMAN SESLERİ
çömleği
suladım şarapla yıkadım amforayı
toprakla
yundum kalbimi ağaçlarla ormanı
rüzigârladım
soluğumla kişneyen atlarımı
çayırların
çiyini sabah güneşinin ışığıyla
ısındım
ışıttım ıslığımla ılgıt ılgıt akşamı
akşamı
akşama geceyi geceye uladım
sessizlikle
dilimledim dilimi gönlümle
şölenledim
sözlüğüme sözcükler denizini
burada
ülkemin çığlığına sarıldım ağladım
sızımla
kaldım yalağuz sancıdı gözelliğim
çamçakladım
kımızla şiirimi kopuzladım
türkü
olup çağlayanda ırmaklar boyunca
aktım
söyledim aktım söyledim bozkırda
otağlar
içre süledim de koşukladım ordumu
birliktim
tebeşir dairemde dirliklendim
göğün
katlarından atmosferler devşirdim
de
geldim evdeşim yurdumla aydınlandım
dağıldığım
gözeden yollara ayrılıp ayrılıp
temürden
ateşlerle ocaklandım kunt kunt
biligledim
bilgiyi eyledim de bilgeliğim
çayır
çimen gezinledim gökbörü kurtladım
da
uluşladım ulusu ulusu olsundu boranda
tipide
fırtınada gürlediğim şimşeklerle
yıldırımlar
emzirdiğim elmaslarla çizdiğim
kayalara
taşlara tamgaladığım uzaklıklar
dağlar
ergeneler derinlikler kanyonlar geçtiğim
kartallar
göğercinler turnalar geyik kervanları
ruhun
uçuştuğu kamanla kucaklaşıp koklaşıp
yuğ
yuğ yuğlanub ağıtlar zamanından burada
oldukta
çok oldukta kop oldukta hepimiz
çömleği
suladım şarapla yıkadım amforayı kımızla.--
Hayati
Baki
“güneş
ne demek ufuk ne demek?”
zaman
gelecek bize! yetişecek çağ çağa tiz tüze
görülecek
benim varlığım: “sen kimsen?”: sorulacak,
“türk
menem” yazıldı yazılacak türk kanıyla kanıma.
denilecek,
tağıyla ırmağıyla, at kişnemeleriyle büyüsel:
düzgün:
onat: bilge: yaşnayuben taşlara kayalara:
tanrıkut
mete’den tebeşir daireme emzirecek pusatlı
hâlimi;
bolat pulatlanuben çeliği sulayan odda, gönülde
sonra:
tilde ve dile kaynayan sözcükler denizinden
kıra
ovaya gökyüzüne yıldıza: ülkenden üleşüben
ülgeme,
buraya değin: özüm yüreğim ülkeme dek!
kalkıp
geliriz: tan vaktidir tam!: od öyüdür güneş,
tekindir
dağlara düşen gölgemiz: suvarırken tayları,
sülerken
tümen tümen yağız yere düşer tengrimin
körklü
görkemi; ança dirilirken sessizliğimin sesi
sesimin
sessizliği ulaşırken yakutla yeşimle yadayla
sadağıma!:
ağan ağaçlar türküsü, yığılan yığın yığın
yıldızların
yırı şarkısı!: ormanlarım dinler beni, söyler
ufkumun
gökşin yüzüne dallar saluben amrak
sevgisini
sevinçle: gönençle hele erinçle uykusuzluk
keçesinde
süt gölünde yunmayı yıkanmayı göze dek!
gözeye
dek baruben susuz yağmursuz çayırlarda
gezdik
hep: kop dolaştık kopardık adım adım
ayaklarımız
üzre adanmış uzaklıkları, eyleyüben
güzün,
imdi evvel bahar, ilkyaz sonra, sonra yaz
ve
kış sonra: yazdık yazımızı göyünç içinde kunt
övünçle:
kızlarımızla oğullarımızla kocalmış atagün
karalmış
anagün yurtlara yunt omla: emecendi avuç,
sıkılmış
yumruktu ipekten bezekli öbkemiz, öfke
buydu
işte, uluşup uluşup yarattığımız dura kam.
karangu
geceye ay olan türk söz olan türkçem öztek!
ırkımın
ekini, ekinci benim: kavmim asabiyyet
zırhında
dinginlik rüzigârı, serinlik ırmağı, derin
derinlik
devşirenler yumağı: kimesnem: etile;
bumin
kağan; ilteriş; költigin; tomiris; bilge kağan:
tonyukukla
aydınlanan coğrafyam: atmosferim
dîvânü
lügati’t-türk, kutadgu bilig, nutuk: söylev
içinde
yurdum türkiyem ülkem ulusum: dilim,
dilim
dilim her yerde: tebeşir dairemdir dünya,
soruyor
gâzi: “güneş, ne demek; ufuk, ne demek?”
yanıt
verin kız oğul oğul kız: ne demek türk nerde yürek?
Hayati Baki
NEYİN
ÖZGÜRLÜĞÜDÜR TAŞ ÇOCUKLAR?
tanrı
ve savaş: neyin özgürlüğüdür, çocuklara
savaşı
öğretmek?: taş atmayı!: “devletiniz olacak
haydi
ölüme koşun” çocuklar: kardeşlerinizin
cesetlerini
toplayın toz toprak içinde: top
mermilerinin
sivri ağızlarından sipsivri almak
çığlıkların
sessizliğini: sonra, tanrınızla bir olup
öteki
tanrının çocuklarının ölümüne zafer
işaretleriyle
nağralar atmak: kurtuluş yok mu
hiç?
hiç mi yok?!: hiç: hiçlik! öncüleriniz
kimler?:
devletiniz ne vaat ediyor size?
ölmeyi
mi, daha iyi ölmeyi mi? ölürken
yakışıklı
gömülmeyi mi: allah’ın karşısında
terütâze
sıpyanlar olarak karşılanmayı mı?
hayır,
hayır, sevgili çocuklar, hiçbir niyet
karşılayamaz
inandırıldığınız şey içün
amentülerle
uğurlanmanızı cinnete!
tekbirlerle
tek bir güneş de karartsanız
attığınız
taşla: sessizce, kimse anlamadan,
anlayamadan
öldürüldüğünüzü: annelerinizin
yaslı
kara çarşafları kalacak ve dizlerine
indirdikleri
çaresizlik yumrukları: savaş,
oyun
değil çocuklar: sizin oyununuz yazı
oyunu:
sevgi oyunu: üleşme oyunu suyu
ekmeği:
alfabeyi: elifi lâmı mimi: ninniyi
ninenizden,
kız kardeşinizden oya örmeyi:
babalarınızın
verdiği tüfekleri kırmayı
attığınız
taşlarla!: tanrı ve savaş
açlık
ve kimsesizlik: alfabede ne ile
resmedilir
öğrettiler mi size? yaşınız kaç
boyunuz
ne kadar attığınız taşın menzili ne
kaç
düşman öldürdünüz ya da ya da ya da:
şimdiye
dek: kaş aferin aldınız
ölmeden
önce? aferin sizlere: devletten
sınıfta
kaldınız taş atmayı öğrenirken!
tanrı
ve savaş ve devlet: neyin özgürlüğüdür
sevgili
çocuklar: bizim çocuklar. çocuklarımız!
Hayati
Baki
SİYAH
PAPATYALAR
basit şeylerdi, yürüdüğümüz tarih
gerçek mi
istenç dışı koşarak kurduğumuz hayat,
tanrı’nın
sesi gürlemişti gökyüzünden yeryüzüne:
öldü
tanrı! deyin bakalım “o, artık
kimsesizdir!”:
sessiz ve derinden inleyen yaşamın
sonu,
sonsuzluğun dirilmesi bilgiye gömülü
ölüm.
özgür kıldı beni, hepten rahatsız etti,
cismimi
hakikiyyûndan oluşan acılar dünyası: bulunç
ötesi edgü nereye gitti, gider, gitsin
gidebilirse!
bana aklım kaldı; ne çok sevindim siyah
papatyalar açtı ve çoğaldılar kafesinde
toprağın:
tertilianus kandırdı bizi, biz
bilenler, bilgeler
pazarında söyleşenler dedik: certum est, quia
impossible”:
kesin bu, çünkü imkânsız!; elbette,
kandırıldık, olanaksız değildi
karanlık. putlar
yaratıldı: sermaye, mülkiyet, despotik
inançla
koruyucu devlet! olmazı olur anladık, zavallı
kalabalıklar: us yarıldı sonra, kimya
ve fizikle.
yarın dedik umut dedik gelecek gelmedi
bir türlü
doğal küme yoktu, olmadı hiç: silahlar,
insandı:
insan dedikleri “savaş yaradan”
izdüşümü
keskin bıçak, sırtlan payı, homo homini lupus,
otomatlar dünyasında peygamberler
coğrafyası
sarı yıldızlı davûd, golyat zırhını
delip deşen kan!
rastlantı değil bu zorunlulukla bağlı
mükemmeliyyet
cehennemi: burada dünya, cinnet
ehlinden katliam
burada: maktûl, perperişan, bir tek
vahşi insan.
homo homini res sacra,
dönüşmedi, asla, katiyyen
olmadı şeylerin cürmü, eşyalardan
vazgeçilmez
memalik büyüdü zihninde bencilliğin
künhüyle:
ölen tanrı’nın sesi: her vakit olur
olmaz ateş taşıdı,
silahlandı tanrı râb’a ait krallıkta!
kır al böl yönet
öldür esir et aç bırak ölsün soğusun
kalbin aşkı
kurusun kanın ırmağı gencecik
papatyalar beyaz
morarsın çöllerde elverişsizlik
ikliminde yavaş
yavaş yavaş rikkatle soluğunu süzsün
ölüm ve hayat.
Hayati
Baki
*Şiirler, Hayati Baki'nin izniyle yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder