(24 Ekim 1977, Maçka / Trabzon - )
Karadeniz Teknik Üniversitesi Rize
İlâhiyat Fakültesi mezunu. Yüksek Lisansını 2007 yılında Dokuz Eylül
Üniversitesi’nde “Aşkî Mustafa Efendi’nin Vahdetnâme Mesnevîsi” üzerine;
doktorasını 2013 yılında Dokuz Eylül Üniversitesi’nde “Ömer Hulûsî ve Dîvânı” üzerine
yaptı. Emanet ve Kertenkele dergilerinde çalıştı. Karadeniz Olay Gazetesinde
sanat sayfası hazırladı (1997). Trabzon Bayrak Fm radyosunda 5 yıl şiir
programı hazırlayıp sundu (1997-2002). Recep Tayyip Erdoğan Üniversitesi
İlâhiyat Fakültesi Türk İslâm Edebiyatı alanında akademisyen. Şair Rabiâ
Gelincik ile evli, bir çocuk babası. Rize’de yaşıyor. Karadeniz Yazarlar
Birliği, Türkiye Yazarlar Birliği ve İLESAM üyesidir.
Şiirleri ve öyküleri Ada, Aralık, Ardıç, Arifan, Aşkın e-Hali, Ay
Vakti, Az Edebiyat, Bileşke, Buruciye Edebiyat, Cümle, Çınar, Dergibi, Dil ve
Edebiyat, Düş Çınarı, Edebistan, Emanet, Etika, Gençlik, Gerçek Hayat, Hayal, Ihlamur,
İlk Damla, İslami Edebiyat, İstanbul Bir Nokta, İtibar, Kafdağı, Karadeniz Günlüğü,
Kırağı, 40ikindi, Kırklar, Kırknar, Kertenkele, Kum Yazıları, Lacivert Sanat, Lika,
Mağrib, Mor Taka, Okuntu, Reyhan, Serencam,
Sonsuzluk ve Birgün, Sühan, Şehrengiz, Tekne, Tasavvur, Tasfiye, Taşra
Edebiyat, Tekne, Yedi İklim, Yol Düşleri, Yolcu, Zemheri Edebiyat vb. gibi
dergi, fanzin, gazete ve eklerinde yayımlandı.
Ödülleri: “Gülistanbul” adlı şiiriyle 2005 yılında Ümraniye
Belediyesi tarafından düzenlenen İstanbul Şiirleri Yarışması’nda İkincilik
Ödülü’nü, “İstanbul Şehrengizi” adlı şiiriyle 2006 yılında Ümraniye Belediyesi
tarafından düzenlenen İstanbul Şiirleri Yarışması’nda Birincilik Ödülü’nü kazandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
&
Gönülden Gelen Seda (1995, Eser Ofset, Trabzon, 96 s.)
&
Kırk Kanatlı Bahçe(2012, 2. Baskı: 2012, Okur Kitaplığı.,
İst., 128 s.)
&
Beni Merak Et Çünkü İyiyim (2014, Okur Kitaplığı., İst., 122 s.)
Mektup:
&
Posta Kodu Aşk (2008; 2. Baskı: 2013, Okur Kitaplığı.,
İst., 120 s.)
Deneme, İnceleme, Eleştiri Kitapları:
&
Aydınlı Bir Uşşâkî Şeyhi Ömer Hulûsî
ve Dîvân'ı, Osmanlı Kaynak Metinleri (2014,
Okur Akademi Yayınları, İst., 600 s.)
Yayına Hazırladığı Kitaplar:
&
Osmanlı Türkçesi / Okuma Yazma
Kılavuzu (Editör; 2016,
Okur Akademi Yayınları, İst.)
Şiirlerinden Seçmeler:
AŞK BURALI DEĞİL
......\bir
şairi en çok kelimeler öldürür/........
a.
burası
sürgün sevgili
burası
ateş
kanayan
bir gelincik taşıyorum içimde
yüzün
ki
mektupların
som sayfasında hüzün
konuşursam
canı
acıyacak bu sürgün ateşinin
bak
kopuyor ipliği ağır ağır yağmurun
dudakların
çatlayacak bu seste
ıslak
geceler aydınlıktır hep
sokak
lambaları kandırılıyor
ağlama/sana
şarkılardan
geçiyorsam alelacele
ömür
boyu aşk yeter mi gülizbe
gözyaşında
büyütülen sevgiler
çocukların
dilinde bir oyundur sadece
sende
kıyamet koparan bir tılsım mıdır
söyle
b.
yusufun
semasını gören mi vardı
kuyunun
kalbinde acıyla yanan
anahtar
ve açık kalan kapılar
güz
kokusu damlıyor patikalardan
anahtarın
ne önemi var kapanınca kapılar
zülfün
söze düştüğü andı
güvercinin
kayboluşu semada
yarını
görülmez delişmen sevdaların
bir
yağmura yenik düşen sevinçler
bırakıp
gitmeyi istediğin zamandı
geride
kalan iki yalnız şiirden
okunup
çoğaldım dur(ul) dukça içimde
penceredeki
rüzgâr anlatıyorken seni
söndü
birden ışıklar
gören
gözüyle kalbimin
bir
sen vardın sevgili
bir
de dolunay
c.
sen
ve ben
acının
denizinde sürgüne ateş miyiz
hem
titrek hem kırılgan
yolun
sonu bir kumsala varınca
eylül
dediler sararan rengine yaprakların
bir
yanımı ele verdi sonbahar
haberini
melekler mi getirir
iç
ısıtan yanık uçlu mendilin
eriyip
dökülen kelimeler seninse
bir
gelincik tarlasına benzeyen gülüşü gizem
bırak
da öpeyim yalnızlığını
bir
şiir sadece kelimeleri sever
kalbimi
zamansız ıslatır sözün
adını
yıldızlarla yazıyorum geceye
bir
dolunay kuşu ikide bir siliyor kanatlarıyla
utanıyorum
kaçamak düşlerimden
her
ayrılık batık bir efsanedir
alıp
götüren
senin
vardığın yasak kentlere
kaybolan
düşler midir
en
acı sözlerle şakağından vurulan
sabır
yakasındaki aşkı der/ince
elbette
sonu vardır yolların
d.
hüma
kuşu
/kanadında
benek var/
alnımda
rüzgârı kalmış dağların
bir
çoban kavalını toprağa saklar
nedeni
bilinmez kuruyan ırmakların
bir
ince ateşten yükselen saçlarından
yanık
buğday taneleri dökülür avucuma
beklerim
ki ellerin üşüsün saçlarında
derin
bir sürgünden iz kalan akşamında
unutulmuş
yüreğindir
dokunduğum
her çiçek
seni
görmek için yanan kelebeklerdir
hasretin
sokağında baygın düşmezdi sevda
peşinden
gölgen gibi yürüseydim
delice
e.
sebepsiz
bekleyişler yıldızları söndürür
kıpkırmızı
bir sürgünsün sen
bense
beyaz bir ateş
yalnızlığın
yetmiyor aşkını unutmaya
gözlerine
gömülmeyi ne çok isterdim
şimdi
benzi solgun bir gül gibi
ne
işe yarıyorum
saltanatına
boyun eğmekten başka
gülün
izbesine takıldı ruhum
sımsıcak
bir tebessüm geçti dudaklarımdan
konuştukça
artıyor suskunluğum gülizbe
sana
söylenmedik sözler bırakıyorum
tut
ellerinden başlayan hikayenin
aşk
buralı değil
sevgili
buralı
değil
Yedi İklim, Sayı: 163
BEN
baldıran
bakışlarıdır bedduaların
boyun
büken bekleyişlere
bir
ben bildim
bahara
benzeyen
beyaz
başakların bezendiğini
babil
baskınında bulunca
bozulan
buketlerini bülbüllerimin
bir
ben bekledim
başucunda
belirsizliğin
birileri
boğarken barbarlığımı
bardaktan
boşalırcasına
bir
bulutla bozuldu büyüsü beyabanımın
bağımı
boran
bahçemi
baskın bildi
başımdaki
bin bela
bütün
beyitlerde ben
bazı
bazı
billurlarda
belirdim
bazı
bazı bataklığa bulandım
billur
benim / bataklıklar bendedir
buğday
başaklarından belli
benim
bağı bozuk bahadırlığım
bağlamamın
boynunda
başı
bağlı bir buhran bestesiyim
bakarsın
bereketiyle boğulmuşum başkaldırının
bakarsın
belde
belde
bucak
bucak benimsenirim birgün
bercestesi
boştur beratlarımın
bayatlaşan
barışların burcunda
bayraktar
bilme beni
beşiğinde
babasız büyüyen bütün bebekler
bacasız
binaya benzediğinde
basiretimle
betimlenemediysem
borçluyum
bir bakıma
bir
bakıma boyalı benizlerde biçareyim ben
bedava
beyanlardan bıkarken
bir
bahşiş bıraksaydım bulacaklardı beni
bilemezdim
bedelsiz bilgeliğin
bedevi
bilmecelerinde bulunduğunu
beyhude
beraberliklerden belki
belki
bir bedestende
buruş
buruş bıraktığın buseden
bağrımdaki
bu buğu
bu
bendeki bekleyiş
bekle
beni balam
boynunun
borcu bil
bekleyişlerim
bulunmadan bul
boynundaki
benine bağla beni
başı
belalı biçarenim ben
DOKUNMAK ACIDIR
arka
sokağı yağmuru tutmuyor akşamın
öğle
vaktine saldırmasın dağ
gölgeye
bağdaş kuran kimse
çeksin
ellerini beyaz yüzünden ölümün
dokunmak
acıtır çoğu zaman
ellerim
ve dudaklarım
bitiriyor
şarkıyı
çakmağı
dalgaları arasında dumanın
yüzümde
soluğun resmi aşikar
ömrü
az olur diye
gülüne
renk veriyor kıpkırmızı bir ateş
uçarı
alkışların yorumsuz mısraıyım
yarım
bırakıyorum sofranızda aşkları
düşer
de ayrılık olur diye
hiç
kimse yaşını sormuyor bir elmanın
yamalı
bir bohçayız sırtında şu hayatın
GÖÇMEN KUŞUN VEDASI
arka
sokağı yağmuru tutmuyor akşamın
öğle
vaktine saldırmasın dağ
gölgeye
bağdaş kuran kimse
çeksin
ellerini beyaz yüzünden ölümün
dokunmak
acıtır çoğu zaman
ellerim
ve dudaklarım
bitiriyor
şarkıyı
çakmağı
dalgaları arasında dumanın
yüzümde
soluğun resmi aşikar
ömrü
az olur diye
gülüne
renk veriyor kıpkırmızı bir ateş
uçarı
alkışların yorumsuz mısraıyım
yarım
bırakıyorum sofranızda aşkları
düşer
de ayrılık olur diye
hiç
kimse yaşını sormuyor bir elmanın
yamalı
bir bohçayız sırtında şu hayatın
GülİSTANBUL
Gülistan,
bul kokuyu! İstanbul gülümsesin
ne
kadar solsa rengin bülbüle kırmızısın
heybesi
gül tohumu münzevî âşık benim
sen
şehrengiz güzeli, sen şâirân kızısın
elim
var ellerinde, fermansız şehzâdenim
Gül
İstanbul kokulu, gülüm İstanbul sesin
Üsküdar’da
her yangın utanır yağmurundan
Beyoğlu’nda
temâşâ, Ayasofya’da mâtem
şafak
Dolmabahçe’de öpüyor İslâmbol’u
Bâbıâlî
kederli, sahaflarda bin elem
sorsak
söyler mi deniz: nerde Hüdâyî Yolu
Üsküdar
da utanır her yangın yağmurundan
Leylâ’sını
arayan kalbim/de İstanbul’dur
kaç
nağmeye sarılsam dilimde kalan hüzzâm
üzülmem,
dervişinim, köşe bucak benimsin
tanıksın
yüreğime, hoşgörün ne muazzâm
ister
adını duysun, ister kıyında gezsin
Leylâ,
aranan aşkın kalbinde İstanbul’dur
İstanbul
kalabalık, ne çok sevdâ her şeye
renklenir
yedi tepe, yedi gök efsânesi
duygular
mı mültecî zindanda ve sarayda
iki
denize mahrem, ağlayan Kız Kulesi
gök/yüzünde
ilkbahar, yaz sonbahar, kış şeydâ
İstanbul
ne çok sevdâ kalabalık her şeye
Sularda
secde eden elleridir Sinan’ın
âşiyân
kubbelerde kandillerin şavkı var
dökülsün
çeşmelerden gözyaşları Çınar’ın
kehribâr
tesbih gibi çekilsin leyl ü nehâr
çağırın
minareler, sonsuza dek çağırın
Sular
da elleridir secde eden Sinan’ın
Türbeler,
siz söyleyin tutar gibi elimden
hû
çekmez mi serviler kabristan ağlar diye
kaç
güvercine mesken avlular ve cumbalar
beş
vakit, çocuk gibi gülen Süleymâniye
Topkapı
kaç geline çeyiz sandığı saklar
Tutar
gibi söyleyin bu türbesiz el’imden
Âh!
gizli ve âşikâr, tenhâ sokaklarından
Haliç’e
inmek için sıralanan odalar
çocuğunum
kaybolan, hayalleri yaramaz
martı
mı, kırlangıç mı, kuğu mudur adalar
iskelede
kalınca hangi vapur yas tutmaz
Âh!
tenhâ ve âşikâr, gizli sokaklarından
Neyleyim,
kır kalemi, sessizliğin de şâir
köprülerin
yetmiyor vuslata kadîm şehir
iki
sevgili gibi her yakanda bir hüzün
kimine
şerbet oldun, kimine dâr ve zehir
haritaya
sığmayan manzaralar/da yüzün
Neyleyim
sensizliği, kırsın kalemi şâir
Boğaz/da
gezgin gibi akşamlayan gölgeler
sırrını
keşfediyor Çamlıca’da güneşin
mecalsiz
erguvanlar söylenmemiş şarkıdır
mehtaplı
gecelerdir masal eğlencelerin
yoksa
sabahladığım kuşlarla rıhtım mıdır
Boğaz’da
akşamlayan gezgin gibi gölgeler
Ulubatlı
gözlüyor surlardan bakan tarih
Eyüpsultân’da
hâlâ Akşemseddîn duâsı
düşleriyle
Fatih’in kapanan eski zaman
ey
yirmi bir yaşımın hiç bitmeyen hülyâsı
İstanbul,
Dersaâdet, Konstantin ve Âsitân
Ulubatlı
surlarda gözlerden akan tarih
Lâledân
bildim seni, sen yine gülistan bul
ayrılık
bahçesinde bülbül gibi ağla/yan
fetih
müjdeli diye gül/süz adın bak yarım
muammâ
yalnızlığı talihime bağla/yan
yazmak
bana mı düştü, nakkaş mı parmaklarım
Lâleden
bildim seni, yine de gül İstanbul
GÜLLER VE KÜLLER
/aşk dediğim ağır
geliyor omuzlarıma /
a.
bir
ateş ki
kuşların
kanatlarında büyür
bir
gül ki dudağında açar sevgililerin
gül
ve kül
iki
yalnız şiirde saklanır sonsuza dek
güllerin
ölümünü bütün kızlar kıskanır
ya
bir mumum bitişini
güllerin
küllenişini
goncaları
büyüten
yüzünü
merhamet öpen gelindir
gecenin
ve şiirin içinden geliyorum
bir
temmuz hayaliyle yeniden
her
gül kendi kokusuyla resmedecek dünyayı
her
kül kendi ateşiyle
bekle
b.
kalbime
örtüyorum sakladığın sözleri
vaktini
şaşıran aşkla çoğalTıyorum
bir
mektupta duruyor bütün düşlerim
kimse
bilmiyor
parmaklarım
delirse de dokunmam
ateş
düşer gülşenimin üstüne
kapını
aşktan önce de çalsa korkular
sevmek
aşktan önce de dokunsa yanaklarına
aşkların
âşıkların gizeminde şart olmaz
gül
yaklaşır külüne bir vuslat vermek için
kül
acıya saklanır hasret büyütmek için
ayrılığı
bir kibritle saklar terk edilenler
öyle
çıkar her mektuptan bir yangın
c.
ben
dudağım gül sensin
sen
yangınsın kül benim
gül
olmayınca küle ateş bulanmaz
gülden
öte aşk yoktur
başka çile koklanmaz
burda
yağmur saçlarımı öperken
nazlı
gelin gibidir şiir
yanmayınca
gelmez
gelince
yanar kalbimdeki tebessüm
derdi
bilinmez
küller
güldendir gülüm
bilinse
dile gelmez
maviden
kırmızıdır demleri perşembenin
uyuyan
her aşkı uyandıranlar gibi
beyaz
güvercin gibi çınar yapraklarında
d.
akrep
ve başak
göz
göze geldiğinde kopar kıyamet
gül
gülemem deyince
küle küllenmek düşer
yaşayan
bir ölüyüm yakılan sayfalarda
aldırma
okunmayan çizgisine hüznümün
yorgun
düşmüş ayaklarıma tohum
suskun
bir özleyiştim
unutuldum
kendi
günahları üzerinde durdukça
umudu
düşlerden sıyıran benlik
kaç
bin kez girmeli rüyalarına
düşün
gül gülizbe
şimdi
gül
/ düşün
gezgin
şehirleri vardır aşkların
aşkı
resimlerde tanıtan dünya
bilemez
içinde o yangın çıkartanı
e.
gül
dedi ki
masalların
kavuşmayan adamı
âvâre
yüreklerin ateş dansıdır
çiçeklere
su veren her göz lekesi
alev
yüklü gidişlerin resmidir
gül
dedi ki
bana
şebnem gerektir
uzak
düşleri var ülkelerimin
kül
istemez kucağım
dolunay
güneşi kül eder bazen
geceyi
seyret üşüdüğünde
için
ısınır
/ ağlayamazsın
aşk
bize
de
yeter
böylece
kül
dedi ki
kucağım
gül doludur
gözyaşımdadır
şebnem
dudağım
alnından alamaz ateşini
gülersem
küllenirim
kül
dedi ki
seni
bülbül severse beni rüzgâr götürür
sonra
gurbet başlarsa yanıp küle dönüşme
unutma
ve bırakma
evet
deme kalbine
ikinci
bir kez
aşk
dediğim ağır geliyor omuzlarıma
kül
dedi ki
ben
bir akrep bir külüm
seni
bir şiirle yakacak ateş
sen
başaksın sen gülsün
bir
mektubun kalbinde kanayan gizem
f.
buğulu
bir zaman mıydı gözlerin
bir
haziran mıydı güneşin tutulduğu
anımsa
mevsimsiz
acıları kalbime yasaklayan
yalnızlığını
çalan o yalnız benim
uyut
ve sakla beni
fermansız
gülüşlerde bulunsun bu yüreğim
siyahın
mavide gördüğü tılsım
gündüzün
bir kandile ertelediği alev
anlat
ışığı
okşayan kelebekleri
anlat
bana
yüzümün
külüyle büyüyen filizlerini
hangi
yağmur damlasına asılır bakışların
hangi
kar tanesiyle gezinir umutların
anlat
bana
ömrü
kaç gün olur kelebeklerin
g.
bir
mektupsun
saklan
hiç açılmadan aşkın müntehasına
yas
tutan zamanlar senin şavkınla gülsün
bir
bakış değmesin yapraklarına
gül
ben
yanarsam külüne acı düşer
kül
ben
açarsam yaprakların tutuşur
kanlı
beyaz bir öpücük aradığım gül sensin
ateş
sarısı kuşların kanadında taşıdığı
sana
mektup getiren paylaşılmaz kül benim
gül
yol
bilmez âşıkların bekletildiği vuslat
kül
denizin
dalgalarla bıraktığı ayrılık
h.
bir
kar masalı mı düşen itiraf
zamanın
uzaklaştığı yerde
gülücükler
taşıyarak yaklaşan
ölü
yıldızların mı
sensiz
sokaklar tenha /vitrinler boş
kelebek
kokulu düşlerle uyusam da
en
çok kaybettiğimdir yüzün
göreyim
diye gölgeni bırak pencerelerde
belki
bir ömür davet beklenir
belki
bir sabah çıkar gelirim
külünü
topla güllerimizin
geride
başaklar
binlerce
kelebek öptüğünde rüyayı
maviye
saklansın tatlı gülüşler
sana
dokunsun istemem
yuvarlanan
gökyüzü salkımlarının
gözlerimde
titreyen sen ol sadece
i.
gül
ağlamak isterse
yaprakları
kül olur
kül
bir sevmeye görsün
her
kıvılcım gül olur
küle
gülü sunarlar tutup koklasın diye
gülü
küle sokarlar kalbi dağlansın diye
gül
denize bakınca yüreği mavileşir
kül
gülüne aktıkça közleri alevlenir
gül
bir
kâğıt mendile sığdırma kalb ağrını
kül
saklama
içindeki sonu gelmez yangını
mektuplar
unutmaz
kalemler
yazamaz ağlayışları
duası
kadar büyük sevdalar
bir
köprü tutacak ellerimizden
uçurtman
olup gök denizinde
yüreğine
bağlanacak yüreğim
gül
ve kül
iki
yalnız şiirde kalacak sonsuza dek.
İSTANBUL ŞEHRENGİZİ
İ.
bağdaş kurup Beyazıt’ta ihtiyar bir çınarla
/
kaçamak bakışında şairin /
açıp açıp okuduğum şehrengiz
âh! ne yana baksam ben
ne yana baksam hatıralar yaprak yaprak
dökülür
içim içime sığmaz nerde bir şair görsem
……..
kaç bin yıl kaç bin insan
/
tanıştığım hep benim
aklımın dört köşesi ölmüş çiçekler gibi
inanın ben değilim bu cinayet bu vehim
intihar etmek için asılmadı köprüler
tinerli nefesinde çocuğun sıkışıp kalan
gündüz
aynalı beşiğinde bebeğin dağılan Binbir
Gece
Emirgân
mı erguvan mı bilinmez
eskiyen ellerinde dilencilerin geçmeyen
akçe
gül kızılı bir şafak sökerken seyrettiğim
fırtına kaçağımdır şuramda demirleyen
müthiş ağlamaklıdır hâl içre çırpınan su
/ adımı yazıp yazıp
siliveren dalgalar
S.
ağırdı unutamam sırtımda taşıdığım kadırgalardan
endamlı adımlarla yeni bir çağa koşan /
dalgaları döven at
asırlardır beklemiştim
/ gece gündüz
elli üç gün bekledim
yara aldıkça deviniyordum / surlar
seviniyordu
hiç bu kadar yakışmamıştı sancak bir
neferin eline
kana can vermeyi öğretiyordu
mihmandar gölgesiydim Eyüp’te soluklanan
bulutun
zerrîn
bir hayalden çıktığım zaman
hırçın ışıklarında saray şamdanlarının
secdeye kapanmıştık
/ sevinçten
ağlamış ağırlanmıştık
en güzide kelamla süslenmişti kitabem
hükümran tuğrasıydı alnıma kazınan iz
Fatih’i sevdiğim biliniyordu
çok hem de
her savaştan arda kalan yine bendim /
ferman ben
/ Hünkâr İskelesi’nde tedirgin
şehzâde sükûneti
/ hücum coşkusunu
besteleyen mehteran
çeri bendim divân ben Hürrem bendim sultan
ben
/ Altın Kapı’dan sonsuza açılan
saadet
/ Hırka’m kadar
güzel zafer getiren ordu
T.
dağılan tesbihin adresini arıyordu Hüdâyî
kaybolup yokuşla iki yokluk arası
Marmara’ya kayıp inciler düşürüyordu yağmur
nakışlar beş vakit namaza durduğunda
mum gibi yanıyordu esrâr hükmünde hüsün
pervaneler/de
mürekkep odasında bir elif olmak için
kalem değil ben idim hattatın ellerinde
yazdığım gözleriydi
ta'lîk sülüs ve celî
semâzen âyetin müsennâ sesiyle kubbelerde
söylesin nâzenin içini döksün çini
kaç münzevî ömürdü eğilen servilerde
bir cariyenin gözyaşını saklayan çeşmelere
anlatsın su içmeye gelen saray güvercinleri
kuruyan her şadırvan hangi yüzle dönecek
mâbedlerin sırrını fısıldayan Sinan’a
A.
hasret Bâbil’de başlar bende biterdi firâk
mecnûn bendim leylâ ben gerçek bendim hülyâ
ben
âh! gururumda kayboldum
kibirden sarhoş olup kovulmuşum dergâhtan
minyatüre sığmayan aşklardan biliyordum
bir sevdâ meseliydi Kız Kulesi’nde ölüm
o titrek tebessümün korkusuna aldanıp
mor ebrû dudağına gül/bahar bulaşırdı
rum/elinden akasya âh çekse Asya diye
kederden sabaha dek ağlardı hanımeli
/ ana dolu
yakasında Avrasya
yetişmek için İcadiye’de nefesim kesilirdi
tutuştuğumu görsem Galata Kulesi’nden
ve yüzümde bir
yanık Cibâlî / Balat
ateş denizlerimi andıran nûr-ı siyâh
/
hatırlatan Hüsn ü Aşk
nahif bir sallantıdan yıkılacakmış gibi
Kandilli’de uykumu parçalardı Üsküdar
keşkülünde dervişin kapı kapı gezdiğim
Beylerbeyi
/
Topkapı’da kutsal emanetlerim
N.
bencileyin murakka ve benim kadar kadîm
yükü zengin küfenin kalbi fakîr hamalı
/ azığı simit
katığı sebil
/
taşıdıkça artağan
ardında sabah akşam yorgunluk topluyorum
ıslak bakışlarıma aldırmayan ayrılık!
dar zamanlara sığamıyorum
geri gelmeyen
mektuplar gibi
Sirkeci Garı’nda saat başı el/vedâ
deli rüzgâr ne zaman tozum alsa raflardan
adalar/da bir fayton gibi kendinden geçer
yüzleşir her sahafla içimdeki bun
hâne hâne sis / damla damla mey ve eğleşen
gün-
âh! mirasa konan insanlar gibi
her gün büyüyor
gömülüyorum
tanıdık yüzüyle ölümün bâki kalan İstiklâl!
gördün mü böyle elem böyle yas
Dolmabahçe’de
soğuyan saatlere serilen encam ve ben
buhurdan gözlerini sevdik Gazi’nin
işgal altında bile
B.
Çamlıca’nın darası düşülmüş manzarasında
uçurtmalar hariç beni kimsecik görmez
çocuk sesleriyle / oyunlar eşliğinde
gökyüzü dökülmüş kaldırımlardan
ahşap evlerden gölgeli sokaklardan
koyu yeşil bahçelerden geçerdim
adı gibi ne de
güzeldi Vefâ
Yalnız Servi’lerdi Muhacir Köy’de ümran
buğulu camlarda dirilince her bahar
genç kızların o zarif ellerine sarılıp
Mısır Çarşısı’nda çiçek diye koşardım
her sabah uykusuydum bir öğrencinin
…doğudan ve batıdan / İpek’ten ve Hicaz’dan
benden kaçıp
bana dönen yolcular
…cumbadan avluya sarılan o sarmaşık
baştan başa şehrâyin
…Boğaz’ı yarılayan bir saltanat kayığı
ve omuz omuza
oltada deniz
rüya içinde rüya…
U.
âh! beni bana banıp beni resmettiğimden
aynı renk çocukluğum / bahtiyarlığım
resim bendim ressam ben neyzen bendim
hüzzam ben
âh! tebdil-i kıyafet intizar ettiğimden
mahalle mahalle örtündüğüm yalnızlık
âharlanmış bir huşû sarar mı gökyüzünü
eski devirden kalan
cülüs dağıtıp sultan lâle ve gül yağar mı
köpükte süzülür mü yeniden Hümapervaz
anlar mı denizi taşa tutan âşıklar bir gün
balıkların kalbinde incindiğimi
çıkıp gelse Itrî o hazin şarkılarla
kavgadan gürültüden kalabalıktan
yine alıp alıp
götürse bizi
ışıldasa tahtımda o tezhibli ihtişam
doldursa takvimleri bayram sabahlarımla
kandillere / mahyalara ilham veren dolunay
L.
hangi yalıya sorsam şimdi cevabı sükût
/ baş eğer
mavinin derinliğine
bülbül suskun dil mahcup arzular çile
neden taçsız bıraktın benle büyüyen ülke
bana kaybettiğim kimliği getir
duâ ve âmin
bağrıma hüzün düştü bu mahzun sayfalardan
yine doğum günümü hatırlatıyor mayıs
nasıl dile gelirdim söylesene ey çınar!
nerden bilirdim sevildiğimi şiirler de
yazmasa
tarihin alnımdan öptüğü günler gibi
aksam efsunu pervin tepelerimden
yüzgörümlüğü diye katılıp
düşlerine
anlatsam bir kez daha / doya doya okusak
……..
sen de gidersin şair yaşlı çınar da ölür
sarnıç kurur söz üşür şehrengiz biter
ben kalırım âh!
susarım divâne çığlığıyla avunup martıların
KUŞLARLA GİTTİM
ertelenen
bir gülüş bırakmışsam yakana
tutunsun
istemedim perçemine bir rüzgar
meğer
yola çıkarken yağmurundan kaçmışım
göğsünü
yarılayan hançer gibi sımsıcak
kapattı
gözlerini o narin elleriyle
ölü
bulutlarıyla yatıştı ruhum
dudak
izi aramazdım ısırdığım elmada
bir
düş yolculuğuyla varılsa vuslatlara
kuşlarla
gittim
nar
çiçeğim
/baka kaldı ardımdan/
hep
kanat sesleriydi saçlarımda duyulan
güneşimdi
elimde parmakların
sanki hiç ısınmayan
dağları
insanlardan şehirlere hapsoldum
gecekondu
sanarak
yaktılar aşk hanemi
hasret
kaldım toprağa
gece karanlığına
uykuda
suretimi parçalarken çığlıklar
o
nazenin gülüşe
ben
acılar ekledim
ÜN GAZELİ
yıllar
aşkın koynunda bitmeyen gün gibidir
bu
mevsim gelinciğim sanki üzgün gibidir
güzellik
efsununda erken bitmesin rüya
defterinde
aşığın adı hüzün gibidir
bir
yabancı şehirde gezgin kalan her adım
sana
hüzzâm şarkıysa bana sürgün gibidir
paylaştıkça
büyüyen gönlümdeki bu hasret
ömrümün
sonuna dek saklı gülün gibidir
saçımda
alev gibi titreyen parmakların
yanağında
süslenen birkaç zülfün gibidir
eteklerinde
açıp serpilen her bir çiçek
kalbimin
yangınıyla düşen külün gibidir
hayal
çizgilerimde aynası yok resminin
kalbimde
sema eden sesin yüzün gibidir
takvimde
aynı şarkı: geceler ve gündüzler
her
sabah yenilenen tebessümün gibidir
bir
tatlı hatırayı bulmak istersen eğer
aşk
dudak deryasında her zaman dün gibidir.
YALNIZ GAZEL
yollara
gazel diye bir aşk gizledim yalnız
her
kozada sır gibi seni düşledim yalnız
ben
senin dağlarında şarkı söylemedim hiç
toprağında
süründüm, aşkı diledim yalnız
göğe
bir şey dokundu döndü yağmura yüzüm
dokundukça
saçıma bir can bekledim yalnız
yalnızlık
kollarımda büyüyen bir sarmaşık
bu
şulesiz yangında bir ben özledim yalnız
sana
ne çok benziyor üşümüş her tomurcuk
kapında
bir bekleyiş oldum izledim yalnız
sağnakta
şemsiyesi yoktur hiçbir şairin
bir
aşığa özendim şiir söyledim yalnız
bana
bir düğün getir gözyaşlarından başka
sevdan
ağır suç ise ben aşk istedim yalnız...
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder