3 Aralık 2016 Cumartesi

MEHMET ŞAMİL BAŞ


(24 Ekim 1977, Maçka / Trabzon - )


       Karadeniz Teknik Üniversitesi Rize İlâhiyat Fakültesi mezunu. Yüksek Lisansını 2007 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi’nde “Aşkî Mustafa Efendi’nin Vahdetnâme Mesnevîsi” üzerine; doktorasını 2013 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi’nde “Ömer Hulûsî ve Dîvânı” üzerine yaptı. Emanet ve Kertenkele dergilerinde çalıştı. Karadeniz Olay Gazetesinde sanat sayfası hazırladı (1997). Trabzon Bayrak Fm radyosunda 5 yıl şiir programı hazırlayıp sundu (1997-2002). Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi Türk İslâm Edebiyatı alanında akademisyen. Şair Rabiâ Gelincik ile evli, bir çocuk babası. Rize’de yaşıyor. Karadeniz Yazarlar Birliği, Türkiye Yazarlar Birliği ve İLESAM üyesidir.
       Şiirleri ve öyküleri Ada, Aralık, Ardıç, Arifan, Aşkın e-Hali, Ay Vakti, Az Edebiyat, Bileşke, Buruciye Edebiyat, Cümle, Çınar, Dergibi, Dil ve Edebiyat, Düş Çınarı, Edebistan, Emanet, Etika, Gençlik, Gerçek Hayat, Hayal, Ihlamur, İlk Damla, İslami Edebiyat, İstanbul Bir Nokta, İtibar, Kafdağı, Karadeniz Günlüğü, Kırağı, 40ikindi, Kırklar, Kırknar, Kertenkele, Kum Yazıları, Lacivert Sanat, Lika, Mağrib, Mor Taka, Okuntu, Reyhan, Serencam, Sonsuzluk ve Birgün, Sühan, Şehrengiz, Tekne, Tasavvur, Tasfiye, Taşra Edebiyat, Tekne, Yedi İklim, Yol Düşleri, Yolcu, Zemheri Edebiyat vb. gibi dergi, fanzin, gazete ve eklerinde yayımlandı.
Ödülleri: “Gülistanbul” adlı şiiriyle 2005 yılında Ümraniye Belediyesi tarafından düzenlenen İstanbul Şiirleri Yarışması’nda İkincilik Ödülü’nü, “İstanbul Şehrengizi”  adlı şiiriyle 2006 yılında Ümraniye Belediyesi tarafından düzenlenen İstanbul Şiirleri Yarışması’nda Birincilik Ödülü’nü kazandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Gönülden Gelen Seda (1995, Eser Ofset, Trabzon, 96 s.)
& Kırk Kanatlı Bahçe(2012, 2. Baskı: 2012, Okur Kitaplığı., İst., 128 s.)
& Beni Merak Et Çünkü İyiyim (2014, Okur Kitaplığı., İst., 122 s.)
       Mektup: 
& Posta Kodu Aşk (2008; 2. Baskı: 2013, Okur Kitaplığı., İst., 120 s.)
      Deneme, İnceleme, Eleştiri Kitapları:
& Aydınlı Bir Uşşâkî Şeyhi Ömer Hulûsî ve Dîvân'ı, Osmanlı Kaynak Metinleri (2014, Okur Akademi Yayınları, İst., 600 s.)  
       Yayına Hazırladığı Kitaplar:
& Osmanlı Türkçesi / Okuma Yazma Kılavuzu (Editör; 2016, Okur Akademi Yayınları, İst.)  

Şiirlerinden Seçmeler:

AŞK BURALI DEĞİL

......\bir şairi en çok kelimeler öldürür/........

a.

burası sürgün sevgili
burası ateş
kanayan bir gelincik taşıyorum içimde
yüzün ki
mektupların som sayfasında hüzün

konuşursam
canı acıyacak bu sürgün ateşinin
bak kopuyor ipliği ağır ağır yağmurun
dudakların çatlayacak bu seste
ıslak geceler aydınlıktır hep
sokak lambaları kandırılıyor
ağlama/sana

şarkılardan geçiyorsam alelacele
ömür boyu aşk yeter mi gülizbe
gözyaşında büyütülen sevgiler
çocukların dilinde bir oyundur sadece
sende kıyamet koparan bir tılsım mıdır
söyle

b.

yusufun semasını gören mi vardı
kuyunun kalbinde acıyla yanan
anahtar ve açık kalan kapılar
güz kokusu damlıyor patikalardan
anahtarın ne önemi var kapanınca kapılar

zülfün söze düştüğü andı
güvercinin kayboluşu semada
yarını görülmez delişmen sevdaların
bir yağmura yenik düşen sevinçler
bırakıp gitmeyi istediğin zamandı

geride kalan iki yalnız şiirden
okunup çoğaldım dur(ul) dukça içimde
penceredeki rüzgâr anlatıyorken seni
söndü birden ışıklar
gören gözüyle kalbimin
bir sen vardın sevgili
bir de dolunay

c.

sen ve ben
acının denizinde sürgüne ateş miyiz
hem titrek hem kırılgan
yolun sonu bir kumsala varınca
eylül dediler sararan rengine yaprakların
bir yanımı ele verdi sonbahar

haberini melekler mi getirir
iç ısıtan yanık uçlu mendilin
eriyip dökülen kelimeler seninse
bir gelincik tarlasına benzeyen gülüşü gizem
bırak da öpeyim yalnızlığını

bir şiir sadece kelimeleri sever
kalbimi zamansız ıslatır sözün

adını yıldızlarla yazıyorum geceye
bir dolunay kuşu ikide bir siliyor kanatlarıyla
utanıyorum kaçamak düşlerimden

her ayrılık batık bir efsanedir
alıp götüren
senin vardığın yasak kentlere
kaybolan düşler midir
en acı sözlerle şakağından vurulan
sabır yakasındaki aşkı der/ince
elbette sonu vardır yolların

d.

hüma kuşu
/kanadında benek var/
alnımda rüzgârı kalmış dağların
bir çoban kavalını toprağa saklar
nedeni bilinmez kuruyan ırmakların

bir ince ateşten yükselen saçlarından
yanık buğday taneleri dökülür avucuma
beklerim ki ellerin üşüsün saçlarında
derin bir sürgünden iz kalan akşamında

unutulmuş yüreğindir
dokunduğum her çiçek
seni görmek için yanan kelebeklerdir
hasretin sokağında baygın düşmezdi sevda
peşinden gölgen gibi yürüseydim
delice

e.

sebepsiz bekleyişler yıldızları söndürür
kıpkırmızı bir sürgünsün sen
bense beyaz bir ateş
yalnızlığın yetmiyor aşkını unutmaya
gözlerine gömülmeyi ne çok isterdim

şimdi benzi solgun bir gül gibi
ne işe yarıyorum
saltanatına boyun eğmekten başka

gülün izbesine takıldı ruhum
sımsıcak bir tebessüm geçti dudaklarımdan
konuştukça artıyor suskunluğum gülizbe

sana söylenmedik sözler bırakıyorum
tut ellerinden başlayan hikayenin

aşk buralı değil
sevgili
buralı değil

Yedi İklim, Sayı: 163

BEN

baldıran bakışlarıdır bedduaların
boyun büken bekleyişlere
bir ben bildim
bahara benzeyen
beyaz başakların bezendiğini
babil baskınında bulunca
bozulan buketlerini bülbüllerimin
bir ben bekledim
başucunda belirsizliğin

birileri boğarken barbarlığımı
bardaktan boşalırcasına
bir bulutla bozuldu büyüsü beyabanımın
bağımı boran
bahçemi baskın bildi
başımdaki bin bela
bütün beyitlerde ben

bazı bazı
billurlarda belirdim
bazı bazı bataklığa bulandım
billur benim / bataklıklar bendedir

buğday başaklarından belli
benim bağı bozuk bahadırlığım
bağlamamın boynunda
başı bağlı bir buhran bestesiyim
bakarsın bereketiyle boğulmuşum başkaldırının
bakarsın
belde belde
bucak bucak benimsenirim birgün

bercestesi boştur beratlarımın
bayatlaşan barışların burcunda
bayraktar bilme beni
beşiğinde babasız büyüyen bütün bebekler
bacasız binaya benzediğinde
basiretimle betimlenemediysem
borçluyum bir bakıma
bir bakıma boyalı benizlerde biçareyim ben

bedava beyanlardan bıkarken
bir bahşiş bıraksaydım bulacaklardı beni
bilemezdim bedelsiz bilgeliğin
bedevi bilmecelerinde bulunduğunu

beyhude beraberliklerden belki
belki bir bedestende
buruş buruş bıraktığın buseden
bağrımdaki bu buğu
bu bendeki bekleyiş

bekle beni balam
boynunun borcu bil
bekleyişlerim bulunmadan bul
boynundaki benine bağla beni
başı belalı biçarenim ben

DOKUNMAK ACIDIR

arka sokağı yağmuru tutmuyor akşamın
öğle vaktine saldırmasın dağ
gölgeye bağdaş kuran kimse
çeksin ellerini beyaz yüzünden ölümün
dokunmak acıtır çoğu zaman
ellerim ve dudaklarım
bitiriyor şarkıyı
çakmağı dalgaları arasında dumanın
yüzümde soluğun resmi aşikar
ömrü az olur diye
gülüne renk veriyor kıpkırmızı bir ateş

uçarı alkışların yorumsuz mısraıyım
yarım bırakıyorum sofranızda aşkları
düşer de ayrılık olur diye
hiç kimse yaşını sormuyor bir elmanın
yamalı bir bohçayız sırtında şu hayatın

GÖÇMEN KUŞUN VEDASI

arka sokağı yağmuru tutmuyor akşamın
öğle vaktine saldırmasın dağ
gölgeye bağdaş kuran kimse
çeksin ellerini beyaz yüzünden ölümün
dokunmak acıtır çoğu zaman
ellerim ve dudaklarım
bitiriyor şarkıyı
çakmağı dalgaları arasında dumanın
yüzümde soluğun resmi aşikar
ömrü az olur diye
gülüne renk veriyor kıpkırmızı bir ateş

uçarı alkışların yorumsuz mısraıyım
yarım bırakıyorum sofranızda aşkları
düşer de ayrılık olur diye
hiç kimse yaşını sormuyor bir elmanın
yamalı bir bohçayız sırtında şu hayatın

GülİSTANBUL

Gülistan, bul kokuyu! İstanbul gülümsesin
ne kadar solsa rengin bülbüle kırmızısın
heybesi gül tohumu münzevî âşık benim
sen şehrengiz güzeli, sen şâirân kızısın
elim var ellerinde, fermansız şehzâdenim
Gül İstanbul kokulu, gülüm İstanbul sesin

Üsküdar’da her yangın utanır yağmurundan
Beyoğlu’nda temâşâ, Ayasofya’da mâtem
şafak Dolmabahçe’de öpüyor İslâmbol’u
Bâbıâlî kederli, sahaflarda bin elem
sorsak söyler mi deniz: nerde Hüdâyî Yolu
Üsküdar da utanır her yangın yağmurundan

Leylâ’sını arayan kalbim/de İstanbul’dur
kaç nağmeye sarılsam dilimde kalan hüzzâm
üzülmem, dervişinim, köşe bucak benimsin
tanıksın yüreğime, hoşgörün ne muazzâm
ister adını duysun, ister kıyında gezsin
Leylâ, aranan aşkın kalbinde İstanbul’dur

İstanbul kalabalık, ne çok sevdâ her şeye
renklenir yedi tepe, yedi gök efsânesi
duygular mı mültecî zindanda ve sarayda
iki denize mahrem, ağlayan Kız Kulesi
gök/yüzünde ilkbahar, yaz sonbahar, kış şeydâ
İstanbul ne çok sevdâ kalabalık her şeye

Sularda secde eden elleridir Sinan’ın
âşiyân kubbelerde kandillerin şavkı var
dökülsün çeşmelerden gözyaşları Çınar’ın
kehribâr tesbih gibi çekilsin leyl ü nehâr
çağırın minareler, sonsuza dek çağırın
Sular da elleridir secde eden Sinan’ın

Türbeler, siz söyleyin tutar gibi elimden
hû çekmez mi serviler kabristan ağlar diye
kaç güvercine mesken avlular ve cumbalar
beş vakit, çocuk gibi gülen Süleymâniye
Topkapı kaç geline çeyiz sandığı saklar
Tutar gibi söyleyin bu türbesiz el’imden

Âh! gizli ve âşikâr, tenhâ sokaklarından
Haliç’e inmek için sıralanan odalar
çocuğunum kaybolan, hayalleri yaramaz
martı mı, kırlangıç mı, kuğu mudur adalar
iskelede kalınca hangi vapur yas tutmaz
Âh! tenhâ ve âşikâr, gizli sokaklarından

Neyleyim, kır kalemi, sessizliğin de şâir
köprülerin yetmiyor vuslata kadîm şehir
iki sevgili gibi her yakanda bir hüzün
kimine şerbet oldun, kimine dâr ve zehir
haritaya sığmayan manzaralar/da yüzün
Neyleyim sensizliği, kırsın kalemi şâir

Boğaz/da gezgin gibi akşamlayan gölgeler
sırrını keşfediyor Çamlıca’da güneşin
mecalsiz erguvanlar söylenmemiş şarkıdır
mehtaplı gecelerdir masal eğlencelerin
yoksa sabahladığım kuşlarla rıhtım mıdır
Boğaz’da akşamlayan gezgin gibi gölgeler

Ulubatlı gözlüyor surlardan bakan tarih
Eyüpsultân’da hâlâ Akşemseddîn duâsı
düşleriyle Fatih’in kapanan eski zaman
ey yirmi bir yaşımın hiç bitmeyen hülyâsı
İstanbul, Dersaâdet, Konstantin ve Âsitân
Ulubatlı surlarda gözlerden akan tarih

Lâledân bildim seni, sen yine gülistan bul
ayrılık bahçesinde bülbül gibi ağla/yan
fetih müjdeli diye gül/süz adın bak yarım
muammâ yalnızlığı talihime bağla/yan
yazmak bana mı düştü, nakkaş mı parmaklarım
Lâleden bildim seni, yine de gül İstanbul


GÜLLER VE KÜLLER

                          /aşk dediğim ağır geliyor omuzlarıma /

a.

bir ateş ki
kuşların kanatlarında büyür
bir gül ki dudağında açar sevgililerin
gül ve kül
iki yalnız şiirde saklanır sonsuza dek

güllerin ölümünü bütün kızlar kıskanır
ya bir mumum bitişini
güllerin küllenişini

goncaları büyüten
yüzünü merhamet öpen gelindir
gecenin ve şiirin içinden geliyorum
bir temmuz hayaliyle yeniden

her gül kendi kokusuyla resmedecek dünyayı
her kül kendi ateşiyle
bekle

b.

kalbime örtüyorum sakladığın sözleri
vaktini şaşıran aşkla çoğalTıyorum
bir mektupta duruyor bütün düşlerim
kimse bilmiyor
parmaklarım delirse de dokunmam
ateş düşer gülşenimin üstüne

kapını aşktan önce de çalsa korkular
sevmek aşktan önce de dokunsa yanaklarına
aşkların
          âşıkların gizeminde şart olmaz

gül yaklaşır külüne bir vuslat vermek için
kül acıya saklanır hasret büyütmek için

ayrılığı bir kibritle saklar terk edilenler
öyle çıkar her mektuptan bir yangın

c.

ben dudağım gül sensin
sen yangınsın kül benim
gül olmayınca küle ateş bulanmaz
gülden öte aşk yoktur
          başka çile koklanmaz

burda yağmur saçlarımı öperken
nazlı gelin gibidir şiir
yanmayınca gelmez
gelince yanar kalbimdeki tebessüm
derdi bilinmez
küller güldendir gülüm
bilinse dile gelmez

maviden kırmızıdır demleri perşembenin
uyuyan her aşkı uyandıranlar gibi
beyaz güvercin gibi çınar yapraklarında

d.

akrep ve başak
göz göze geldiğinde kopar kıyamet
gül gülemem deyince
          küle küllenmek düşer

yaşayan bir ölüyüm yakılan sayfalarda
aldırma okunmayan çizgisine hüznümün
yorgun düşmüş ayaklarıma tohum
suskun bir özleyiştim
unutuldum
kendi günahları üzerinde durdukça

umudu düşlerden sıyıran benlik
kaç bin kez girmeli rüyalarına
düşün gül gülizbe
şimdi
gül / düşün

gezgin şehirleri vardır aşkların
aşkı resimlerde tanıtan dünya
bilemez içinde o yangın çıkartanı

e.

gül dedi ki
masalların kavuşmayan adamı
âvâre yüreklerin ateş dansıdır
çiçeklere su veren her göz lekesi
alev yüklü gidişlerin resmidir

gül dedi ki
bana şebnem gerektir
uzak düşleri var ülkelerimin
kül istemez kucağım

dolunay güneşi kül eder bazen
geceyi seyret üşüdüğünde
için ısınır
          / ağlayamazsın
aşk
bize de
yeter böylece

kül dedi ki
kucağım gül doludur
gözyaşımdadır şebnem
dudağım alnından alamaz ateşini
gülersem küllenirim

kül dedi ki
seni bülbül severse beni rüzgâr götürür
sonra gurbet başlarsa yanıp küle dönüşme

unutma ve bırakma
evet deme kalbine
ikinci bir kez
aşk dediğim ağır geliyor omuzlarıma

kül dedi ki
ben bir akrep bir külüm
seni bir şiirle yakacak ateş
sen başaksın sen gülsün
bir mektubun kalbinde kanayan gizem

f.

buğulu bir zaman mıydı gözlerin
bir haziran mıydı güneşin tutulduğu
anımsa

mevsimsiz acıları kalbime yasaklayan
yalnızlığını çalan o yalnız benim
uyut ve sakla beni
fermansız gülüşlerde bulunsun bu yüreğim

siyahın mavide gördüğü tılsım
gündüzün bir kandile ertelediği alev
anlat
ışığı okşayan kelebekleri
anlat bana
yüzümün külüyle büyüyen filizlerini

hangi yağmur damlasına asılır bakışların
hangi kar tanesiyle gezinir umutların
anlat bana
ömrü kaç gün olur kelebeklerin

g.

bir mektupsun
saklan hiç açılmadan aşkın müntehasına
yas tutan zamanlar senin şavkınla gülsün
bir bakış değmesin yapraklarına

gül
ben yanarsam külüne acı düşer
kül
ben açarsam yaprakların tutuşur

kanlı beyaz bir öpücük aradığım gül sensin
ateş sarısı kuşların kanadında taşıdığı
sana mektup getiren paylaşılmaz kül benim

gül
yol bilmez âşıkların bekletildiği vuslat
kül
denizin dalgalarla bıraktığı ayrılık

h.

bir kar masalı mı düşen itiraf
zamanın uzaklaştığı yerde
gülücükler taşıyarak yaklaşan
ölü yıldızların mı

sensiz sokaklar tenha /vitrinler boş
kelebek kokulu düşlerle uyusam da
en çok kaybettiğimdir yüzün

göreyim diye gölgeni bırak pencerelerde
belki bir ömür davet beklenir
belki bir sabah çıkar gelirim

külünü topla güllerimizin
geride başaklar
binlerce kelebek öptüğünde rüyayı
maviye saklansın tatlı gülüşler
sana dokunsun istemem
yuvarlanan gökyüzü salkımlarının
gözlerimde titreyen sen ol sadece

i.

gül ağlamak isterse
yaprakları kül olur
kül bir sevmeye görsün
her kıvılcım gül olur

küle gülü sunarlar tutup koklasın diye
gülü küle sokarlar kalbi dağlansın diye
gül denize bakınca yüreği mavileşir
kül gülüne aktıkça közleri alevlenir

gül
bir kâğıt mendile sığdırma kalb ağrını
kül
saklama içindeki sonu gelmez yangını
mektuplar unutmaz
kalemler yazamaz ağlayışları

duası kadar büyük sevdalar
bir köprü tutacak ellerimizden
uçurtman olup gök denizinde
yüreğine bağlanacak yüreğim
gül ve kül
iki yalnız şiirde kalacak sonsuza dek.

İSTANBUL ŞEHRENGİZİ


İ.
    bağdaş kurup Beyazıt’ta ihtiyar bir çınarla
                                        / kaçamak bakışında şairin /
    açıp açıp okuduğum şehrengiz
    âh! ne yana baksam ben
    ne yana baksam hatıralar yaprak yaprak dökülür
    içim içime sığmaz nerde bir şair görsem

    ……..

    kaç bin yıl kaç bin insan
                                    / tanıştığım hep benim
    aklımın dört köşesi ölmüş çiçekler gibi
    inanın ben değilim bu cinayet bu vehim
    intihar etmek için asılmadı köprüler

    tinerli nefesinde çocuğun sıkışıp kalan gündüz
    aynalı beşiğinde bebeğin dağılan Binbir Gece
                                      Emirgân mı erguvan mı bilinmez
    eskiyen ellerinde dilencilerin geçmeyen akçe

    gül kızılı bir şafak sökerken seyrettiğim
    fırtına kaçağımdır şuramda demirleyen
    müthiş ağlamaklıdır hâl içre çırpınan su
                            / adımı yazıp yazıp siliveren dalgalar

S.
    ağırdı unutamam sırtımda taşıdığım kadırgalardan
    endamlı adımlarla yeni bir çağa koşan / dalgaları döven at
    asırlardır beklemiştim
                                / gece gündüz elli üç gün bekledim
    yara aldıkça deviniyordum / surlar seviniyordu
    hiç bu kadar yakışmamıştı sancak bir neferin eline
                                                      kana can vermeyi öğretiyordu

    mihmandar gölgesiydim Eyüp’te soluklanan bulutun
                                        zerrîn bir hayalden çıktığım zaman
    hırçın ışıklarında saray şamdanlarının
    secdeye kapanmıştık
                                / sevinçten ağlamış ağırlanmıştık
    en güzide kelamla süslenmişti kitabem
    hükümran tuğrasıydı alnıma kazınan iz
    Fatih’i sevdiğim biliniyordu
                                      çok hem de

    her savaştan arda kalan yine bendim / ferman ben
              / Hünkâr İskelesi’nde tedirgin şehzâde sükûneti
                            / hücum coşkusunu besteleyen mehteran
    çeri bendim divân ben Hürrem bendim sultan ben
              / Altın Kapı’dan sonsuza açılan saadet
                            / Hırka’m kadar güzel zafer getiren ordu

T.
    dağılan tesbihin adresini arıyordu Hüdâyî
                                      kaybolup yokuşla iki yokluk arası
    Marmara’ya kayıp inciler düşürüyordu yağmur

    nakışlar beş vakit namaza durduğunda
    mum gibi yanıyordu esrâr hükmünde hüsün
                                                          pervaneler/de
    mürekkep odasında bir elif olmak için
    kalem değil ben idim hattatın ellerinde
                          yazdığım gözleriydi ta'lîk sülüs ve celî

    semâzen âyetin müsennâ sesiyle kubbelerde
    söylesin nâzenin içini döksün çini
    kaç münzevî ömürdü eğilen servilerde

    bir cariyenin gözyaşını saklayan çeşmelere
    anlatsın su içmeye gelen saray güvercinleri
    kuruyan her şadırvan hangi yüzle dönecek
    mâbedlerin sırrını fısıldayan Sinan’a

A.
    hasret Bâbil’de başlar bende biterdi firâk
    mecnûn bendim leylâ ben gerçek bendim hülyâ ben
    âh! gururumda kayboldum
    kibirden sarhoş olup kovulmuşum dergâhtan

    minyatüre sığmayan aşklardan biliyordum
    bir sevdâ meseliydi Kız Kulesi’nde ölüm
    o titrek tebessümün korkusuna aldanıp
    mor ebrû dudağına gül/bahar bulaşırdı

    rum/elinden akasya âh çekse Asya diye
    kederden sabaha dek ağlardı hanımeli
                                / ana dolu yakasında Avrasya

    yetişmek için İcadiye’de nefesim kesilirdi
    tutuştuğumu görsem Galata Kulesi’nden
                                ve yüzümde bir yanık Cibâlî / Balat
    ateş denizlerimi andıran nûr-ı siyâh
                                      / hatırlatan Hüsn ü Aşk

    nahif bir sallantıdan yıkılacakmış gibi
    Kandilli’de uykumu parçalardı Üsküdar    
    keşkülünde dervişin kapı kapı gezdiğim Beylerbeyi
                                      / Topkapı’da kutsal emanetlerim

N.
    bencileyin murakka ve benim kadar kadîm
    yükü zengin küfenin kalbi fakîr hamalı
                                / azığı simit katığı sebil
                                              / taşıdıkça artağan
    ardında sabah akşam yorgunluk topluyorum

    ıslak bakışlarıma aldırmayan ayrılık!
    dar zamanlara sığamıyorum
                                geri gelmeyen mektuplar gibi
    Sirkeci Garı’nda saat başı el/vedâ

    deli rüzgâr ne zaman tozum alsa raflardan
    adalar/da bir fayton gibi kendinden geçer
    yüzleşir her sahafla içimdeki bun
    hâne hâne sis / damla damla mey ve eğleşen gün-
    âh! mirasa konan insanlar gibi
                                her gün büyüyor gömülüyorum

    tanıdık yüzüyle ölümün bâki kalan İstiklâl!
    gördün mü böyle elem böyle yas Dolmabahçe’de
    soğuyan saatlere serilen encam ve ben
    buhurdan gözlerini sevdik Gazi’nin
                                            işgal altında bile

B.
    Çamlıca’nın darası düşülmüş manzarasında
    uçurtmalar hariç beni kimsecik görmez
    çocuk sesleriyle / oyunlar eşliğinde
    gökyüzü dökülmüş kaldırımlardan
    ahşap evlerden gölgeli sokaklardan
    koyu yeşil bahçelerden geçerdim
                                adı gibi ne de güzeldi Vefâ

    Yalnız Servi’lerdi Muhacir Köy’de ümran
    buğulu camlarda dirilince her bahar
    genç kızların o zarif ellerine sarılıp
    Mısır Çarşısı’nda çiçek diye koşardım

    her sabah uykusuydum bir öğrencinin
    …doğudan ve batıdan / İpek’ten ve Hicaz’dan
                                benden kaçıp bana dönen yolcular
    …cumbadan avluya sarılan o sarmaşık
                                          baştan başa şehrâyin
    …Boğaz’ı yarılayan bir saltanat kayığı
                                ve omuz omuza oltada deniz
    rüya içinde rüya…

U.
    âh! beni bana banıp beni resmettiğimden
    aynı renk çocukluğum / bahtiyarlığım
    resim bendim ressam ben neyzen bendim hüzzam ben
    âh! tebdil-i kıyafet intizar ettiğimden
    mahalle mahalle örtündüğüm yalnızlık

    âharlanmış bir huşû sarar mı gökyüzünü
                                              eski devirden kalan
    cülüs dağıtıp sultan lâle ve gül yağar mı
    köpükte süzülür mü yeniden Hümapervaz
    anlar mı denizi taşa tutan âşıklar bir gün
                                      balıkların kalbinde incindiğimi

           akşamı yudumlarken ıhlamur ağaçları
    çıkıp gelse Itrî o hazin şarkılarla
    kavgadan gürültüden kalabalıktan
                                yine alıp alıp götürse bizi
    ışıldasa tahtımda o tezhibli ihtişam
    doldursa takvimleri bayram sabahlarımla
    kandillere / mahyalara ilham veren dolunay

L.
    hangi yalıya sorsam şimdi cevabı sükût
                                / baş eğer mavinin derinliğine
    bülbül suskun dil mahcup arzular çile
    neden taçsız bıraktın benle büyüyen ülke
    bana kaybettiğim kimliği getir
                                              duâ ve âmin

    bağrıma hüzün düştü bu mahzun sayfalardan
    yine doğum günümü hatırlatıyor mayıs
    nasıl dile gelirdim söylesene ey çınar!
    nerden bilirdim sevildiğimi şiirler de yazmasa

    tarihin alnımdan öptüğü günler gibi
    aksam efsunu pervin tepelerimden
                      yüzgörümlüğü diye katılıp düşlerine
    anlatsam bir kez daha / doya doya okusak

    ……..

    sen de gidersin şair yaşlı çınar da ölür
    sarnıç kurur söz üşür şehrengiz biter
    ben kalırım âh!
    susarım divâne çığlığıyla avunup martıların

KUŞLARLA GİTTİM

ertelenen bir gülüş bırakmışsam yakana
tutunsun istemedim perçemine bir rüzgar

meğer yola çıkarken yağmurundan kaçmışım
göğsünü yarılayan hançer gibi sımsıcak
kapattı gözlerini o narin elleriyle
ölü bulutlarıyla yatıştı ruhum

dudak izi aramazdım ısırdığım elmada
bir düş yolculuğuyla varılsa vuslatlara

kuşlarla gittim
nar çiçeğim
              /baka kaldı ardımdan/
hep kanat sesleriydi saçlarımda duyulan
güneşimdi elimde parmakların
                            sanki hiç ısınmayan

dağları insanlardan şehirlere hapsoldum
gecekondu sanarak
                            yaktılar aşk hanemi
hasret kaldım toprağa
                            gece karanlığına
uykuda suretimi parçalarken çığlıklar
o nazenin gülüşe
ben acılar ekledim

ÜN GAZELİ

yıllar aşkın koynunda bitmeyen gün gibidir
bu mevsim gelinciğim sanki üzgün gibidir

güzellik efsununda erken bitmesin rüya
defterinde aşığın adı hüzün gibidir

bir yabancı şehirde gezgin kalan her adım
sana hüzzâm şarkıysa bana sürgün gibidir

paylaştıkça büyüyen gönlümdeki bu hasret
ömrümün sonuna dek saklı gülün gibidir

saçımda alev gibi titreyen parmakların
yanağında süslenen birkaç zülfün gibidir

eteklerinde açıp serpilen her bir çiçek
kalbimin yangınıyla düşen külün gibidir

hayal çizgilerimde aynası yok resminin
kalbimde sema eden sesin yüzün gibidir

takvimde aynı şarkı: geceler ve gündüzler
her sabah yenilenen tebessümün gibidir

bir tatlı hatırayı bulmak istersen eğer
aşk dudak deryasında her zaman dün gibidir.

YALNIZ GAZEL

yollara gazel diye bir aşk gizledim yalnız
her kozada sır gibi seni düşledim yalnız

ben senin dağlarında şarkı söylemedim hiç
toprağında süründüm, aşkı diledim yalnız

göğe bir şey dokundu döndü yağmura yüzüm
dokundukça saçıma bir can bekledim yalnız

yalnızlık kollarımda büyüyen bir sarmaşık
bu şulesiz yangında bir ben özledim yalnız

sana ne çok benziyor üşümüş her tomurcuk
kapında bir bekleyiş oldum izledim yalnız

sağnakta şemsiyesi yoktur hiçbir şairin
bir aşığa özendim şiir söyledim yalnız

bana bir düğün getir gözyaşlarından başka
sevdan ağır suç ise ben aşk istedim yalnız...   

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder