30 Eylül 2010 Perşembe

KİTAP-LIK Zebercet ile Aylak Adam Sayı: 142 / Ekim 2010



KİTAP-LIK Zebercet ile Aylak Adam Sayı: 142 / Ekim 2010

EDİTÖR’DEN



RÜZGÂR GÜLÜ
Tuncer Erdem - Bir Yazarın İzinde - Lâlâ Şahin Sokak 106/4
Mustafa Kurt - Sait Faik’in Alemdağı
Sevgi Ünal - Nuh’un Adası



ŞİİR
Hüseyin Peker - Kapı Altı
Mehmet Müfit - Kelebek Tanrılarının Ölüm Oyunları, Şair, Tüccar
Yücel Kayıran - remix; adana türküsü
Betül Tarıman - Rüyanın Eskisi, Bir Neden Bulur Kalp Üzer İnsanı
Gürgenç Korkmazel – Baf, Baf, II., Dikiz
Cihat Duman - Terapi Tutanağından Basına Sızan Laflar, Fakülte Bahçesinde Ettiğim Nutuk
Murat Alpar - Peter Laugesen, Şiiri Yaşam Biçimi Edinmiş Bir Şair
Peter Laugesen - Seçme Şiirler



ÖYKÜ
Âlim Kahraman - Beklenmeyen Bir Mektup
Yalçın Tosun - Bir Bavul İçin Noktürn, (Hiç Çekilmeyecek Bir Film)
Nalan Kiraz - Fesleğen
Şenay Eroğlu Aksoy - Şehir
Kerem Işık - Ve Diyor ki
Pelin Buzluk - Saklambaç
David Tronel - İki Koltuk Arasında



KAPAK
Emin Özdemir - Zebercet’in Cehennemi
Hakan Sazyek - Yusuf Atılgan’ın Aylak Adam’ı C.



BABİL KULESİ
Kaya Genç - Orhan Pamuk’un Yeni Romanına Dair Kısa Bir Not
Ali Özgür Özkarcı - Şiirin “karşı-refleks” hali
Ahmet Sait Akçay - İdeolojik Anlatının Parodisi: Bir İmkânsızlık Denemesi Olarak Koparıldığımız Topraklar
Murat Mallı - Yükseltin Tavan Kirişini Ustalar, SALINGER Geliyor, Ares’ten Boylu
Orhan Kâhyaoğlu - Mehmet Erte’nin İki Kitabı
İsmail Pelit - ahmet mithat efendi’nin cüretkâr kızı: melida tüzünoğlu
Tunç Tayanç - Nereden nereye: Diyelim, Nurullah Ataç, Sabahattin Eyüboğlu...

http://www.ykykultur.com.tr/dergi/?dizi=Kitap-lik

29 Eylül 2010 Çarşamba

YENİYAZI SAYI: 7



YENİYAZI SAYI: 7

Kifayet

yeniyazı, altıncı sayısını çıkardığı haziran ayından, elinizde tuttuğunuz yedinci sayının çıkarıldığı eylül ayına kadar dinlendi. Ama bu arada tembellik yapmadı: Ocak ayında yapılacak “Türkiye’de Edebiyat Dergiciliği” adlı sempozyum için çalışmalarını hızlandırdı; Yavuz Türk’ün Kumaş ve Cihat Duman’ın Ya da Pişman Değilim adlı şiir kitaplarını da basarak kitap yayımlamaya başladı.

yeniyazı, yelpazesini geniş tutarak her türden ve her görüşten edebiyata açık olduğunu başından beri söylüyor. Geçmiş altı sayıyı inceleyen bir okur bu sözümüzde durduğumuzu görecektir. yeniyazı, söz sahibi değil, söze mihmandar olmaya çalışan bir dergi. Bu bakımdan altı sayı boyunca bize ürünleriyle destek veren sanatçılarımıza, yazarlarımıza bir kez daha teşekkür ederiz.

Yukarıda da belirtildiği gibi ocak ayının ilk haftası gerçekleştirmeyi düşün düğümüz “Türkiye’de Edebiyat Dergiciliği” adlı sempozyumun hazırlıkları devam ediyor. On dört adet kapanmış, on dört adet halihazırda yayımlanmakta olan top lam yirmi sekiz dergiyi Beyoğlu-Tarık Zafer Tunaya Kültür Merkezi’nde ağırlayaca ğız. Dergilerimizin isimleri, gelecek sayıda açıklanmak üzere şimdilik sürpriz olsun.

Bu sayının “çerçeve” bölümünde Ermenice ve Türkçe edebiyatların önemli yazarlarından Mıgırdiç Margosyan ile yapılmış kapsamlı bir söyleşi var. Ayrıca, alışık olduğunuz üzere, Margosyan hakkında İshak Reyna, Mehmet Fatih Uslu ve Alparslan Nas’ın yazdığı metinleri okuyacaksınız. “Atölye” bölümünde ise karnaval havası hâkim: Raif Kadıoğlu, Bahadır Sürelli, Nilüfer Altunkaya, Ezgi Korkmaz, Armağan Aktaç, Shanti Elliot ve Sancar Dalman “karnaval” ile ilgili yazdılar, çizdiler, şiirlediler…

Geçen sayılarda Ece Ayhan ile ilgili “arkeolojik” bir çalışma yapan Ülkü Başsoy, bu kez İlhan Berk ile ilgili hacimli bir metin yazdı dergimiz için. Edebiyat tarihi alanı için önemli olduğunu düşündüğümüz bu yazının ikinci bölümü de bir sonraki sayımızda yayımlanacak. İlhan Berk’e bir adım daha yaklaşmak adına yazılan bu anıları keyifle okuyacağınızı umuyoruz.

Nurullah Kuzu, Mehmet Erte’nin Alçalma’sını; Mehmet Akif Ertaş, Altay Öktem’in Dört Kırıtık Opera’sını incelerken; Mustafa İbakorkmaz, İshak Reyna’nın Alfabetika’sının kenarına notlar aldı, İrfan Karakoç, Hurufilik kitabı hakkında kalem oynattı. Ayrıca Pelin Aslan, Ahmet Mithat’ın Fenni Bir Roman Yahut Amerika Doktorları adlı kitabıyla ilgili ilginç bir deneme yazdı. Dahası; şiirler, öyküler ve denemeler…

Öyleyse, âdet olduğu üzre önümüzdeki iki sayının misafirlerini ve atölye konularını da duyuralım bu konularda kalem oynatmak isteyenlere: 8. sayımızda ünlü yönetmen Semih Kaplanoğlu’nu “çerçeve”ye alacağız ve onunla şairliği ve yönetmenliği üzerine söyleşeceğiz; “atölye” konumuz ise “afyon” olacak. 9. sayı­mızda konuğumuz Hüseyin Ferhad olacak; “atölye”mizde ise “fal” açacağız...

Geçmiş bayramınız ve sonbaharınız kutlu olsun.

Şiirler: Bilal Çiftçi, Cihat Duman, Can H. Türker, Sinan Özdemir, Mehmet Sadık Kırımlı, Osman Erkan, Zafer Özgekağan, Halil İbrahim Özbay, Fulya Emek Tanrıkulu, Sadık Yaşar, Murat Çakır

Sincan İstasyonu EKİM 2010 SAYI: 38

Sincan İstasyonu

EKİM 2010 SAYI: 38



Hayati Baki * Yaşar Miraç * Gülseli İnal * Kenan Sarıalioğlu * Mahmut Temizyürek *
Yusuf Alper *İdris Özyol * Şahin Taş * Barış Özdemir * Hasan Efe * Korkut Kabapalamut * Metin Turan * Aydan Yalçın * Muammer Can * Cengiz Ekiz * Mehmet Kara * Sedat Çavunt * Atilla Yaşrin * Nurcan Çelik * Bünyamin Durali * Ramazan Teknikel * Bekir Doğanay * Abdülkadir Budak


“Şair Tüccar” olur mu? * Türk şiirinde depresyon süreğendir * Bir şair tipi * Şiirin ışığında birikmek * Günsüz günlükler * 25 TL * Güzel vadinin çukuru * Şairini geçen şiirler * “Hece-Aruz düşmanı dergiler” başlıklı yazı üzerine okuma notları * Arif Damar şiiri üstüne * Kutsal dışı deyişler * Biraz kolonya ve bir bardak su * Genç şairden yaşlı şaire öğütler * Aşk hayvanca, sevgi insanca * Ucuz yolun yahnisi * Denektaşı * Tebessüm * Edebiyat dünyasında ne var ne yok

HERKES EN ACI KENDİNE BAĞIRIR EMİN! / HÜSEYİN ALEMDAR



HERKES EN ACI KENDİNE BAĞIRIR EMİN!

Kardeşim Emin,

2002'de "İçuzak" bir sesle, Yeşilçam'a bile adım atmadan sadece kendine bağırarak
aramızdan ayrılan sevgili Mehmet Emin Toprak'a yazdığım bir dizeyi, biraz dönüştürerek senin için söyledim. Benim "Hüseyin" ve "Yusuf" adlı abi ve kardeşlerimin sayısı belki ondur ama Emin adlı kardeşlerim sen dâhil iki, bilmeni isterim. Senle kardeşliğimiz hâlâ gündüzünü göremediğim bir puslu şehir olan Kayseri'de, senin girişimlerinle çıkan Eşik dergisi ile başlar. O zamanlar Halim Şafak var mıydı bilmiyorum, ama sonradan gelse de Kayseri şehrinin Abdülkadir Budak dâhil en vefalı kalbi o çıktı. Bir Egeli olarak, Kayseri şehri vef'ân Bireylikler futbol takımı anarşizminde fazla değil mi Halim!? Kasabalı Lorca'ların en "içli"si Ahmet Ada da şehrini özlemiştir hem!

Sevgili Emin, Halim Şafak'ın incelikli yanından daktilo yazısıyla hazırlanan ve Hüseyin Peker'imin yol zahmetiyle bana ulaşan üçüncü şiir kitabın "Yarın Unutturma Bana" masamın üstünde. Birkaç gün kitabını elime alamamam çok özel nedenlerden ötürüydü Emin. Senin haklı isyanların geldi önce usuma; şiirinin ve kitaplarının hakkı yendi. "Ağustos Yazdan Sayılmaz" ne güzel kitaptır öyle; ya "Rehgüzâr", böyle bir retorik yok hâlâ! Bir de tabii çok özel nedenlerle seni hatırlama jestim var: Ben o zamanlar yine şair ve şiir sevicilerin olduğu bir reklam ajansında çalışıyordum, sense beyaz eşyacı olarak büyük oynamak istiyordun; tıpkı Hüseyin Ferhad gibi. Taksim'in meydanını işgâl eden reklam ajansımıza "catkapı" bile gelirdin. Kısa zamanda başta Yelda Karataş olmak üzere herkesle dost olmuştun. Büyük bir reklam yazarı olma düşün o günlere aittir. Benim Yeşilçam ve genelev tutkumu bir Erol Taş şiiri yazaraktan ve bana ithafen yazdığın bir şiirde Matild Manukyan'a gönderme yapman o yılın jestiydi. Şimdi ismini veremeyeceğim bir ajans ablamı üç şiir tadında kendine kaçırmana o günlerde kızmıştım belki ama şiir için aşk ve cinayet dâhil her şey yapılabilirmiş! Son şiirlerinden birinde "Hayat: Hiç işte!" diyorsun ya, sadece hiç mi kocaman bir bok tankeri! İyi ki de yaşadın yine. İyi ki de Halim Şafak Şanlıdağ gibi bir dağın olmuş. Her dağ bir sevap değildir belki, senin birkaç dağının da sevap olması güzel bir şey. Kendine iyi bak. Hayat "hiç" ve "bok" dedik ya, belki pisliğe bile tuz ekilebilir. İzninle senin "Tuz Sonra" şiirini buraya alıyorum.


TUZ SONRA / Emin Akdamar

eniyisi kabul etmek: aşk biter
başedilmez bir yalnızlığa düşersin birden
hatırındadır ilk karşılaştığınız an
hani biraz önce yoktu ya şimdi de öyle
dağılıp gidersin
göğsünden başlayan bir karanlıkta
açıkça yaparsın bunu
sakladığın sevgindir hep

insan kendi ömrünü çevirir kör bir bıçakla
kavuşmanın anlamı bir ölümledir belki
dağlar yolvermez dağlar ki caziptir
çağırmıştır birkez
ayaklanır durursun ama seni kim bastırır
artık haydutluktur yaşamak

bir düşsün kendiliğinden yeşerip kuruyan
ne bileceksin
bir rüyaya benzese de herşey
ham bir acıdır neye değse ağzın
aldanışlarınla bir olup durmadan
yeniden bulursun aşkı bir çıkmazda
hazırsın kendine
yanıbaşında bulutlar

denizine yabancı bir su aklına gelen
tuz sonra değer tene!


HÜSEYİN ALEMDAR

Yasakmeyve’nin 46. Sayısı: Şair ve Yalanı



Yasakmeyve’nin 46. Sayısı: Şair ve Yalanı

Yasakmeyve, şairin yalanla ilişkisini, yine şairlere sorarak irdeledi bu sayısında. Uyaklı yalanlardan yalancı şairin mumuna, renkli yazılarla dolu bir dosya oldu “Şair ve Yalanı”.

“Şair ve Okuru” sayfalarının bu sayıdaki konuğu ise Necmi Zekâ. “Şiirin bugün en büyük dertlerinden biri, sıkıcılık” diyen Necmi Zekâ ile, eleştirmenlerimizden Necmiye Alpay konuştu. 11 Eylül’ün bir sanat olayı olup olmadığından şiirin diğer türlerle ilişkisine kadar pek çok konunun masaya yatırıldığı bu söyleşi, Necmi Zekâ şiirine yeni kapılar aralıyor.

Gonca Özmen şiir yıllıklarını, Tahir Abacı “Şiirde Yeni Dönem”i, Fırat Demir Yıldırım Türker’in biricik şiir kitabını yazdı bu sayıda. Erkut Tokman, dört Romen şairini şiirleriyle birlikte tanıtırken, Ramis Dara da şiir kitapları arasındaki yolculuğuna kaldığı yerden devam etti.

Bu sayının şairleri, Hüseyin Yurttaş, Bedirhan Toprak, Cihan Oğuz, Anita Sezgener, Serhat Çelikel, Ali Karabayram, Ece Ürkmez, Duygu Ergun, Elâ Atakan...

Yasakmeyve 46 / İçindekiler:

Şair ve Okuru: Necmi Zekâ / Necmiye Alpay
Şiirin Uzun Tarihi: Turgut Ayar
Şiirler: Hüseyin Yurttaş, Bedirhan Toprak, Cihan Oğuz, Anita Sezgener, Serhat Çelikel, Ali Karabayram, Ece Ürkmez, Duygu Ergun, Elâ Atakan
Dosya / Şair ve Yalanı: Abdülkadir Budak, Metin Cengiz, A. Adnan Azar, Deniz Durukan, Engin Turgut, Zeynep Uzunbay, Alper Çeker, Gülce Başer, Koray Feyiz, Serhat Çelikel
Edebiyatımızda Şiirler Sözlüğü (“Bu Vatan Kimin”): Sabit Kemal Bayıldıran
Şiirin Uzun Tarihi: Tahir Abacı
Şiirde Yeni Dönem: Tahir Abacı
Üzüm Yemek ve Bağcıyı Dövmek: Gonca Özmen
Anya: Mete Özel
Şükran Belen ile Söyleşi: Bilge Makas
Çağdaş Romen Şiirinden Dört Şair: Erkut Tokman
Kara Parçaları (Eksik Parçalar): Fırat Demir
Hayatı Şiirleştiren Kitaplardan: Ramis Dara
Vaat Edilmiş Sayfalar: Gürsel Bektaş / Galip Ferhat Akbal
Şiirin Uzun Tarihi (Selma Ağabeyoğlu): Itır Ağabeyoğlu
Yeni Yayınlar
Şiyir Sevişgenleri: Metin Üstündağ


Künye Bilgileri:

Yasakmeyve 46 / Eylül – Ekim 2010
İki Aylık Şiir Dergisi
ISSN: 1303-8397, Barkode: 9771303839000 00046
Sayfa Sayısı: 128, Fiyatı: 10 TL

28 Eylül 2010 Salı

Hilal Karahan'la 'Gecikmiş Mumya' üzerine Söyleşi: 'Şair halkın, yaşamın içindedir'



Hilal Karahan'la 'Gecikmiş Mumya' üzerine Söyleşi: 'Şair halkın, yaşamın içindedir'


Bir doktor; bir kadın doğum uzmanı olan ve şiir yazmayı yolculuğa benzeten Hilal Karahan'ın kitabı GECİKMİŞ MUMYA şiirseverlerle buluştu. Mesleğinden ve yaşamından izler taşıyan kitapta, hayatın şiirle kesişen pek çok yönünü bulmak mümkün. Karahan'la Gecikmiş Mumya'ya dair konuştuk.

Berna OLGAÇ/ 19.08.2010/ Cumhuriyet Kitap

-Şair durmaz çalışır, kendisini geliştirir de, merakımdan soruyorum: Hilal Karahan bunca zamandır neler yaptı?

- Hilal Karahan'ın 2005-2010 arasındaki 5 yıllık süreçte yaşamı çok değişti. İki çocuk doğurdu, kadın hastalıkları ve doğum uzmanlığı ihtisasını bitirdi, Ankara'dan Karadeniz Ereğli'ye taşındı. Ayrıca doğum sonrası dönemde, her dört gebeden birinde görülen, bir çeşit bağışıklık sistemi rahatsızlığı olan, insanın tiroid fonksiyonunu tamamen bitiren, Hashimato hastalığı ve buna mukabil depresyonla mücadele etti. Hayatın, yaşamın, şiirin anlamını sorguladı.
Sanırım 3 yıl (2007-2009) hiç kitap okuyamadı, tüm kognitif fonksiyonları durmuş bir vaziyette neredeyse sıradan bir yaşama alışacaktı. Şiir yazdı elbette ama ne kendinden ne de şiirinden emin olamadığı bu süreçte, sadece yazmakla yetindi; hiçbir yerde şiir yayımlamadı.
Beş yılda Gecikmiş Mumya kırk kez silinip yazıldı. Cerrahlık obsesif yapar insanı, kanama var mı diye kırk kez bakmadan hastayı kapatmazsınız; ona benzer bir durum diyebilirim. Bu kitaptaki her bir dize kırk kez elden geçti, farklı duygularda, farklı bilinçlerde, farklı iklimlerde.
Kanama kontrolü uzun sürdü dosyanın kapanması için...

"ŞUURA ANCAK AŞKLA ERİŞİLİR"

- Bir kadınsın, şairsin, doktorsun; şiirlerinde belirgin bir şekilde soluduğumuz o yüce duygu olan 'aşk'tan bahsedelim mi biraz? Sahi 'kararsızlığın tanrısı aşk değilse nedir?'

- Aşk çoğul yürür bende, üst üste yerleştirilen tuğlalar gibi. Birini çekerseniz aradan ya duvar çöker ya da çekilen tuğla elinizi ezer. Hepsi sizin bir parçanız. Yaşadığınız hiçbir şeyi inkâr edemezsiniz, yaşamadıklarınızı da...
Günümüz medyasının, kavramların yıpratılıp içinin boşaltıldığı bu kapitalist düzenin bir dayatması olarak, aşk kavramının bir tür 'pazar filesi' gibi kullanıldığı kanaatindeyim. Her türlü tutku, korku, bağımlılık, şizofreni, depresyon, saplantı, halüsinasyon, zaaf, arzu, şehvet gibi durum, tutum ve davranış bu fileye doldurulmaya çalışılıyor. İlişkiler, file iplerinin arasından ayağa düşüyor.
Oysa anlaşılmalıdır ki aşk bir bilinç boyutudur, bir tür haldir, insanî mertebedir. Bu açıdan bakıldığında, aşkın ismi, cismi yoktur. Bu nedenle şekli, vesilesi, kıblesi, günahı, sevabı da olamaz aşkın. Çünkü bence aşk, insanın cismine değil, insanda ve nesnede görülen 'şuura' yakarıştır.

- 'Itır kokusu, yasemin çayı öğle vakti biliriz/ sade ve güneşli günleri seversiniz/ kapı önlerinde sessiz güler buluruz sizi.' Birinci çoğul ve ikinci çoğul şahıslardan sesleniş, baştan sona devam ediyor gibi aslına bakarsan. Bugün günümüz şairinde olmayan bir söyleyiş tarzı, zira birçok şair birinci tekilden ses veriyor ve 'ben''diyor, hep 'ben.' Seni biraz da farklı kılan bu olsa gerek, ne dersin?

- Yukarıdaki soruna verdiğim cevaba devam etmek istiyorum izninle, çünkü şiirimde bu biçemin nedeni aslında aşk ve şuurla ilişkili. Şuur kavramı, içinde her şeyi barındırır; onu anlayan ve arayan kişi sayısı kadar 'şuurun halleri' yansır bilince, insanlık tarihine: Teoloji, ezoterik ve batınî doktrinler, tüm kadim doğu öğretileri, yoganın temel kavramları, tasavvuf felsefesi, hepsi kendi dilinde şuuru açıklamaya çalışır.
Şuur ayrıca, gözün önünde bir perde gibi durup, nesnedeki gerçeğin görülmesini engelleyen en önemli unsur olan bilginin, idrak edilerek, ruha bir kalite olarak yansımış halidir. Nesnede ve insanda var olan, yaşamı anlamlı kılan bu şuura nüfuz edildikçe, şuurun da bilinmek istediği fark edilir: Yani hak edene, hak ettiğince, zamanı geldiğinde, alması gereken bilgi verilir.
Şuur ki bir bilinç boyutudur, ona ancak aşkla erilir. Bundandır şuurda 'birleşilir.' Nesnede görülen, idrak gücüyle içselleştirildiği sürece, şuurun 'bir parçası' olunur. İşte tam da bu noktada şiirin önemi vurgulanmalı: Nesnede görüleni, söze hükmederek dönüştürür, yeni bir nesnel gerçeklik yaratır şiir. Ancak bu nesnel gerçeklik, okuyanın idrak kapısıyla sınırlıdır.
Bu çoğul algılayışın bir sonucu olarak, şiirde özne ve 'ben kavramı'nı kullanmayı tercih etmiyorum. Şiir, insanda ve nesnede şuuru arayan, görüleni söze hükmederek dönüştürmeye çalışan bir iç denize, iç sözlüğe, birlik haline, 'bizden size' seslenir.

- Kısa şiirler yazmayı seviyorsun uzun şiirler kadar: 'Sizi yalnız gecelerde dinleriz/ sökülmüş ilmekleri seslerin.' Aslında haikuya yaklaşan bu tarz zor değil mi? Tam devamı gelecek mi diye beklerken, pat diye kesilen o ses...

- Ah işte o ses, şiir kırıklarının tanrısı. Bu görüldüğü farz edilen, insanın bakış açılarında eğrilen madde dünyasının, 'iç'im'e' seslenişini dinler bulurum kendimi yazarken. Çoğunlukla uysal bir dinleyiciyim. Düşünce kafesini kırmış, nesneyi bir şahit gibi izleyen, nesneye nüfuz eden bir dikkati var bende dizelerin...
Küçük farkındalıklar diyelim, kozmosun yap-bozunda küçük kareler... Bilgelik retoriği de var, mecazi deyişler de, kısa şiir kolajları da... Ben de bozuluyorum aslında, pat diye tam şiirin ortasında kesilmesine o sesin!
Bu tarz yazmak daha zor sanırım, çünkü dizeler ortada duruyor: Kendi imgesel derinlikleri dışında saklanacak bir yerleri yok. Ama cesur şairler var, Türk şiirinde son zamanlarda çok başarılı kısa şiirler okuyorum.

- Kitabının ikinci bölümünün de adı olan 'Şizofren Tragedya'da, bölümlenmiş şiirlerde ruhsal dalgalanma, hatta dağlanma, gerçek olandan uzaklaşma, sanki okurun da duygu ve davranışında farklılaşmasını beraberinde getiriyor. Bu şiirlerde acıklı olanın modern biçimle söylenmiş şekli var; gazete manşetlerinden, televizyondan, radyodan duyulan mahvedici haberlerden, otobüs konuşmalarından sarkan ifadeler yer alıyor. Biraz buradan hareketle konuşalım diyorum.

- Bir şair ne kendi iç denizinde ne de diğer şairlerle birlikte bir sanat komününde yaşamaz. Şair halkın, yaşamın içindedir. Trafikte küfreder, alışverişte pazarlık yapar, otobüse biner, çarşı-pazar dolaşır, hastalanınca hastaneye gider.
Gerçi şiirin sözcükleri seçiciliği de gerektirir. 'Soylu' sözcükler burada önemli... Onu diğer insanlardan ayıran, nesneye ve insana bakışının niteliğidir. Yaşamın içinde, yaşama şahit konumunda bakabildiği ölçüde, nesneyi görür ve yeniden yaratır: Estetik görüş için gerekli olan, o olaya müdahil olmadan, kendi tepki ve duygularıyla sınırlanmadan, nötr bir bakıştır.
Aslında bakmak ve görmek üzerine o kadar çok konuşulmuş ki... Bunu bir örnekle açıklamak istiyorum: Tıbbiyede ilk öğretilen kural, tıbbi bilginin yarısının, hayat boyunca hiç kullanılmayacağıdır; ancak bunun hangi yarı olacağı bilinemez! İşte şair de, hayatın hangi yarısında şiiri göreceğini bilemediğinden, her an uyanık ve dikkatli olmalı!

"ŞİİRİ SEYYAH GİBİ YAZIYORUM"

- Kitapta dikkatleri çeken bir şey daha var. Bazı sayfalarda figüratif şekiller yer alıyor. Sen buna dipnotta yer vermişsin 'Akshar Ganapati' fotoğrafları diye. Bunların belli ki bir önemi ve derinliği var. Biraz bizlere bunu paylaşır mısın?

- Shri Ganapati veya diğer adıyla Shri Ganesha, Hint mitolojisinin en güçlü karakterlerinden biri... Hindistan'da en çok sevilen Tanrı. Neredeyse her evin giriş kapısının üzerinde bir heykeli bulunur. Çünkü o tüm kapıları, yani ruhaniyetin girişini ya da diğer bir deyişle, insandaki enerji merkezlerini korur. O güç, bilgelik, saflık ve masumiyettir.
Bu nedenle, kitaptaki bölüm başlarına, onun sevimli bulduğum çizimlerini koydum ki, şiirin kapıları ve okuyanın şuuru bilme arzusu korunsun. Kitabımı her okuyan, o sevimli figürlerle, Shri Ganesha'nın en temel özelliği olan, çocuk neşesini bulsun.

- Kadın hastalıkları ve doğum uzmanısın; doktor olmak ve elinde neşter taşımak, şiirini nasıl etkiledi desem, neler söylersin?

- İnsanlar ikiye ayrılır: Doktorlar ve diğerleri... Doktorlar ikiye ayrılır: Cerrahlar ve diğerleri... Cerrahlık kesinlikle bir insanın karakterini değiştirir ve cerrahları birbirine benzetir. Bir salon dolusu insan bir arada olsa, iki cerrah birbirini uzaktan tanır. Hatta iki cerrah hiç konuşmadan birbirini dinleyebilir. Şaşırtıcı, öyle değil mi?
Görevim gereği farklı dönemlerde farklı kentlerde ve ülkelerde çalıştım. İhtisas döneminde, neredeyse her ay başka bir şehirde rotasyon yaptığımdan, bir alışkanlık olarak, büyük çantalarla dolaşırım. Her an seyahat çantam hazırdır, her an yola çıkabilirim. Her şehirde, her koşulda, yazı masama bilgisayarımı, telefonumu ve kitaplarımı yerleştirdiğim anda, orası benim evime dönüşür. Telefonum beni her coğrafyada çocuklarıma yaklaştıran bir nefestir. Her yerde uyuyup, her şeyi yiyebilirim. Günlük 2-3 rem periyodu (yaklaşık 3 - 4.5 saat) uyku yeterlidir.
Cerrahın ülkesi, dili, dini, kültürü olmaz, çünkü insana hizmet için yemin etmiştir. Gecenin en sessiz anında çalan bir telefon, tüm meslektaşlarım gibi beni de yeni bir yaşama kapı açmak için çağırır ve biz hiç yüksünmeden koşarız.
Çok farklı şehirlerin, çok farklı kültürlerin, çok yerde yaşamış olmanın ve tıbbi camiayla organik ilişkilerin, şiirime en önemli katkısı 'seyyahlık' olmuştur! Şiiri bir seyyah gibi yazıyorum; nesnelerin arasından hızla akıyor sözcükler. Bu nedenle sık sık boşluklar, kolajlar, anlam kırılmaları, ritimde sıçramalar oluyor, hızlı yaşantıma paralel şiirimde... Benim şiirsel metinleri bu kadar rahatlıkla parçalayıp, bu kadar kolaylıkla yeniden kolaj yapmamda, sanırım cerrah olmanın etkisi var.

"BİR FELSEFE SORUNU..."

- "Gerçekten önemli olan bir tek felsefe sorunu vardır, intihar." Albert Camus'den yapmış olduğun bu alıntı dikkatimi çekti. Aşktan bahsederken, insan için bu intihar da neyin nesi oluyor Hilal? 'Yaşamın yaşamaya değmediği' hususundaki düşüncelerini de paylaş bizlerle.

- O alıntıyı yaptığın Gecikmiş Mumya şiiri, Sylvia Plath'in intiharının nedenlerini anlatmış olduğu "Lady Lazarus" şiirine hitaben yazıldı. Aslında o düşünceler benim değil, kendini üç kez öldürmeyi denemiş olan Sylvia Plath'in fikridir. Çok güzel bir kadın ve iyi yazan bir şairdi Sylvia Plath. Yaşamın yaşamaya değmediğini düşünmüyordu sanırım, sadece acıyı ve uyumsuzluğu yaşama nasıl sığdıracağını bilemiyordu. Lazarus sözcüğü de İncil'den alınmıştır; İsa'nın öldükten sonra dirilttiği Lazarus karakterinden. Ben o doğum sonu depresyon döneminde, empati kurduğum Sylvia Plath'ı ve onun "Lady Lazarus"unu anlamaya çalıştım o şiirde...
Kişisel fikrimi merak ediyorsan söyleyeyim: Her insan hayatının belli bir döneminde intihara yakın durabilir. Önemli olan, hayatın insana tekamül amaçlı verilmiş bir sınavlar bütünü olduğunu bilmektir. Bu nedenle intiharın, insan yaşamında pragmatik olmadığına, evrimsel süreçle ters düştüğüne inanırım. Hayat her koşulda yaşamaya değer, çünkü yaşamak öğrenmektir.

- Bir kadın doğum doktoru olarak dünyaya bir can getirirken birtakım olumsuzluklar da oluyordur şüphesiz. Ölüm kavramının, akşam ve gece imgeleriyle dizelerine yansıyışını ve şiirine kırılışını söyleyerek bitirelim...

- Akşam ve gece imgelerini ölümle birleştirmiyorum aslında. Onlar bir tür çözülme gibi benim şiirimde; insanın kendisiyle baş başa kaldığı anlardaki yüzleşmeler gibi...
Doğum da ölüm de hayatın iki kapısı; birinden girip öbüründen çıkıyoruz:
Her şey geçer, hayat kalır. Her ölüm, yeni bir doğumun kapısıdır...

Gecikmiş Mumya/ Hilal Karahan/ Mühür Kitaplığı/ 80 s.

YEDİ İKLİM'E GEÇ MERHABA, MÜHÜR'E MUHTAR MÜHRÜ! / HÜSEYİN ALEMDAR

YEDİ İKLİM'E GEÇ MERHABA, MÜHÜR'E MUHTAR MÜHRÜ!

Osman Serhat'ın Yedi İklim'de yayımlanan "Otobiyografi Gibi" şiiri ve Mühür'de
yer alan "Günümüz Şairlerinin Başucu Şairleri ve Kitapları" adlı başucu anket(!)
olmasa bu yazıyı inanın yazmayacaktım. Şiir demişken sevgili Osman Serhat'ın
şiirini buraya alaraktan yazımı Mühür'le ilişkilendireceğim merak etmeyin.

OTOBİYOGRAFİ GİBİ

Bilinir ki
Kur'an'dan korkmadılar
Sözün gücünden korktular
CHP Nâzım'dan korkmadı
Şiirin gücünden korktu
Ama Nâzım "vatan çiftliklerinizse eğer" şiirini DP için yazdı
Politikaya hiç âlâka duymadım
Yeni anayasaya ne red ne evet
Nâzım'dan sonra yazmak büyük cesaret
Budak, Ahmet Erhan ve ben yazdık yine de
Bizden sonra Haydar ve İskender vardır
Haydar az masa başı az imge
İskender ise yeraltı edebiyatı taklididir
Yeteneklidirler yine de... düzyazıları da kuvvetlidir Cemal gibi Hâşim gib
Ama yetmiyor
"Şu eseri vardır" denilmiyor
Aklıma bizden sadece Alacakaranlıktaki Ülke ve Yerlere Göklere Dair geliyor
Nâzım'dan sonra yazmak cesaret
Ben
"Tanrı korkunun üzerindedir ama Sevginin üzerinde değildir" diyorum
Hepsi bu kadar
Sadece sevgi sevgi sevgi tâ mahşere kadar
Ölümümden sonra sevecekseniz hiç sevmeyin beni!"

Bir şairin kendini hasta derecede sevmesine hep şapka çıkarmışımdır. Kendimizi şiirle ifade eden yaratıklar olduğumuza göre Tanrı katında ve kul göreceliğinde böyle bir hakkımızın olabileceğini var sayıyorum. Bu anlamda çok sevdiğim Osman Serhat'ı bir de böylesi bir narsist yan edindiği için bu kez Allah için sevdim! Yalnız, şiirin son dizesinin bu kadar derin bir küfürle söylenmesi şimdilik erken derim. Yedi İklim dergisine ürün desteği veren birkaç arkadaştan biri de benim. Dergi etiği anlamında, yazarlarına demeyeceğim şairlerine bu kadar vefalı ve incelikli yaklaşan çok az dergi var. Şiirden ve dergilerden uzaklaşma yaşımın geldi ya da geçiyor dediğim bu yıllarda sırf Ali Haydar Haksal, Zafer Acar, Aykut Nasip Kelebek, Burcu Akkanlı ve Ümit Zeynep Kayabaş için bu dergiye daha uzun yıllar yazmak isterdim. Özel bir okulda ödül verdiğim Aykut Nasip Kelebek'in beni daha uzun yıllar mahcup edeceğini düşünüyorum. Hele Zafer Acar, onun ikinci kitabı "Hamse" için uzun uzun yazmak isterdim. Elimdeki sayıda onunla yapılmış bir özel sayı var; mutlaka herkesin okumasını isterim. Gelelim Mühür'e. Eğer önümüzdeki on yıl içinde de sinema yapamazsam, kokuşmadan bir köye çekileceğim (Bu köy şoven düşünceyle Trabzon'daki bir köy olmaz sanırım, beni Gebze paklar). Hiç aklımdan geçmeyen bir işle, muhtarlıkla meşgül olmak meşgul olmak isterim; "mühür" sevdam o yüzden. Mühür demişken, Mühür dergisinin Eylül-Ekim sayısına ilk mührümü bu başucu(!) anketten ötürü vurmak istedim: Akif Kurtuluş'tan Cevat Akkanat'a, Sina Akyol'dan (hele ki Sina!) Cenk Gündoğdu'ya, Mehmet Sadık Kırımlı'dan (kalbi hemşerim abim, sen hangi memlekette yaşıyorsun!) Hilal Karahan'a, Zeki Karaaslan'dan Koray Feyiz'e sizler ne kadar şiire dâhilsiniz kardeşler!

"Ölümümden sonra sevecekseniz hiç sevmeyin beni!"


HÜSEYİN ALEMDAR

"BİZE HER YER TRABZON" / HÜSEYİN ALEMDAR





"BİZE HER YER TRABZON"

Son şiirlerimden birinde Pazar gününü karımdan bile kıskandığımı yazmıştım.
Bir haftalık yorgunluğumu üzerimden atma anlamında Pazar günü benim için gerçekten anlamlı ve önemlidir. O günde ya köylüyümdür, ya şehirli; o günde ya günahımdır ya sevap; o günde ya sevincimdir ya hüzün. Bu paradoksal hâlimi ancak iki yer ve mekânla ilişkilendirebilirim: Yeşilçam ve Gebze. O gün Yeşilçam'da isem sol parmağımdan boynuma dolanan bir evliliğin ve umutsuzluğun oku, şayet Gebze'de isem ailem ve hayvanlarımın saadetinde o okla kendimi vurmuşluğumdur! Tabii ki, 19 yaşımla birlikte Pazar günü bende bir o kadar da futbol ve Nâzım Hikmet'tir.

Takvimden 26 Eylül olarak kopardığım Pazar günümü bu kez şiir ve futbol aşkına bir kitaba ayırdım. İyi ki de böyle bir günü "Bize Her Yer Trabzon" tadıyla ömrüme kazdım. Yaklaşık altı ay önce böyle bir kitapta yazmamın gerekli olduğu sevgili dost Aytekin Akay istemişti. Ben de adı "Mavi Doğdum Bordo Ölmek İstemiyorum" yazımı bu kitaba yazmıştım. İyi ki de böyle bir yazıyla şiir ve futbol hastalığımla kendimi Trabzonspor'la ilişkilendirmişim. Kuruçeşme Kafes Garden'da saat 10.30'da gerçekleşecek olan kitap tanıtım amaçlı kahvaltı ve maç keyfi için kendimi yolculuğa Gebze'den hazırladım. Şiir tanrılarımdan biri olan İlhan Berk'in bir sözüyle güne başladım: "Şair bütün bir doğanın ve canlılıkların tanrısıdır, bundandır ki müezzinden bile erken uyanmalıdır". O sabah gerçekten müezzinden erken uyandım. Tam elimi yüzümü yıkıyordum ki sabah ezanı okundu; Allah'ın 99 adını şiir tadında sevmeme rağmen arkaik bir dillde söylenen ezan sesini öteden beridir çok sevmem. Karım ve körpe köpeğim "Beren" uğurladı beni şiire ve şehre.

İzninizle "Bize Her Yer Trabzon" diyeceğim. Bahsettiğim mekânda erkenden başlayan sohbette ve kitap tanıtımında sevgili yayıncım Ömer Asan ve Trabzon dergisini çıkaran Aytekin Akay dışındaki birçok değerli dostu ve arkadaşı o gün tanıdım. Çoğu formalı ve coşku seli bu insanları tanımaktan o kadar mutlu oldum ki anlatamam. Gözüm şampiyon Trabzonspor'un futbolcularından birini ya da birkaçını aradı; bir ara Dozer Cemil'in (Usta) sol elinin omuzuma düştüğünü hisseder gibi oldum. Mavi yanım ağırlıklı olarak yine "bordo" yanıma sitemde bulundu, hüznümü kimseye çaktırmadım. Kendimce bir Araklılılık estirdem, o gün tanıdığım ve çok da sevdiğim ilçe insanlarım Olcay Çakır, Melek Bakırtaş ve kemençeci Erkan'ın gizli tanıklığında. Kitap "bordomavi.net" kaşesiyle Heyamola yayınları etiketiyle çıkmış, "Bize Her Yer Trabzon"un ikinci kitabı. Editörlüğünü Gamze Bal, Metin Külünk (bir insan bu kadar mı içten ve güzel olur kardeş) ve Yalçın Kaya Aydın'ın üstlendiği kitap, özenli baskı ve kurgusuyla herkesin elinden düşüremeyeceği bir kitap. "Divane âşık gibi" altbaşlığıyla sadece futbolla değil aynı zamanda müziğimizle de Trabzonspor'u bizlere fazlasıyla sevdiren bu kitap vesile olur da dilerim ki özlemini fazlasıyla çektiğimiz şampiyonluğu da bu yıl yakalarız derim. Tayfun Pirselimoğlu'ndan Yaşar Bedri'ye, Çiğdem Sezer'den Ergun Ata'ya, Halit Kıvanç'tan Sunay Akın'a (ah Sunay ah, sırf senin için de olsa ömrümü geri sarmak istemezdim!), Fabio Salomoni'den Minik Alanzinho Gürcan Bayrak'a birçok şiir, futbol ve hayat insanının yazıları var kitapta. Siz de "şovenist" anlamda değil, paylaşımcı ve barışçıl anlamda "Bize Her Yer Trabzon" demek istiyorsanız, bu kitap hepimizin.


HÜSEYİN ALEMDAR

18 Eylül 2010 Cumartesi

ŞİİRLERDEKİ TANIMLAR

ŞİİRLERDEKİ TANIMLAR

Aşk: "ikinci el bir kitaptır" Gökçenur Ç.
Ölüm: "tek sayı çıkmış bir dergidir" Gökçenur Ç.

Devam edecek.

12 Eylül 2010 Pazar

ERTAN MISIRLI



(17 Eylül 1958, Çaycuma / Zonguldak  - )


       Asıl adı Ahmet Ertan Mısırlı. Fatma Hanım ile şair Ziya Mısırlı’nın oğlu. Karaelmas İlkokulu’ndan sonra Üsküdar Ortaokulu’ndan mezun oldu. 1973 yılında İstanbul Belediye Konservatuvarı sınavını kazanarak “Klasik Türk Müziği Nazariyatı” bölümünde Nevzat Atlığ’ın öğrencisi oldu. 1979 yılında Üsküdar Lisesi’nden mezun oldu. Aynı yıl İstanbul 1. Ordu ve Sıkıyönetim Komutanlığı tarafından tutuklandı. İktisat okudu. 1984 yılında “Kırık-Dökük Şiirler” adlı ilk şiir dosyası Şehir Tiyatroları Gençlik Günleri’nde sahnelendi.
       1984 yılında “Bir Yağmur Zamanı Kırık Dökük Şiirler” adlı şiir dosyasıyla Akademi Kitabevi Şiir Ödülleri'ne katıldı. Artshop Yayıncılık tarafından yayınlanan "Gölgeler Galerisi" adlı derginin ilk sayısını yayına hazırladı. 2011 Mayıs’ında yapılan 17. Genel Kurul’da Türkiye Yazarlar Sendikası yönetim kuruluna seçildi, genel saymanlık görevinde bulundu. Halen Türkiye Yazarlar Sendikası yönetim kurulu üyesi. İstanbul’da yaşıyor.
       Şiirleri ve yazıları Argos, Bahçe, Esmer, Göç, Gölgeler Galerisi, Hayâl, Kitap-lık, S’imge, Şiirden, Uç, Yasakmeyve gibi dergilerde yayımlandı.
       Şairler ve kitapları üzerine yazdığı yazılarını “Hayal Yazıları” adlı bir dosyada toplamaya devam ediyor. “İlhan Berk’in Gizli Odası” adlı İlhan Berk’le ilgili yazılardan ve fotoğraflardan oluşan bir çalışmayı ve Fazıl Hüsnü Dağlarca’ya ithaf ettiği ve “Ney Bahçesi” adını verdiği “Dağlarca’ya Dörtlükler” alt başlığıyla bir şiir kitabı hazırlamaktadır.
        Ödülleri: “Ölüm Beyaz Gölge” adlı kitabı Türk Tabipler Birliği tarafından düzenlenen 2003 Behçet Aysan Şiir Ödülleri’nde “Övgüye değer” bulundu. Cemal Süreya Kültür Sanat Derneğinin düzenlenen “Cemal Süreya Ödülleri”nde kitap dalında “Ölümsüzler Günü” adlı kitabıyla Seçici Kurul Özel Ödülü’nü aldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Eski Islık (1999, Hera Şiir Kitaplığı, Şiir: 29, İst., 63 s.)
& Ölüm Beyaz Gölge (2003, An Yayıncılık, İst., 63 s.; Kapak ve kitap tasarımı: Mesut Kara)
& Cinnet Yazı (2007, Hayâl Yayınları, İst., 95 s.)
& Ölümsüzler Günü (2012, Hayâl Yayınları, İst., 80 s.)
       Deneme, İnceleme, Eleştiri Kitapları:

& Fazıl Hüsnü Dağlarca Günlüğü (2014, Kaynak Yayınları, İst., 328 s.)

KADİR AYDEMİR



(13 Eylül 1977, İstanbul - )

Aslen Ardahanlı. Cemile Hanım ile Turgut Aydemir’in oğlu. Fenerbahçe Lisesi mezunu (1995). Üniversitede bir süre İşletme okudu, daha sonra Halkla İlişkiler eğitimi aldı. “beyaz ölüm kuşları” adlı fanzini üç sayı çıkarttı. Başka Şiir Dergisi'ni 11 sayı (1997-2001) çıkarttı. 2000'den bu yana Yitik Ülke (yitikulke.com) edebiyat sitesinin editörlüğünü yapıyor. Şiirleri ve öyküleri İngilizce, Fransızca, Almanca, Ermenice, Azerice, Bulgarca, Japonca, Rusça, İtalyanca, Rumence, Uygurca, Hollandaca gibi dillere çevrildi. Yazarın "Aşksız Gölgeler" adlı kısa öykü kitabı 2013'te Almanya'da Binooki Yayınları tarafından "Lieblose Schatten" adıyla Almancaya çevrilerek yayımlandı. Türkçede bir ilk olan Haikum adlı haiku şiir dergisini 3 sayı çıkarttı. Yitik Ülke Yayınları'nın da kurucusu ve editörü. Çalışmakta olduğu Cumhuriyet gazetesinden 2015'te işten çıkarıldı. İstanbul'da yaşıyor ve yazmaya devam ediyor.
Yazmaya şiirle başladı. İlk şiirleri 1997-98 arasında Fayton ve Şiir-Oku dergilerinde yayımlandı. Şiir, öykü, yazı ve söyleşileri Ada, Adam Sanat, Akatalpa, Akrostiş (Belçika), B(aşk)a, Bavul, Birgün, Budala, Cumhuriyet Kitap, Çevrimdışı İstanbul, E, Edebiyat ve Eleştiri, Islık, Kamil Koç Yolculuk, Karayel, Kitap-lık, Kurşun Kalem, Kuzey Yıldızı, Mor Taka,‎ No, Notos‬, Özgür Edebiyat, Peyniraltı Edebiyatı, Pulbiber, Radikal Kitap, Sol Kitap, Şiir Oku, Şiir Ülkesi, Şiirden, Varlık, Virgül, Yaşasın Edebiyat gibi dergi, gazete ve eklerinde yayımlandı.
Yapıtları: Şiir: *Sessizliğin Bekçisi, Hera Şiir Kitaplığı, İst.: 2002 *Dikenler Sarayı, Eti, İst.: 2003 *Rüzgârla Saklı, Yitik Ülke, İst.: 2007 *Soğuk Yazgı, Yitik Ülke, İst.: 2014 *Otların Kalbi, Yitik Ülke, İst.: 2022.
Öykü: *Aşksız Gölgeler, Yitik Ülke, İst.: 2007 *Sonsuz Unutuş, Yitik Ülke, İst.: 2012 *Ay Yağmurları‬, Yitik Ülke, İst.: 2016
Yayına Hazırladığı Kitaplar: *2002 Şiir Yıllığı (Şeref Bilsel ile; e-kitap, 2003) *Cunda Öyküleri, Yitik Ülke, İst.: 2006 *Ekşi Öyküler, Yitik Ülke, İst.: 2007 *Bozcaada Öyküleri, Yitik Ülke, İst.: 2009 *Olimpos Öyküleri, Yitik Ülke, İst.: 2010 *80’lerde Çocuk Olmak Kitabı, Yitik Ülke, İst.: 2010 *90’lar Kitabı - Çocuk mu Genç mi?, Yitik Ülke, İst.: 2012 *Tuhaf Alışkanlıklar Kitabı, Yitik Ülke, İst.: 2012 *Mutsuz Aşk Vardır, Yitik Ülke, İst.: 2012 *Yitik Öykü – Bir Tweet’lik Öyküler, Yitik Ülke, İst.: 2014 *Kedi Öyküleri, Yitik Ülke, İst.: 2017 *Köpek Öyküleri, Yitik Ülke, İst.: 2021.
Yurtdışında Yayımlanan Kitapları: *Gölü Emen Mektup, Paralel Şiir Kitaplığı, Azerbaycan, 2005 *Lieblose Schatten, Çev. Çiğdem Özdemir; Binooki, Almanya: 2013.
Katkıda Bulunduğu Kitaplar: *Erotik Öyküler, Okuyanus, İst.: 2003 *1002. Gece Masalları, Metis, İst.: 2005 *Aydın İleri, Bisiklet Öyküleri, Yitik Ülke, İst.: 2015.
Kaynaklar: kadiraydemir.com; 

*6 Nisan 2022 tarihinde güncellendi.

10 Eylül 2010 Cuma

MÜHÜR DERGİSİ SAYI: 31



MÜHÜR DERGİSİ SAYI: 31

MÜHÜR DERGİSİ bayramdan sonra, bayram tadında, dolu dolu kitapçılarda!
MÜHÜR DERGİSİ'ne tüm seçkin kitapçılardan ve tüm internet sitelerinden ulaşabilirsiniz. Ayrıca, abonelik için Berna Olgaç Çelikbaş'ın 5006454 numaralı postaçeki hesabına 30 lira yatırmanız yeterli!
Abonelerimizi dergiyle birlikte 3 sürpriz kitap bekliyor!
Mühür, yarına dair bir hasrettir!!!

MÜHÜR DERGİSİ
31. SAYI İÇİNDEKİLER :

DÜZYAZI:

Şiir Ağacını Taşlamak! /2
Not Alınız-VII Bâki Ayhan T. /16
Buğdaya Güzelleme ...Uluer AYDOĞDU /19
Türk Şiiri Tatilde mi? Yılmaz ARSLAN /29
İmgenin Gücü A. Hicri İZGÖREN /31
Ne Yapmalı? Berna OLGAÇ /46
Şair Çeşitleri Fadıl OKTAY /59
Tom Baker’dan ...Ali BULUNMAZ /63
Egoyu Yenmek... Hilal KARAHAN /68
Şiirde Üretkenlik Mustafa Ergin KILIÇ /79

SÖYLEŞİ:

İki Şair Söyleşisi: Halil İbrahim ÖZBAY-Muzaffer KALE /23
Çılgın Karavancı Mahmut Gümen ile ... /39

ÖYKÜ:
Tövbekâr Kâhin Güzide ERTÜRK /42
Mira Handan GÖKÇEK /48

ANKET:

Günümüz Şairlerinin Başucu Şairleri.../71

ŞİİRLER:

Nişanlı Sözler… Haydar ERGÜLEN /3
Gittin Ayten MUTLU /5
Lümpen Serzeniş Fadıl OKTAY /6
Sandalye Altında Çakıllar Celal FEDAİ /7
Uyku Kaçağı Cevdet KARAL /9
Kadillak Hüseyin AKIN /11
Ahmet Olmak Muzaffer KALE /12
Babamın Adını Kim... Esra ELÖNÜ /14
Eksik Ayak Halil İbrahim ÖZBAY /33
Çakıl Taşlarından ....Gökhan AKÇİÇEK /34
Zaman Kesikleri Erkan KARA /35
Tetik Ali DUMAN /36
Yaşıtlarıma Mersiye... İbrahim GÖKBURUN /37
Doğuş Berna OLGAÇ /47
Tirat Aziz Kemal HIZIROĞLU /51
Faroz Ozan ÖZTEPE /52
Toka Koray FEYİZ /53
Sestiniz: —Sesi Gördüm— Hilal KARAHAN /55
Ertesi Son Kader KÜÇÜKÇAKIR /58
Hiç Doğmayacak... Abdurrahman ŞENEL /64
Erginleme Töreni Gökben DERVİŞ /65
Sen Biliyorsun Ertuğrul ÖZÜAYDIN /66
Şeffaf Sophos Mehmet SOLAK /67
Naz’a Lied Ahmet ADA /82
Vapurun Güvertesinde... Hüseyin KORKMAZ /83
Kan Ümit KADIOĞLU /84
Tramvaylar Yanlış Makastaydı Emre POLAT /85
Kentler Kurar Gibi... Ebuzer SARAY /86
Başarısız Bir Adama... Mustafa FIRAT /88

9 Eylül 2010 Perşembe

AYŞE NALÂN



(9 Eylül 1969, Gönen  Balıkesir - )


       1989 yılında Gazi Üniversitesi Çocuk Gelişimi ve Eğitimi Bölümünden mezun oldu.  ‘Fahriye Abla’dan Çanakkaleli Melahat’a Türk Şiirinde Kadın İmgesi’ adlı ortak çalışmada yer alarak Ahmet Haşim’i inceledi. Akköy edebiyat dergisinde ‘Bir Dişi Kulesi’ adlı köşesinde yazdı.
       İlk şiirleri Ağır Ol Bay Düzyazı dergisinde yayımlandı. Şiirleri ve yazıları Akatalpa, Akköy, Bireylikler, E, Edebiyatta Üç Nokta, Esmer, Mühür, Özgür Edebiyat, Pitoresk, Sonra Edebiyat, Şiir Ülkesi, Şiiri Özlüyorum, Ünlem, Varlık, Yasakmeyve vb. gibi dergilerde yayımlandı.
Ödülleri: 2002 yılında Hasan Bayrı Şiir Ödülünü, 2006 yılında “Cehenneme Kurulu” adlı dosyasıyla Arkadaş Zekai Özger Şiir Ödülü’nde Jüri Özel Ödülünü aldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Cehenneme Kurulu (2007, Mayıs Yayınları, İzmir, 80 s.)
& Saykodelik Karagöz (2013, İkaros Yayınları, İst., 68 s.)

Şiirlerinden Seçmeler:

BÜLBÜL VE SANSAR

1-
 
Otların şarkıyla estiği bahçeydi
İçimin genişliği uzun ötüşündeydi kuşun
Suçlarımdan ve saçlarımdan eğdim
Size gövdemi gül ve güz baktım
 
Yüzünün reçinesiyle uyuyor
Gümüş kediler ve sümbüller
Ağacı öyle suskuda bir yuva
Çiçeklenmiş bir gecede kaybettim
Unutuşun o çılgın seslerini
yaşamadım inlediğim kadar
 
Bak işte işitmek için seni
Bir kadın oldu içim dedi
Buhurdan ve har'dan
bakınca azaldı gözümdeki can
Büküldüm ve aktım ona
Boşaldım yüzüme varan sudan
 
Ben bu serçelerin
Yuvalarını bozup bozup
Çocuk bahçelerde
Hep erik ağacı kaldım
 
      -   Kimse beni iyi hatırlamasın.

“Saykodelik Karagöz” adlı kitabından

CEHENNEME KURULU

Uzakta çıplak bir dal
uçunca, kuşlar titriyor

bir saatin kalbine dokunmaktan kırılıyor
bibloları meleklerin
doyuracaksan beni önce
gözlerimden doyur
hıçkır, yüzündeki o en çorak topraktan
           yüzümün yokluğuna yakın ol

bu gitmeler neden uzaktı unuttum
hiç dönecek kimsem yoktu ki
ben bu aynalar ve saatlere adımı kurduğuydum

ah en kötüsünü yaşatın iyi kılmak için beni
herkese iyi kendime kötü kaldım, susun!

çırpınan bir suya karşı öptüğüm şu dudaklar
dar bana, yok bana benden başka anı

akrep ve deprem aşı ve kuş
ürker oldum
kanatların sessizliğinden
içerisi daha güvenli çıkmayalım
işitince anımsardım
sol yanıma uzandı mı zaman
guguklu bir kutuya kapatılmış kuş neden ötsün?

siyah dantelalar, çıtçıt ve kopçalar
kutusundan uyanacak bir tarlatanın
gelinliğini biçiyorlar, paslı makaslar
içerisi daha güvenli çıkmayalım
uzun ve sessiz
kısa ve kış
kuş ölümleri
kendi matemindesin işte
kendi sonunu tatma eğiliminde

herkes sevedursun kendini
hiç su vermediğim bir Afrika menekşesineydi
ismim, ömrü neyse, adı Ayşe
kirli camlardan çok caddelere düşerdi mevsimi
öl desem ol anlardı -ölse ya
etindeki yeşili okşasa biri
uzaklara bakan gözlerimi döndürürdüm en fazla
bakar ve öldürürdüm şiiri
ah mutlu kurulmak hiç yakışmazdı bana
herkes sevedursun kendini


Ayşe NALÂN

MEHMET KUVVET

(1962, Derecik-Akçaabat /Trabzon - )


       İlk orta ve yüksek öğrenimini Trabzon'da tamamladı. 1983 yılında Karadeniz Teknik Üniversitesi Fatih Eğitim Fakültesi Biyoloji Öğretmenliği Bölümü’nü bitirdi. Tunceli, Giresun ve Trabzon’da çalıştı. 1993 yılında Milli Eğitim’deki görevinden ayrıldı. Aynı yıl Trabzon Özel Eğitim Maraton Dershanesi’nin kurucuları arasında yer aldı. Özel bir lisede yöneticiliğe devam ediyor.
       Trabzon Çağdaş Yazarlar ve Sanatçılar Derneği Yönetim Kurulu Başkanlığını, Trabzon Sanatevi 2. Başkanlığı ve Yürütme Kurulu Üyeliğini yürütüyor. Trabzon’da günlük yayınlanan Taka Gazetesi’nde “Şiir Takası” adlı şiir köşesinin editörlüğünü yürüttü. Kuzey Ekspres gazetesinde sanat sayfasında “Şiir Ekspresi” köşesini hazırlıyor.
       Şiirleri, öyküleri ve yazıları Ada, Alaz, Ardıçkuşu, Aykırısanat, Berfin Bahar, Boğaziçi, Çalı, Deliler Teknesi, Ekin Sanat, Dönence, Göze, Güz, Kıyı, Kurşun Kalem, Kül Öykü, Maviada, Öğretmen Dünyası, Öykü Teknesi, Poyraz, Taka, Tay, Türk Dili, ViraTrabzon vb. gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Çakmak Ateşi (2003, Celepler Yayınları, Trabzon)
& Sökük Coğrafya (2015, Nezih-er Yayınları, İzmir)
       Öykü Kitapları:
& Somas’tan Ay Işığına (2009, Kül Sanat Yayınları, Ank, 112 s..)
& Uzağın Kokusu (2011, Kanguru Yayınları, Ank., 112 s.)
& Yasak Alan (2013, Nezih-er Yayınları, İzmir, 90 s.)   
       Katkıda Bulunduğu Kitaplar:
& Şeref Bilsel, Karadeniz Kitabı - Yağmur Ülkesinde Çocuk Olmak (2015, Yitik Ülke Yayınları, İst.)

Şiirlerinden Seçmeler:

SÖKÜK COĞRAFYA

çivi doğrultuyor çocukluğum
evimiz olacak karkas'ta
ve keserin düğdüsü, annemle
kan toplayan tırnağıma ağlıyor

oysa şimdi çocukların göğüslerine
yırtık yerleri kanıyor haritaların
ve uçurtmalarına siniyor barut kokusu
bebekler ise emziklerine ağlıyor
ölü annelerinin yanında

coğrafyamızda gözyaşı topluyor bulutlar ve
yıllardır dikilemeyen söküğün

iğnesi batıyor elime…