13 Aralık 2009 Pazar

ERSAN ERÇELİK



(29 Temmuz 1980, İstanbul - )


       Celal Bayar Üniversitesi, İşletme Bölümü’nü bitirdi. 2004 yılında Eski dergisinde “Şiirle Yüz Yüze” adlı köşesinde dergilerdeki şiirleri eleştirdi. 2005 yılında Kum dergisinde “Keşfedenler İçin Atlas”ta çeşitli temaların şiirle ilişkisini ele alan denemeler yazdı. 2007 yılında “Şiirle Yüz Yüze” çalışması Deliler Teknesi,  “Keşfedenler İçin Atlas” ise Karakalem dergisinde devam etti. 2007 ve 2008 yılında şiir yıllıkları hazırladı. İzmir’de yaşıyor.
       Şiirleri, öyküleri, deneme, inceleme, eleştiri yazıları ve söyleşileri Afrodisyas Sanat, Agora, Akatalpa, Akbük, Akköy, Alaz, Amanos Yazıları, Berfin Bahar, Cumhuriyet Kitap, Damar, Deliler Teknesi, Edebiyat ve Eleştiri, Eliz Edebiyat, Eski, Eski Broy, Gediz, Güney, Güzel Yazılar, Her Şeye Karşın, İle, Kar, Karakalem, Kıyı, Koridor, Kum, Kurşun Kalem, Mavi Liman, Mor Taka, Muaf, Mühür, Öykü Teknesi, Patika, Sincan İstasyonu, Söke Öykü-Roman, Şiirden, Şiiri Özlüyorum, Ünlem, Varlık, Yasakmeyve, Yom Sanat, Zalifre Yazıları vb. gibi dergi, fanzin, gazete ve eklerinde yayımlandı.
Ödülleri: “Mezarkabul” adlı dosyasıyla 2007 İzmir Karşıyaka Belediyesi Homeros Şiir Ödülü  (Üçüncülük), “Eros'un Nefesi” adlı dosyasıyla 2007 Doğan Şadıllıoğlu Ödülü (Mansiyon), “Kırık Pena” adlı kitabıyla 2007 Uluslararası Altın Safran Festivali Şiir Birincilik Ödülü’nü, “Yüzüm Yeryüzünde Bir Dövme” adlı kitabıyla 2008 Kocaeli Yüksek Öğrenim Derneği Ruşen Hakkı Şiir Ödülü’nü,  “Nirvana'ya Dönüş” adlı dosyasıyla 2015 yılı V. Turgut Uyar Şiir Ödülü’nde İkincilik Ödülü’nü aldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Yüzüm Yeryüzünde Bir Dövme (2007, Kanguru Yayınları, Ank., 64 s.)
& Kırık Pena (2007, Karabük Kültür ve Sanat Derneği Tay Dergisi Yayınları, Karabük, 64 s.)
& Hayat Öpücüğü (2009, Şiirden Yayınları, İst., 96 s.)
& Zen ve İncir Ağacı (2012, Şiirden Yayınları, İst., 88 s.)
& Nirvana'ya Dönüş (2015, Bence Kitap, 136 s.)
& Rüzgâr Atı (2015, Ve Yayınevi, İst.)
      Deneme, İnceleme, Eleştiri Kitapları:
& Şiir Teknesi - 2007 Şiir Yıllığı (Deliler Teknesi dergisi, Mart-Nisan 2008 eki; 2008, Kanguru Yayınları, Ank.)

& A'dan Z'ye Özkan Mert Şiiri (2009, Artshop Yayıncılık, İst., 117 s.)

Şiirlerinden Seçmeler:

ATEŞ DAMLASI

Her aşk soyunmalarla başlar,
her aşkta başka güzel aldanmaların büyüsü

bin rüyayı bir gecede gördüm sende!

Taşların şarkısını dinledim yaz akşamları
suların kalbime çekildiği kıyılarda
kayasıyla konuşan yosunları, deniz kabuklarını

boynundaki aşk terlerini tanıdım öpe öpe

Her gece dolaşıyor uyku dolunayın saçlarına
sarhoş yakamozlar yıkıyor göğsümüzü

Böyle öğreniyorum rüzgârların yönünü
kırlangıç kanatlarıyla süzüldükçe

rüzgârların ucunda tutuşan yalnızlığı

Ayaklarının ucunda başlıyor bu tutku denizi
elbet ölüm hayatla yaşıt, dalgın ve titrek
ben başlıyorum ansızın

Her gövde aşkı gizler, anladım
her gövdede buluşalım diye bıraktığın izleri

bin yangını bir ateş damlasında tattım sende!


“Hayat Öpücüğü” adlı kitabından

KIRIK HÜZÜN

Bu yalnızlığın adını her akşam yeniden koymalı

Ben kendimi yalçın dağ sanıyordum sende
yaban kekiği kokusuyla makilerin orada
seçtiğin denizle iç içe; benim adım aşk
yerden kaldırıp vuruldukça dirilen alnımı
sana vardım, menekşelerin sorduğu gözlerine

Sen şehri seçtin, ben karanlığı aldım sonra
kimsesizlerin gövdesine sürtündü yerküre
ıslıkla girdin hayatıma, eflatun akşam vakti
kirpiklerin eşlik etti söylediğin şarkılara
içindeki yağmurla yıkandım, buğulandı denizin
ufukta, hevesli bir yolculuk diledim kalbine

Her yanın karanfil, dudaklarından sonrası har
akasyanın yumuşacık kokusuna sarılmışsın
omuz başların sıcak nehir yatağı
güneşli günler için saklamışsın; haberim olmadı
ben kendimi hırçın sağanak sanıyordum sende

Bu aşkın adını her yalnızlıkta yeniden koymalı..

“Hayat Öpücüğü” adlı kitabından

UZAYAN YAĞMUR

Çırılçıplak sabahın yanında duruyorsun
kırlangıç sesleriyle yıkanan koruda

Avucunda ufalanmış başak taneleri
ırmak boylarını, soğuk suları geçtin yararak

Orada kaldın, orada akşama kadar
menekşelerin ardındaki tahta kulübede

Masada yarısı yenmiş elma, karadut dolu tabak

Uzayan yağmurdu ayrılık
ilk aşkın güneşiyle yıkanıp duran çocuktun

Gök, otlar ve sürüklenen yapraklar
anımsamak kadar unutkan bahar meltemleri

Köpüren dalgaların sırtında gidiyordun
beyaz atların savrulan yelesinde

İçime karıştın, bense dağ yollarına, uzayan yağmura...

“Hayat Öpücüğü” adlı kitabından




20 Kasım 2009 Cuma

ABA’MA

Heee oradan geldim...
Heee çok ağladım
Ağlamakla dert etmek aynı şey değildi
Ben maviden biraz gök çaldım
Bütün göçmenkuşlar gibi
Yakalığımı sök Aba'm
İçindeki kuşları yere dök
Gene okula geç kaldım
Başka türlü yüzmeyecek bu gemi
zaten bir denizim bile yok
Bu yüzden ben martılarla ayyaş
Hatırladıkça unuturum herşeyi..

Hee haşhaş tarlasında göküm ben
Hee karıncalarla kardeş
Biraz afyona keser bir tadım var
Sen de ispanyol paça pantolon
Epa pabuç
Ben de tiril tiril bir kombinezon
Çocukluğum valelere gömülü
Bu yüzden kargalarla mesut
Unuttukça hatırlarım herşeyi

Hee... Meksikaya giden bir gemiydim o zaman
Sen kefallere kızınca alabora oldu Meksika...
Hatırlamaktan büyük lanet yok...
Ne mesut bir güneşimiz vardı hatırla
Ama ben Sühâ yıldızına takılıp kaldım
Bir bıçak gibi kestim bakışımla gökdenizi
Bu coğrafyadan bana başka bir entari dik
Sana küçük gelenleri giymek istemiyorum artık..

2009 Mardin'i

Kirpi Şiir dergisi, Sayı: 2, Temmuz-Ağustos 2009

Emel İrtem

27 Ekim 2009 Salı

Karşıyaka Belediyesi Homeros Ödülleri 2010

Karşıyaka Belediyesi Homeros Ödülleri 2010
Kemal Özer Şiir Ödülü

ÖDÜL YÖNETMELİĞİ

2003 yılından bu yana dil, inceleme ve şiir dalında verilen Homeros Edebiyat Ödülü bu yıl Kemal Özer adına düzenlenmiştir.

Katılım koşulları şunlardır:
1. Ödül, 31 Aralık 2009 tarihinde 35 yaşını geçmemiş tüm şairlere açıktır.
2. Yarışmaya katılacak şiirler için tema sınırlaması yoktur.
3. Şiir Ödülüne, 2009 yılında basılmış şiir kitapları ve basıma hazır kitap bütünlüğü olan dosyalar katılabilir.
4. Yarışmaya katılacak dosyalar çift aralıklı yazılmış olmalıdır.
5. Ödül, birinciye 1500 (binbeşyüz), ikinciye 1000 (bin), üçüncüye 500 (beşyüz) tl'dir. Seçici kurul uygun gördüğü takdirde ödülü bölüştürebilir.
6. Ödüle son başvuru tarihi 15 Ocak 2010 günüdür. Ödül, 21 Mart 2010 günü düzenlenecek olan Dünya Şiir Gününü kutlama etkinliği sırasında açıklanacak ve sahiplerine verilecektir.
7. Ödüle katılanların dosya ya da kitaplarının 6'şar adetini “Karşıyaka Belediyesi Kültür Müdürlüğü”Bahriye Üçok Bulvarı No:535600 Karşıyaka – İZMİR adresine APS, kargo,taahütlü posta ile göndermeleri ya da elden teslim etmeleri gerekmektedir.
8. Ödüle katılan dosya ve kitaplar iade edilmez.
9. Ödül hakkında bilgi:Melih Elhan (Ödül Sekreteryası) Tel: 0232 3994089 (Hafta içi 08.00 – 17.00)

SEÇİCİ KURUL ÜYELERİ

Veysel ÇOLAK
Oya UYSAL
Deniz DURUKAN
Muzaffer KALE
Ogün KAYMAK

KUŞADASI EĞİTİM VE GELİŞTİRME VAKFI (KEGEV) M.SUNULLAH ARISOY ŞİİR ÖDÜLÜ

KUŞADASI EĞİTİM VE GELİŞTİRME VAKFI (KEGEV)
M.SUNULLAH ARISOY ŞİİR ÖDÜLÜ

KEGEV’ in düzenlediği M. Sunullah ARISOY ödülü, bu yıl da şiir dalında verilecek.

M. Sunullah ARISOY’ un Türk Diline gösterdiği özen ve emek göz önüne alınarak, ödüle katılacak yapıtların değerlendirilmesinde Türk Diline özen, belirleyici ölçüt olacaktır.

KATILMA KOŞULLARI

1. 1 Ocak - 31 Aralık 2009 tarihleri arasında yayımlanan ve daha önce ödül almamış, şiir kitapları ya da kitap oylumundaki(en az 15 şiirden oluşan) şiir dosyaları ile ödüle aday olunabilir. Ödüle katılan yapıtlar arasında, seçici kurul değerlendirmelerinin bitimi olan http://www.facebook.com/l/4ae4c;10.04.2010 ‘ a kadar herhangi bir ödül kazanan yapıt değerlendirme dışı kalacaktır.
2. Son başvuru tarihi 31 Aralık 2009’ dır.
3. Ödüle katılacak kitap ya da dosyanın 6 örneğinin katılımcı ya da onun yetkili kıldığı yayınevi tarafından bir başvuru dilekçesi eşliğinde, özgeçmiş ve iletişim bilgileriyle birlikte, elden ya da posta ile aşağıdaki adrese ulaştırılması gerekmektedir.
M.SUNULLAH ARISOY ÖDÜLÜ
Kuşadası Eğitim ve Geliştirme Vakfı
Atatürk Bulvarı Marina Migros Karşısı
Kuşadası / AYDIN

4. Seçici Kurul: Turgay FİŞEKÇİ, Burhan GÜNEL, Hidayet KARAKUŞ, Ayten MUTLU ve Ahmet ÖZER’den oluşmaktadır.
5. Ödül, 3.000 ( ÜÇBİN) YTL.’dir ve kazanan yapıtın sahibine, http://www.facebook.com/l/4ae4c;07.05.2010 tarihinde, Kuşadası’nda düzenlenecek tören sırasında bir plaket ile birlikte verilecektir.
6. Ödül bölüştürülmeyecektir.
7. Ödüle KEGEV Yönetim Kurulu ve Seçici Kurul üyeleri aday olamazlar.

M. SUNULLAH ARISOY ŞİİR ÖDÜLÜ SEKRETERLİĞİ:

Şadiye EVGİN:KEGEV Sorumlusu
0 506 545 01 88 belgegeçer: 0 256 618 28 97
http://www.facebook.com/l/4ae4c;kegev.net@hotmail.com
sadiyeevgin@hotmail.com

Zerrin BORATAV BAĞÇİVAN:Eşgüdüm sorumlusu
0 542 675 40 03
0 554 254 48 04
zerrinbagcivan@hotmail.com

Safranbolu- Karabük Edebiyat Etkinlikleri

Safranbolu- Karabük Edebiyat Etkinlikleri

Karabük Valiliği Cumhuriyet Bayramı Etkinlikleri Kapsamında Yer Alan Edebiyat Etkinlikleri Programı
30/10/2009 Cuma Saat:16:00
Safranbolu Kale Hükümet Konağı
Konferans/Söyleşi: Betül Tarıman, Çiğdem Sezer

31/10/2009 Cumartesi
Vali Nafiz Kayalı Gençlik Merkezi
Cumhuriyet ve Kent Konulu Söyleşi

1. Oturum: Betül Tarıman, Cem Uzungüneş, Hüseyin Avni Cinozoğlu, Osman Günay
2. Oturum: Ataol Behramoğlu, Tamer Gülbek, Tayfun Talipoğlu, Çiğdem Sezer

31/10/2009 Cumartesi
Yeni Şehir Kültür Merkezi
Saat:20:00Şiir Akşamları

Tamer Gülbek, Çiğdem SezerBetül Tarıman, Cem Uzungüneş, Hüseyin Avni Cinozoğlu, Osman GünayAtaol Behramoğlu, Tayfun Talipoğlu

9 Ekim 2009 Cuma

EVEREST’İN “İLK ROMAN” YARIŞMASI SONUÇLANDI.

EVEREST’İN “İLK ROMAN” YARIŞMASI SONUÇLANDI.

Everest Yayınları’nın “Gizli Romancılara” şans tanımak ve Türk edebiyatına yeni isimler kazandırmak amacıyla bu yıl dördüncüsünü düzenlediği Everest Yayınları İlk Roman Yarışması’nın sonuçları belli oldu. Cemil Kavukçu, Semih Gümüş, Müge İplikçi, Erendiz Atasü ve İnci Aral’dan oluşan seçici kurul, Hamide Gönen’in Tu Ağacı adlı romanını ödüle layık buldu.Tu Ağacı, ekim ayı içinde Everest Yayınları tarafından yayınlanacak ve Hamide Gönen’e ödülü, 31 Ekim 2009 tarihinde Tüyap Kitap Fuarı’nda törenle verilecek.

Hamide Gönen kimdir?

Bingöl’de doğdu. İlkokul, ortaokul, lise ve üniversite öğrenimini İstanbul’da yaptı. Matematikçi. Türk ve yabancı firmalarda, bilgisayar programcısı, sistem analist ve bilgi işlem yöneticisi olarak görev aldı. Kendi Tabutunu Taşıyanlar adlı öyküsü Mart 2007’de Petrol-İş Sendikası’nın düzenlediği öykü yarışmasında üçüncülük ödülü aldı. Mart 2009’da Özgür Pencere Edebiyat ve Sanat Derneği’nin düzenlediği Kadın Öyküleri Yarışması’nda da, Kullanılmamış Düşler Zamanı adlı öyküsüyle Mansiyon kazandı. İstanbul’da yaşamaktadır.

NOBEL EDEB?YAT ÖDÜLÜ HERTA MÜLLER??N | www.sabitfikir.com

NOBEL EDEB?YAT ÖDÜLÜ HERTA MÜLLER??N | www.sabitfikir.com

Shared via AddThis

29 Ağustos 2009 Cumartesi

TAŞA BAĞLARIM ZAMANI / GÜLTEKİN EMRE


TAŞA BAĞLARIM ZAMANI

Gültekin EMRE

Taş, suskunluğun dili; kunt duruşun düşü; öteye geçiş. Ya deniz? Tarihe, taşa, hayata kına yakan, geline durup dururken arka çıkan; iz sürenin yanında olan… Ölümle dirim arasında bir yol var işte oradan yürüyor Ahmet Ada yeni şiir kitabı Taşa Bağlarım Zamanı’nda. “Büyük yanılgı”lara dur diyor “Bir çocuğun yüzündeki uyuyan su” olup. “Rüzgârın fırıldağı”dır ve bu, bütün zorlukları yener “kendinde biri olmak” için. “Yağmurun” da “fırıldağı “ olur kendinden çıkıp ve “Bir kaleme bir kâğıda “ dönüşerek. Yazmanın özü bu işte; bir kaleme ve bir kâğıda indirgemek yaşamı. Bir de deniz var elbette girilip çıkılması gereken, düşlere katık edilecek. Yani deniz, “ o büyük sözdizimi”ne döner yüzünü, yanında Pars’la. Pars, ölümlün kardeşidir. Yani ölüm yanı başındadır hep. Kim unutabilir ki o büyük yokoluşu? Yağmur, bir doğa olayıdır hayatın bir parçası olarak ve şiirde dış mekânın vazgeçilmezlerindendir yaşamı beslediğinden. Hayatı dirilten, emziren, sesleyen, kösnül duygularla büyütendir yağmur. Hayat bütün halleriyle, girintisi-çıkıntısıyla imgelem düzeyine gelip yerleşiyor dizelerin, şiirlerin…Rüzgâra bağlanan at, “Kuşun uyuduğu saat”, kırlangıçlarını çağıran “akasyalı sokak”, kendinde “saklı denize” yürüyen şair; “Delik deşik bir sessizlik”te başkalarının göremediğini gören, ruhuna dolan “denizin ormanı” ve yabancılaşmaktan bunalan insanı gören şair Ahmet Ada…Yabancılaşan insanın dünyasına da eğiliyor Ahmet Ada dizeleriyle. Yaşanan kırılmalardan geçiriyor şiirini. Doğayla, nesnelerle, zamanla bütünleşerek, yer değiştirerek, -özdeşleşerek hayatın kırgınlıklarıyla- oluşturuyor şiirlerini. Ölüm ve dirim sorununu sağar dizelerine, imgelerine. Yaşanan çalkantıları, fırtınaları…bilgece, derinliğine ele alıyor. Ritim ve lirizmi şiirlerinden eksik etmeden yol alıyor tarihsel zamanı alt üst ederek. O sonsuz geçmişe de girip çıkıyor, bugüne kulaç atarak yarına bakmaya çalışıyor yapyalın, dupduru bir biçimde. Şiirindeki bilgelik daha da öne çıkmaya başladı bu yeni kitabındaki şiirlerle: “Yeter bana mezar taşı olmak / Anadolu’da”. Kentte bunalan bireyin hal ve gidişinin şiiri “Geyik”, günlük dile yüklenen yıpranmamış tertemiz deyiş değişikliği. Çiçeğin “tılsımı” doğayla iç içe varoluşun özgün özü. Giden gün değildir her gün, yalnızca “bir mırıltıdır” bir daha geri gelecek. “varoluşun sıkıntısı” kocaman bir ağızdır sesi soluğu çıksın diye uğraşılan. Bir konuşsa “çok eski zaman” oluverecektir bugünün halesinde. “dilsiz orak” işleyecek, “su gömüsü” bulunacaktır bir kurtuluşa adım atar gibi. “yalnızlığın eşiğine” gelmiş bir göç sevinci yüreğinde hep kendini anımsatacaktır. Onun için emzirir “yeryüzü ağrıları”nı “Taşları, arzuyla parlayan yıldızları” Ahmet Ada. Onun bu sonsuz evrende “yol arkadaşları” ise “Böcekler, atlar”dır oraya buraya dağılıp gitmiş görüntü ve sesleri toplayan. Onun tarihi derleyen sonsuz sesi titriyordur “her taşın içinde”ki hazdan, bir de “Göçüm ol ey ölüm” derken kendine. Yaşam sevinciyle doludur oysa kök olurken “dünya toprağına”. İçindeki dışındaki bin bir rüzgârla uyanır hayata, acılara ve denenmemiş hazlara. Derine, derinliği olana eğilir durmadan Taşa Bağlarım Zamanı’nda: “Bir ırmağın kayboluşuyum denizde”. Hayatı farklı kavrama, yorumlama ve şiirlerinde dolaşıma sokma büyük bir tutkudur aşka yakın, belki ondan da öte. Unuttum dese de pek çok şeyi, pek öyle değil, çünkü “Bir ağaç soyundanım giyinmiş / Yapraklarını baştan aşağı”, bu onu olmayan zamana ve olan denize, engine götürür bilinçaltının dehlizlerini de alıp yanına. Onun için “Ağrıyan bir yanı” “deniz”dir “hâlâ” “Ölü suları bırakıp da” geldiği. Soruyor işte kendine ve bize, şiirine de “İnsan ne arar derinde ta dipte” diye. Bulduklarını ise hiç gizlemez: “Kör bir makas, eski dillerden / Tılsımlı sözcükler” ötelerden, derinlerden, kayaların yüreğinden. Toplumsal sorumluluklar ve bilinçlenmeye de mim koyar şu iki dizeyle geçmişle bugün arasında yolunu arayıp dururken bir başına ustalaşa ustalaşa. “İnsan neye yarar onarmazsa / Başkalarının kaygılarını doğduğunda”. “parçalanmış ben”in peşindedir amansız. “Ölüm tek yayasıdır yol”un bu uğurda, “Bir düşten uyanması insanın” hiç de kolay değildir onca imge, görüntü arasında. “Gitmeyen bir yol yoktur elbette, ama gidilir “hüzünden anılar bırakarak” “varoluşun acısına yaklaşa yaklaşa. “koca denizde” ne aradığımızı kim söyleyebilir? Oysa “ Ruhumuz / değişerek geziniyor dünyada”, denizde biz farkında olmasak da. Bir yandan da “Kocaman gözlerle bakıyoruz renklerini / Yitiren dünyaya, mühürlü ağızlara”. “İnsanlar / Anlamını yitirmiş sözcüklerle konuş”salar da, şiir günlük dil de taşır sırtında. Oysa “Gün batıyor” ve biz “aynanın içinde kalıyoruz” bürünüp karanlıkların aydınlığına. “Kılıç yarası öyküler” de hiç eksik olmaz yaşamın iniş-çıkışlarında. “Acısına kapanmış insanlar” da, ki onların “Kılıçla kapanmış yolları”. Günümüz toplumlarına ustaca bir gönderme şu üç dize, can alıcı saptama, taş gibi eleştiri: “Eski dillerin konuşulduğu kentte / Akıp gidiyor bugünden geleceğe / Kollar bacaklar ölü gözler”. İşte Ortadoğu, işte savaşlar, işte dökülen kanlar ve yitip giden kültürler, diller, düşler…Her şair çocukluğunun “imgesini” arar günü gelince. O da kolları sıvar gençliğine doğru şiirlerinde: “Gençliğimi geleceğimi bir düzlemde / Buluşturan bir taş, bir eşya, / Gök gürültüsü, şimşekten bir kılıç.” Onun için yurdu bilir “dili” en “yalın, içten / Evrenin anası olan”.
Ahmet Ada, Taşa Bağlarım Zamanı kitabında yer alan şiirlerinde ustalık, biraz daha ileri gidelim, bilgelik sınavı veriyor. Hayattan derlediklerini, elbette denek taşında denediklerini, şiirsel iç ve dış monologlara taşıyor, dönüştürüyor. Gündelik yaşamın ekonomik / siyasal… acımasız baskısından, basıncından, insafsızlığından… bunalan bireyin kurtuluşuna arka çıkıyor, onların ütopya arayışlarına –ütopyalarına- yol açıyor, öncülük ediyor. Bütün bir hayatla, ama her şeyiyle ve de nesnesiyle arası açılan bireyi nesneleriyle yeniden buluşturarak, bir araya getirerek, yeniden doğayla barışmasının önünü de açıyor sessiz sedasız. Kutuplaşmaların, zıtlaşmaların, farklılaşmaların, ayrışmaların, darlaşmaların, yozlaşmaların…başladığı, (olduğu) yer(ler)de doğayla büsbütün bütünleşme, nesnelerle yüz yüze gelme haline de olanak sağlıyor böylece. Felsefenin de kafa yorduğu şeylere, şiir diliyle, sözdizimlerinin derinliğiyle boğuşarak yeni biçimselliklere yelken açtırıyor dizelerini, şiirlerini. Ölü zamanlardan şiir sağarak bugünün yaşamına eklemleniyor ustalık kemerini kuşanarak.
Dış ve iç sesle geziniyor şiirlerinin, dizelerinin arasında, Ahmet Ada. Ölüm ve yaşam arasında çözüm arayışları üretmek istiyor şiirleri üstünden hayata sımsıkı tutunarak. Çağdaş yaşamın getirip önümüze koyduğu çalkantıları, fırtınaları, dalgaları, yarılmaları kırılmaları, yaraları… benliğinde depderin duyumsaması ve imgesel dile dönüştürmek için çaba harcadığı gün gibi ortada. Varoluş sorunları da kitabın ana ekseninde dönüp duruyor kendini belli etmek için. Onun için bir “Köşeyi dönünce birdenbire Pessoa’yla karşılaşır ve sarsılır. “Asma kütüklerinin rüzgârıyla söyleşir / Fenike’yi İskenderiye’yi Mersin’i Kudüs’ü düşünden gerçeğe taşır. “Wittgenstein’ı Heidegger’i Kavafis’i / Sözgelimi tersinden okur” bağbozumunun ruhuna girmek için. Bozgunları, derine kazınmış tarihleri, ölümle yakın duran duruşları…önemser ve belirsiz bir haritayı imgeye dönüştürür gibi önüne serer. Ritsos, Seferis, Elitis…çizgisine adım atıyor, onlardan el alıyor upuzun ömürlü şiirlerin şairi olmak için. Kendi şiiri için yepyeni bir yapıyı, can alıcı sözdizimini, yalınlığın dehşet sakinliğini ustaca, bilgece şiirinin omurgasına ağdırıyor.
Unutulmaz şu iki dizenin hüznüne yeniden kaptırıp kendimi “Yeter bana mezar taşı olmak / Anadolu’da”, taşa bağlamak için zamanı kitabın kapağını bir daha açıyorum ve “Bugün”e adım atıyorum.

Akatalpa dergisi, Temmuz 2009 – Sayı: 115


______________________________

Ahmet Ada, Taşa Bağlarım Zamanı, Metis Yayınları, Mayıs 2009, 58 sayfa.

‘Deneylenemeyen dünyanın sözcüsü oldum’ / Ahmet Çakmak / Ahmet Ada ile Söyleşi

‘Deneylenemeyen dünyanın sözcüsü oldum’

Ahmet Çakmak


Ahmet Ada bu yıl biri şiirlerinden seçmeler ’ Sonsuz At’ (Şiirden Yayınları), diğer ikisi yeni şiirleri ‘Sözcükler Denizi’ (Şiirden Yayınları) ve ‘Taşa Bağlarım Zamanı’ (Metis Yayınları) olmak üzere art arda üç kitap çıkardı. ‘Sözcükler Denizi’ içinde yer alan şiirlerdeki felsefi derinlik ve ‘lirik ben’in öne çıkması ile dikkat çekiyor. Ahmet Ada ile hem içerik hem de biçim olarak farklı bir yelpaze bu kitabını ve şiirlerini konuştuk…


“YALINLIĞIN DERİNLİĞİNE ULAŞTIM”


- Lirik Ben’in cevherini içeren bir kitap olmuş Sözcükler Denizi. (1) Lirik Ben’in şiirden kovulduğu, deneysel şiir alanlarının söze, retoriğe açıldığı bir dönemde lirlik Ben’de ısrar etmenizin bir anlamı var mı?

- Lirik Ben’in söylemi çağdaş şiirin vazgeçilmez söylemidir. Çağdaş lirik şiir yitirilmiş doğanın, insandan soyutlanmış eşyanın, bitki örtüsünün, denizin sesidir. Ahmet Haşim’in lirizmiyle karıştırılmaması gerekir. Okurlar bunu fark edecektir. Okur, şiirlerin bilge söylemini, sözcüklerin tılsım ve büyüsünü aralayıp kitaba kapıdan girdiğinde lirizmin kucakladığı doğayı sezecektir. ‘Sözcükler Denizi’, bütün modernliğine karşın, Akdenizli tinin dolaştığı bahçeleri, denizi, ormanı okura duyumsatmayı amaçlar. Anlamı ötelemez. Lirik Ben’in sade, yalın, o ölçüde de kapalı söylemi, içeriye girildiğinde tadına varılan şiire dönüşür. Çağdaş lirik şiir, son kertede, yalnızlaşan insanın sesini duyuran şiirdir. Çağdaş lirik şiir, küresel dünyada, dizgenin hazırladığı, kurduğu, verdiği dünyayı değil, bireyleşen Ben’in iç sesi olarak arzuladığı dünyayı dile getirir. Abartılı bir söylemi değil, sade, yalın olmayı seçer. Seçkindir. Öznenin kendi adına konuştuğu bir iç deney, bir yaşantı şiiridir. Sözcükler Denizi, yaşantının, duygu patlamasının, doğaya ve insana bağlılığın bilgece dile geldiği şiirlerden oluşuyor. Seçkinlik ve billurlaşma yolunda geldiğim bağlayıcı noktadır. Adorno, lirik şiir için ‘ikinci doğa’ nitelemesini bunun için yapıyor. Çünkü, söz konusu olan lirik Ben’in genele karşı kurduğu tikelin doğasıdır.

- 1979’da yazdığınız bir şiirle giriliyor Sözcükler Denizi’ne. “Seyir Defteri” adını taşıyan bu şiirin sizde özel bir yeri var herhalde?

- “Seyir Defteri”nin italik dizilen bölümünü, 1985’de yayımlanan Yaz Kırlangıcı Olsam’ın birinci bölümüne almıştım. Yazılışından otuz yıl sonra tamamını Sözcükler Denizi’ne aldım. Sevgi Soysal Adana’da sürgündü, ziyaretine gitmiştim. Sürmene Oteli’nde kalıyordu. Hüzünlü, tasalı günlerdi. Şiirde ona gönderme var. İtalik bölümdeki Adana, çocukluğumun Adana’sı. Yazlık sinemaların, faytonların bunduğu belleğe zorunlu yolculuk.

- Sözcükler Denizi’nin “Yağmurlar Kalmasın” adlı üçüncü bölümündeki şiirlerde arkadaşlıklar, lirik Ben’in tinselliğinin doğa ile iç içe giren gerilimli hâli, bu küçük şiirlerin atmosferini oluşturuyor. Derin yapıda yeryüzünü anlamlandırma aranışı mı bu? Nesnelerin tinselliğini keşfetme çabası mı?

- Her ikisi de..Derin yapıda yeryüzünü yeniden anlamlandırabilmek güzel bir çabadır. En somut örnek ‘Kırık Amfora’ şiiridir. Binlerce yıl önce denize fırlatılıp atılmış kırık bir amforanın, binlerce yıl sonra denizden çıkarılışı, ışığı yeniden gördüğünde ruhunun şaşıp kalışı…Amforanın tinselliğini keşfetme çabasıdır bu. Aynı zamanda yeryüzünün ve ışığın değerini anlamlandırma uğraşıdır. Nesnelerin de tinselliğinin olduğunu düşünmek insana ait bir olgu. Nesnelerin de konuşan varlıklar olduğunu hep düşünmüşümdür. Doğanın devingenliği; işte budur ayakta tutan insanı ve yeryüzünü: “İçindeki denizi kurutamazsın / Küçük sular akar gelir ardından” (s.30). Bu mucizevi devingenlik “Birdenbire bir çiçek / Gürül gürül bir orman” (s.36) değil midir? Doğa, kutupsallıkları, zıtlıkları birleştiriyor. Bunu görmüyorlar. Sezgilerimle duyuyorum. Gerçekçi ve üstgerçekçi yönelimlerle zıtlıkların birliğine katılıyor, bu ürkütücü gerilim hattında yer alıyorum: “Gidilir evet dünyaya doğru / Ama her gidiş de hüzündür” (s.35). Aslında dünyada olmanın hüznüdür bu. Uyandığında, nesnesine yabancılaşan, emeğinin yittiğini gören insanın hüznü.

- Bir yanda bellek geriye işliyor: Tavan arasında çocuk kalmış yağmurları dinlemek, çeşitli çiçekler, deniz, orman. Bir atmosfer yaratmak için değil, Varlık olarak da varoluyorlar…

- Belleğin geriye işlemesi, çocukluğun saf doğasına yönelmesi, bir çiçeğin, bir kokunun anımsatmasıyla olabiliyor. Çocukluk, ergin insanın düş ülkesidir. Dış ve iç mekânıdır. İmgelemi, yaratıcılığın temel gücü olarak gördüğüm için, şiirsel imgenin ‘kurucu’ varlığına inanırım. Yaratıcı imgelem, doğanın şiirselliğini değil, şair öznenin imgelemindeki doğanın şiirselliğini yeniden kurar sözcüklerin gücüyle. Şair, doğanın seslerini, kokusunu, devingenliğini değil, imgelemindeki doğanın seslerini, kokusunu, devingenliğini yeniden kurarak doğayı taklit etmekten kurtulur. Yağmurlar, çiçekler, deniz, orman, şiirlerimde imgelemin mekânından geçerek birer imge olurlar. Böylece, içtenlikli ve sonsuzluk duygusu yaratan bir doğa, kardeş doğa yaratırım kendime, dolayısıyla okura. “Taştaki derin telaşı” (s.47) nasıl duyumsarım yoksa yaratıcı imgelem ve sözcüklerin gücü olmasa? Nesneleri yaşayan varlıklar olarak algılamak, onlardaki tinselliği keşfetmek güven vericidir. Ama, bazen, özneden bağımsız bir nesneler dünyası olabileceğini de düşünürüm. O zaman, onlar şiirlerimin atmosferini yaratmak için değil, gerçek nesneler, varlık-nesneler olarak varolurlardı şiirlerimde. Ya şimdi? Şimdi de varlık-nesneler olarak varolmaktadırlar.

- Doğayla bütünleşme isteği “Yalın İstekler” adlı şiirinde dile geliyor?”Yollar Boyunca”da da kentin para tutkusundan, kentte dilin bozuluşundan söz açıyorsunuz. Bu istek kentte sıkışmış, bunalmış bireye mi ait?

- “Yalın İstekler” bir mekân şiiri. Mekân Akdeniz, Toroslar, Taşucu, Mısır, İskenderiye. Özgürlüğün ruhuma dolduğu bölge. Bir Akdenizli olarak, kentlerin birey üzerindeki basıncı, baskısı karşısında doğaya karışma isteğinin sözcüsü oldum bu şiirde. “Dünya büyük, ama / denizler kadar derin içimizde”. Rilke’nin bu dizeleri içdenize, o büyük dünyaya gönderir okuru. “Yalın İstekler” şiirinde (s.49), yalnızlığın, iletişimsizliğin yaşandığı kente gönderme yok (2), ama doğayı imgeye çevirme var. Özyaşamsal deneyimimin şiir diline çevrilmesi. Bu mekânda daha önce de yaşadım, yaşıyorum. Tortusu, görüntüsü var bende; varolanın şiir diline çevrilmesi; sanırım işin özü bu.

-“Yalın İstekler” şiirinden sonraki şiirler felsefi bir zeminde ilerliyor. Yoklukta dolaşan ayaklar, Ben’in bir başınalığı, hiçlik denizi, sonsuzluk duygusu, evrene sürgün oluş, “başka bir dünya olmalı” ütopyası; bu işaretler geniş bir felsefi zeminde olan Ben’in yeryüzüne değgin işaretleri olabilir mi?

- Sözcükler Denizi’nin asıl konuşulması gereken yönü şiirlerdeki felsefi derinlik. Felsefi derinliğe gönderen imleri saptamışsınız. Felsefe yalnızca felsefecilerin ilgilendiği alan değil. Bir şair olarak ‘İnsan ve Varlık’ şiirin nasıl temel düşünsel sorunsalıysa, felsefenin de sorunsalıdır. Söylem farkını unutmamak kaydıyla. Kant, Wittgenstein, Heidegger okumalarının başlangıcı Marx’ın Grundrısse adlı yapıtı. Sonra dil felsefesi, fenomenoloji, Benjamin, Adorno, Deleuze okumaları, Bakhtin var onları takip eden. Bu dirsek temasları şiirlerimin derin yapısını değiştirdi doğal olarak. Şair ne yapar? Deneylenemeyen dünyanın sözcüsü olur. Melih Cevdet Anday, şiir dilinin mantık üstü olduğunu söyler ki, öyle olmasaydı varlığı, hiçliği, yoklar dünyasını dile getirmesi olanaksızdı. Şiirimin sahihliği bu mantık üstü kurgusallığından gelir. Orada, bir yerlerde taşın aşındığını hissedip algılayabilen bir zihinsellik ile bu zihinselliği mantık üstü dile ya da imgeye çevirebilen yetenek, olup biteni de sezgileriyle gösterebilir. Sözcükler Denizi , bu bilgeliği dünyaya karışarak yapar, yapmaktadır. Alain Badiou, “şiir kendini dilin içinde buyruk olarak ortaya koyar ve bunu yaparken de, hakikatler üretir” diyor. Şiirin kendini dilin içinde bulurken de felsefeye dikiş atması özerkliğini, bağımsızlığını zedelemez. Şiiri felsefenin yedeğinde görmediğin sürece bu böyledir. İnsanın yeryüzü serüveni, yüz yüze geldiği ve temas ettiği metafizik şiirin bölgesi içindedir; dolayısıyla dokunup geçtim onlara. Sözcükler tümüyle okunduğunda, dizeler, görüntüler görünür ve yitirler. Bende ve okurda anlamın sürmesi, bu büyü şiirindir. Belki süren anlam değil, şiirin müziğidir.

- Şiirlerin biçimselliklerinde de söyleyişinde olduğu gibi bir sadelik, bir yalınlık var. Bilge bir söyleyiş Ben’i doğayla bütünlüyor. Ne dersiniz?

- Şiirlerin biçimlerinde belli değişimler oldu Sözcükler Denizi’nde: Monolog dizeler, soru yanıt dizeleri, italik dizeler, şiirlerin bilgece söylemlerinin aktarılmasında ve çatının oluşturulmasında görev aldılar. İç konuşmalar, bir Hodan çiçeği gibi titreyen iç sesler, sözcükler bitince dibe çökecektir. Birkaç özne, bin bir çeşit imgeyi yüklenip götürür. Öznenin içinde bulunduğu dış mekân, iç mekâna çekilerek, öz orada biçimlendirilir sözcük sözcüğe bitişerek, dokunarak. Ama, şiirin biçimselliğini teknik birtakım girdiye indirgemek de doğru olmaz. Biçimsellik, yapının, şiirin öğeleriyle örgütlenmesi demektir ki, temeli sözcükten başlar. Sözcükler Denizi’nin biçimselliği tek tek şiirlerinin farklı biçimselliklerinden oluşur. Biçimsellik donmuş değil, devingendir.

- Bu yıl iki yeni şiir kitabınız yayımlandı: Sözcükler Denizi, Taşa Bağlarım Zamanı. Bu yeni kitaplardaki şiirler bağlamında şiirinizi nerede görüyorsunuz?

- Bu son kitaplar bağlamında yalınlığın derinliğine ulaştım. Sözcük dağarımın çok genişlediğini gördüm. Şiir dili olarak kırılma bu kitaplarda da sürüyor. Şiirlerimin bilgece bir söyleme kavuşmasında felsefi kavramlarla, sözcüklerle düşünmeye başlamanın etkisi var. Gündelik hayatımda da felsefe ile fenomenoloji okumanın değişimdeki etkisini söylemek bile fazla. Dünya şiirinin doğrultusu sessizliği bulana dek düzlemim olacaktır.



1 Ahmet Ada, Sözcükler Denizi, Şiirden Yayınları, 2009 İstanbul
2 Şair ‘Yollar Boyunca’ adlı şiirinde (s.58), kentin para tutkusundan,
kentte dilin bozuluşundan söz açıyor. (Ahmet Çakmak)


Hürriyet Gösteri dergisi, (Haziran-Temmuz-Ağustos) 2009 / Sayı: 298
“SÖZCÜKLER DENİZİ”NDE (*)

Ahmet GÜNBAŞ

“Bahar mı gecikti kuşlar mı
Eyvah! Gül imecesinde talan
Yüreğimde dinmeyen bir telaş
Kuşkuyla yaralı mayıs günleri” (s:23)

Böyle diyor şair, Sözcükler Denizi’nin Seyir Defteri’nde korkunç bir uzaklık ve kırılganlık duygusuyla. Aslında değişen bir şey yok. Bahar da kuşlarda yerli yerinde. Salt karşılama duygusu farklı. “Gül imecesi” dediği aşklarla, dostluk bahçesiyle eşdeğer. Oradaki talan ise eksilmelerle ilgili. Söyleşilerin çekilen suyu da dahil buna. Her yanı telaş almış. Yılın en gözde ayında bile kuşku var. ‘Yaralanmak’ fiili geniş bir çağrışım çemberi oluşturuyor.

Ölümle ölümsüzlük arası bir gelgit... Ve sürekli ölümsüzlük arayışı... Kaptanın telaşından böyle bir sonuç çıkıyor. Gizine erdiği ya da içini doldurduğu her sözcük sonsuzluğu muştuluyor. Sözcükler Denizi’nde bulduğu sözcükleri dingin bir kıyıda gözden geçiriyor. Bu dinginlik kalıcı bir yalınlık bağışlıyor ona. Nesnelere karışmak, nesnelerde bulduğu ezgiyi, ancak yalın kulakların duyabileceği fısıltıyla ıssız yerlerde dolaşan bir kuş sesiyle birleştirmek gayretinde. Tinsel yolculukların belirsizliğinde sonsuzluktan anlaşılan belki de bu. Seslerin/sözcüklerin döküldüğü yerde köpürdükçe kendini yeniden üretiyor her şey! Doğal ki başka biçimde üretiyor. Üretmekle kalmıyor, eksileni yerine koyuyor, tümlüyor:

“Kırık bir rüzgâr örtüyor
ruhumda açılan oyukları.” (s:28)

Tehlikeli oyuklar böylece kapatılırken, şairin belleği gibi yansıyan o kuş, ıssızlığı konuşturmaya çalışıyor:

“Dehlizlerin, kamışların arasından
bir kuş ötüyor.” (s:29)

Dehlizlerin ve kamışların kıvrımı, daha önce geçilen durakları anlatıyor bence. Dolaylı olarak yaşanılmışla örtüşüyor. Nesnel geçişlerde her şey birbiriyle ilintili, benlik alışverişi içinde; parıltılar saçıyor.

Daha çok geriye gidişlerle, yaşanılmışla ilgileniyor Ada. Geçmiş zaman yoksamak, yitik sesleri toplamakla eşanlamlı. Taş Plak Gazelleri’nden (1955) Kantolar’a (2006) uzanan çizgide ‘dramatik’ olan yeniden ve güçlü biçimde karşımıza çıkıyor. Kopan, dağılan her parça duyarlık tellerini harekete geçirse de, daha önce Oyuk’ta sözü edilen o boşluğu doldurmak çok zor. Tekilden çoğula (kişi, aile, halk) kopmuş parçaların öyküsüyle çalkalanıyoruz yaşam boyu. Bazen onarılmaz bir aşk acısı, bazen zorunlu göçlerle savrulmanın dağınıklığı, bazen de ortasından biçilen bir yaşam tarzı allak bullak ediyor dünyamızı:

“Yazılacaktır öyküsü
Gövdesinden kopmuş parçanın.
Işığı kıran iç denizin. Gövdenin tini
arıyor denizini şimdi. ‘Arayıp da
bulanınız var mı?’ diyor Veysel.” (s:31)

Özetle şair, bu tür arayışlara yazgılı. Büyük bir şiirin parçaları gibi bir türlü erişilemeyen!.. Erişilmezlik duygusu sonsuzluğu da körüklüyor böylece. Sözcük halkaları genişledikçe gizine yaklaşıyor. Ancak “Gidilir evet dünyaya doğru / Ama her gidiş de hüzündür” (s:35) diye ölümü kollayarak konuşlandığı Kırık Duruş eşiğinde yorgunluğunu da itiraf ediyor:

“Biz burada kaldık da ne oldu
Arkasına saklandığın narlardan
Durup dururken sakalına dolan kargalardan
İniyor akşam
Su kuşları, günebakanlar
‘Yorgunuz’ diyor” (s:37)

Ah, Derin Beyaz Atlar’a binilse her şey daha kolay olacak! Ama o taşkın hevesiyle gerilerde kaldı. Doludizgin geçti yeryüzünden. İncelikleri, farkındalıkları yaşamadan... Asıl trajedi bu belki de. Yani, daha erken karşılayabilirdik sonsuzluğu Sözcükler Denizi’ne yelken açarak. Seyir Defteri’ndeki burukluk karartıp durmazdı ufkumuzu. Derin Beyaz Atlar’a eklenen ‘upuzun’ sözcüğü, onun geleceğe uzanan bir gençlik iksiri olduğunu imliyor.

“Derin beyaz atlar upuzun anlaşılması güç
Öyledir duvar diplerinde kalmışlığımız
Öyle ya deniz neden kıpırtılı
Dalgınlığımız neden bir orman dalgınlığı
Belki içimize ata ata yer kalmadı içimizde
O yüzden belki de ıpıssız sıkıntıyız” (s:44)

Ama bir Değişmeler Ağacı var ki salkım saçak kucak açıyor “Kül kâğıdı çocuklar”a; “Çeliklerden dörtnala akan türkü”yle (s:45) birlikte tıkır tıkır işliyor. Giderayak“Ağaçlardan denize yürüyen motor”a dönüşüyor. Özetle başka bir ağaçla yer değiştiren ağacımızın yürüyüşü, önderliği uzun süre konuşulacak cinsten. Ağacın yer değiştirmesini diyalektik anlamda tezler savaşımıyla algılarsak, denize doğru yürüyüşün görkemi karşısında hayretimizi gizleyemeyiz. Denize yürüyüş çok özel bir özlemdir şiirin genelinde. Özlemin gerisinde engel tanımaz bir hedeftir. Tazelenme, arınma duygularını da çağrıştırır. Yapıtın adına yaraşır biçimiyle akışkanlığı körükler. Hem de öylesine körükler ki son şiirde (Sarkaç) bile “Deniz hazırlıyor beni sonsuzluğa”(s:75) inancı ölümle kolayca yer değiştirir.

Ada şiirinde nesnel geçişler çok önemlidir ve birbirini izler. Sözü yine Değişmeler Ağacı’na getirirsek; “Çeliklerden dörtnala akan türkü, ağaçlardan denize yürüyen motor” öncesinde “dikey hüzünler yatay hüzünler” örgütlenmesi değişimin sürecinin halkalarını oluşturur. Derken değişimin son halkasında “Uzun güzel kızların” mutluluğuna tanık oluruz. ‘Uzun’ ve ‘upuzun’ sözcükleri her iki şiirin ekseninde yer almakla kalmayıp gerine gerine aydınlığı muştularlar.
Ada’nın bolca kullandığı çocuk, kuş, at ve ağaç imgeleri, iç içe geçen edimleriyle çıkmazdaki insana, dolayısıyla siftinen şiire hareket getirirler. “Sığırcıklar ve her şey kalbimden havalanır” (s:39) dediğinde bir daha anlarız kuşlarla açıklanmanın güzelliğini. Yalın İstekler’in başat olanı ‘gitmek’tir zaten, hem de dörtnala gitmek:

“Bir atın ayakları olurum belki
Rüzgârla yarışan bir atın
Dörtnala uzaklaşan ovadan” (s:49)

Geçmiş zamanı yoklamak denli onu şimdinin içinde değerlendirmek önemli özelliğidir Ada şiirinin. “Kollarını açtığını görüyorum ışığa / Dünyanın güzelliğine” (s:33) örneğinde kırık bir amforayı “Kırık Duruş”una konuk edebilir. “Öğle vakti geçtik denizi” (s:53) dizesinde sanki anı yakalamak için sürer atlarını. Ada’daki ‘zaman’ kavramını rüzgârların, yağmurların, taşların v.b. ortak diliyle yaklaşırız ve tanımlarız Örneğin “mendil sallayan rüzgâr”, “yapraktaki telaş”, “tez ayaklı yağmurlar”, “taşın dili” gibi kişileştirmeler gerekli ipuçlarını verir bize. Artık bu bağlamda eskiliği değil şimdinin içindeki “elma tadı”nı konuşuruz:

“Sen de duydun mu başaklarda
Yağmura biriken zamanı
Geçmişi şimdinin kabuğunda
Yaşadın mı bir elma tadında” (s:54)

O elma tadı ki yaşamın tadı tuzudur. Eğer “Günlerin isi elmaları karartı” (s:75) deniyorsa, biliniz ki yaklaşan felaket umulandan da büyüktür.

Söz konusu büyülü elma tadını biraz daha açımlarsak, insandaki bağbozumunu gösterir bir güz şenliğine erişiriz. Salkım salkım yaşanmışlıklardan süzülen bir şenlik ateşi içimizi ısıtır. Büyük yalnızlığımız, ölüm korkusunu aşarak dengeye ve huzura kavuşur:

“Gök müydü alıp başını giden
Elma rengi., bulutlar mıydı şaşkın
Otun böceğin uykusuzluğu muydu
Kalkıp gittik yaprak toplamaya
Kevser, ben, bir de yaşlı güneş
Kayısı çiçeği kokusu karşıladı
Beni, Kevser’i, bir de yaşlı güneşi
‘Anımsa kırk yıl önce de böyle kokmuştu’
‘Annemin ruhunun dolaştığı eski bahçede’” (s:59)

Kırsal bir fonda gezinir şair. Neredeyse gün ışığıyla yazar şiirini. Oysa kent yaşamına özgü göndermeler vardır büyük sıkıntısında. Evet,“Kof gürültüsünden tanırım kenti / Para tutkusundan, dilin bozuluşundan” (s:58) dolayı sıkıntılıdır. Hatta kaçış halindedir. Ama yabancılaştırmaya boyun eğmeyen iletişimsel bir kaçıştır bu. Oysa kentlerin kulağına küpe olabilecek duyarlıklar içindedir. Örneğin “Ağaç denizine yürüyen gümüş dereyim” (s:46) imgeleminde, kavaklarla kurbağalarla diline doladığı “gümüş şarkı”yı “saat kulesi” görüntüsüyle kente de duyurur:

“Dur da dinle
Gümüş şarkımı
Saat kulesi” (s:46)

Şairin durduğu nokta kimseyi yanıltmasın. İnsanı aramak için yola çıkmıştır o. Köy-kent ekseninde dağılan, yiten, parçalanan insanı!.. Terzi Sarkis’e adanan dizelerde,; vatkalar, şeritler, mandallar arasından “Büyük olsun makas, denizi biçeceğiz / İnsandaki kof benliği, gözüpeklik işte” (s:60) diye haykırdığında, değerler karmaşasını aşıp, Sarkis’in izdüşümünde yeniden biçimlenme sancılarıyla bireyselliğe hizmet ettiğine tanık oluruz. Geçmişi sırtlayan arayışlar doğrultusunda - erdemleri ıskalamadan - insanı biriktirme tavrıyla özdeş kılınır şiir.

Şiddetle kargışlanan “kof benlik”, ne yazık ki kentin taşla konuşmayan yanıyla uzlaşır. Kentsel ilişkiler “Balkonları bir başlangıçtı göklere” (s.62) iyimserliğinde çakılıp kalmış, daha ileriye gidememiştir. Kente inen Abdal kısa sürede varmıştır bu yargıya. Belki de yatıya kalmadan, binlerce çiçeğin çağrısıyla yeniden kırlara vurmuştur kendini.

Bir dinginlik ustasıdır Ada. Öncelikle nitelikli bir sessizlik gereklidir ona. Yalın söze erişmenin ilk koşulu bu olsa gerektir; sessizlik içinde derinliğine inmek!.. Kavrayışlarını, algılarını, görünür anlam katmanlarından daha ötelere taşımak!.. İçsel yolculuğun duraklarında, ağaçlarla, denizlerle, rüzgârlarla uyumlu devinimsel dili çözmüş olmalıdır. Ki böyle bir dilden kaynaklanan dizeler, sonsuzlukla mayalandığı için yakın düşer bize:

“Ağacın sessizliği kök salar ovaya
Denizin dinginliği içinde yitirirsin kendini
Ne kadar uzun ne kadar güzel ne kadar yalın
Hiçbir şey tutamaz yerini
Yapraklardan karılmış rüzgârın sesini” (s:47)

Sözcükler Denizi’ndeki görsel zenginliğe ve ışık bolluğuna şaşırmamak elde değildir! Şair sık sık güven tazeleme gereksinimi duyduğunda, doğaya döner yüzünü. Hemen yakınında kımıl kımıldır dünya. Yaşamak her zaman üste çıkar albenili parıltısıyla. Onu adım adım izleyen Pars’ın çekiştirmelerine aldırmadan ölümle yüzleşir. Arayışların sonu gelmemiştir henüz:

“Çok işimiz var eşsiz olanı bulmak için
Başka bir yerde durmak için
Kamışların öbek öbek toplandığı
Bir göl kenarı olmayabilir
Durmak için o kırmızı noktada
Bir söz, bir imge, bağışlanan parıltı
Yeter “ (s:73)

Son iki dize, Sözcükler Denizi’ne açılmanın amacıyla örtüşür.

Sonuçta yabancısı değildir gideceği ortamın. Meydanı tanrılara bırakmadan,“Ölü annelere karışmış olmalıyım” (s:76) dediği doğurgan bir sıcaklık sarıp sarmalamaya hazırdır yalın oğlunu.
Bence “çok işimiz var” koşutluğunda çok nedenimiz var Sözcükler Denizi’nde birikenleri anlamak için!

(*) Sözcükler Denizi – Ahmet Ada, Şiirden/Diagraf Yayıncılık, 1.basım, Şubat 2009

2 Temmuz 2009 Perşembe

YILLARA GÖRE YAŞAMÖYKÜSÜ / KEMAL ÖZER

YILLARA GÖRE YAŞAMÖYKÜSÜ / KEMAL ÖZER

1935: İstanbul’da doğdu. Babası tren sürücüsü. Çocukluğu dört yaşına kadar Çerkezköy’de geçti.
1942: İstanbul’da ilkokula başladı. Öğrenim yıllarını ve çocukluk çağını İkinci Dünya Savaşı koşullarında yaşadı. Okuma ve yazma hevesini ilk kez ortaokul sıralarında duydu.
1950: Spor yapma ve yazma hevesinin gelişmesine yol açan koşullarla ve ortamla tanışması. İstanbul Erkek Lisesi’nde başlayan lise öğrenimi.
1951: İlk şiiri yayınlandı. (Harika dergisi).
1955: İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde başlayan yüksek öğrenim. Şiirde heveslilik dönemini sona erdiren hesaplaşma. Sanat çevresiyle ilişkisini genişleten yeni tanışmalar.
1956: Dönemin önemli dergileri arasında yer alacak a dergisi’nin kurucu ve yöneticilerinden biri oldu.
1959: İlk şiir kitabı yayınlandı. (Gül Yordamı). Öğrencilik sürerken çalışmaya başladı. (Kim dergisi).
1960: Yüksek öğrenimi bitirmeden bıraktı. İkinci şiir kitabını yayınladı. (Ölü Bir Yaz). 27 Mayıs’ın ardından a dergisi’nin yayınlanmasından vazgeçildi. Cumhuriyet gazetesine girdi.
1961: Yaşamından ve yazgısından etkilendiği babasını yitirdi.
1962: Evlendi. Yedeksubay öğretmenlik göreviyle iki yıl geçireceği Amasya’nın Destek köyünde öğretmenliğe başladı.
1963: Kızı dünyaya geldi. Üçüncü şiir kitabı yayınlandı. (Tutsak Kan). Yayınlamaya ara verdiği yedi yıllık suskunluk döneminin başlangıcı.
1965: Kitapçılık yapmak için Uğrak Kitabevi’ni açtı. Kitapçılık yaparken, Şiir Sanatı dergisini çıkardı. Sinema ve şiir konularında 13 kitap yayınladı.
1970: Kitabevini kapattı. Yeniden şiir yayınlamaya başladı.
1972: Yeni bir anlayışla yayınlanmaya başlanan Yeni a Dergisi‘nin kurucu ve yöneticileri arasında yer aldı.
1973: Yeni şiirleriyle oluşan dördüncü kitabını yayınladı. (Kavganın Yüreği). Kitapta yer alan toplumcu şiirler, olumlu ve olumsuz tepkilere yol açtı.
1975: Cumhuriyet gazetesi için sanatçılarla konuşmalar yapmaya, Militan dergisinde yazmaya başladı. Nasrettin Hoca öykülerini çocuklar için şiirleştirdi.
1976: İlk kez yurt dışına, Bulgaristan’a gitti. Dostluğundan etkilendiği Fahri Erdinç’le tanışma. Onunla işbirliği yaparak şiir çevirileri. Sen de Katılmalısın Yaşamı Savunmaya kitabına Türk Dil Kurumu Şiir Ödülü verildi.
1977: Yugoslavya’daki Struga Şiir Akşamları’na katıldı. Kısa bir Sofya gezisi.
1979: Bulgaristan’daki Şiir Bayramı’na (Ekim) ve Vaptsarov’un 70. Doğum Yıldönümü törenlerine (Aralık) katıldı. Edebiyat Cephesi’nde ve Eleştiri’deki Ozanın Gözüyle köşesinde yazmaya başladı. Gezi ve söyleşi türünde ilk kitapları (Güldeki Şafak ve Sanatçılarla Konuşmalar) yayınlandı.
1980: Bulgar Edebiyatı Dostları Sempozyumu’na (Haziran) ve Sofya’da Uluslararası İkinci Yazarlar Buluşması’na (Eylül) katıldı.
1981: Cumhuriyet gazetesinden ayrıldı. Karacan Yayınları’nda çalışmaya başladı. Bulgaristan’ı kapsayan uzun bir gezi.
1982: Rotterdam’da Poetry International şiir şenliğine (Haziran), Sofya’da Uluslararası Üçüncü Yazarlar Buluşması’na katıldı. Budapeşte’ye gitti. Kimlikleriniz Lütfen kitabına Ömer Faruk Toprak Şiir Ödülü verildi.
1983: Sofya’da Uluslararası Dördüncü Yazarlar Buluşması’na katılıp “Umut Edebiyatı ya da Umutsuzluk Edebiyatı” oturumunda bildiri sundu. Varlık dergisinin genel yayın danışmanlığını üstlendi. Budapeşte’ye ve Viyana’ya gitti.
1984: Bulgar Edebiyatı Dostları Sempozyumu’na (Haziran) ve Sofya’da Uluslararası Beşinci Yazarlar Buluşması’na (Ekim) katıldı.
1985: Toplu şiirleri basıldı. (Çağdaş ve Boyun Eğmeyen). Budapeşte’ye ve Londra’ya yolculuklar. Şiirlerinin Bulgarca çevirisi kitap olarak yayınlandı. (Morskiyat Jetvar / Deniz Orakçısı).
1986: İkinci evlilik.
1987: İngiltere’ye, Hollanda’ya yolculuklar. Lefkoşa’da kitap fuarına katıldı. Sevda şiirleri Sınırlamıyor Beni Sevda adıyla yayınlandı.
1988: Sovyet Yazarlar Birliği’nin çağrılısı olarak Moskova yolculuğu.
1989: Yordam Yayınları’nı kurdu ve bütün yapıtlarının diziler halinde yayınına başladı. Bükreş’te Eminescu Sempozyumu’na, Riga’da Şiir Günleri’ne katıldı. Kıbrıs, Sovyetler Birliği ve İngiltere’ye yolculuklar.
1990: Varlık dergisinin yayın danışmanlığından ayrıldı. Kısa bir Kıbrıs yolculuğu.
1991: Romanya’da Çevirmenler Sempozyumu’na katıldı. İngiltere yolculuğu. İnsan Yüzünün Tarihinden Bir Cümle kitabına Yunus Nadi Şiir Ödülü verildi.
1993: Bir Adı Gurbet kitabıyla Ferit Oğuz Bayır Düşün ve Sanat Ödülü’nü kazandı. İngiltere yolculuğu.
1994: Köln’de “İşçilerin Birliği, Halkların Kardeşliği” gecesine (Nisan), Kopenhag’da Türk/Danimarka Şiir Akşamı’na (Haziran), “Solingen’de, Sivas’ta Yananlar Bizim” adı altında Fransa, Almanya, Avusturya ve İngiltere’de düzenlenen etkinlikler dizisine katıldı. Gerçek dergisinde “Gün Olur Söze Yazılır” başlığıyla sürekli yazmaya başladı.
1995: Sahne şiirleri adını verdiği ve yıllardır üzerinde çalıştığı Oğulları Öldürülen Analar kitabı yayınlandı. “Gün Olur Söze Yazılır” başlığıyla sürekli yazmayı Evrensel gazetesinde sürdürdü. 60 yaşında olması dolayısıyla Değirmendere, Bursa ve İstanbul’da toplantılar düzenlendi.
1996: Son kitabındaki şiirler Eskişehir, Ankara, Adana, Almanya ve İngiltere’de sahnelendi. Kopenhag’da Başaran için düzenlenen geceye (Mart), Köln ve Londra’da düzenlenen etkinliklere (Mayıs) katıldı.
1997: Kocaeli Üniversitesi’nin açtığı Şiir Okulu’nda ilk dersi verdi. İkinci Balkan Şiir Günleri’ne katıldı (Çatalca). İngiltere yolculuğu. Şiirlerinden yapılan bir seçme Imellem Betragte og Se (Bakmakla Görmek Arasında) adıyla Danimarka’da yayınlandı. Basına tanıtım toplantısında bulunmak, etkinliklere katılmak üzere Danimarka’ya yolculuk.
1998: TV’de Ateşi Çalmak izlencesine bir bölüm yazdı ve seslendirdi. Bergama ve İzmit’te şiir okuma ve söyleşi gezileri. İngiltere yolculuğu. Mustafa Bayram Mısır’ın Toplumcu Şiirimizde Bir Kanal: Kemal Özer kitabı yayınlandı. Bratislava’da Dünya Şairler Kongresi.
1999: Türkiye Yazarlar Sendikası’nda ikinci başkanlık görevi. Damar dergisi Emek Ödülü verildi. Yıllardır üzerinde çalıştığı şiir kitabı Onların Sesleriyle Bir Kez Daha adıyla basıldı. Akdeniz Trubadurları Örgütü’nün kuruluş toplantısı için Bulgaristan yolculuğu. Yalova’da şiir şenliği. Şiirlerinden yapılan bir seçme Nasraşten Vyatır (İki Yönlü Rüzgâr) adıyla Bulgaristan’da iki dilde (Türkçe-Bulgarca) yayınlandı. BEKSAV’da 45. Sanat Yılı toplantısı.
2000: Bütün şiirleri 2 cilt olarak XX. Yüzyıldan Duvar Kabartmaları adı altında basıldı. Yordam Kitapları adı altındaki yayın çalışmalarına son verdi.
2001: Zürih ve Basel’de etkinliklere katılmak üzere İsviçre yolculuğu. Salihli Şiir İkindileri’nde Diyonisos ödülü verildi. Kopenhag’da Türk-Danimarka Şiir Akşamı’na katıldı. Bulgaristan yolculuğu. Edirne’de Balkan Yazarlar Buluşması. İzmir ilköğretim okullarında çocuklarla söyleşiler.
2002: Marmaris Kitap ve Kültür Şenliği. Bursa 7. Edebiyat Günleri. Kıbrıs ve Hollanda’ya yolculuklar. İngiltere yolculuğu sırasında anılarını yazmaya başladı. İskoçya gezisi. Avanos’ta Nâzım Hikmet’i anma. Karşıyaka Belediyesi Şiir Kurultayı. “Nâzım Hikmet 100 Yaşında” toplantıları için İsviçre’ye gitti. Güncelleştirme ve geliştirme çalışmalarıyla katkıda bulunduğu Asım Bezirci’nin Dünden Bugüne Türk Şiiri antolojisini yeniden yayınladı.
2003: İzmir ilköğretim okullarında çocuklarla söyleşiler. Ameliyatla sonuçlanan bir kaza geçirdi. Hakkında hazırlanan belgesel TRT 2’de Söz Uçar dizisinde yayınlandı.
2005: Sevdalı Buluşma adlı şiir kitabı çıktı.
2006: Türk-Danimarka Şiir Akşamı’na katılmak için Kopenhag’a gitti (Ocak). Şiirlerinden yapılan seçme Opkomende Beelden (Araya Giren Görüntüler) adıyla Hollanda’da yayınlandı ve Arnhem kentinde yapılan toplantılara katıldı (Nisan). İngiltere’ye yolculuk. Danimarkalı ozanlarla İzmit ve İstanbul’da Ayın Öteki Yüzü başlığı altında etkinlikler. Nâzım Hikmet Kültür Merkezi’nce düzenlenen Edebiyat Şenliği’nde Saygı Gecesi.

*http://www.kemalozer.net/?page_id=85

KENDİ ANLATIMIYLA YAŞAMÖYKÜSÜ / KEMAL ÖZER

KENDİ ANLATIMIYLA YAŞAMÖYKÜSÜ / KEMAL ÖZER

­­­1935 yılında İstanbul’da doğmuşum. Annem (Kevser), bugün Bulgaristan sınırları içinde kalan topraklarda doğup büyümüş, ailesiyle birlikte İstanbul’a göç etmiş sonra. Babam (Mehmet) ise, yirminci yüzyılın ilk yıllarında Sivas’ın Karaözü köyünden asker olup başkent İstanbul’a gelmiş, bir daha da baba ocağına dönmemiş bir başka göçmen. İstanbul, ikisinin yaşam çizgilerinin kesiştiği ve benim yaşantımın odaklaştığı yer oluyor. Çocukluk deyince, Devlet Demiryollarında tren sürücüsü olan babamın görevi dolayısıyla dört yıl kadar kaldığımız Çerkezköy’ü ve İstanbul’da Aksaray’da geçen günleri anımsıyorum. İlk anılarımdan biri, sabah erkenden uyandırılıp Atatürk’ün bana gösterilişi oluyor. Üstü açık bir otomobil, güneş gözlüğü ve kasket. Trakya manevraları için Atatürk’ün Çerkezköy’den geçtiğini ve gördüklerimin düş olmadığını, anılarımdaki görüntüyle tarih kitaplarındaki görüntünün örtüştüğünü sonraları biraz da şaşkınlıkla ayırt etmişimdir. Üzerimde iz bırakan ve kafamı uğraştıran ilk tanıklık bu.
Çocukluğumda tanıklık ettiğim ikinci duygu, babamın başka çocukların babası gibi her akşam eve gelmemesi duygusudur. İşi gereği, iki gecesini dışarda, bir gecesini evde geçiren bir baba ve başkalarından ayrı olmak kaygısı. Bir daha değişmemek üzere dar gelirli yaftası yapıştırılan bir aile, nasılsa satın alınıp başımızı soktuğumuz iki katlı bir ev. Çerkezköy’den İstanbul’a küçük bir göç yaşadığımı bu arada belirtmeliyim. Evet, Aksaray’da bu küçük evde yirmiüç yıl geçiriyorum. İlkokulu 1942-47 arasında okudum. Babam, Edirne’den Sirkeci’ye treni getirdikten sonra kalp krizi geçiriyor ve “adî malûl” emekli oluyor. Sonra da geçim darlığı artıyor ve evimizin odaları, buna koşut olarak, azalıyor. Çünkü yeni bir gelir kaynağı “keşfediyor” aile. Odaları üniversite öğrencilerine “pansiyon” veriyoruz. Beş odamız var; geçim daraldıkça oda sayısı azalıyor. Sonunda iki oda kalıyor kendimize.
İlkokulu bitirdiğim yıl, babamın bir baba yurdu olduğu, akrabalarımın bir bölüğünün orada yaşadığı öne çıkıyor. Karaözü köyüne ilk uzun yolculuğum. Köyde, tanıdığımdan başka, benzersiz insanlarla karşılaşıyorum. Toz toprak içinde oynaşan bebelerden dişi dökülmüş ninelere kadar herkeste garip bir tutku. O köyden kimlerin yetiştiğini, ne iş tuttuklarını herkes sayıp döküyor ve onur duyuyor bundan. Kaç öğretmen, kaç subay, kaç ebe, kaç doktor yetişmiş, herkes biliyor ve kendi çocuğuymuş, yakınıymış gibi hepsini herkes benimsiyor. Kızılırmak geçiyor köy içinden ve Sinan’dan kalma bir köprü, üzerinde. Köyün ozanı, bizim gelişimiz için de türkü yakıp sazıyla çalıyor söylüyor bir akşam.
Emekli olduktan sonra babamın beni yetiştirme konusunda neler düşündüğünü de öğrenmiş oldum. Okumama karşı değildi, ama kendi deyimiyle “hayatı anlamalı”ydım. Bu yüzden, koskoca bir yaz tatilimi, Aksaray pazarında manav çıraklığı, araba iterek sokak satıcılığı denemesine kurban etmişti. Emekli olurken verdikleri parayı o yaz tüketince benim de yakamı bırakmış oldu babam. Sonradan, kendisini başarısız bulduğunu, benim de başarısız, beceriksiz olmamam için kent yaşamasında para kazanmanın tek yolu olarak gördüğü ticarete beni zorladığını düşünmüşümdür.
Bense, sokak aralarında yapılan sporla yetinmek istemiyor, spor alanlarına çıkmayı düşlüyordum. Bir yandan da, 1948 ya da 1949 yılında birdenbire karşılaştığım bir öykü kitabı aracılığıyla edebiyata yönelmiştim. Evimizdeki odalardan birinde pansiyon oturan bir öğrenci taşınmış, annem arkasından odayı süpürürken somyayla duvar arasına düşmüş bir kitap bulup bana vermişti. Yazarı Sait Faik’ti ve adı Lüzumsuz Adam‘dı bu kitabın. Çocuk dergileri ve okul kitaplarındaki parçalar dışında ilk okuduğum kitap bu oldu ve beni derinden etkiledi. Okuldaki yazı ödevleri dışında yazdığım ilk denemeler, o kitaptakilere benzetmeye çalıştığım öykülerdi. Bir süre sonra, daha kolay yazıldığını görerek şiir yazmaya başladım. Varlık dergisini ve Varlık yayınlarını tanımıştım. Şiirlerimi daha çok Varlık dergisinde okuduğum şiirlere benzetmeye çalışıyordum. Bu yüzden, örneğin karısına seslenen bir adamın ağzından dizeler bile döktürüyordum. Çevremde ilk beğeniler, onları dergilere gönderme cesareti verdi. Bu arada, ortaokul son sınıfta kendi el yazımla defter sayfalarına yazıp yayınladığım dergide, sınıfımızdaki kızları iğnelediğim için Pertevniyal Lisesi’nden Kumkapı Ortaokulu’na gitmek zorunda kalmıştım. Lisede edindiğim arkadaşlıklarda, tanıştığım öğretmenlerde bu okul değiştirme olayının önemli bir payı olduğunu düşünürüm. Çünkü Kumkapı Ortaokulu’nu bitirenleri yalnız İstanbul Erkek Lisesi’ne alıyorlardı.
Şiir yazmak ve yayınlansın diye dergilere göndermek, sıkılgan biri için o kadar güç değildi. Ama başarılı olacağıma o kadar inandığım sporda, birtakım işlemler yaparak yarış alanına çıkmak bayağı ürkütücüydü. İlk büyük cesareti gösterdim, kendi başıma beden eğitimi bölge müdürlüğünde sağlık denetiminden geçip kart çıkarttım. İnönü Stadı’nda atletizm yarışlarına katıldım. Uzun ve yüksek atlamada dereceye bile girdim, madalya aldım. Ne yazık ki sürekli olamadı, daha ötesini becerip spor yaşantımı sürdüremedim. Yeni serpilmekte olan bedenime atletizm çalışmaları ağır gelmişti.
Sanıyorum, sporda bu yarım kalan isteklerim şiire daha çok yönelmeme neden oldu. Yılmadan gönderdiğim şiirlerden biri sonunda basıldı. Ankara’da, Harika adlı bir dergide. “Bir Yer Var” adını taşıyan ve 25 Ağustos 1951′de basılan bu şiir şöyleydi:
Ağaçsız, gölgesiz bir yer varİçinde gezdiğim;Ayaklarım, ellerim dünyadaykenİçinde olduğunu hissettiğim.
Bir yer var;İçinde olduğum haldeNerde olduğunu bilemediğim,Hududunu göremediğim.
Bir yer var;Ben uyuyunca uyuyan,Uyanınca uyanan,Benimle birlikte yürüyen.
Bir yer var;İçinden insana sesler gelen,Benimle konuşan, dertleşenHalimizi bilen ve gülen.
Ağaçsız, gölgeliksiz bir yer varBenimle birlikte büyüyen…­
İstanbul Erkek Lisesi’nde beni sanata çeken öğretmenlerle karşılaştım. Özellikle Salim Rıza Kırkpınar’ın bu konuda büyük etkisi oldu. Kendim gibi yazan, edebiyat heyecanı ve sevgisi taşıyan arkadaşlar edindim. Adnan Özyalçıner, Konur Ertop, Ergin Günçe, Önay Sözer, Oktay Tuncer…
Bu sürede okul içinde yoğun bir sanat etkinliğinin yanısıra dışarda da, özellikle taşra dergilerinde şiirlerim yayınlanıyordu. 1955 yılında, liseyi bitirip Edebiyat Fakültesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’ne girdim. Üniversitede özellikle Ahmet Hamdi Tanpınar ve Mehmet Kaplan’ın etkileri geldi. Başka fakültelerden arkadaşlar edindim. Onat Kutlar, Ergin Ertem, Erdal Öz, Demir Özlü, Ferit Öngören, Doğan Hızlan, Ülkü Tamer, Ece Ayhan, Hilmi Yavuz… Liseden ve üniversiteden bu arkadaşlarla birlikte a dergisi‘ni kurduk 1956 yılında. Bir yandan da yeni yeni yazarlarla, ozanlarla tanışıyor, çevremizi genişletiyorduk. Cemal Süreya, Edip Cansever, Asım Bezirci, Sezai Karakoç, Memet Fuat, Yusuf Atılgan, Hüseyin Cöntürk vb.
Bu ilk dönemin sonunda başka bir şeyle karşılaştım: Yazdıklarıma benim diyebilme gereksinimi. Herkes yazıyordu; onlardan beni ayıran, şiirlerime benim diyebileceğim bir şey katmalıydım. Ardında yalnız benim olan bir karşılığı olmalıydı yazdıklarımın. Bu karşılığın ancak kendi yaşantım olabileceğini düşündüm ve o zamana kadar yazdıklarımı toptan yoksadım. Bir yandan üniversitede Tanpınar’ın dersleri, bir yandan Pazar Postası sanat ekinde Muzaffer Erdost’un İkinci Yeni adıyla andığı, savunuculuğunu yaptığı şiir hareketi, yeni bir şiir oluşturmamda etkili oldu. Özgün bir şiir dili yaratmak, yıkılmaz bir şiir yapısı kurmak, yazdığım her şiirde bir mükemmellik gözetmek istiyor, İkinci Yeni’nin çağrışımlara dayanan, dizeyi şiire birim yapan, anlamı rastlansala kadar indirgeyen atılımından yararlanıyordum.
Bu ikinci dönemde yazdığım şiirlerden bir bölüğüyle ilk kitabımı yayınladım. 1959 yılında, Gül Yordamı adıyla. Aynı yıl, haftalık Kim dergisinde düzeltmen olarak çalışmaya başladım. Fakültedeki bir kız arkadaşıma sevdalandım. İçeriğinde bu ilişkinin büyük yer tuttuğu sonnet biçiminde 16 şiirimi Ölü Bir Yaz adıyla yayınladım 1960 yılında. Aynı yıl, Cumhuriyet gazetesindeki düzeltmenlik görevine geçtim. 1961 yılında, beni yaşam serüveniyle etkileyen babam öldü. Elli yıl kent yaşantısına bir türlü ayak uyduramamış, göçebeliğini alttan alta sürdürmüş bu bozkır insanının anısıyla oluşturduğum ve ona adadığım şiirlerimi Tutsak Kan adıyla bastırdım. 1962′de fakülte arkadaşımla evlendim. Yedeksubay öğretmen olarak Amasya’nın Destek köyü okulunda iki yıl çalıştım. Bir kızım dünyaya geldi. 1965-70 arasında kitapçılık yapmaya başladım. Şiir ve sinema alanında 13 kitap ve 20 sayılık Şiir Sanatı dergisini yayınladım.
1963′ten 1970′e kadar olan yaşantım için söylenecek ayrıntı çok değil. Gazetedeki işi sürdürme, kitapçılık, yayıncılık gibi birkaç olgu… Bunun dışında, herkesi sürükleyen, giderek ilgilendiren ve ortak eden bir toplumsal kaynaşma, oluşma ve devinim sözkonusu edilmeli. Öyle ki, kişinin yaşantısıyla toplumun yaşantısı gittikçe birbirine yaklaşıyor, çakışıyor. Daha doğrusu bunun böyle olduğunu hızla ortaya koyan günler yaşanıyor. Saydamlık artıyor, neyin ne olduğu ortaya çıkıyor. Emek/Sermaye ilişkisi ve çelişkisinde yerini almak da saydamlaşan konulardan. Yalnızca akılcı bir yaklaşım değildir bu elbet. Etiyle kanıyla içinde olmak, kafayla gönülle özümlemek gibi çok daha derin, köklü, yaşamın tümüne damgasını vuracak genişlikte bir eylemdir.
Saydamlık artınca, kişioğlu kendi konumunu daha iyi kavrıyor. Yaptığı sanatın ne olduğunu, nasıl olması gerektiğini de. “Sanata ilginin başlangıç nedenleri?” sorusuna şu karşılığı vermişim 1972′de bir dergide: “Bilinçlenmeden önce her şeyi birbirinden ayırıp tek başına ele alabiliyor kişioğlu. Böyle olunca da sanatı türlü karşılıklarla algılayabiliyor. Ülkemizde ve benim gibi içe kapanık kişilerde çoğunluk bir yücelme gereksinimi, kendini bir şeyle özdeşleştirme, aşma aracı oluyor sanat. Kendini önce kendisine, sonra çevresine, giderek topluma kabul ettirme olanağıyla bir tutuluyor. Bu yolda hazırlanmış kılıflar dergilerden, kitaplardan, kısaca sanat eğitimimizden geçerek bize gelip yeteneğimize göre yapıtlarımızda gerekli uzantıları sağlıyor. Kılıflar, yani önceden kotarılan avuntular o kadar iyi düzenlenmiş, öyle iyi besleniyor ki, köklü bir bilinçlenme olmadan bunları aşmak, bir bakıma sanata yeniden başlamak olanaklı değil.”
1960′tan önce a dergisi‘ni çıkarmıştık, sonradan şu ya da bu oranda dünyaya bakışları değişmiş eski arkadaşlarla Yeni a Dergisi‘ni yayınlamaya başladık 1972 Nisanında. Gerek bu dergide, gerekse daha sonra, yaşama bir bütün olarak bakma, onu bir bütün olarak kavrama, şiiri yaşamın hizmetine koşma gereğiyle ve bilinciyle yazmayı sürdürdüm. 1973, 1974 ve 1975 yıllarında üç şiir kitabı, bir de Nasrettin Hoca öykülerini şiirleştiren yapıtımı yayınladım. Bundan sonrası için şiirin yanısıra incelemeler, araştırmalar yapmak gibi, çocuklar için kitaplar yazmak gibi tasarılarım da var.

*(Öykü dergisi – Mart 1976)
*http://www.kemalozer.net'ten alınmıştır.

18 Mart 2009 Çarşamba

'Erdal Öz Edebiyat Ödülü' İhsan Oktay Anar'ın

'Erdal Öz Edebiyat Ödülü' İhsan Oktay Anar'ın.

Erdal Öz'ün anısını yaşatmak amacıyla ailesi ve kurucusu olduğu Can yayınları tarafından düzenlenen 'Erdal Öz Edebiyat Ödülü' İhsan Oktay Anar'ın oldu.
Doğan Hızlan, Cevat Çapan, Jale Parla, Nüket Esen, Semih Gümüş, Enis Batur ve Can Yayınları temsilcisinden oluşan seçici kurul, "edebiyatımıza kazandırdığı birbirinden önemli romanları, bu romanlarda ortaya koyduğu özgün üslubu" gerekçesiyle ödülün İhsan Oktay Anar'a verilmesini kararlaştırdı.
Ödül töreni Erdal Öz'ün doğum günü olan 26 Mart'ta Pera Müzesi'nde düzenlenecek ve Handan Börüteçene'nin yaptığı heykel ve 15 bin TL'den oluşan para ödülü Anar'a teslim edilecek.
Geçen yıl Gülten Akın'ın kazandığı ödül, yaşayan ve son üç yıl içinde yeni bir yapıtı yayınlanmış bir yazara veriliyor.
Erdal Öz gibi değerli bir edebiyatçı adına düzenlenen bu ödülü almaktan çok büyük bir mutluluk duyduğunu söyleyen İhsan Oktay Anar, "Sağolsunlar jüri üyeleri beni bu ödüle layık görmüşler. Onlara teşekkür ediyorum. Türk edebiyatında çok çok iyi insanlar var. Bu yüzden ödülün bana verilmesini bir şans olarak görüyorum. Çok sevindim, çok mutluyum. Mutlu bir insan ne yapar? Mutlu bir insan susar. Ben mutsuz insanların konuştuğunu düşünüyorum ve susuyorum." dedi.

Memet Fuat Ödülleri sahiplerini buldu.

Memet Fuat Ödülleri sahiplerini buldu.

19 Aralık 2002 tarihinde yitirdiğimiz Memet Fuat'ın anısına düzenlenen “Memet Fuat Eleştiri/İnceleme, Deneme, Yayıncılık Ödülleri”nin beşincisi ve Memet Fuat Genç Şiir Ödülünün birincisi, sahiplerini buldu.
Cevat Çapan, Eray Canberk, Konur Ertop, Nurdan Gürbilek, Uğur Kökden, Hasan Kuruyazıcı ve Mustafa Öneş’ten oluşan Seçici Kurul’un değerlendirmesi sonucunda; Eleştiri/İnceleme ödülünü Erol Üyepazarcı, “Korkmayınız Mister Sherlock Holmes! Türkiye’de Polisiye Romanın 125 Yıllık Öyküsü (1881-2006)” ile; deneme ödülünü ise, “Kitapların Şenlik Ateşi” adlı kitabıyla Serdar Rıfat kazandı. Yayıncılık Ödülü’ne Mitos Boyut yayınevi değer görüldü.
Bu sene ilk kez verilen Memet Fuat Genç Şiir ödülünü ise, Ödülünü “Şiir Koy Alnıma” isimli dosyası ile Özkan Satılmış kazandı..
2008 yılı için 80 dosyanın katıldığı yarışmada Egemen Berköz, Haydar Ergülen, Turgay Fişekçi, küçük İskender, Mustafa Öneş’ten oluşan Seçici Kurul, ayrıca Kaan Koç, Şakir Özüdoğru, Duygu Ergun, Levent Sevi, A. Barış Ağır ve Nihat Özdal’ın dosyalarını da “övgüye değer” buldu.
İlkeleriyle örnek bir edebiyat adamı olan Memet Fuat aynı zamanda şiir alanındaki eleştirileri ve genç şairleri değerlendirmeleri ile de önem kazanmıştır. Bu sebeple Memet Fuat Genç Şiir Ödülü, genç şairlerin çalışmalarını desteklemek, yüreklendirmek ve başarılarını ödüllendirmek amacını taşıyor.
5.000 TL tutarındaki Eleştiri/İnceleme Ödülü, Bilgi Üniversitesi Yayınları tarafından ve aynı tutardaki Deneme Ödülü de Adam Yayınları tarafından karşılanmaktadır. Genç Şiir Ödülü 2.000 TL tutarındadır. Yayıncılık Ödülü ise Bihrat Mavitan tarafından tasarlanan heykelcikle değerlendirilmektedir. “
Memet Fuat Ödülleri”, 4 Nisan 2009 Cumartesi günü İstanbul Bilgi Üniversitesi’nin santralistanbul Kampüsü’nde gerçekleşecek. O gün Memet Fuat, Bilgi Üniversitesi'nin santralistanbul kampusunda “şiiri koklayarak tanıyan adam” özelliğiyle anılacak... Genç Şiir Ödülü’nün Seçici Kurul üyelerinin katılacağı panelde “şiirimizin ateşi” ölçülecek. Memet Fuat Ödülleri’nin kısa süreli sergisinde de, Memet Fuat Kitaplığı’ndan ve Pirâye Koleksiyonu’ndan derlenen belgelerle şairler ve şiirleri olacak.

Karşıyaka Belediyesi' 2009 -Homeros- Salah Birsel Şiir Ödülü sonuçlandı.

Karşıyaka Belediyesi' 2009 -Homeros- Salah Birsel Şiir Ödülü sonuçlandı.

Veysel Çolak, Nuri Demirci, Altay Öktem, Yusuf Alper ve Haluk Cengiz'den oluşan seçiciler kurulu, 2008'de basılmış şiir kitapları ve basıma hazır kitap bütünlüğü olan dosyalarla ödüle başvuranlar arasında yaptığı değerlendirmede: Birinciliğe Didem Gülçin Erdem'in "Hasar" Mehmet Ersoy'un "Gölgeler ve Toz", ikinciliğe Özkan Satılmış'ın "Şiir Koy Alnıma" ve Levent Sayım'ın "Sürgün", üçüncülüğe Ercan Y. Yılmaz'ın "İlkel Atlaslar Divanı" ile Nurhak Kaya'nın "Ayak Bastım Gökyüzüne" adlı yapıtlarını uygun buldu.
Seçici Kurul Özel ödülleri ise Abdurrahman Şenel'in "Çıplak Nehirler, Sağır Evler", Sait Bildirici'nin "Su ve Mum", Mehmet Oğuz'un "Sus/Kuyu/Su", İbrahim Topaz'ın "Melek Uykuları" ve Murat Karacan'ın "Hükümsüz Hayatlar" adlı yapıtlarına verildi.
Ödüller, 21 Mart Dünya Şiir Günü'nde törenle takdim edilecek. Aynı gün yazar Mehmet Başaran'a ise Karşıyaka Belediyesi Homeros Onur Ödülü verilecek.

SÜREYYA BERFE



(27 Ocak 1943, İstanbul - )


       Şair. Asıl adı Hikmet Süreyya Kanıpak. 1965'e kadar gerçek adı olan Süreyya Kanıpak'ı kullandı. Daha sonra soyadını değiştirmeye karar verdi ve Cemal Süreya'nın önerisiyle Berfe kelimesini aldı. Süreyya Berfe adını kullanmaya başladı. Nermin Hanım ile Fransızca öğretmeni Metin Kanıpak’ın oğlu. Baba tarafından Atatürk’ün akrabasıdır. Babasının görevi nedeniyle Erzurum, Sinop, Afyon, Turgutlu ve Çanakkale il ve ilçelerde yaşadı. 1960'da Çanakkale Lisesi'nden mezun oldu. Bundan sonra, 2 yıl İÜ Hukuk Fakültesi'nde, 4 yıl ise İÜEF Felsefe Bölümü'nde okudu. Yedek subay öğretmen olarak yaptığı askerliğinin ardından, Arkın Yayınevi'nde çalışmaya başladı ve Meydan Larousse, Cumhuriyet Ansiklopedisi, Yirminci Yüzyıl Tarihi gibi ansiklopedik yayınların hazırlanmasına katkıda bulundu. 1972'de Ali Özgentürk ile birlikte Asyalı dergisini çıkardı (2 sayı). 1976'da Can Yayınevinin çocuk kitapları bölümünde görev aldı. Daha sonra reklam şirketlerinde metin yazarı olarak çalıştı. Foça’da yaşıyor; bir çocuk babası. 

İlk şiiri “Yoksul Bir Aile Dedi ki”, 1962'de Yön dergisinde yayımlandı. Şiirleri Süreyya Kanıpak imzasıyla 1965'e kadar Düzlem, Soyut, Türk Dili, Yelken, Zeren gibi dergilerde, daha sonraları şiirleri, yazıları ve kendisiyle yapılan söyleşileri Adam Sanat, Ant, Bir Nokta, Birikim, Broy, Cumhuriyet, Cumhuriyet Kitap, Defter, Forum, Gösteri, Günümüzde Kitaplar, Hece, Kedi, Kitap-lık, Mavi Yeşil, Milliyet Sanat, Oluşum, Papirüs, Somut, Soyut,  Sözcükler, Şiir Sanatı, Ulus, Yazı, Yeni a, Yeni Dergi, Yeni Edebiyat, Yeni Gazete vb. dergi, gazete ve eklerinde yayımlandı.

1966’da “Kasaba” adlı şiiriyle kazandığı Türkiye Milli Talebe Federasyonu Kültür Yarışması birincilik ödülü, tanınmasını sağladı. 1960 Kuşağı olarak anılan İsmet Özel, Ataol Behramoğlu, Egemen Berköz ve Refik Durbaş gibi şairler arasında yer aldı. 

1966’dan sonra, halk şiiri geleneğinin zengin kaynağından beslenen yeni bir şiir dili kurmanın olanaklarını aradı. Bu arayışın ürünü olan ilk şiir kitabı Gün Ola’da, Anadolu ’nun bir köyünde kısa bir süre tanıklık ettiği bir dili ve bu dille iç içe gelişmiş olayları, durumları, koşulları yansıtmak istedi. Oldukça tartışılan bu kitabında Türkmen ve Avşar ağıtlarının, halk ozanlarının, türkülerin ve Nâzım Hikmet’in etkileri gözlendi. Daha sonraki şiirlerinde, halk şiirinin olanaklarından yararlanarak gerçekçi temaları, sağlam gözlemlerle, sıcak ve içtenlikli bir hava içinde vermeyi başardı. 

İkinci Yeni’nin etkisiyle ilk şiirlerinde soyutlamalara eğilim duydu; kişide karıncalanma duygusu uyandıran bir envanter tutkusu, sağlam bir çağrışım şiiri, tutarlı bir görüntü sevgisi ve her şeye bakmak isteyen bir derviş tavrı olduğu belirtildi (C. Süreya). 

2019’da “Dünya Şiir Günü Bildirisi”ni kaleme aldı. “Hepsi O Kadar” adlı şiiri, Ece Ülker ve Vedat Sakman tarafından bestelendi. Şiirleri 18 dile çevrildi. 

Ödül: Kasaba şiiriyle 1966 Türkiye Milli Talebe Federasyonu Kültür Yarışması Ödülü'nde birincilik; Şiir Çalışmaları adlı kitabıyla 1992 Cemal Süreya Şiir Ödülü'nü; Nâbiga adlı kitabıyla 2002 Behçet Necatigil Şiir Ödülü; Seni Seviyorum adlı kitabıyla 2002 Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü'nü; 2004 Homeros Emek Ödülü’nü, Çıkrık adlı kitabıyla 2009 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü'nü; Seferis ve Üvez adlı kitabıyla Bozcaada Homeros Ödülü ile 2011 Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü’nü ve 2019 PEN Şiir Ödülü’nü aldı. 2015'te TÜYAP İzmir Kitap Fuarı Onur Konuğu seçildi.

Yapıtları: Şiir: *Gün Ola…, İst.: Fikir Kulüpleri Federasyonu, 1969 *Savrulan, İst.: Yücel, 1971 *Hayat ile Şiir, İst.: Hür, 1980 *Ufkun Dışında-Toplu Şiirler, İst.: de, 1985 *Şiir Çalışmaları İst.: Can, 1992 *Ruhumun, İst.: YKY, 1998 *Kalfa–Toplu Şiirler (1965-1998), İst.: YKY, 1999 *Seçme Şiirler, İst.: Adam, 2001 *Nâbiga, İst.: Adam, 2001 *Seni Seviyorum, İst.: Adam, 2002 *Foklar Söyledi Ben Yazdım, İst.: YKY, 2005*Çıkrık, İst.: YKY, 2008 *Kalfa-Toplu Şiirler (1965-2005), 2. bas. İst.: YKY, 2009 *Kalfa-Toplu Şiirler (1965-2008), 3. bas. İst.: YKY, 2014; 4. bas. İst.: YKY, 2018 *Seferis ile Üvez, İst.: Metis, 2010 *Her Gölge Titrer, İst.: YKY, 2015 *Yavaş Yavaş Bilemiyorum, İst.: YKY, 2022

Çocuk Kitapları: *İlkokullar İçin Matematik, İst.: Milliyet, 1976 *Çocukça, Çocuk şiirleri, İst.: Can, 1982 *Eksik Alfabe, İst.: Adam, 2003.

Söyleşi: Mehmet Kâzım, Süreyya Berfe’yle Hayattan Şiire, İst.: Dünya, 2005.

Hakkında Yazılan Kitaplar: *Mehmet Kazım, Süreyya Berfe'yle Hayattan Şiire, İst.: Dünya, 2006. *Gün Ola’dan Seferis’e Süreyya Berfe, (haz. Enver Ercan), İst.: TÜYAP, 2015 *Macit Balık, Hayat ile Şiir: Süreyya Berfe’nin Şiir Dünyası. Ank.: Gece Kitaplığı, 2017

Hakkında Hazırlanan Özel Sayı, Dosya ve Bölümler: Yazılıkaya Aylık Şiir Yaprağı, S. 20, Ağustos 2007

Kaynaklar: sureyyaberfe.com/; TBEA, c. I, 2001, 170/2010, 212-213; Kurdakul, Sözlük, 136-137; Necatigil, İsimler, 85; Yılmaz Odabaşı, Antoloji, 2000/2003; Özkırımlı, TEA, I, 220; Karaalioğlu, 109; Cemal Süreya, Şiir Sanatı, S. 2, 1965; Mustafa Öneş, Yeni Dergi, Eylül 1969; Gülten Akın, Şiir Üzerine Notlar, İst., 1996, 139-144; Haydar Ergülen, “Ruhumun Şiirleri”, Varlık, S. 1096, Ocak 1999; Pelin Özer, "Şiirin Hafızasını Zorluyor Süreyya Berfe", Cumhuriyet Kitap, 25 Nisan 2002; M. Güner Demiray, "Yaşamı Özümsemiş Şiirler", Damar, Şubat 2004; Hasan Efe, "Süreyya Berfe’nin ‘Olmaz’ı”-Günümüz Şairlerinden Şiir Çözümlemeleri", 2004; Ali Emre, "Süreyya Berfe: Sıcak Bir Yürekten Temiz Bir Türkçe’yle Süzülen İçten Dizelerin Şairi", Hece, S. 98, Şubat 2005; Celâl Fedai, (söyleşi) "Süreyya Berfe ile Şiir Üzerine - Süreyya Berfe Şiiri Üzerine Parçalı Bulutlu", Hece, S. 98, Şubat 2005; Mehmet Kâzım, "Yaşamın Gerçeklerine Yaslanan Şair: Süreyya Berfe", Hece, S. 98 Şubat 2005; Kenan Çağan, "İçtenlik ve Şiir", Hece, S. 98, Şubat 2005; Haydar Ergülen, "Çocuklar Ana ve Babalarının Cenazelerine Çelenk Gönderir mi?", Hece, S. 98, Şubat 2005; Okay Gönensin, “Seferis’in Komşusu”, Vatan Kitap, 14 Temmuz 2010; Mahir Bora Kayıhan, “Buruk Şiirler Bütünü: Seferis ile Üvez...”, Olay Gazetesi, 19 Temmuz 2010; Necmiye Alpay, “Seferis Kardeşliği”, Milliyet Kitap, 20 Temmuz 2010; Hüseyin Hamdi Erkan, “Seferis ile Üvez”, Parşömen- sanal fanzin, 27 Temmuz 2010; Orhan Koçak, "Üvez Buruk Bir Meyvedir", Sabah Kitap, 28 Temmuz 2010; Yücel Kayıran, “Kibrin İronik Poetikası”, Radikal Kitap, 30 Temmuz 2010; Turan Karataş, “Huma Kuşu Olup Acıların Ovasında Uçuyorum”, Yeni Şafak Kitap, 11 Ağustos 2010; Sennur Sezer, “Yaşlılığımızda Özlediğimiz Kırlardan Süreyya Berfe’ye Mektup”, Evrensel, 2 Eylül 2010; Mustafa Şerif Onaran, “Berfe Doğası”, Cumhuriyet Kitap, 2 Eylül 2010; Ali Galip Yener, “‘Seferis ile Üvez’: Süreyya Berfe Şiiri Üzerine Notlar”, Varlık, Kasım 2010; Mehmet Kazım, "Toplumcu içerik olsun diye de bir derdim yok", (söyleşi), Cumhuriyet Kitap, 16 Aralık 2010; Hasan Akarsu, "Şiir Çalışmaları", Cumhuriyet Kitap, 8 Aralık 2011; Yücel Kayıran, “Süreyya Berfe’nin Şiirinde Nihlist Toplumculuk”, Varlık, S. 1254, 2012, 6-12; İsmail Mert Başat, “Mektupla Gelen Yanıt”, Varlık, S. 1254, 2012, 17-19; Doğan Hızlan, "Süreyya Berfe'nin şiiri", Hürriyet, 22 Nisan 2015; Metis Yayınları web sitesi, erişim tarihi: 13 Ekim 2021; YKY web sitesi, erişim tarihi: 22 Temmuz 2022; Can Yayınları web sitesi, erişim tarihi: 22 Temmuz 2022

Hazırlayan: Şükrü Kırkağaç

*22 Temmuz 2022 tarihinde güncellendi.