(1982, Adana - )
Şair Talip Nacar kardeşi.Cumhuriyet Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi
Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü mezunu (2007). Adana’da bir lisede edebiyat
öğretmenliği yapmaktadır. Sivas’ta çıkan “Edebi Düşünce”, “Başkalarının Hayatı”
(6 sayı; Sayı: 1, Mart-Nisan 2011) ve “Edebi Müdahale” (6 sayı) dergilerinin yayın kurullarında yer aldı. Halen “B Planı”
dergisini (Sayı: Ocak-Şubat 2013) çıkartıyor.
Şiirleri, yazıları ve söyleşileri Akatalpa,
Ardıçkuşu, Ayna İnsan, B Planı, Başkalarının Hayatı, Derdimiz Bakmaklar, Hacı Şair,
İtaki, İtibar, Japonya, Kaçak Yayın, Karayazı, Nordik, Şiar, Ücra, Varlık, Yitik
Düşler, Yolcu vb. gibi dergilerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir
Kitapları:
& Aralık (2010, Karahan Kitabevi, Karayazı Şiir: 3,
94 s.)
Kaynaklar:
Şiirlerinden
Seçmeler:
Yayımlanan
İlk Şiiri
YÜZÜNÜN
ADIMLARINI ÇAĞIRMAK
bütün bir fırtına halinde başlayan gün
ezberi kuvvetli sabahlar aydınlığı gibi
karışıp dursam adına adımlarına
kendini kurmaya dururdu yeniden sokaklar
adamların omuz başlarında
geceyi nöbetleyen silahlar var
çünkü geçildi
tüylerle ikliminden
ilk aşkın, eski
çocukluğun
büyümeye doğu
yalnızlığıyla
ilk kan
akışını durduramadı
dua ediyordu belki
aralanıyordu kapılar
kararlılığından
a- geriniyor gövdesinin üzerinden
tüm damarları bir ‘a’ halinde
yalvarmasını durduramadım
halbuki inanmıyordu
gecenin ondan esinlendiğine
b- beni içime götüren adımların değil
kolların
GÜLMELERLE-İÇ GEÇİRMELERLE
KURULAN
CENAZE EVİ
Yaslı yatsıları yaşlıların
ÇEKİP ALSAM SENİ
İNANDIKLARINDAN
(kurtulur mu?)… (kurtulur)
yüzümün üzgün mağaraları izin vermez ama
kendini savunmasına yüzümde bir yabancının
bir gürültüyle, bir yarılmayla, bir
hiçlikle
incecik beli yırtılabilir yaralarının
bazen benzeyip iç içe geçmiş odaları
ortasında bir ışık duruyor.
(hayır. hayır eriyor ışık durmuyor)
çıkıp gelir en zarif sinirlerle
iniltilerle
KENDİ SESİNE VURGUN BİR KADININ
sabahlığından.
üzerinde gecikmiş merhabası
bir çeşitlilik selamının.
c- İNCECİK BELİ
YIRTILABİLİR YARALARININ
kaygı bağırmıyorsa çığlıklarının zora
koşulduğu
pazar yorgunluğunun ve durgunluğunun
gözleriyle konuşmuyorsa başladıktan sonra
yerini alır
suskun
bir çocuk sesi.
(diner. gizlediği sesi sonsuz kıyılardan
kıyıya vuran
gitmelerden. aramıza gerilen perdenin
perde oluşundan dünyayla aramızda.)
BİR ADAMIN AYNASINA
VURUYORKEN GÜNEŞ
(diner mi?)… (diner)
nöbetim
sevgilim
esaretimi uzatma yüzünde.
d- günün saygın sofrasında keder
esrimiş gururları gözevlerinde
ödevlerini uzatmış büyük inanmaya
sözleri geciken bir dinginliği
hırka bürünmeye yönelten
adamların kaderi
yürümeyi öğrendiğim
gezindiğim.
benzetmem kendimi onlara ben
açlıkla yamanmadım henüz
ama uykusunda
sorgusunu tamamlayan çocuk
yine de bir bütündür
dünyanın diğer yarısına karşı
onlar balkonlara duran ölümlere karşı
geniş çarşılara gömülecek olanlar
kandil sabahında, korkuyla uyananlar
ÇEKİP ALSAM SENİ İNANDIKLARINDAN
(boğulur mu?)…. (boğulur)
okyanusa kavuşan nehirlerin dalgınlığı.
içinde
birleşmenin ve ayrılmanın.
ABDAL’IN
DÜŞÜ
ya kimlere ayan oldu bu kalın düş
ayrılık çeşmesinde soluklanan abdal
gemiyi koy ver bu dingin denize
bir dön de bak yastıklar tertemiz
bir dön de bak bıraktığın ize
tayfaların unuttukları son gülüş
hançerlerle oyalanırken düşecek
gibi sarkık
içimize
ayrılık vakti kimin silahı çekik
göğüs hizasında canlanan inkâr
aşka rağmen piyano aşka rağmen ilk
bakanlar uğuldar sanıyorlar şarabı
oysa demlenmekte ırmağa doğru
dalgınlığın ortasındaki şenlik
ya bütün darmadağın
ne bekçilerden geceyi
kurtarmaya yeter sanat
şairlikle uğraşıyorum
içim rahat
ne vazgeçtiğim de teselli
ne unutuşum da hayat
yarım bir kafiye gibi
aklım da büyüyor
aklıma inat
abdalından sonra aklını bulan gölge
ne senin yaralarına sofu olurum
ne de sofranda bir bakır tas
gölgeyi bulduğun yerde bir çalı
dibi belki de
belki de yüzündeki
ağır maskede düşten uyanan yas
ilyas ve hızır abdalın iki koynu
koynum neden boş ya benim
boynum neden boş ya benim
yetiş ibrahim
yetiş ibrahim
bitir ismail’in düşündeki oyunu.
bir de baktım ki dönmüş abdal
sudan çıkmış balık gibi
ağların gölgesinde ağlamaklı
lodosun inadında kesif
gibi içinde bir liman saklı
ya yoksa gittim bir sudan okudum kendimi
ya baktım yazıların su geçirmez yüzüne
alıştım ya koynum yurt tutuyor denizin
geçmişine
bir ter damlasıydım bak şimdi şuracıktan
bir çocuğun koynundan besmeleyle
aşkın talihine düştüm
aşktan
yaz gemilerin battığı kaynakta
suların en suyu
gözlerin en gözü çağlamakta
bir kadının göğsüne akmakta
yeryüzünün en güzel huyu
ya yaraları saran için son bir ırmak sesi
ya kavuştuğun ırmağa bol bir elbise
gibi üstüne bol denizden gerili mavi
çarşaflar
altlarında sonsuz halıları çinileyen
atlaslar
abdal’ın düşü bir düştü yalnız
düşten düşe bir düştü yalnız
baktı koynunda bir hemze geziyor
bir damla büyüyor kadının koynunda
o kadar derin gördü ki kuyuyu
abdal o kuyuya bir düştü yalnız
ya kimlere ayan oldu bu kalın düş
ayrılık çeşmesinde soluklayan abdal
yer yatağında bir taze ölü
bir incelik korkusu günlerin bahçesinde
öyle uzun seyiriyor ki gözü
bin yıldır hatırlıyor gibi
bin yıldır tutulmayan
sözü
ya ben bir kez bahçeye girsem
abdal’ı görür müyüm
uyandırsam onu bir kesin düşten
şenliğe çağırsam insanlarla bir
ama koyun koyuna insanlarla bir
olur mu olmasak hiç birimiz
olur mu olmasak her birimiz birden
olur mu abdal’a yurt koynum
olur muyuz olmasak
ne sen
ne abdal
ne ben
ARALIK
ellerinle baktın ve bir göğü gördün
sesim sırasızdı tanrım
saçlarınla örttün o mutena denizi
bir derin izi kazımakla kuytu
bir çeşmeyi onarmakla sessiz
bir gülü tanımakla yorgun
kalabildin nasılsa bunca zaman
mutsuzum ne diyebilirim ki
varolmanın bir nedeni de bu belki
bir kez kaybetmiş olmakla bir kuş tanrım
nasıl kandırır göğsüyle inceltmesini dünyayı
sen yataklar kötülüğünce hissiz
bir kez dünya dediler adımla kötüye çıktım
bilmezdim
tanımazdım
bir somut çiçek dönüp dururdu hançeresinde
başkalarının gözleriyle gördüğü şeye
sendeki o korkuluk eşlik ederdi hayal gibi
bir evden
kaybetmiş olmakla nasıl tanışır bir kuş
tanrım
keşke yalnız bunu anlasaydım
BARBARLARIN İSTİFASI
I.
ilk kez roma’da
gladyatör çarşılara doğru
bir otomobil
merakıyla truva dedi, senet karşılığında
yılbaşıydı, merasimler,
ordular, tulumbalar
şehzadebaşından
rahvan bir atlı,
kuş tüyü yastıklarda
gurbeti ezberlerken
baktı ki uykusundan
uyandı şehir.
roma’da her gladyatör
üzerinde arap entarileri
tek kumaşın altında
def-i hacet için
salkım saçak
armutlar taşıdı bin yıl.
küçük elli büyük
yüz, her çağda o mistik ve sidik kokan söylence.
tarık bin ziyad ey!
yakıyorum gemileri,
çoğu kez çanakkale
çoğu kez endülüs,
meydanın orta yerinde
tarihe bir gladyatör
de rumeli’den rum’dan varsın
ispanyol arabı
varsa etnik kuşkulardan kuşlar havalansın hey!
gladyatör yeni
kıtada denendiğinde def-i hacet için
taştan oyulmuş bir
mağrip istedi çaşıtlardan
çünkü rivayettir, o
çocuklar yaktığında
yeni kıtanın eski
sahiplerini
gövdelerine
yazacakları lahitten
taşlara musa dökülecektir.
olacak ki soldan
esen rüzgâr hurma dallarını üşüttüğünde
lale devrinde kara
mustafa paşa,
sokak aralarında
kemale ererken
alnı açık bir
zulümle malum eksiltili divan,
şimdi bile okunaklı
parıldıyor
gladyatör ve ne
mutlu!
her sabah takriben
sekiz sularında
içilen yeminler bir
taslak oluşturacak kadar çok
ve generalim aynı
zamanda kendisi tarih hocamdır
halay başına
geçtiğinde
tüm atlaslar ters
çevrilip yeni karaya sokulurdu
tuvalet duvarlarında
medeniyet simsarları
tosunun torunları
en cevdet paşa halleriyle
tarih-i kadim’e
şerhler düşürürdü.
fikret duysa
promete’yi şehirde bir tıkırtıya dönüştürdüklerini eğer
işte yedi kocadan
arta kalmış fahişe çok ecnebi bir tahlildi diyecekti
bütün müsteşrikleri
doksan beşe doğrudan çakarak.
II.
ben tarihten
kalmayı fikret’ten kalmaya yeğlerim.
III.
gladyatör sabah
uyandığında lezzet testleri
akşam uykuya
döndüğünde konserveler
posta trenleri,
ekspreslere doğru artık artan bir yoğunlulukla
hava trafiklerine
doğru artan bir yoğunlulukla
bir gladyatörü
bitkin ve dişlerinin arasında bir et parçasını
kürdanla
temizlerken bulmak ihtimali artan bir yoğunlulukla
çoğalsa bile düşler
alnı açık koşular da diye hala
toz
kondurmayabiliriz tarihe
ve öğretmen
atamalarına devam!
umumi helâlar
umumiyete geçiş ücretli
peçeteler ücrete
dâhil ve kolonyalar
kolonileri hatırlatıp
gözleri dolduracak kadar
alkol komasında
ümit burnuna çektiriliyor.
yahudi doğmuş
olsaymışım.
şu ölürken bacakları
şehvetle titreyen atın
kasıklarını neye
doğru sulandırdığını bilirdim.
seçmen kütüğü
başında tırnaklı bir gladyatör
yurttaşlar rujla
ilgili her ikilemin kavşağında
parmak uçlarında
roma nişanı
yanaklarında
osmanlı tokadı tahvil senetleri
zulümlerde tavan
yapıyor
özgürlük
diasporası.
fikret kuş gibi
ötmeyi deniyor aşiyan’da
devr-i istibdat’ın
matem kuşlarıyla bir olup
ve akif tavrı yekpare
bir ses bütün seslerden
gladyatörün parfüm
kokularına dadanmasını
birden unutuyorum.
helâların tarihi
yazılacaksa eğer bir gün
en verimli çağı
olacak bu
latince sıçmayı
öğrenen gladyatörün
IV.
şimdi ve her zaman
için
herkes biraz
ortodokstur
taharet söz konusu
edildiğinde
Karayazı, Sayı:
3
DÜŞDÜNYA
iyi ki bir
yapraktan fazlası
düşerken çıkardığı
seslerden babam
baharı gözet, dili
yudumla, ağrıyı çöz
belki tersinden de
okunabilir
çölü geçen sunakta
sayılı zaman
ne zaman yağmur
şehre ilişse
alırım koynumda
keder
taşınır öfkenin
kalabalığına
duvarlara sessizce
birikirler
bazen uzun gidilir
kısaysa bile yol
razı oldum
hayattan: sen kalmaya hazır ol!
aşk herşeyin
parçası –ne kaldı kumanyada
bir odanın dört
yönü –bir de çeltik tarlası
pirinç mi haksızlık
mı saatler mi ki birden
dili yok bir anneye
perdeler hazırlarken
baktım ki hep varım
ben birden iki olmaya
bazen uzun ölünür,
kısaysa bile hayat
geri durdum
düşümden: gerisi hep küsürat!
bir cezm
birleştirir güzü tafsilatıyla
acı sırası geçmiş
bir çocuğun yanlışları
masada oyalanır:
düş, ölüm ve begonya
bir yağmur şehre
ilişse
ilişirim yorgan
çeken kışların ben de
o mahur tabiatına
beni bulur, bulaştırır
-bir yapraktan fazlası
kimse kurtaramaz
artık
ele düşen son yazı
kısaysa bile rüya
bazen uzun düşülür
sen kalmaya hazır
ol:dünya altımdan çekilir!
Akatalpa, Sayı: 142, Ekim 2011
HAKİKATE UZANAN ELLER KIRILSIN
yapma canımsın!
üzgün çocukları
ırmaklar karşılamaz
kırışır astarına
serdiğim yalan
özrüne inanırım
inançsız kalmanın
sahiden sevgilim
bunları hakikat
bellemişsen kurtar
beni bu kaygıdan
bilmem benden başka
neleri sakladın
kelebek tozdur,
artık inanamazsın
bahar arıza falan
içtenlik bahsinde
ürkünç kuşlar
birikirken şiirin bahçesinde
göğsünü aç
oyalanayım biraz
ben isterim ki bu
hüzün bahsinde
hakikate uzanan
eller kırılsın
gövdesi daha fazla
nem almıyor diye
bu sağlam duvarı
öylece yıkamazsın
Akatalpa, Sayı: 124, Nisan 2010
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder