26 Haziran 2008 Perşembe

Ali Püsküllüoğlu'nu Yitirdik.

Şair, dilci Ali Püsküllüoğlu'nu yitirdik.

ALİ PÜSKÜLLÜOĞLU
(1 Ocak 1935, Kadirli / Adana (Şimdi Osmaniye) – 24 Haziran 2008, Ankara )


Şair, dilci. Ali Memet, Aliş Güneyli ve Güney Çetin imzalarını da kullandı. Annesi Zeynep Aynı Hanım ile çiftçi Durdu Mehmet Püsküllüoğlu’nun oğlu. Kadirli Cumhuriyet İlkokulu ve Kadirli Ortokulu’ndan sonra 1952’de Mersin Lisesi’ndeki öğrenimini hastalığı nedeniyle sürdüremedi. Kadirli'de, Adana’da ve İstanbul'da çeşitli işlerde çalıştı. Bunlar arasında çiftçilik, gazete satıcılığı, sinema biletçiliği, avukat yazmanlığı, redaktörlük, gazetecilik ve yayımcılık sayılabilir. 1959’da İstanbul’da Çevre Yayınevi’ni kurdu. Kadirli’de Karacaoğlan adlı haftalık bir gazete çıkardı (29 Temmuz 1960, 12 sayı). 1960-83 arasında Türk Dil Kurumu'nda Yayın ve Tanıtma Kolu uzmanı olarak çalıştı, Kurum’a 1983'te tüzedışı olarak el konulması üzerine "istifa" ederek ayrıldı, bir süre sonra da emekli oldu. Ankara Radyosu’nda "Kitap Saati"ni (1962-63) ve Türkiye Radyoları’nda Türk Dil Kurumu adına "Arı Dile Doğru","Ana Dilimiz", "Öz Dilimiz" programlarını hazırladı (1963-66). Türkiye Radyoları’nda her akşam olmak üzere bir yıl süreyle yayımlanan, Atatürk’ün Söylev’ini ilk kez günümüz diline aktararak sunanlar arasındaydı. Ulus gazetesinin haftalık sanat-edebiyat sayfasını yönetti (Nisan 1970-Nisan 1971, 51 sayı); Halkçı gazetesinin sanat-edebiyat sayfasını yönetti (1973); şiir dergisi Yusufçuk‘u çıkardı (Ocak 1979-Aralık 1980, 24 sayı). Türk Dili dergisinin yazı kurullarında yer aldı. Çağdaş Türk Dili dergisinin kurulmasına ön ayak oldu ve dergiyi genel yayın yönetmeni olarak bir süre yönetti. Hürriyet topluluğunun yayımladığı Hürgün gazetesinde serbest yazar olarak çalıştı (1985). Öz Türkçe Sözlük kitabı 12 Mart döneminde toplatıldı ve bir buçuk yıl süren yargılama sonunda aklandı. Çocuklar için bir Türk şiiri seçkisi olan ve Kültür Bakanlığı’nca yayımlanan Kırlangıcın Kanat Vuruşu 12 Eylül döneminde savcılıkça soruşturuldu ve kitap hakkında takipsizlik kararı verildi.
İlk şiiri 1950’de Kadirli'de Oba gazetesinde yayımlandı. Dergilerde ilk şiiri Haziran 1951’de Kaynak dergisinde çıktı. Doğayı, sevgiyi ve toplumsal sorunları işlediği şiirleri, yazıları ve söyleşileri Varlık, Hisar, Anadolu Ekini, Ant, Özgür İnsan, Türk Düşüncesi, Türk Sanatı, İstanbul, Türk Dili, Papirüs, Dost, Oluşum, Hürriyet Gösteri, Milliyet Sanat Dergisi, Yusufçuk, Yazko Edebiyat, Çağdaş, Çağdaş Türk Dili, Çağrı, Tempo, Çevre, Damar, Değişim, Dil Dergisi, Dize, Dönem, Düşlem, Gurbet, Adam Sanat , Karşı, Kaynak, Mavi, Özgörü (Tarsus-Mersin), Promete, Püren, Söylem, Şiir Sanatı, Şiir-lik (Berlin- Almanya), Türk Folklor AraştırmalarıTürk Yurdu, Türkiye Yazıları, Yağmur, Yaklaşım (Balıkesir), Yansıma, Yaşasın Edebiyat vb. dergileriyle; Akşam, Vatan, Cumhuriyet, Ulus, Barış, Bugün, Dil (Kadirli-Adana), Halkçı, Yeni Halkçı, Hürgün, Karacaoğlan (Kadirli-Adana), Kozandağı (Kozan- Adana), Köylü Sesi (Adana), Kudret (Ankara), Oba (Kadirli-Adana), Vatandaş (Adana) ve Milliyet gazetelerinde yayımladı.
“Mağara/Dağ Başı” adlı radyo oyunu Türkiye Radyoları’nda, İngilizce’den çevirdiği tek perdelik oyunlar Türk Dili dergisinde yayımlandı.
İlk şiirlerinde halk şiirinin düşünce ve duyarlığından yararlandı; 1960’dan itibaren şiirlerinde İkinci Yeni ve toplumcu şiir anlayışının olanaklarını kullanarak açık ve yalın bir anlatımla kendi şiirini kurdu. Bir söyleşisinde "Benim şiirim, benim kuşağımın şiiri, herkesi ilgilendirmeyen şiirdir. Benim şiirim sessizliğin, usun ve karanlığın tadının şiiridir" dedi. Şiirinin özelliği "yalın bir Türkçeyle yazılmış, çok yalın, iç uyaklı, tartımlı dizelerden oluşan, yapısı sağlam, şiirimizdeki yenilikleri dikkatle izleyerek kendi şiirinin potasında eriten, toplumsal tarihi de kapsayan, zamana dayanıklı, söyleşi edası taşıyan şiirler." olarak özetlenebilir. Şiiri için Cemal Süreya şöyle der: "İlk şiirleriyle halk şiirine yakındır. Daha sonra İkinci Yeni’nin imge anlayışına katılmış, sonra da, toplumcu bir şiire uzanmak istemiştir. Ama her şiirinde Anadolu duyarlığının merkezde olduğu görülür."
Dil Derneği’nin ve Edebiyatçılar Derneği’nin kurucularındandır. Ekim 1960’dan bu yana Ankara’da yaşıyor; evli, bir çocuk babası.
Şiirleri İngilizce, Arapça, Fransızca, Rusça, İsveççe, Srrpça gibi dillere çevrildi. Şiirleri, anlatıları ders kitaplarında yer aldı. Bilim ve Ütopya dergisi “İz Bırakanlar” bölümünden birini ona ayırdı (Nisan 2004). Çağdaş Türk Dili dergisi, ayrıntılı özgeçmişini ve kendisiyle ilgili geniş bir kaynakçayı okurlarına sundu (Mayıs 2004). Bir şiir dergisi olan Dize de Haziran 2004 sayısını “Ali Püsküllüoğlu Özel Sayısı” olarak yayımladı.
Ozanlığının yanı sıra dil ve sözlük alanındaki çalışmalarıyla da kendini kabul ettirmiştir. Sözlük çalışmalarına 1963’te başladı ve ilk sözlüğü olan Öz Türkçe Sözlük 1966’da yayımlandı. O zamandan bu yana, kırk yılı aşan bir süre içinde, yirmiyi aşan sayıda ve çeşitli boyutta sözlükleri yayımlandı. Bunların ve şiir kitaplarının birçok baskısı yapıldı.
Tedavi gördüğü Ankara Üniversitesi Tıp Fakültesi Göğüs Hastalıkları Hastanesi’nde solunum yetmezliği nedeniyle 24 Haziran 2008’de yaşamını yitirdi. 25 Haziran 2008 günü Ankara Küçükesat Camisi’nde öğle namazının ardından kılınan cenaze namazı sonrası Gölbaşı Mezarlığı’nda toprağa verildi.
Ödülleri: “Nasrettin Hoca” adlı kitabıyla 1981 Türk Dil Kurumu Çocuk Yazını Ödülü’nü, “Gül, Sevgili Yurdum” dosyasıyla 1983 Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü’nü, “Zamansız” adlı dosyasıyla 2005 Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü aldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Pembe Beyaz (1955, Türk Sanatı, İst.)
& Aydınlık İçinde (1956, Sami Gürel Yayınları, İst.)
& Karanfilli Saksı (1958, Işıl Basımevi, İst.)
& Uzun Atlar Denizi (1962, GİM Yayınları, Ank.)
& Sırtımızda Kızgın Güneş (1965, AP Kitapları, Ank.)
& Unutma Onları (1976, Bilgi Yayınevi, Ank.)
& Yaz ve Yağmur (1978, Bilgi Yayınevi, Ank.)
& Gül, Sevgili Yurdum (1984, Varlık Yayınları, İst.)
& Eskidikçe (1992, Cem Yayınevi, İst.)
& Seçilmiş Şiirleri (1996, YKY, İst.)
& Babadat – Toplu Şiirler 1950-97 (1998, Arkadaş Yayınları, Ank.)
& Zamansız (2006, Özgür Yayınları, İst.)
Dil - Sözlükleri:
& Öz Dilimiz (1966, TDK Yayınları, Ank.)
& Konuşmalar (1966, TDK Yayınları, Ank.)
& Öz Türkçe Sözlük (1966, Nokta Yayınları, Ank.)
& Yaşar Kemal Sözlüğü (1974, Cem Yayınevi, İst.)
& Öz Türkçe Kılavuzu (1980, Maya Yayınları, Ank.)
& Çağdaş Türkçe Sözlük (1980, Maya Yayınları, Ank.)
& Ortaokullar İçin Türkçe Sözlük (1980, Maya Yayınları, Ank.)
& Seçilmiş Çocuk Adları Sözlüğü (1981, Maya Yayınları, Ank.)
& İlkokullar İçin Örnekli-Resimli Türkçe Sözlük (1988, ABC Yayınevi, İst.)
& Türkçe Sözlük (1991, Schulbuck Verlag, Almanya)
& Türkçenin Yazım Kılavuzu (1991, ABC Yayınevi, İst.)
& Arkadaş Türkçe Sözlük (1994, Arkadaş Yayınevi, Ank.)
& Türkçe Deyimler Sözlüğü (1995, Arkadaş Yayınevi, Ank.)
& Türk Atasözleri Sözlüğü (1995, Arkadaş Yayınevi, Ank.)
& Türkçe Sözlük (1995, YKY, İst.)
& Edebiyat Sözlüğü (1996, Özgür Yayınevi, İst.)
& Türkçenin Argo Sözlüğü (1996, Özgür Yayınevi, İst.)
& Öğrenciler İçin Temel Deyimler Sözlüğü (1996, Alfa Yayınları, İst.)
& Türkçedeki Yabancı Sözcükler Sözlüğü (1997, Arkadaş Yayınevi, Ank.)
& Öğrenciler İçin Resimli Türkçe Sözlük (1998, Arkadaş Yayınevi, Ank.)
& İlköğretim İçin Seçme Atasözleri Sözlüğü (2000, Doğan Kitap, İst.)
& İlköğretim İçin Temel Deyimler Sözlüğü (2000, Doğan Kitap, İst.)
& Yazım Kılavuzu (2001, Arkadaş Yayınevi, Ank.)
& İlköğretim İçin Atasözleri ve Deyimler Sözlüğü (2004, Arkadaş Yayınevi, Ank.)
& Ereğli Yokken Armudun Adı Neydi (2007, Can Yayınları, İst., 94 s.)
& Edebiyat Sözlüğü (2008, Can Yayınları, İst., 128 s.)
Antolojileri:
& Sevgi Şiirleri Antolojisi (1955, Sami Gürel Yayınları, İst.)
& Şiirimizin Dört Ahmedi (1959, Çevre Yayınları, İst.)
& Yeni Türk Tiyatrosu (Kısa Oyunlar Seçkisi; 1969, Nokta Yayınları, Ank.)
& Türk Halk Şiiri Antolojisi (1975, Bilgi Yayınevi, Ank.)
Anlatı Kitapları:
& Efsaneler (1971, TDK Yayınları, Ank.)
& Türk Halk Öyküleri (1982, TDK Yayınları, Ank.)
Deneme Kitapları:
& Dile Karışılmaz mı? (2008, Can Yayınları, İst., 368 s.)
Çocuk Kitapları:
& Okumaya Geçiş Kitabı (1976, Ararat Yayınevi, İst.)
& Çocuklara Şakacı Şiirler (Seçki; 1977, Derinlik Yayınevi, İst.)
& Kırlangıcın Kanat Vuruşu (Seçki; 1979, Kültür Bakanlığı Yayınları, Ank.)
& Nasrettin Hoca (1980, Derinlik Yayınevi, İst.)
& Anadolu Söylenceleri (1983, Milliyet Yayınları, İst.)
& Bektaşi (1987, Cem Yayınevi, İst.)
& Afacan Cem (10 Kitaplık Dizi; 1990, Cem Yayınevi, İst.)
Çevirileri:
& Açlar / William Saroyan (1 Perdelik Oyun; 1962, Ankara Üniversitesi Basımevi, Ank.)

Kaynaklar:
Tanzimat'tan Bugüne Edebiyaçılar Ansiklopedisi Cilt II / 2001, Yapı Kredi Kültür Sanat Yayıncılık, İst., s: 688-689

18 Haziran 2008 Çarşamba

NURDURAN DUMAN



(23 Ekim 1974, Çan / Çanakkale  - )


       Makbule Hanım ile Ramazan Bey’in kızı. Denize olan tutkusundan dolayı gittiği İstanbul Teknik Üniversitesi Gemi İnşaatı ve Deniz Bilimleri Fakültesi’nden “Gemi İnşaatı Mühendisi” ve “Deniz Mühendisi” olarak mezun oldu. Kendini İstanbul’a yaşamsal bir tutkuyla Çanakkale’ye tarihsel bir sorumlulukla ağlı hissediyor.
       Gösteri Sanatları Merkezi’nde Tiyatro Yönetmenliği öğrenimi gördü. İTÜ Güzel Sanatlar Bölümü Tiyatro Topluluğu’nda sahne arkası ve önünde pek çok görev aldı. Çalıştığı oyunlar arasında Bakkhalar, Hamlet, Cyrano de Bergerac, Mr. Peters’ın Bağlantıları, Sersem Kocanın Kurnaz Karısı adlı eserler sayılabilir. 2006 yılında İstanbul Uluslararası Tiyatro Festivali bünyesinde Kenter Tiyatrosu’nda sahneye konan Cyrano de Bergerac adlı oyunda yönetim ekibinde ve teknik masada yer aldı.
      Tiyatro Dergisi için “Dip Perdesinde Kahraman” adlı yazılar yazdı. Radyo ve televiyonda “Yazın Küresi” adlı edebiyat ağırlıklı kültür sanat programını ve “Kitap Hazinesi” adlı çocuk edebiyatı programını hazırlayıp sundu. www.mevsimsiz.com adlı edebiyat sitesinde “Su Oku” adlı köşe yazıları yazdı.
       Eşik Cini Öykü Kültürü dergisinde e-haber adlı köşede Dünya ve Türk Edebiyatı’nda haberler sundu. Yine Eşik Cini dergisi için Türkiye’de bilinmeyen yazarları keşfedip öykülerini çevirip yazarın edebiyat çalışmaları hakkında yazılar yazıyor. Özgür Yayınları'nda hem editör hem de medya editörü olarak çalışıyor, Nazım Hikmet Akademisi'nde "Edebiyat ve Diğer Sanatlar" adlı dersler veriyor.
      İlk şiirini 8 yaşında yazdı. 9 yaşındayken, büyüdüğünde yazar olmak için kendine söz verdi. Şiiri sevdi, şair oldu. Şiirleri, yazıları, çevirileri ve söyleşileri Akköy, Akşam Kitap, Black Renaissance Noire (A.B.D.), Budala, Colorado Review (A.B.D.), Cumhuriyet Kitap, Çevrimdışı İstanbul, Edebiyat ve Eleştiri, Eşik Cini, Heves, İyi Kitap, İz, Kitap Postası, Kitap-lık, Milliyet Kitap, Öteki-siz, Papirüs, Radikal Kitap, Spleen, Sözcükler, Sözgelimi, Svetovej Literatury (Slovakya), Şiir Saati, Şiiri Özlüyorum, Tiyatro, Varlık, Yasakmeyve, Yaşam Çanakkale, Yurt Kültür vb. gibi dergi, gazete ve eklerinde yayımlandı. Haftalık ilk kitap dergisi olma özelliği taşıyan “Kitap Postası” dergisinde ve  “Yaşam Çanakkale” gazetesinde “Aynalı Kalem” adlı köşesinde yazıyor.
       Şiirleri İngilizce, Fince, Sırpça, Bulgarca, Slovakça, Oksitanca gibi Avrupa ülkeleri dillerine çevrildi ve bu dillerde yayımlandı. Nurduran Duman’ın ilk kitabı Yenilgi Oyunu’nda yer alan dört şiiri (Renklerin Örgüsü, Sessöz, O An, Mektubum Zeytin Dalı), ABD’nin 1944 yılından bu yana basılmakta olan Interim dergisinde (Bahar-Yaz 2013), hem Türkçe hem İngilizce olarak yayımlandı. Duman’ın şiirlerini şair-editör Andrew Wessels çevirdi. Ayrıca ABD’de New York Üniversitesi'nin yayın organlarından olan Black Renaissance Noire sanat dergisi Duman'ın söyleşi ve şiirlerine 6 sayfa yer verdi, Duman bu söyleşi için Amerikan Şiir Akademisi onur kurulu üyesi Şair Victor Hernandez Cruz'un sorularını yanıtladı. Duman'ın en son Zambak Boyunlu Kız (The Lily-Necked Girl) şiiri, Hindistan'da çıkan dergi Gallerie'de (Sayı 28) İskoç şair Tom Pow'un çevirisiyle; "Yarım Çember (Semi Circle)" şiiri ise, şair/akademisyen Andrew Wessels çevirisiyle ABD'nin köklü edebiyat dergilerinden Colorado Review'da (Bahar 2012) yayımlandı. Şair, yazar ve çevirmen olarak pek çok ulusal ve uluslararası etkinliğe katıldı. Anne Sexton, Sara Teasdale, Edna St. Vincent Millay, Sylvia Plath gibi şairler hakkında çalışmalar yapıp yazılar yayımladı, şiirlerini çevirdi. “Dünya barışı isteniyorsa ülkelerin ciddi bir edebiyat çevirisi politikaları olmalı” görüşünü savunduğu yazısını Finlandiya’daki Kaltio (Sayı: 6/2010) dergisinde yayımladı.  
Ödülleri: “Yenilgi Oyunu” adlı şiir dosyasıyla 2005 Cemal Süreya Şiir Ödülleri Jüri Özel Ödülü’ne değer bulundu.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Yenilgi Oyunu (2006, Komşu Yayınları: 19, Yasakmeyve Şiir Dizisi: 15, İst., 72 s.)
& Mi Bemol (2012, Noktürn Yayınları: 3, Şiir: 3, Genel Yayın Yönetmeni: Harun Atak, İst., 64 s.)
      Anlatı Kitapları:
& İstanbul’la Bakışmak - Salacak (2010, Heyamola Yayınları, İst.)
       Katkıda Bulunduğu Kitaplar:
& Kızlar ve Babaları (2011, Paradigma Yayınları, İst.; Editörler: Gökhan Yavuz Demir, Alper Kanca)
& Nazım Hikmet Mektubun Var (Yayına Hazırlayanlar: Erol Özyiğit-Vural Uzundağ; 2011, Bencekitap Yayınları, Ank.)
& Şairini Arayan Mektuplar (Hazırlayan: Erol Özyiğit)
& Bu Sefer Mavi (2016, Kırmızı Kedi Yayınları, İst.)
      Çevirileri:
& Alma Alexander / Jin-shei Kız Kardeşlik Sırları (2006, Literatür Yayınları, İst.)
Kaynaklar:




* Nurduran Duman'ın izniyle yayınlanmıştır.

15 Haziran 2008 Pazar

AHMET ADA


  

(20 Mayıs 1947, Ceyhan / Adana – 19 Mart 2016, Adana)


Sanal alemde “Paçal Naz”, “Uçurum Otu”, “İsmi Gül”, “Kuşotu Havası” imzalarını kullandı.  Şair, yazar. Nazire Hanım ile tüccar Ahmet Ada’nın oğlu. İlkokul ve ortaokulu Ceyhan’da okudu. Ailesinin maddi sıkıntısı nedeniyle Ceyhan Lisesi’ni ikinci sınıfta terk etmek zorunda kaldı (1965). 1967-69 yılları arasında Devlet Su İşleri Ceyhan Şubesi’nde, 1971-87 yılları arasında Marangozlar İstihlak Kooperatifi’nde, 1989-93 yılları arasında otomobil ticareti ile uğraşan bir özel şirkette çalıştıktan sonra emekli oldu. TYS üyesiydi. 2002’de Mersin’e yerleşti. Evli ve çocuksuzdu. Tedavi görmekte olduğu Adana’da 19 Mart 2016 hayatını kaybetti, cenazesi 20 Mart 2016 günü öğle namazını müteakip Hunat Hatun Camii'nde kılınan cenaze namazının ardından Kayseri’de defnedildi.

İlk şiiri “Tabuttur Kitaplar” ve Hilmi Yavuz’un şiiri üzerine bir çözümleme denemesi olan ilk yazısı “Hilmi’nin Çocukluğu” 1966’da Soyut dergisinde çıktı. İlk yapıtı olan “Gün Doğsun Gül Üstüne”, 1980’de Mehmet Çağlıkasap ve Abdülkadir Budak’ın kurucusu oldukları Hakimiyet Sanat Yayınları arasında çıktı.  Şiir, yazı ve söyleşileri; Absent, Ada, Adam Sanat, Agora, Ağır Ol Bay Düzyazı, Akatalpa, Asma Köprü (Fransa), Aydınlık Kitap, Bahçe, Beyazmanto, Binyıl Kitap, Broy, Budala, Cumhuriyet Kitap, Çini Kitap, Deliler Teknesi, Denizsuyukasesi, Deve, Dize, Dönemeç, Düşler, E, Edebiyat ve Eleştiri, Eliz Edebiyat, Eski, Eski Broy, Esmer, Etken, Evrensel Kültür, Geceyazısı, Gösteri, Günümüzde Kitaplar, Hâkimiyet Sanat, Hayâl, Hece, Heves, Islık, İzlek, Kitap-lık, Kurşun Kalem, Lacivert, Le poéte Travaille, Melez, Milliyet Kitap, Milliyet Sanat, Mor Taka, Morca, Muaf, Mühür, Oluşum, Özgür Edebiyat, Palto, Papirüs, Patika, Radikal Kitap, Saçak, S’imge, Sincan İstasyonu, Somut, Sonsuzluk ve Bir Gün,  Soyut, Şiirden, Şairin Atölyesi, Şiir Oku, Şiir-lik, Şiirden, Şiiri Özlüyorum, Taflan, Taraf, Türk Dili, Türkiye Yazıları, Ünlem, Üvercinka, Varlık, Virgül, Yansıma, Yaratım, Yarın, Yaşam İçin Şiir, Yazılıkaya, Yelkovan, Yeni Adımlar, Yeni Biçem, Yeni Dergi, Yeni Düşün, Yeni Gerçek, Yom Sanat, Yusufçuk, Zalifre Yazıları, Zaman Dükkanı vb. dergi, gazete ve eklerinde yayımlandı.  Bazı şiirleri Almanca, Fransızca, İngilizce, İtalyanca, Bulgarca ve Kürtçe gibi dillere çevrildi.

1980’li yıllar şiirinin önemli bir temsilcisi olarak tanındı. Şiirlerinin İkinci Yeni şiir havzasın-dan beslendiği gözlense de kendine özgü lirik bir şiir kurdu. Gerçekçi tutumlardan beslenen, destansı, lirik, hüzünlü ve incelikli şiirler yazdığı eleştirmenlerce kabul edildi. Son dönem yaz-dığı şiirlerle, modern şiirin biçimselliği ile modern dünya tasarımına felsefî derinlik katan yeni bir döneme girdi. Uzun ve epik özellikler barındıran şiirlerinde, göç, savaş gibi olgulara insanî bir perspektiften bakarak çok sesli bir şiire yöneldi. "Has, hakiki, hüzünlü, bilge, termodinamik şiir yazmaya çalışmış yer yer başarmıştır da. Tok sesli, ayrıntı zenginliği taşıyan şiirleri göz ardı edilemez. Şiirleri farklı söyleyiş, biçim ve seslerle donanımlı. Taşla insanın eskilere dayanın ilişkisi, serüveni. Gündelik hayatı öteleyen, içsel ve zihinsel dünyanın kavisli çıkışları. Bunlar Ahmet Ada donanımlarıdır. Taze, duyulmamış, yazılmamış imgesel dil, bizi mekânlar arası bir gezintiye çıkarıyor. Öznenin nesnesine yaklaşımından sızan yabancılaşma duygusu iç sızlatıyor. Yerel ve evrensel kültürlerin bireşimini de özgün şiiriyle gerçekleştiriyor Ahmet Ada. Doğayı ve dünyayı dinleyerek biriktirdiği şiirini, Türk şiirinin büyük ve derin akışına katarak uzun soluklu bir şiire dönüştürmesini bildi." (Çiftçi)  

Şiirinin başkalaşımını da poetik yazılarla açımladı. Şiirin kavram ve terimlerinin oluşturulmasında çaba gösterdi. “Şiir Okuma Durakları” (2004) adlı kitabı modern şiire ilişkin şiir bilgisi içeren bir elkitabı olarak değerlendirildi. Şiirin sorunları ve “İkinci Yeni” şiirleri üstüne eleştirel, çözümleyici yazılarıyla da dikkat çekti.

2006’da, Çukurova Üni. Fen-Edebiyat Fak. Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü ile Eğitim Fak. Felsefe Grubu Eğitimi ABD tarafından ortaklaşa düzenlenen sempozyumla “40. Sanat Yılında Ahmet Ada’nın Şiiri” çeşitli yönleriyle ele alındı. Sempozyum bildirileri 2009’da “Ahmet Ada’nın Şiirine Bakışlar” adıyla yayımlandı. 2008’de, Mersin Üni. İletişim Fak. Radyo, Sinema ve Televizyon Bölümü “İki Şair Bir Kent” adlı belgeselinde Ahmet Ada ile Celâl Soycan kent kültürünü ve şiiri konuştular. Bu söyleşi DVD olarak yayımlandı. Mersin’de, 43. Sanat yılı nedeniyle, 2009 yılı 21 Mart Dünya Şiir Günü Ahmet Ada şiiri odağında kutlandı. Ahmet Ada’nın “Göründü Göğün Faytonu” başlıklı şiir bildirisi okundu.

Ödül: ‘Gün Doğsun Gül Üstüne’ adlı kitabıyla 1981 Akademi Kitabevi Şiir Başarı Ödülü’nü (Ödülü Ali Cengizkan ve Adnan Azar’la paylaştı), ‘Aşk Her Yerde’ adlı kitabıyla 1991 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nü, ‘Vakit Yok Hüzünlenmeye’ adlı kitabıyla 1993 Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü, “Onlar İçin Minibüs Şarkısı Üzerine Gözlemler” adlı incelemesiyle 1999 E Dergisi Şiir İnceleme Ödülü’nü, “Yoktur Belki Ahmet Ada Diye Birisi” adlı kitabıyla 2011 Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü aldı.

Yapıtları: Şiir: *Gün Doğsun Gül Üstüne, Kayseri: Hakimiyet Sanat., 1980 *Acıyla Akran, Ank.: Dayanışma, 1983 *Yaz Kırlangıcı Olsam, Ank.: Yarın., 1985 *Aşk Her Yerde, İst.: Broy, 1990 *Vakit Yok Hüzünlenmeye, İst.: Broy, 1992 *Günyenisi Lirikler, İst.: Broy, 1992 *Yitik Anka (İlk üç kitabının toplu basımı) İst.: Broy, 1993 *Taş Plak Gazelleri, İst.: Broy, 1995 *Küçük Bir Anmalık, İst.: Hera, 1996 *Begonyalı Pencere, İst.: Hera, 1998 *Denize Atılan Çiçek, İst.: Yön, 1999 *Gökyüzünün Fıskiyesi, Mersin: Islık, 2003 *Denizin Uykusu Üstümde, Mersin: Islık, 2004 *Kantolar, İst.: Şiirden, 2006 *Yeni Kantolar, İst.: Şiirden, 2007 *Sonsuz At, İst.: Şiirden, 2009 *Sözcükler Denizi, İst.: Şiirden, 2009 *Taşa Bağlarım Zamanı, İst.: Metis,  2009 *Paçalı Bulut, İSt.: Artshop, 2010 *Yoktur Belki Ahmet Ada Diye Birisi, İst.: Artshop, 2010 *Uçurum Otu, İst.: Artshop, 2012 *Çiçek Kokan Ağzı, İst.: Şiirden, 2013 *Taşın Sesi, İst.: Şiirden, 2014 *Yağmur Başlamadan Eve Dönelim, İst.: Ve, 2015 *Derin Göller Kalbindir, İst.: Ve, 2017.

Poetika: *Şiir Okuma Durakları, Mersin: Islık, 2004 *Şiir İçin Boş Levhalar, İst.: Şiirden, 2006 *Modern Şiir Üzerine Yazılar, İst.: Şiirden, 2008 *Şiir Dersleri, İst.: Artshop, 2011 *Şiir Yazıları, İst.: Şiirden, 2014.

Hakkında Hazırlanan Özel Sayı ve Dosyalar: Yazılıkaya Aylık Şiir Yaprağı, S. 17, Mayıs 2007, Yazılıkaya Aylık Şiir Yaprağı, S. 30, Temmuz-Ağustos 2008

Kaynaklar: TBEA c. I, 2001, 10/2010, 11-12; Çiftçi, Tezkire, 12-13; Kurdakul, Sözlük, 12; Necatigil, İsimler, 12; Odabaşı, Antoloji; Muzaffer Uyguner, Varlık, Ekim 1980; Cemal Süreya, Paçal Yazıları, Aydınlık, 29 Mart 1980;  Mehmet H. Doğan, Nesin Vakfı Yıllığı, 1984; Fikret Demirağ, "Ahmet Ada’nın Şiirleri", Halkın Sesi gazetesi, Kıbrıs 1984; Selim Yağmur, "Vakit Yok Hüzünlenmeye", Dergâh, S. 35, Ocak 1993; Gültekin Emre, "Vakit Yok Hüzünlenmeye", Milliyet Sanat, 15 Şubat 1993; Haydar Ergülen, "Ahmet Ada’nın Şiiri",  Varlık, Şubat 1999; Hüseyin Alemdar, "Ahmet Ada ile “Begonyalı Pencere” Üzerine “Şiirin Yerçekimindeyim”, Cumhuriyet Kitap, 6 Mayıs 1999; İhsan Işık,  Yazarlar Sözlüğü, 1990, 1998; İhsan Işık,  Türkiye Yazarlar Ansiklopedisi, 2001, 2004; İhsan Işık,  Encyclopedia of Turkish Authors, 2005; İhsan Işık,  Resimli ve Metin Örnekli Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi, 2007; İhsan Işık, “Ada, Ahmet”. Türkiye Edebiyatçılar ve Kültür Adamları Ansiklopedisi. c. I. Ankara: Elvan, Ank.: 2007, 46-47; İhsan Işık,  Ünlü Bilim Adamları (Türkiye Ünlüleri Ansiklopedisi, c. 2, 2013; İhsan Işık,  Encyclopedia of Turkey’s Famous People, 2013; Metin Cengiz, "Yeniden ‘Vakit Yok Hüzünlenmeye’ ve Ahmet Ada-Uzak Şehirler", Cumhuriyet Kitap, 16 Mart 2000; Haydar Ergülen, "Ahmet Ada Antolojisi", Radikal Kitap, 12 Kasım 2004; Celâl Soycan, "Ciddiye Alınması Gereken Bir Arayış", E dergisi, Ocak 2004; Celâl Soycan, "Ahmet Ada İçin Prelüd", Kitaplık dergisi eki Babil Kulesi, 2005;Orhan Kahyaoğlu, “Söz Ki Büyülüdür”, 2008; Ahmet Çakmak. “Deneylenemeyen Dünyanın Sözcüsü Oldum”, söyleşi, 2009;  Sibel Oral, ""Mezar taşı olmak Anadolu'da", söyleşi, Taraf, 25 Mayıs 2009; Mustafa Şerif Onaran, “Ahmet Ada’nın Şiirinde Zamanı Yorumlayan Anlam Katmanları”. Varlık. S. 1229, Şubat 2010, 54-56; Emel Güz, Onlar Şair Değildiler!, Yazılı Kâğıt, Ank.: 2012, 10-15; Mitat Çelik, "Ey Dünya, Tüm Işıklarını Yak", söyleşi, Aydınlık Kitap,  28 Ağustos 2015, 11; Bedri Aydoğan, “Şiir Okuma Duraklarında Ahmet Ada”, 2018; Uluer Aydoğdu, "Kendi Değirmisinde Bir Azınlık", 2018; Mitat Çelik, “Çağdaş Lirik Şiirin ve Düzyazı Şiirin Olanaklarını Zenginleştirmeye Çalıştım”, söyleşi, 2018; Mustafa Günay, “Dünyayla Diyalog Olarak Şiir”, 2018; Metis Yayınları web sitesi, erişim tarihi: 9 Kasım 2021; Şiirden Yayınları web sitesi, erişim tarihi: 9 Kasım 2021.


http://nazsiir.blogspot.com.tr/
http://siirdefteri1947.blogspot.com.tr/
http://sozcuklerdenizi.blogspot.com.tr/
http://batiktekne.blogspot.com.tr/

*17 Ağustos 2022 tarihinde güncellendi.
        








Babam


Babacığım seni çok özledim...
Seni,
varlığını, yokluğunu,
sevgini,
gözlerinin derinliğini,
sakallarının kırını,
seni....

Babalar, ne zaman hatırlanır?
Babalar, ölünce uçurtma olup uçarlar mı?
Babalar, ne zaman güzeldir?
...
Ben, ne zaman baba olacağım?
...
Ben, ne zaman babaları olacağım çocuklarımın?
....
Ben babamı çok sevdim mi? (Tıpkı Can Yücel gibi)
...
Bir mektup borçluyum babacığım sana...
Ne zaman yazacağım bilmiyorum.
Belki gelecek yıl, "Babalar Günü"nde...
Belki çocuklarımın okulu bitirdikleri gün...
....
Tüm babaların "Babalar Günü" kutlu olsun.

Babalar Gününüz Kutlu Olsun.

Babalar Gününüz Kutlu Olsun.

ANNE! BABAM NE ZAMAN DÖNECEK?

ANNE! BABAM NE ZAMAN DÖNECEK?

Anne! Babam nereye gidiyor her pazartesi
Sırt çantasını alıp çıkıyor ayaz sabahlara
Gitmek için uyuklayan otogara
Uykulu gözlerle binip otobüslere
Bir şehirden bir şehre
Aynı kaderi paylaştığı insanlarla
Geç kalarak işine,
Geç başlayarak güne ve
Haftaya
Uykusunu alamayarak…

Anne! Babam ne yapıyor gittiği şehirde,
Pazartesi, salı,
Çarşamba, perşembe,
Bir de cuma,
Babam oturuyor bir masada,
Bir bilgisayar masasında,
Bir yazıcı, bir de masa takvimi,
Babam bilgisayara bakıyor, bilgisayar babama

Anne! Babam işini seviyor mu eskiden olduğu gibi?
Babam kazandığı parayı hak ediyor mu?
Kazandığı para babamı hoşnut ediyor mu?
Masadaki takvim babama ne fısıldıyor?
Takvimin yaprakları nereye sürüklüyor babamı?
Bir gün daha geçiyor, takvimden bir yaprak daha
Düşüyor
Düşü üşüyor babamın.

Anne! Babam üşüyor mu?
Ne üşü babacığım!
Ne de düşlerini yitir.

Ya annem ne yapıyor baba
Bugün günlerden Cuma
“Canın ne yemek istiyor baba”
Annem az sonra senin sevdiğin yemekleri yapıp
Mutfaktan çıkacak ve senin için
Giyinip süslenerek
Balkonda seni beklemeye başlayacak
Sakın geç kemle! Baba,
Unutma bugün günlerden cuma

Akşam olmadan, güneş batmadan
Elveda demeden yaza
Ağaçlar üşümeden, serçeler ürkmeden
Anne! Artık babam dönsün evimize
Dönsün yanımıza babam,
Rüzgâr alıp gitmeden yaprakları
Allahım! Dönsün artık babam
Sıcakları kaçırmadan, yolunu şaşırmadan…
Artık dönsün babam, Allahım…


Şükrü KIRKAĞAÇ

Baba Şiirleri

BABA ŞİİRLERİ

BABAM VE LİMAN

Limanın anlamını çözer mi yanaşan gemi
Bunu denize sorsam daha derine iner
Liman bir şey söylemez belki de gemilere
Açıklarda içine demir atmışsa eğer

Babam limandı belki, yanaşmayan gemi ben
Aynı suların açığı, kıyısıydık ikimiz
Susmak ona özgüydü eşlik etmekse bana
Ben şimdi anlıyorum, martıydı eksiğimiz

“Ahşap Anahtar” adlı kitabından
Abdülkadir Budak (1952)


BABAM VE YOLCU

Babamdı içimdeki yolculuklardan biri
Uçuruma çıkmasını hangi oğul isterdi?

Hadi ben hayırsızım raydan çıkmış trenim
Daha acısı baba, yolcu da benim!

“Ahşap Anahtar” adlı kitabından
Abdülkadir Budak

BABA

bir rüzgar boyu uzağım en yakın oğlumdan
bir kez bile soramadım yağmuruma
kanat vuran çiçek çığlıklı kızlarımın

kırılan tohum sesiydi eyvahım uçtu
kara gölgelerden süt emdi torunum
kızılca ninnilerle indi kar kuyularına

ufku gün ışığında alnıma yaslayan kitap
öğretti her doğum ölümle doğrulanırmış
kuşlar yuvalandıkça kurşun yaralarına

“Cemresiz Günlerde” adlı kitabından
Celal Soycan (1948)





ASKERDEN DÖNEN OĞULLA BABANIN KUCAKLAŞMASI GİBİ


birden sert birden dişli bir budakla karşılaşır gibi
binlerce ipeğin binlerce yüze birden değmesi gibi
askerden dönmüş bir oğulla bir babanın birden kucaklaşması gibi

gözlerin bile konuştuğu diller var onlar gibi
söz dudağa değmeden gözyuvarlarının ışıması gibi
bir oğulla bir babanın karanlıkta yeşerttiği tohumlar gibi

sakal uçlarına saklanmış gülümseyişler gibi
bir babanın bir oğlun döndüğü yerden çok önceden dönmesi gibi
kılıç diliyle dünyanın sonradan araya girmesi gibi

bir gün bir babanın yükünü bir oğlun devralması gibi
kol kola girip alem içinde
bir su aslanı bir su aslanı gibi akıp gitmesi gibi

“Evvel” adlı kitabından
Ömer Erdem (1967)

BABALAR UZAK

Kimi geceler vardır bir çocuk
Usulca yer değiştirir yatağında
Gizli mağaralarda gündüzden artan ışık
Gibi kendi ıssızlığını çoğaltır yalnızlık

Kimi geceler vardır yıldızlar
Kendileri kadar çok ve uzaktırlar
Tozların dinlendiği saatlerde elişi
Sıcaklığını arayan çocuğun usulca ürperişi

Kimi geceler vardır uzak yollara çıkılır
Bakınca bir kapı açılır karanlıkta, uçuşur tozlar
Orada bir erkek usulca bir kadından ayrılır
Orada kendi gövdesine sığınır bir çocuk

Kimi geceler vardır, babalar uzakta eskir
Suya atılan bir taşın buruşan sessizliğidir
Ayışığı, gölgeler… kâğıttan yelkenli
Kimi geceler uzakta, bir tepenin ardında

Ova: bir çığlığın izdüşümü avuçlarımda

“Sudaki Ankâ” adlı kitabından
Tuğrul Tanyol (1953)


Bir şiirde benden okumaya ne dersiniz?

ANNE! BABAM NE ZAMAN DÖNECEK?

Anne! Babam nereye gidiyor her pazartesi
Sırt çantasını alıp çıkıyor ayaz sabahlara
Gitmek için uyuklayan otogara
Uykulu gözlerle binip otobüslere
Bir şehirden bir şehre
Aynı kaderi paylaştığı insanlarla
Geç kalarak işine,
Geç başlayarak güne ve
Haftaya
Uykusunu alamayarak…

Anne! Babam ne yapıyor gittiği şehirde,
Pazartesi, salı,
Çarşamba, perşembe,
Bir de cuma,
Babam oturuyor bir masada,
Bir bilgisayar masasında,
Bir yazıcı, bir de masa takvimi,
Babam bilgisayara bakıyor, bilgisayar babama

Anne! Babam işini seviyor mu eskiden olduğu gibi?
Babam kazandığı parayı hak ediyor mu?
Kazandığı para babamı hoşnut ediyor mu?
Masadaki takvim babama ne fısıldıyor?
Takvimin yaprakları nereye sürüklüyor babamı?
Bir gün daha geçiyor, takvimden bir yaprak daha
Düşüyor
Düşü üşüyor babamın.

Anne! Babam üşüyor mu?
Ne üşü babacığım!
Ne de düşlerini yitir.

Ya annem ne yapıyor baba
Bugün günlerden Cuma
“Canın ne yemek istiyor baba”
Annem az sonra senin sevdiğin yemekleri yapıp
Mutfaktan çıkacak ve senin için
Giyinip süslenerek
Balkonda seni beklemeye başlayacak
Sakın geç kemle! Baba,
Unutma bugün günlerden cuma

Akşam olmadan, güneş batmadan
Elveda demeden yaza
Ağaçlar üşümeden, serçeler ürkmeden
Anne! Artık babam dönsün evimize
Dönsün yanımıza babam,
Rüzgâr alıp gitmeden yaprakları
Allahım! Dönsün artık babam
Sıcakları kaçırmadan, yolunu şaşırmadan…
Artık dönsün babam, Allahım…


Şükrü KIRKAĞAÇ

13 Haziran 2008 Cuma

Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü


Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü


Türk şiirinin ustalarından Melih Cevdet Anday'ın anısına, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Ören Belediyesi'nin işbirliğiyle bu yıl üçüncüsü düzenlenen Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü Ahmet Erhan'ın Everest Yayınları tarafından yayınlanan "Sahibinden Satılık" adlı kitabına verildi.

Gülten Akın, Doğan Hızlan, Ataol Behramoğlu, Eray Canberk, Egemen Berköz, Refik Durbaş'tan oluşan seçici kurul tarafından verilen ödül, 12-13 Temmuz'da Ören'de düzenlenecek III. Ören Melih Cevdet Anday Şiir Günleri ve Kültür Şenliği'nde verilecek.

Ödül nedeniyle Ahmet Erhan'ı kutluyorum.

10 Haziran 2008 Salı

AĞIR TÖREN


bir gün: ağrıyan sularımeğer ki bir gün hint denizi
akdeniz mi desek deniz büyük mü büyük
bir denizmiş kadının ta kendisiymiş
bir gün bu büyük deniz deniz dediysem
öyle büyük bir gölet iki’ye özenmiş
içinde bir çokluk bir çokluk
derken sular dans ediyor
derken bele dokunan parmak sahtedir
o gün işte içimizde zıplayan ses
ses umudunu suya düşürmüş
bu acının zirvesidir yani bele dokunan parmak
öteki parmak omuzdadır yanlış bir tercih
o gün bu gün
diyoruz ne varsa
yolu her soranı sevgili diye
koynuna ALMA
zincirleme bir kaza anı
bütünlüklü bir deftere yazılmış
bir ses ansızın
yüzüğü tut çek diyor
sol eldeki işaret parmak
evet o gün bu gün
EVET
bir: varmış biruzun sıkıntıymış
zamanlardan bir zaman
( parmak yine belde )
ağrıyı önce
düş mü gerçek mi bilememiş
her şey uzakmış
her şey tamam
herkes söküğünü dikiyor
bir de ipliği tutuşu var
nalan’dı
nalan’ın parmakları var
parmakları incecik
parmak nalan’ın tuttuğu
içindeki HEVESİ tut

geldim işte: yokmuş
meğer ki annesinin ta kendisiymiş
kendisine inanamamış yazık
sağ elde sağ parmak
sol elde sol parmak
hani içinde dev ağaç
yanlış bir tercih
o gün bugün
( el kendindedir )
nalan: doğduğu gülümsemelerlekırk dağı delerek
kırk sudan kırk küp su içmiş
bu kırk küp su
( bildiğiniz su )
gitmek kaygısıymış anlamalı
nalan bir gün ünlem içindeve yüksüz
ve yoksundur aşktan
çözülürken
o gün bu gün
ağzı ve çenesi düşmüş
parmak! bil bakalım hangi parmak

Betül Tarıman

*Betül Tarıman'ın izniyle yayınlanmıştır.

AYAŞ YOLLARINDA


sesin karşılıyor sabahı yakın bir arkadaştır elbet

bir fincan türk kahvesidir sesin iyidir herkeslerden

dokunaklı bir mektup uzaklardan gelmiş “ kıymetli kardeşim” diye başlar

mektepli bir aşıktır vaktiyle çok canlar yakmış yalnızlık içine kanamaktadır

cesarettir dışarı çıkarken sesin üzerinize ilk alınacak

mağlubu girdiği savaşın soluğuna açmış beyaz bir lale

sesin senin eşiktir içinden ferhundanımlar ahmet beyler geçer

sevgilim sözünün eridir bilir türk hava kuvvetlerinin mensubu her er

içindeki acıyı kaşları ile gözlerini kırpmadan söyler

sevgilim aşk bu felluce’den kalkar başı arşa da değer


Betül Tarıman

* Betül Tarıman'ın izniyle yayınlanmıştır.

SAYILARIN NİYETİ


içimdekini kendime sakladım
bu bir, ikiyi söylemem
üç, maltızı kapat
ağzından sır çıkmasın
içimi dolaşan bir atlı var
hoooo deyince duruyor hooo bu da dört
ensemde bir berber bıçağı
bes sen de mi alemdağı’ndansın
bir pişekar’a söylemiştim
bıçağı tenime sürme
ten sabunun niyetini anlamak için var
beş, dikimevi’inde yaşlı bir terzi
gözleri kayıp eşyalar taşıyan islambol
dönmüş dönmüş kendi çevresinde
kendi çevresinde garip bir veli
bunu da anlamayacak ne var
altı, beni oraya koymuşlar
ordan alıp başka yere
büyütmüşler gözlerinde bir gözeyi
ama ben o kadar değilim ki
gözlerim aşk sarhoşu
ve gümüş bir tay
yedi, pişekar’a söyledim
boşa koysam dolmuyor
doluya koysam boşalmıyor
anlamıyorum kendimi
ben kendini ufka kaçırmış yelkenli
evvel güzde çok yollar yorduydum
o yollar yorulan yollar
kendimden ayrılmak gibi bir niyetim var
sekiz, mektep boşalmış
mektebin bacalarında bir lale
kunduramda da delik var
vur kunduracı vur vur
şimdi ben nerelere gideyim
gideceğimden korkuyorum
altımda yaylı bir araba
üstümde de gümüş bir ay
dokuz, beklemektir
dokuzu dokuzdan çıkardım
kaldı sıfıra sıfır
sıfırla bir kendime kaldım
ondur hayatımın hikayesi
kendine dönen garip bir mevlevi

BETÜL TARIMAN

* Betül Tarıman'ın izniyle yayınlanmıştır.

SAYILARIN HİKMETİ

SAYILARIN HİKMETİ

insan bazen susar göğü çizer gözleri hayret eder kendine özgü hazla

hayatı denemek istediği kendiyle arasında mesafe ellerini yüzüne mecbur tutar

biter her rakamda bir aşk ve stanbul tecrübe edilmiş her sayfada sorudur her erkek

bakarsın içinde annenden kalma bir uçurum buyur eder herkesi içeri ihanet

şükür ki kelimeler yetişmiştir imdadına ve sayılar tereddüde imkan vermeyen kötü bir sual

sayarsın sayarsın bitmez hayatın acıttığı kara aşk zalimdir aşk zalimdir aşk zalim zalim aşk

çünkü her defasında üzülmüştür yüzü çünkü her kahraman yalnızdır bu ilk değildir ama

bir esmerlik içini tutmuş alınyazına konmuş bir puhu ömrüne acılar saçar

senle bir yolu gideriz bakarsın ardında topyekun orduları yenilmiş bir yahudi ya da

van’da bir kahve ortası telvesinde de yollar var

git geldiğin gibi ikidir fazlalık olmak kendinden çıkıp çektirdiğin her fotoğraf ağrılı bir konstantinopol

içinde bir azlık oturmuş da gün ortasına kendi halinde sımsıcak

yüzyıllık ağrısıymış da kırk günün onca telesekreter mesajı üşütmek etmek için var

Betül Tarıman

*Betül Tarıman'ın izniyle yayınlanmıştır.

ÜLKENDE ZENGİNLİĞİM BEN


al kendini git
sözcüklerin senin olsun
teslim oldum tanrım
iki güçlü kol arasına
ülkende zenginliğim ben

bir’im ben
tek uçan kuş hala gökte
öyle yakınım öyle yakınım
öyle yakınım ki tene
bana tenini aç
çoğalabilir güzelliğini güzelim güzelim
ince bacaklarım koşsun sana
sevmeyi sevmeyi

azcık eğlen sana türkü söyleyeyim
açayım mahrem yerlerini sözcüklerin
sevgilim kumrular toplamış kapı önleri bak
bir yakayı denediklerimle
ben ters yüz ettim

kızı olup ağladım annemin leke olup
annemin annemin
kaç kavuşmasız kış geçecek
dağın elinden tutup ağladım
dağ ki ayakların büyütmüştür tepeyi
bir dağcının belki de en çok söylediği kelimedir
“eteklerine vardığımız dağ”
Dağ beni de yanına al DAĞ
muntazam bacaklarınla yürü beni DAĞ
şimdiçoktanbittigece
şimdiçoktanbittigece
ne DAĞ aşka zirve ne de aşk DAĞ’a zirve

herkes kendi aşkının zirvesinde
herkes kendi zirvesine çıkıyor
kendine edindikleriyle hileli bir acıyı
uzak bir adamdan çıkarıyor
çivileri söküyor
çiviler sökülmek için var
ve düğme ufaltılmış anılar yumağı
beni ona ilikle
ürpersin her kadın bir erkekte
ürpersin her kadın bir erkekte

tene de heves biçmeli
her dokununca olmuyor
ten de konuşulmak istiyor
elleri var dokunulmak istiyor
dudakları her ağza açılmaz
bilinç ters akar
ters açılmış laleler gibi
ruha eğer elbise biçilmemişse

Betül Tarıman

* Betül Tarıman'ın izniyle yayınlanmıştır.

DOĞU ŞİİRLERİNDE BİR HÜZÜNKAR HİLMİ YAVUZ

DOĞU ŞİİRLERİNDE BİR HÜZÜNKAR

HİLMİ YAVUZ

Hilmi Yavuz şiirine bakıldığında yalnızlık ve hüzün temasının ağır bastığı görülür. Bu 1969’da yayınladığı Bakış Kuşu’ndan son yayınladığı şiirlerine dek böyledir. Hüzünkardır çünkü babasının mesleği nedeniyle Anadolu’nun çeşitli kentlerini görme imkânını bulmuş, pek çok olaya da tanıklık etmiştir. Tanıklık ettiği olaylar onu derinden etkilemiş eski bir taş ustası gibi dilin olanaklarından yararlanarak farklı bir şiirin sürdürümcüsü olmuştur. “ ehli tarik ” bir kadın olan annesi Vecihe Hanım’dan etkilense de çocukluk ve ilk gençlik yılları II. Dünya Savaşı yıllarına denk düşen Yavuz yokluk ve baskı ortamını da görmüş bunlar da onun düşünsel anlamda biçimlenmesinde büyük ölçüde rol oynamıştır. Tanıklık ettiği olaylar Türkiye ve dünya gerçekleridir. Yirminci yüzyılsa nerdeyse bir karmaşa yüzyılıdır. Sömürgeci devletlere karşı mücadele veren Türkiye, Cumhuriyet rejimini kurmuş “Avrupalı milletlerin ulaştığı medeniyet seviyesine ulaşmak” için ( ki bu şimdi bile söylenir ) olağan üstü çaba verilmiştir. Batıya karşın batının örnek alındığı Türkiye modelinde gelenekle kurulan tüm bağlar kopmuş, Doğu’ nun kültürel mirası da reddedilmiştir. Ne kadar doğulu ya da ne kadar batılıyız sorusu hep kafa karıştırmış, yaşanan ikilemlere hep bir yenisi eklenmiştir. Bir kimlik bunalımı ve aşağılık duygusu ise şimdi bile varlığını sürdürmekte, yaşanılan şu süreçte bir şeyler hala kafa karıştırmaya devam etmektedir. Kendini Türkiye gerçeğinin dışında tutmayan Yavuz, baskı, kırım ve kıyımlara karşı net bir şekilde kendini ifade etmiş, şiir geleneğimizin gür sesine yaslanarak zengin imge yığınları ile “geçmişle gelecek arasında, kopan bir halkanın birleştiricisi olmuştur”. Konu ile ilintili olarak Yavuz ( Zaman, 28 Mart 1989 ) şunları söylemiştir. “ … Kopukluklar, gelenekle olan bağımızı neredeyse sıfıra müncer kılmıştır. Dolayısıyla günümüz Türk şairi kendi geleneğinden yola çıkarak kendi şiirini inşa edebilmesinin asgari şartlarından yoksundur. Bir kere dilini bilmemektedir. Divan şiirini kendi sistemi içinde kavrayamamaktan doğan bir takım sıkıntılar vardır. Bu tür kopuklular, bizi ister istemez geleneğimizin dışına itmiştir.” O, kullanıla kullanıla yıpranmış ‘ gül ’ sözcüğüne yeni anlamlar yüklemesini de bilmiştir. (1) “ Şairin bu çabaya girme amaçlarından biri, geçmiş kültürü Marksist açıdan yeniden üretmek olduğu gibi, şiir – okur arasındaki kopukluğu gidermektir. Yahya Kemal’in ve Nazım Hikmet’in okurlarla ilişki kurabilmiş olmalarını göz önünde tutan Hilmi Yavuz, bir oturumda “Bana öyle geliyor ki geleneksel Türk şiirleriyle bağlantısını koparmamış, bu geleneği çağdaş anlamda özümseyerek yeniden üretmiş şairlerimiz ötekilere oranla okurla daha yakın ilişki kurabilmektedir.” der. 1952’de yayınladığı ilk şiirinden bu yana, değil geçmişi red etmek, ustaları Yahya Kemal, Ahmet Haşim, Behçet Necatigil, Asaf Halet Çelebi gibi gelenekle moderni birleştiren bir yol da izlemiştir. Bu anlamda bakıldığında Hilmi Yavuz, Doğu Şiirleri’nde geleneği sürdüren değil, gelenekten yararlanan bir şair olduğunu gösterir. Gelenekle bağlarını koparmayan Hilmi Yavuz, şiirini İslam kültürü ile sınırlamış, Doğu Şiirleri’nde doğuyu da bir bütün olarak da ele almıştır. Bu bütün içinde coğrafi konum ve kültür birikiminin iç içe geçtiği görülebilir.

Nasıl ki Ahmet Erhan’a Alacakaranlıktaki Ülke kitabını içinde bulunduğu koşullar yazdırmışsa, üzerinde yaşadığımız bu topraklarda meydana gelen olaylar ve dünya gerçekleri de, Hilmi Yavuz’a dün ve bugün temelinde Doğu Şiirleri’ni yazdırmış; “ Hüzün ki en çok yakışandır bize” dizesini söyletmiştir.

Nail- i Kadim’den, Süleyman Nesip’ten, Tevfik Fikret’ten yüksek sesle şiirler okunan bir evde tek çocuk olarak büyüyen Hilmi Yavuz, nerdeyse babasının mesleği nedeniyle Anadolu’nun çeşitli kentlerini ( Biga, Orhan Gazi, Terme, Şebinkarahisar…) görme imkânı

2


bulmuştur. Çocukluğu bahçelerle yollarla özdeşleşmiş olan Yavuz, kendi gurbetine de yolcu olmuştur. Çünkü onun için doğu gurbettir; gurbet de doğu. Yavuz, Doğu’nun o büyük kalıtı içinde kendini bir anlamda zengin bir kültür mirası içinde bulmuş, onunla özdeşleşmiş ve elindeki malzemeyi de dönüştürmüştür. Söyleyeceklerini güncelin tuzağına düşmeden söyleyen Hilmi Yavuz, “ Doğunun Diyalektiği’nde 12 Mart ortamında gençlerimizin katledilmelerinden yola çıkarak, güncelin ardındaki değişmeyeni yakalamıştır”. Sanırız ki Hilmi Yavuz’u bugüne taşıyan da onun bu tavrıdır. İşte ona göre Doğu’nun kalıtı,

“ o bir nehir gibi kendimizin

nice ipek yollarına dökülüp

ve derin kollarına bir gonca

gül diye kapanıp ve tiftik,

safran ve kilim gibi onca

acılardan sonra, mağrur ve yitik

bir külliye benzer gurbetimizin

gide gide sonuna geldik”

dizelerinde gizlidir. Bize kendi gurbetimize, içimize de bakmamızda ipuçları veren Hilmi Yavuz için Doğan Hızlan, Harfler Kitabı’nda ( Eleştiri YKY.1996) şunları diyor: “ Yavuz, doğu sorununda, doğunun tarihsel macerasında ezelden ebede uzayan çizgide bilgi veriyor, bilginin kuruluğunu şiirselliğin, açıkçası söz sanatlarının yardımcılığı gideriyor. Doğu Şiirleri’nde tek cümleyle bilgiyi şiirsellik beziyor” Gerek coğrafyası gerek bulunduğu konum, doğunun hep biraz geri kalmasında etkili olmuş ve doğu kendi içinde kendine göre bir yaşam geliştirmiştir. Fakat bu yaşam biçimi geliştirme, biraz da kendine batarak ya da kendini acıtarak gerçekleşen bir gelişmedir. Kimi zaman yinelenme kimi zaman da ürkekliktir, bu gelişme sırasında doğu için söz konusu olan. Bu ürkekliğin fotoğrafları ya da diyelim ki doğunun fotoğrafları da, Hilmi Yavuz eliyle ustaca çekilmiş, farklı kesitlerden doğu sorununa bakılmıştır.

“ işte doğu, ki orda her şey

kendini yineliyor batarak

orda her şey batıdan batıyor

ve bir ay ışığı dahil olup gülümsememize

o doğu ki daim düşen bir yaprak”

Doğuyu bir bütün olarak ele alan Hilmi Yavuz, doğunun sevdalarını da kendi bütünlüğü içinde ele almış, sevdanın derinlerde bir yerde olduğunu, ancak kazmakla o cevhere ulaşılabileceğini söylemiştir. Adı geçen sevdalarda ki bunlar, büyük sevdalardır; şair kimi kez Leyla ile Mecnun kimi kez de Ferhat ile Şirin’den söz ederken, kendi ben’ine de göndermeler yapmış o sevdalarla kendini özdeşleştirmiştir. ‘ kalbimin, yani o yağmur’ gibi bir dizeyi yazması da işte bundandır. Ve aşk bir yaz kadar da haindir. Yazın kısa ve çabuk geçmesi, onu ölüm kadar hain olarak tanımlamasına da neden olur. Alıp başını giden sevgili, hain sevgili ya da ölüm kadar hain sevgilidir aşk. “ ölüm, bir yaz kadar hain / alıp başını giderse” gibi dizeler o türden dizelerdendir, şiirin kendi bütünlüğü içinde. İşte o büyük doğunun sevdalarına dair dizeler:

“ sevda derinlerdedir, oysa ferhat

üstünü kazmada dağın

kalbimin, yani o yağmur

ve acıdan ocağın

madenini, laciverdi ve mahmur

bir ağrıyla delmede

şirin”

3

Sevda susmaktır, ya ölüm? Doğuda, ölüm de bir başka sebeptir acıtmak için. Aşiretin ya da aşiret reisinin reaya üzerinde kurduğu egemenlik gibi, ölüm de bir başka egemenlik kurar insan üzerinde. Bu anlamda bakıldığında, aşk acısına benzer bir acı yaşatır sonlu insana zaman. Pusu kurar, ürkütür nerdeyse, soluk aldırmaz.

“ türküsü ki eşkıyaya geniş

ve bir kekliğe dardır

ovayı çelen bakışlı

ve bir fişekliğe dizilmiş

gibi omzu kuş nakışlı ağaçlarıyla

acıya pusu kurandır

ölüm bir aşirettir doğuda”

18 şiirlik tek bir bölümden oluşan Doğu Şiirleri’nde Hilmi Yavuz, “ hem reaya şiirinin, hem de kapıkulu şiirinin” özelliklerinden yararlanmış, kadın sorunsalına da değiniler yapmıştır. Ki bu; bugün dahi hem doğuda hem Türkiye ve dünya genelinde geçmişten günümüze taşınan bir sorun olma özelliğini göstermekte, kanayan bir yara olarak da iç acıtmaktadır. Okumamışlık, tarihsel süreç içinde geri bırakılmışlık, aşkını derininde yaşamak, eş, aile ve toplum baskısı… Bu belki de en yakınımızda, ama daha çok da doğuda yaşanan bir sorun olarak göze çarpmakta, varlığını sürdürmektedir. Yaşanan gelgitler, susmaklar, kendini ifade edememeler. Acıysa dokunan bir kilimdir, hünerli ellerde. Adları yoktur kadınların çağrılmaya, kayıtları tutulmamış bir nergis sapıdırlar boynu bükük. Ki burada erkek batan güne sahip çıkarken, kadının bir ağıt olduğu vurgulanmış, eril toplum içerisinde kadının içinde bulunduğu durum da ( buna biz temelinde şair kendini de katarak) özellikle vurgulanmıştır.

“biz batan güne sahip çıktığımızda

ay, bitlis’te sarı tütün

ya da bir akarsu imgesi

gibi yiğit ve bütün

bir ağıttır

kadınlarımızda


onlar hüznü bir çeyiz

çileyi ince bir nergis

ve gülerken bir dağ silsilesi

taşırlar

ve birer acıdan ibarettirler

kayıtlarımızda”

Doğu ile batı arasındaki uçurum büyüktür. Aşkları, ölümleri, gurbetleri ve pek çok şeyi ile. Çileyi bir kilim gibi duvarlarına asan kadınlar, incir kokuşlu göğüslerinde hüzün yüzlü çocuklarını çoğaltarak durmadan büyütürler. Van, Gevaş, Erzurum ve Kars’ta bir ekmeği ikiye, bir zeytini üç edip, dertlerini aralarında pay eden de onlardır. Parçalanmış lastik ayakkabılarıyla bir okul çıkışı… Yüzleri toza, elleri çamura bulanmış… İşte doğunun bebekleri, bu nedenle taş bebek değildir. Hiç taş bebek görmemiş ellerinde hüzün, alınlarında da ay bir çıban olup büyür. Doğuyla ve onun sorunları ile iç içe geçilmiş zamanda, nerdeyse sılayla gerdeğe girilmiş, ay iç acıtan bir şark çıbanına da benzetilmiştir. Bu nedenledir ki ona göre:

“ doğu’nun bebeleri taş bebek

değildir; yaşmaklı siirt’i

kınalı van’ı

sılayla gerdeğe girercesine

geçip gurbetin çobanı

4

ölüm, güz üşütür yüzlerine

ay, gecenin şark çıbanı”

Değildir. Hilmi Yavuz, Doğu Şiirlerini yazdığında yıl 1977’dir ve bu kitapla 1978’de Yeditepe Şiir Ödülü’nü almıştır. Bu tarihlerde, Türkiye bir yol ayrımındadır ve kopmalar baş göstermektedir. İşte, ister Bedrettin Üzerine Şiirler’de, ister Doğu Şiirleri’nde olsun, Yavuz güncelin tuzağına düşmeden, her iki kitabında da bu şekilde toplumcu şiir yazılabileceğini göstermiş, az önce yukarıda söylediğim gibi geleneği sürdüren değil de, gelenekten yararlanan bir şair olduğunu ifade etmiştir. Felsefeci kimliğini hiçbir zaman unutmayan Hilmi Yavuz için sorular da önemli yer tutar. Çünkü soru demek, bir anlamda cevabı da sorunun içinde aramak demektir. Soru doğudur. Ama sorunun da doğru sorulması gerekir. O da bunu şiirle yapar. Tütüne ve bakıra bir küf gibi musallat hamidiye alaylarını işaret eder şiirinde. Böylece kendini yollarla tanımlayan Yavuz, bir yaraya da parmak basar, önemli bir sorunun da altını yukarıdaki dizelerle çizer. Aşağıdaki dizelerde olduğu gibi, kendini yollarla tanımlayan şair ozanı da bir garip dervişe benzetir.

“ ve ozan bir garip derviş işte

acısı gevaş’ta, ağıdı muş’ta

kendini yollarla bezemiş”

Ki bu arada bu 18 şiirlik uzun bir bölümde, doğunun geçitleri, geçmek ve umuda ulaşabilmek için vardır. Ne ki, kalp bize sahip çıkmaz ama dağdır belki de, içimizdeki ateşi söndüren. Doğaldır ki, doğunun tarihsel macerasında, hemen hemen her şey, gerçeğin bir parçası olarak dizeler arasında yerlerini alır ve Yavuz’da bir arkeolog gibi kazısını yapar. İşte Zigana’lar, işte Kop:

“ve kalbimiz bize sahip çıkmadı

dağdır, kızılca kopup

ve döne döne düştü

döner dağdan sonbahar

hüzne geçit yok, ziganalar

ve kop’tan bu dönüşleri

bir sema ile geçtik”

Çocukluğun ya da yaşanılan kentlerin, insan ya da şair yaşamında ne denli önemli yer tuttuğunu hepimiz biliyoruz. Gidilen, gelinen kentler ve kimi kez derinimize çektiğimiz ahşabın kokusu, bizleri geçmişin o gizemli dünyasına çeker, adeta sarıp sarmalar. Hele ki gidilen bu kent, doğudan bir kentse eğer. Toza bulanmış yüzler, depremden çatlamış duvarlar ve kimi kez kerpiç evleriyle, doğunun bir başka yüzünü yansıtırlar bizlere. Bu yüz, belki de hiç görmek istemediğimiz iç acıtan bir yüzdür. Kim bilir kimler gelip geçmiş, kimler şimdi yüzüne bakılmaz hale gelen hanlarında konaklamıştır. Bir çerçinin ayak izlerine bakıp kaldığımızdır, belki de gözlerimizin daldığı şehir.

“siirt, rüzgarı saralı

gençliği yolgeçen hanı

bir kent, korkunun pirinci

gibi ayıklar zamanı

dilencisi, kör nergis

bir kent, ölü bir balı

gömer arıya peteksiz”

V.B.Bayrıl’ın, Yasakmeyve Dergisinde ( Mart- Nisan 2004) kendisine yöneltmiş olduğu “ Necatigil ilk şiirlerinde ‘yaşamak azaptır çoğu zaman’ demişti, siz ise “ bildim ki insan hüzün içindir” diyorsunuz… peki o halde; hepimiz “hüznümüzün müyüz” artık? ...sorusuna Hilmi Yavuz: “ Elbette biz şairler, hiç kuşku yok, hüznümüze ait’iz… der. Her bir şiiri, bir başka


5



şiirinin habercisi olan Hilmi Yavuz için nerdeyse hüzün olmazsa olmazı gibidir. Ki umuda yaslandığı dizelerde bile seçtiği sözcükler hüznü çağrıştırır. “açsın bir yufka gibi umudu /

türküleri yeniden yoğursun / közlesin ağıdı, melali” derken bile bu çığlık duyumsanabilir. İşte kimi kez yol olmayanı yürüyen kimi kez yolun yol olup yürüdüğü bir garip hüzündür onunki. Gurbeti ise kimi kez içinde yaşayan şair “uçsuz bir gurbete bağdaş kurduğunda” bu çok yakın olduğu hüzün onu yeniden içine çekecek adeta onu sarıp sarmalayacaktır. Bu nedenle, bir dizesinde “ şiir acıya çullanır” diyen Yavuz için eski bir hüzünkar demek de yanlış olmayacaktır. İsterseniz bu eski hüzünkarın, ya da diyelim ki acıyı hırka bilip giymiş hüzünkarın, şu dizeleri ile sonlayalım bu yazıyı:

“işte doğu, ki sen ki sanki

pir sultan ile baki efendiyi

sırmalı bir çiğdemde birleştirerek

rumeli kılan dize

işte doğu,hıl’ati güzün

ne zaman giydiysek o kadar hüzün

ve ağır, ürkek ve beyaz”


1) Sabit Kemal Bayıldıran, Günümüz Şiiri Üzerine Yazılar, S. 210 Can Yay.2004

BETÜL TARIMAN

* Bu yazı Betül Tarıman'ın izniyle yayınlanmıştır.