28 Kasım 2008 Cuma

İki Kitap İki Şair




İki Şair, İki Kitap

Selçuk Erat, “toz yanığı” *

1982 doğumlu, Selçuk Erat başta şiir olmak üzere mimari, heykel ve resimle ilgileniyor. Radyo programları hazırlıyor, dergi ve gazeteler çıkarıyor. Yalnızlığını yaşıyor, kendisinin dışına çıkmaya çabalıyor, çığlık atmaya yelteniyor, bıkmaksızın yazıyor, nice yaşamlar büyütüyor içinde; sözcüklerini kusuyor, baş harfi büyümeyen şiirler yazıyor,
Mevsimlerden mevsimsizliği yaşıyorum, elimde toz yanığı.
Herkesin şiir dediği şey nedir sizce? Şarap değilse, kadın değilse, tanrı değilse, çocuk değilse, ölüm değilse, anne değilse, gece değilse…
Şiir nedir? Şiir: “toz yanığı”
Şair, şiirini yazar, köşesine çekilir. Okursa isterse o şiiri okur/okumaz bir kenara atar; isterse o şiiri döner dolaşır yine okur, yeniden okur, yeniden yazar, yeniden, yeniden, yine… Ben de öyle yapacağım sanırım.
Bir kez daha teşekkürler, Selçuk Erat.
Bir gün bir mesaj aldım ve Selçuk Erat’ı tanıdım.
Bir gün bir kitap aldım; “Selçuk Erat’tan Şükrü Kırkağaç için… Sevgiyle… 18.11.2008” diyerek imzalı.

BENİ HİÇ BULAŞTIRMAYACAKTIN!

Nevra Bucak’a…

hiç ayak basılmayan bahçede tohumdum.
aykırılığımdandı belki bilinmez,
açmak istemedim.
özümde saklanan imge vardı.
mitolojiden uzanan eldin sen;
ya da değdiğin başka bir ten.
filizimi okşadı bağrındaki mevsimler.
meyveler, aykırı baharı beklerdi demek!

anne, hoş geldin!
doğurdun, şimdi büyüt…




OYUN(CAK)LAR

I
yoruldu rüzgâr.
çocuklar sıkıldı.
ortada sıçan taşları, dağılmıştı.

tabloda gördüğüm küçük çocuk,
oynamıyor artık.

II
oyun getirin bana,
uzak ovaların bağrından.
pinokyo gibi oyuncaklar.
el yapımı olsun.

kurşun askerleri severdim,
taş bebekleri,
fırıldakları…

III
rüzgâra durmak istiyorum;
dönebilmek için.

IV
taşıyın oyuncakları,
uzak diyarların göğünden.

kurumayan ıslaklığımı bir de.



Gül Acemi, Sükût **

Günlerden bir gün. 29 Ekim 2008. Bilgisayarın başındaydım. “Facebook”a bakınıyordum. Engin Turgut’un mesajıyla irkildim. İstanbul’dan Antalya’daki bir resim sergisi ve imza günü etkinliğini duyuruyordu. Onun duyurusuyla gittim resim sergisine… Bir kedi gibi süzüldüm içeri, sessiz, “sükût” içinde… Tanıştım, tanıştı, tanıştık. Bir ressam tanıdım, bir şair… Köşesinde resim yapan, şiir yazan, mahcup, ıssız, hüzünlü, sevecen bir anne, “her yanı şiir kadın”.
Bir gün bir şair tanıdım, “Sükût” içinde: Gül Acemi.
Kitabını imzaladı bana: “Sevgili Şükrü Beyefendi’ye. En derin saygı ve sevgilerimle… Gül Acemi 29.10.2008” diyerek.
Gül Acemi’nin kitabıyla aynı adı taşıyan sergisini “sükût” içinde terk ettim. Acemice bir gül kokladım…Sergi Gül Acemi’nin ilk sergisiydi tıpkı kitabı gibi. “Sükût” Engin Turgut’un editörlüğünde Artshop Yayıncılık tarafından yayınlanmış. “Fuşya” adlı şiiriyle merhaba diyelim Gül Acemi’nin şiirine.

FUŞYA

Bir yanı mahcup bir genç kız gibi
Diğeriyse önüne geleni gözleriyle
Dansa kaldıran işveli bir çingene
Akşamın ıslığı karışıyor ay’lı geceye
O varsa hayatın gözleri kamaşıyor
Kırmızıdaki ateş pembenin utancıyla bir olmuş.

Sahici bir aşk’tır fuşya
Ve fuşya sahiden çok yakışıyor aşk’a…


HAYAL

Hayat kısa metrajlı bir film gibidir
Ben uzun izlerim.

İşiniz hep yoğun, çok kalabalıksınız
Ben sizi yalnız beklerim.


*toz yanığı / Selçuk Erat / 2008, Ada Yayınları, İst., 72 s.
** Sükût / Gül Acemi / 2008, Artshop Yayıncılık, İst., 48 s.

Hiç yorum yok: