21 Ekim 2007 Pazar

Hüseyin Alemdar Vakti / Onur Caymaz


Hüseyin Alemdar Vakti

Demek ki her zaman şiirlerden konuşmuşuz. Bunu hatırlayabiliyorum. Bunca zamandan, insandan sonra elimde kalan birkaç kitap, birkaç ithaf sayfası ve zaman zaman birçok yerde, birçok kere aklıma takılan, dilimin ucuna düşüveren, kalbimi çelen dizeler hep... Ne diyordu Cansever; Ne çok insan sevdim/ unuttum sonra da...

Demek ki sabah. Kalktım perdeyi araladım, bir kadın uykudadır, bir çocuk uykuda, çay suyunu koymadım henüz, son ışıklar titrek, Sinema Kitabı'nı bana imzaladığı tarihe bakıyorum. Nasıl da eski. 24 Kasım 2000. Bir ithaf, "Cankardeşim Onur Caymaz'a. Yakamı kesen siyah beyaz sinemaların klaket sesiyle, Merhaba!" İhtimal, Beyoğlu'nda imzalamıştır. Yer yazmıyor. Kitabın ikinci sayfasında bir alınlık, "Bitmiyor nedense başlayan hiçbir film/ ne yapsam içimde o eski sinemalar" Attila İlhan. Bu kadar zaman geçiyor aradan, bu kez adı Attila İlhan ustamızla beraber anılıyor Türk şiirinin pek kadri bilinmemiş Hüseyin ağbisinin. O yıla geri dönüyorum. 2000 Nisan'ında askere gitmek üzereyim. Bir akşam, şu Beyoğlu'nda Veli Bar'da yapılan küçük İskender'in şiir akşamlarına gitsem ne olur diye düşünüyorum. Bir yandan da şiirin akşamı sabahı olur mu be adam diyorum kendi kendime. Elimde titrek üç beş şiirim. Bir tanesini çıkıp okuyorum. Bitiyor şiir. Aklımda içi yeşil çamaşırlarla dolu asker bavulum. Yarın öbür gün gideceğim. Oysa orada gecenin bir saatinde şiir okumaktayım. Tam ben yerime geçerken, 'Merhaba. oturmaz mısınız' diyor... Tanışma bu kadar. Birkaç kelime. Cebimde bekleyip duran badem şekerlerinden birkaçını ikram ediyorum. 'Şiirlerinizi çok sevdim' diyor. Dosyamdan okumuştum, diyorum. Adını söylüyor. O ayın Varlık dergisinde bir şiiri olmalı, enikonu heyecanlanıyorum. Gerçek bir şairle birlikteyim. Sonra İskender de geliyor masaya. Eve gidip dergiye bakacağım. Derginin arkasında Orhon Murat Arıburnu şiir ödülünün ilanını göreceğim. Askere gitmeme bir gün kala dosyayı yarışmaya gönderip Van Erciş yolunu tutacağım.

Askerdeyken bir gün kışlaya telefon gelecek. Heyecanla koşacağım kulübeye kimdir acaba diye? Annem beni Engin Turgut diye birinin aradığından, bir yarışma kazandığımdan bahsedecek. İnanılmaz bir sevinç, kitabımı basacaklarmış.

Demek ki Hera Yayınları'nı çok az kişi bilir. Hera Yayınları Türk şiirinin en incelikli, en güzel yayınevlerinden biridir. (altılı oynamışım Hera gelmemiş karımı öpememişim/ bir haftada üç banka batmış kızıma haftalık verememişim/ yumruk yumruğa gelmişiz chat yüzünden) Bembeyaz kapakları vardır. Her kitabın kapağında şairinin kendi seçtiği bir fotoğraf durup durur öylece. Çok uzaklardan bakar okura. Hera, sadece şiir kitapları basar. Hani bugün bir çok yayınevinin imkanları da varken yapmaya pek gönül indirmediği bir iş... Herkesin şair olduğu memleketimizde hiç satmayan şiir kitapları hani. Sonra Hera Yayınları'nın logosunda Hera kelimesi mor harflerle yazar. Şiirlerinde en çok mor rengi kullanır çünkü Alemdar (yaşadığım şehir ara sokaklarına değin mor soğuk) (hani, bir de mor düşken düşmek var ya) Hera Yayınları'nın her şeyidir ayrıca Alemdar. Dağıtımcısı, dizgicisi, muhasebecisi, düzeltmeni. Yazımı kitaplığınızın yakınlarında bir yerde okuyorsanız ve bir Hera kitabınız varsa kalkıp bakın. Dizgi: Serap Kırılmış yazar iç kapakta. Kimdir acaba bu Serap Kırılmış diye düşünen olmuş mudur hiç? Alemdar'ın ta kendisi... Çünkü hayatla aramda kırgın bir perde var demiştir bir şiirinde.

Askerden dönmüşüm. Beyoğlu ışık ışık. Bir kitabım var artık, hikâyeler yazıyorum yeniden, İhsan Tevfik Silivri'de Çıkın dergisini çıkarıyor, Yılmaz Arslan Bahçelievler'de Poetikus'u. Görsel şiir girmemiş henüz hayatımıza, Attila İlhan'ın ne kadar 'önemsiz' olduğundan dem vuran büyük edebiyatçılar susuyorlar daha, trenler gelip gidiyor Haydarpaşa'ya, Gar meyhanesinde Cemal Süreya'nın oturduğu masaya geçiyorum, düşler içinde... Ahmet Erhan iniyor trenlerin birinden, Beyoğlu'nda şairlerin hiç gitmediği bir koltuk meyhanesinde, onunla tanıştırıyor beni Alemdar; Hera Yayınları'na gidiyoruz yani bürosuna; dışarda kar var yine. Küçük bir yer. Duvarlar baştan aşağı eski filmlerden kopmuş resimler, afişler. Bir tencerede akşam yemeği kaynıyor. Sadri Alışık Sokak gri. Bana tanıdığı insanlardan bahsediyor, şiirlerden. Demek ki gitgide iki iyi arkadaşız Türk şiirinin Hüseyin ağbisiyle. (biliyorum, yakamdaki beyaz gül yırtık/ biliyorum, sinemalarla kandırdım hayatımı)
Şiirin güzellik ölçüleri
Resimlerden birisi Orhon Arıburnu'nun resmi. Lalelim, Laleli'de oturur/ Laleli lale kokar lalelimden/ Laleli'den geçilir/ lalelimden geçilmez... Arıburnu'nun şiiriydi değil mi? Askerdeyken kazandığım bu yarışmanın nasıl da zorluklarla hazırlandığını düşünüyorum. Ben askerdeyken... Kışlanın en ucunda, Tendürek Dağı'nın eteğinde bir tabur vardı. Yemekleri sevmediğim zaman oraya giderdim. Çok güzel karışık tost yaparlardı. Oturup tostumu yerken duvarlardaki resimlere takılırdı hep gözüm. Delice güzel renkler... İçim açılırdı evime çok uzak Van'ın Erciş ilçesinde. O resimleri yapan kişinin, sonraki yıl Orhon Murat Arıburnu Ödülü'nü Ses Salkımları dosyasıyla kazanan, Hüseyin Peker olduğunu o törende öğreniyorum. Şiir ikimiz arasında zamana karşı bir yol oluyor böylece. Arıburnu ödüllerini nasıl emek harcayarak varettiğinin yakın tanığıyım. Ödül heykelciklerinin yapımı, sponsor firmalar, sahnenin ayarlanması, şiire dokunuşlar arada... (bu şiire yazıldığımda kırkımda bile değildim henüz/ vakitlerden Vefâ vaktiydi renklerden hemrenk vefâ/ vefâ futbolu bir adamdım Arıburnu Ödülleri saflığında/ her şey bir şeye yenilir ya, ben saflığıma yenildim galiba). Kimleri çağırabilirim diye sayıklardı günlerce de kimler son anda gelmekten vazgeçerdi, ben hatırlıyorum. Arıburnu ödülleri, edebiyatımız içinde işlevini en çok yerine getirmiş ödüllerdendir. Bugün Emel İrtem'den, Nilay Özer'den, Soner Demirbaş'tan, Kadir Aydemir'den ve onlar gibi birçoklarından bahsedebiliyorsak bunu biraz da Alemdar'ın emeğine borçluyuz.
Bir şiirin güzel olmasına dair ölçülerle ilgili birçok ustanın zaman zaman verdiği belirli örnekler vardır. Bunlardan biri, altında adı yazmıyor olsa bile şiirin yapısından şairinin kim olduğunu anlamaksa; öteki de şiirden bir dize çekildiğinde anlamın, uyumun, iç sesin bozuluyor olmasıdır. Alemdar şiiri böylesine ölçütleri karşılayan şiirlerin has örneklerindendir. Kendine özgü bir kişiliğe sahiptir bu şiir. Biraz Trabzon'dur mesela (bütün mühim işlerini bırakıp da çıkıp gelse Sunay Akın/ kemençe çalsa Yaşar Miraç, hiç gitmese Hüseyin Haydar/ Kâzım hayatta olsa, Hopa gökbahçe bir yaşamak olsa/ bir Hasan Tunç türküsü tuttursak hep bir ağızdan/ "ben seni sevduğumi dünyalara bildirdum" —/ sen, kararmış karayemiş tadı içimin şiiri şehrim) biraz Beyoğlu'nda gezinir, hep ara sokaklardadır, (bak geldim, loş göğe kör tebeşirle çizdiğimiz Beyoğlu burası!/ Yitikçiler pazar günü güzelliğinde aşka altılı ganyan burda/ :aşktaki en koyu kir insan, insanı en güzel Beyoğlu paklar/ Mis sokak, Büyükparmakkapı, Balıkpazarı, Çiçek Pasajı, Abbas). Biraz kadınlar varsa içinde, mutlaka çocuklar da gülümser okura (Her şey bu dünyaya aittir ait olmak babadır/ babadır dünyanın boynundaki kara fular baba yaşı karadır/ arifesine kül dökülmüş bayramdır babalar çocuklarda).
Demek ki bunca yıl geçmiş aradan. Biz belki kopup gitmiş gibi görünsek de, belki arada bir orada burada küçük selamlarla yetiniyorsak da artık, içimizin en 'mor' yerinde o günlerden kalmış bir Hera aşkı, bir Sadri Alışık Sokak; belki bir Ofsayt Osman güzelliği, bir vefa borcu, bir ağbilik ya da bir kardeşlik kalıvermiştir hep.
Öyle ya, Memet Fuat'ın hep dediği gibi; iyi şiir kötü şiiri kovuyor sonunda. Kutluyoruz şiirimizin incelikli ağbisini...
Nicedir bir ödül, bir isme ilk kez bu kadar yakışıyor.

Radikal Kitap / Sayı: 344 / 19 Ekim 2007 / s: 14
Onur Caymaz

Hiç yorum yok: