(1966, Tunceli -
2013)
Asıl adı Cemil Kalkan. İlk ve orta öğrenimini doğduğu ilde yaptı.
Eskişehir Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü'nde lisansını tamamladı. Bir süre
arıcılık ile uğraştı. Enerji Sanayi Maden Kamu Emekçileri Sendika aktif üyesi,
Tüm Ener-Sen İl Temsilciliği ve Genel Kurul Delegeliği, Enerji Yapı Yol Sen İl
Temsilciliği görevinde bulundu. Trafik kazası sonucu öldü.
Şiirleri ve yazıları, Akatalpa, Dersim
Hayat, Dersimde İklim, Esmer, İnsancıl, Munzur, Munzur Etnografya ve Halk
Bilim, Munzur Haber, Tunceli Emek, Yaba Edebiyat vb. gibi dergi ve
gazetelerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
& Sansürlü Ülke (1999, Aydın
Kitapevi Yayınları)
& Çığ Gibi (2001, Kalan
Yayınları)
& Va… (2004, Kalan
Yayınları)
Şiirlerinden
Seçmeler:
AŞK
-Sağır ve Karanlık-
nereye dokunsam
isimsiz yalnızlık
nereye dokunsam yorgun
eziklik
nereye dokunsam
global saldırı
nereye dokunsam
binbir ah
nereye dokunsam
kördüğüm aşk
yok artık ellerimi
tutan meteor sıcaklığı
ruhumu saran perili
hikayeyi okuyan kadın
yok artık geçmişe
sarmaşık geleceği anlayan
her şiirin hikayesi
ölümle bitiyor/gülüm
ama her ölüm şiirle
bitmiyor ülkemde
dünyanın buruşuk
yüzüne tükürdükçe
çoğalıyor ölümler
ayın geceye düşen
kızgın bakışları arasında
damla damla işliyor
içimize ihanet / çığ gibi
sağır ve karanlık
boşluğa savurduğumuz devrimler
Esmer Dergisi, Mart 2008
BA’HAR
cemre düşünce
mayınlı kış evinden
mart aşka gelir
dost düşman bilir
bahar haikularla
dize’ye gelir
ekilir yaşam
leyleklerle
birlikte
doğunca nisan
nur ile var’da
ba’har da
har’lanırız
haikularla
dağda-ovada
hem çiçek açarız
hem
sözcük çatarız
yağmur yağıyor
çadırdakiler darda
duy duy ankara!
Akatalpa, Sayı: 124, Nisan 2010
BEKLE BENİ / SANA GELECEĞİM
sana geleceğim gün
ova’ya yayılınca
öyle kuzu kuzu
değil
karınca gibi
yeryüzünü heceleyerek
şahmaran gibi
menzilinde sürüneceğim
kanatlarımın
altında sakladığım isminle
etten kemikten ne
varsa alıp geleceğim
kehribar yüzlü
ağzını öpmeye
yemin ettiğimiz
ahşap sarmaşıklı dağ evine
bekle beni / sana
geleceğim
ilmek ilmek sarınca
heryanımı bulutlar
şimşek şimşek
cemali ışıtınca yıldırımlar
yağmurlar düşüp
seller çekince yatağına
varınca yuvasına
tufana uğrayan sular
denizdeki gözlerine
kürek çekeceğim
gözlerinde ki kara
görününce sevgilim
gözlerinde mola
vereceğim
bekle beni / sana
geleceğim
bir dağ çocuğunun
heybesindeki umutla
atalarımın ceylan
postuna çizdiği kertiklerle
tüm zamanların
finalini işaretleyeceğim
usul usul çekilince
dağların karanlığı
eteklerine inince
barışın mavi aydınlığı
şiir sepetimdeki bütün
seçenekleri
ve yüreğimde ne
varsa alıp geleceğim
bekle beni / sana
geleceğim
hasat zamanı zeytin
yeşili şehirde
marinaya girmiş
gemi misali
sana çevireceğim
tüm yıldızların bakışlarını
deniz feneri gibi
yanan gözlerine
bakarak yola
çıkacağım iki kimliğimle
iki mevsim arası
leylek olup göçeceğim
bir sana bir
kendime döneceğim
bekle beni /sana
geleceğim
hayatımın yarısı
sana
yarısı bana
kendimi ikiye
böleceğim
DAĞLAR
Hüseyin
Peker’e
burada/dağlar
romantik bir devrim
iddiası
yeminlerinizi
bozguna uğratan/sevda
ya da sosyal bir
kaçıştır/uzak vadilerin omuzlarında
düşlerinizin
sığınağı
sevgili kadar
sıcak/yalnızlığınızdaki yakınlığınızdır
burada/dağlar
semaha duran
pepug’un/çığlığı
tarihe
yazılmayan/pir u kal’ların isyanı
saçlarına
sevdalandığınız/vuslat trenidir
bazen adını yakan
sevgili
bazen bir çobanın
tütün molası/bazen de
koyaklarda/yarasını
güneşle saran eşkıyadır
burada/dağlar
satın alacağınız
kentin düşlerinde
her iklim boylu
boyuna akan
mavilime bakan
şerange’dir *
isimsiz ceranların
aşkıyla**
yaşamı doğuran
kanyonlarda
sırça bir köşk
misali ağırlar sizi
Dicle’nin,
Munzur’un yakamoz b’akışlarıyla
______________________
* Şerange:
Seyrangâh. Doğanın izlendiği yüksek yer.
** Ceran:
Tunceli’de bir dağkeçisi türü.
Akatalpa, Sayı:
122, Şubat 2010
DEH DİYELİM!
sabahın çatısında
gece çekilirken mevziden
serin bir düş olur
iner ovanın doğusuna atlılar
ayaküstü rüzgâr ve
bulutların dağınık buğusunda
dağların süt
kokusuyla buluşurken çiçekli eller
nabızların bıçak sırtında
attığı atlasta bilinir:
kayıp (!) efsane
nehir yataklarında t’özümüz
kelebeğin son
nefesine bağlılığımız;
bundandır sırtımıza
küfe hayatımız
eğreti sözlerle
aşk-ı taşımaklığımız
bir ağaç bir taş
böyle zül görmedi
sular yükselmeye
başladığında anladım ki
barışa teşne
dağlarımı istiyorlar.
dağlara kardeşlik
savaş gerektir şivan!
arya anlamlar
içimizden alınmadan deh diyelim!
kan kapıya dayandı
ölüm de gelse kalkıp yürüyelim!
şimdi paryanın
uçurumlara sırt verme zamanıdır
şivan! griden
uzaklaş kaostan korkma o anadır
kıyısında mola
verdiğimiz bu zaman öncesi çığlık!
rivayet ki tarihten
haber veren bir ulakmış dinle?!
taş baltalı
ölümlülerin ilk ayak seslerini
çekiç ritimlerini,
bambudan bilenmiş mızraklarıyla
ilk atlıların
cengini, toprağın ilk işgalini duyarsın
silahlı tanrıların
saltanatını, mağara ve otel yangınlarını
insanı köle yapıp
satanları, milli sansarları duyarsın.
ilk isyanı, kanlı
tufanı, buğday çağını,
bronz çağını, demir
çağını geçip gelen bu çığlıktır!
doğu’da zincire
vurulan!
bu çığlık annelerin
kanlı derelerin konuşan dili
elindeki an’ın ve
sonsuzun kodlarını taşıyan defter
her moleküle bir
canlının ömrünü kayıtlayan yazımcı
sevdikleri çoğalsın
diye taşa toprağa bırakır gider
sevmediklerini
umman’a toplayıp rüsva eder
onunla üryan
akmayan bu dili bilemez!
işte bu dil senin
dilin, şiirin dili şivan!
asi bulvar
çocukluğun dağlardan gelme unutma!
bilincin
sıfırlandığı çorak şehirlerde(n) boğulma(dan)
öznenin nesnel
deneyimleriyle
şiire deh diyelim!
deh!
Akatalpa,
Sayı: 127, Temmuz 2010
EĞRETİ YOLCULUK
“Mare nafaye ya berato ya celato”
Qenune hukmaty peskena na zamande Tenjimat’o”
(Bize bu kez ya berattır ya cellattır
Hükümetin kanununu sorarsan bu zamanda Tanzimat’tır)
yalımların ve
dumanların altında
aleni bir ihlal,
aleni bir eylül
ve aleni bir
general…
kanla sınar
künyelerimi
zamanın kollarında;
ki susku
ve aydın( !? );
aleni devlet kuyruğu.
havada, suda,
karada el eleydi
gittiğim zahiri
boşluklar.
sanmayın / ki
bazı çukurlar
tribülans etkisi yapar;
zayıfsa etriyesi
ruh güneşinden kopar.
hakk güneşten daha açıktır der, Kızılbaş.
Fani kullardan
mürekkep kuvvetler ayrılığı
süt emen bebeleri
ikiye ayırdı;
kızları evlatlığa,
erkekleri; uçurumlara…
taş üstünde taş, omuzda
bırakmadı baş
nardan çıkan kadim
iki serçeye
sordum ceddini ve
pertevlerini:
biri pepuk biri
anka’yım dedi. Dersim;
monarşi ve
sultanlıktan iyidir, deyip
Cumhuriyet
semerelerine hep meyil verdi.
Faşistçe bir
iftiradır mum söndü.
Bre zındıklar!
Gidin görün; ki Alevi
Cem’lerinde
baştacıdır ahlak ve görgü.
Erkan’da karı-koca
dahi olur kardeş-bacı
Halil İbrahim,
Hüseyn, Hallaç, Nesimi
har’dan gelenler bu
yol üzredir baş tacı.
Ey iftiracı!
entel hacı
bil(me)di(!) bildirmedi budur acıtan acı
Akatalpa, Sayı: 134, Şubat 2011
M.ADDİ DÜN.YA
yitirilmiş dün(l)e
ayrıcalık arayanlar
başat iz(lek)lerin
peşinden koşmamalı
hayat bilgisi dün,
bugün, gelecekse
ve zaman hep yeni
bir şekle bürünecekse
mutlu bir başlangıç
değil eskiyi kopyalamak
lakin şiirdir
zamana yenilmeyen antizamanlı hakikat
aşağı çekildikçe
insanlık; büyüyor çığlık
vücud bulan sözün
(ebe)diyetine bakılmalı
özgürlüğü
röperlerken güncelleme yapılmalı
hafıza bedene, ruh
akla muhalif kalmalı
çoktanrılı
kimliklerim yok sayılmamalı
kült, örgüt,
cemaat, aile, modernite el ele
kozmogoninin uzak
geçmişine b.akan.lar
olgularınız ve
algılarınız hep bozuk para
ikili arayışlara
hiç sığınmayın içi dışı berdel
yanınızda ve
yakınınızdan sesleniyorum
bundandır büyüyor
karadelikteki yara
Akatalpa, Sayı: 136, Nisan 2011
SES/SİZ
Geziyor yüzümde
kahrolası azman!
Kaç mayın eder
doğarken insan?
Gazze benden
gidince eksilirim onbir gezegen
Ölümün dibi kaç
metre bilen var mı?
İşte kötülüklerin
tanrısı zaman! (aşımı)
Tefeciyi de
mülkiyeti de doğuran
Yoksa seyreder mi
kerbela’yı insan?
Akatalpa, Sayı: 110, Şubat 2009
SEVGİLİ
bir cümle bedenim
evrendeki hükümlü acılarla
keke. meliğim
içimde bir delilik biriktirdi
yandığım
göz(e)lerde külleniyorum şimdi
doğu’dan doğu’ya
uygarlık sürgünüyüm sevgili
öptüğüm yapraklar
kanıyor yanağından
hayatsa ömrün
bedeli giden bu zamanda
yut(ul)duğumuz
mekânlar kaosun düğüm yeri
belki de hayat
böyledir her lokmada sevgili
elimizle ilmek
ilmek akıttığımız kavgada şimdi
vuruldukça her
kavşağın ortasında çocukluğumuz
barışın gözlerinde
tutsaksa hasretliğimiz
hangi hekim geri
getirir lamekâna düşenleri
bu mu yaratılış
söyle? Sevgili!
yine dağlardayım
yanak dolusu şiirlerle
iğde kokulu
iklimler taşıyorum yere güne
görünmeyen atlarla,
ayalarımda özlem çizgileri
sırtımda asri’ler
dolusu karanfil ağırlığı
kuşluktan evvel
güneşi dolaşıyorum elimde kandil
kucak dolusu
yıldızlarla dönüyorum sevgili
dayan! içimizi
dağlayan acılara dayanarak
pimi çekilmiş
edebimle kovacağım;
düşlerimizi saran
haydut karabasanları!
nasırlı günlüğüm ve
kanlı kundağımla
gelip dikeceğim tüm
ömür yırtıklarını
ve sileceğim
yanağındaki küflü sözleri sevgili!
Akatalpa, Sayı: 132, Aralık 2010
SÜNGÜ
I
babalarını ararken
iki çocuk
kaymakam tarafından
süngülenip
öylece gönderilir
babalarına
II
Elazığ’dan bir cuma
ikindisinde
ortaokuldan Hozat’a
gelen iki çocuk da
yolda süngülenerek
öldürülür
III
Besi:
doğurmak üzre
annenin karnına giren
sivri uçlu aletle
eceleri yere dökülen
ve rahmi parçalanan
annenin çocuğudur
karşı dağın
yamacındaki ormanda
onu gizlendiği
yerden izleyen kadın
alır ve adını besi
(artık yeter) koyar
Necip Fazıl
Kısakürek
işte böyle yazar
Dersimli köylü
kadındaki fazileti
ve medeni(yet)ce
öldüren melaneti
Akatalpa, Sayı: 138, Haziran 2011
VARLIK
çoğalan
yalnızlıklar arasından geçiyorum
gözleri fersiz,
elleri yorgun,
yürekleri mor
insanlara
nasılsınız diyorum
hepsi kükreyen aslan
hepsi birer dinozor
şiiri şehirde şairi
taşrada vurdular
granit bir hayatı
seçenler
dünyayı terk edecek
diyorum
göç’ün eşiğinde
galaksi
hâlâ asılıyor
düşlerinde isyanla yatanlar
kıyıları ve
kıvrımları acıyla yontulan
Horhor bir ırmağın
doğusunda
düşey ve yatay
ayrılıklar bitsin diyorum
aykırılıklar hâlâ
barajlarla çevriliyor
enlemlere ve
boylamlara
dağılan saçlarım ve
sancılarımla
bedenim tükenen bir
volkan gibi
soğuyor yüreğime
hâlâ ozanım
üşüyorum tükenen
insanlar arasında
terk ediyorum ölüm
sözcüklerini
gözyaşına yasak
gözlerimle
kuruyorum sarılacak
yeni gerçekliği
çünkü sözcüklerin
dili hâlâ tarifsiz
Akatalpa, Sayı: 109, Ocak 2009
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder