4 Kasım 2007 Pazar

Ne Zaman Tanışmıştık Sizinle?

Ne Zaman Tanışmıştık Sizinle?

Selim İleri ile ne zaman tanışmıştık. Anımsamıyorum. Bir Cumartesi Yalnızlığı yaşadığım bir Pastırma Yazı mıydı? Her gece Bodrum’da ve bir denizin eteklerinde her gün yüzlercesinin iç içe yaşandığı Ölüm İlişkileri içinde geçirdiğimiz günler miydi? Yaşarken ve ölürken, bir akşam alacası zamanında “Cehennem Kraliçesi” miydi elimdeki kitabınız? Ne “Son Yaz Akşamı”ydınız, ne de “Yalancı Şafak”tınız. Mavi kanatlarınla yalnız benim olsaydın belki de “Ölünceye kadar seninim” diyebilirdim sana. “Yıldızlar altında İstanbul”da ve “Hüzün kahvesi”nde oturuyorduk ve “Gramofon halâ çalıyor”du. “Bu yaz ayrılığın ilk yazı olacak”tı ve “İstanbul seni unutmadım” dememiştim halâ. “Uzak, hep uzak”tık kendimize ve birbirimize. “Anılar: ıssız ve yağmurlu”ydu ve “Kar yağıyordu hayatım(ız)a”.
Bir yandan “Eski defterlerde solmuş çiçekler”le dolaşmayı sürdürürken, bir yandan da “Kırık bir aşk hikâyesi”ni yaşıyoruz. Kırk yıldır gönderdiğin fotoğrafların yanında biz ne yapabiliriz ki acaba?
Elimde senin yazarlığının kırk yılı karşılığında Doğan Kitap tarafından kotarılmış “Şimdi Seni Konuşuyorduk” adlı bir kitap ve Eşik Cini dergisi tarafından kotarılmış bir özel sayı. Sizin için bunlar yeterli mi? Asla!...
Sizin için sizin kadar duyarlı, ince, kırılgan bir şair/yazar olan Onur Caymaz tarafından kaleme alınmış bir yazıyla yazarlığınızın kırkıncı yılını kutluyorum.
Hüzünlerle, ayışığıyla, özlemlerle, kırılganlıklarla, hiçbir zaman “Dostlukların son günü” demeden dostluklarla, karlarla, yağmurlarla, gecelerle, İstanbul’la, fotoğraflarla, öykülerle… Buluşalım, buluşmayı sürdürelim…

4 Kasım 2007 / Antalya / Saat: 13:20
Şükrü Kırkağaç

Selim İleri ‘nin Daktilosu

A: A harfiyle başlar. Doksan yaşını aşkın bir daktilodur, gecelerce siyah…Son şeridi de bittiğinde yenisini satın alabileceği bir yer bulamazsa, bir daha kullanılmayacak. Kalıverecek öyle, kaza geçirmiş bir eski dost gibi... İkinci harfi Z’dir… İlk harfle, son harf; iki tuş arasında bir hayat…”Yazı”’nın orta yerinde...B: Beylikdüzü Kitap Fuarı. Tesadüfen tanışmalar. Kadife ceketler… İmza isteyen okurlarının ellerini, ayağa kalkarak sıkan bir yazar... 2001’in kasım ayı. Yılların geçişini en iyi kim bilir? Bir masa örtüsünde buluşmanın zamanı, çiçek adlarını, sokakları, mevsimlerin değişen ışıklarını… Zamanın insanları sürüklediği yeri en çok kim bilir?.C: Tekrara ruh üflemiştir. Rakı içerken çok eski bir adam.D: Dostlukların Son Günü. İlk basımının kapağında Bir Demet Menekşe’mi vardı, bir demet gelincik mi? Bilgi Yayınevinden çıkmıştı. Çok sonra okumuştum. Yurdanur’la Kemal’in aşk hikayesi. Mecnunu Çok Dağlar. Yurdanur’un düğünü, Kemal’in ceketinin ucuna taktığı gelin teli. Eski sevgiliden bir andaç... Aşkla arkadaşlıklar diye yazmış bir kitabında. Bunları hatırlarım. Komparsita çalmaya başlamıştır ansızın. Ansızın dersem, hem “an”, hem “sızı”... Ne var ne yoksa kül hepsi. Aşklar, arkadaşlıklar.E: Sigarayı sigaradan yakar. Kışları düşünür. Sokaklarda birikmiş karın üzerine pencerelerden vuran mavi televizyon ışıklarını. Sesler de öyledir, sokaklar da. Yüzler bir dokunup bir geçerler. Parmakları ince uzun bir yazar. Eli titremez pek. Ben görmedim ya da. Acelesi yoktur. Yalnızlıklar yine de. İlle de yalnızlıklar.F: Eski romanları bir o bilir sanki. Eski bazı yazarların kaderlerini. Bazı gece taksilerinin pencerelerinden su gibi akıp giden sokaklar. Bir sigara daha yakılır. Aynalardan yansıyanlar; gece lokantaları, plakta eski bir şeyler, otel kapıları... Bazı tren yolculukları yapılır. Haydarpaşa Garı, gar meyhanesi, Eskişehir Garı sonra. Dostoyevski’nin romanları hâlâ yaşıyor diye mırıldanmıştı bir keresinde, kar yağıyordu, tuvaletçiyle konuşuyordum. Adam bozuk paraların önünde uyukluyordu. Gece üçtü. En küçük bir gürültüde titreyerek uyanıyordu hep, ellerinin üzerindeki kıllar, yüzünün soluk sarısı, gözlerine yapışmış kaskatı bir uykusuzluk. Trene binecektik yazar kafilesiyle. Yazarlar bir kafileydi. Beride insanlar duruyordu.G: O pencerenin önünde, ceviz ağacından masanın başında, küllükler, sigaralar, çakmaklar. O eski gözlük, votka bardağı… “Sen iyi bir çocuksun, üzülme” demişti. Bir tango çalıyordu. Mutfakta, apartman aralığına bakan pencerenin önünde, porselen bir melek görmüştüm. Babamın öldüğü gün… Melekler kırılır. Perisi Uçmuş Yazılar diye bir deneme kitabı.H: Her Gece Bodrum. Bir usta, Attila Ilhan. Bir genç, İleri. Nasıl bitiyordu roman. “Yeniden dönsek. Deniz bizi bekler mi?” Bir yalnızlık kitabı. Ona bir kader biçtiğini söylemişti bu kitabın. Hayatımızın ortasına devrilip duran kitaplar. Bir pazar kahvaltısında, Çengelköy’de masanın üzerinde duruyor Bodrum. İlk baskı. Hep ilk baskılar. Ne var ki, nedir bu kadar uzaktan böyle bitik bir zamana taşıdığımız. Küçük bir kalabalık hepsi bu... Bir mutsuzluk okulunda bayrak töreni, bir Yas Tatili...I: Bazı yağmurlu gecelerde, sarhoşken biraz, biraz sarsakken, telefon kulübeleri anımsamak. Tekme tokat bordolar, mor bir baş dönmesi. Başını Edirne’de bir kahvenin camına dayayıp nehre bakmıştı. Bu nehir demiştim, başka bir nehirin gençliğidir.... İçeri girip, telefonu kaldırıp... Tuşları çevirmek. Kimi? Kim kaldı ki? Bir kaç kelime edebilmek. Ölümler, ayrılıklar...“Ölüm, ayrılık, insanların birbirlerine bir daha el sallayamamasıdır…” Hemen sonra geri dönüp, camın dışında akıp giden su damlalarına bakmak, elleri paltonun cebine saklayarak çekilmek. Hayata bakmak.J: İnsan olan yanlarımız. Balıktan hoşlanmayan, denizlere aşık bir yazar. Salatayı bol rokalı sever. Eski sofraları anlattığı anı kitapları vardır. “Anılar, anılar, anılar / Sanki hepsi bir kelime” diye bir Edip Cansever dizesi. Özlenilmiş, unutulmuş bir takım insanlar. İncila Abla, Handan, Elem...K: Kafes, roman. Edebiyat dergilerinde çıkmış, sararmış sayfalardan, izini sürmek romanlarındaki insanların. Geçmiş, geçip gitmiştir gerçekten. Hangi romanında, kim kimdi acaba diye meraklanan okur hevesleri, şu sokakların birinden köşeyi dönsem, karşıma çıkar mı birinden biri, Yakup’a gitsek bulur muyuz Cehennem Kraliçesi ‘ni, Samatya’da bir avluda kim oturmaktadır, Kırık Bir Aşk Hikayesi’ndeki Hümeyra ne yapıyordur şimdi. Mutluluk yanımızdan geçip gitmiş, diyordu o filmde Kadir İnanır... Geçip gitmiş midir?L: Cam kesiğidir yazılar. Ne diyorduk, sorgusuz, sualsiz, yalansız; kim ama, kim kaldı ki?M: Şişli’nin hanımefendi bahçeleri, yosma kedileri, eski balkonları hep. Akşamları örtülen perdeler. Sigara sonra. “Hadi ben çok sigara, geceleri öksürük” diye bir dize Necatigil’den. Eski Toprak diye bir kitabı Behçet beyin. Eski ölmüş yazarları “Bey” diye hatırlamak. Eski toprağa ektiklerim yadigâr olsun diye mi imzalanmıştı yirmi yedi yaşına. Bir şeyler yadigâr kalacak mı bizden de... Başkalarına.N: Öyledir. Geriye kalan sadece bir tortudur. Telefon defteri var mıdır mesela? Eskilerden kalan. Kenarlarına küçük notlar almış mıdır? Yeşil mürekkepli kalemleri sever mi? Boş bir kâğıt balkonlardan sarkan çamaşırlara benzer mi hiç? Yazarken her şeyden soyunmak, yazdıklarını giymek... Kırık Deniz Kabukları’nda geçerdi, “fırtınalı, yağmurlu, kasırgalı” bir gece.. Hep öyle midir geceler?O: Bir hikaye: Bikeman. İlk hikâyelerinden. Bir yer: Kuzguncuk. Bir cumartesi akşamı, bakkaldan votka alıyoruz. Artin Demirci’nin evinin bahçesindeyiz. Cumartesi akşamlarının eski semtlerde ayrı bir hüznü vardır. Dul bir kadın oğlunu ekmek almaya gönderse eğri büğrü mahallelerden, bir banka memuresi âşık olsa geçkince bir adama, biliyor o... Akşamüstleri elinde limonlu votkası. Hatırlıyor mudur? Demirci’nin bahçesinde ne güzel şeyler konuşulmuş bir akşamdı...Ö: Bir çantayı çok sevmiştir, derisi eskimiştir, yıllar çizik çizik etmiştir, ama olsun. Sevmek böyledir zaten. İçinde ilaçlar, kalemler, bir yerlerden alınmış biletler, not parçacıkları. Anı iskeletleri yazıyordu Bu Yaz Ayrılığın İlk Yazı Olacak ‘ta. “Bir canına kıymış sizi takip edebilir”... Yazlar ve ayrılıklar. “Bir kadın sana el sallıyordu. Manolya ağacı yaşlanmıştı.”P: Nedense yazdıklarını okurken, hep ilkyazlar. Uzaklardan gelen bir mektup nedense. İlişkilerde hep bir Kapalı İktisat, hep. Bir Denizin Eteklerinde durup dinleniyoruz. Kadıköy değil de Kadıköyü yazan bir yazar. Kesinkes değil de kesenkes yazar. Kemal Tahir’e de bu yolla, belki bir selam.R: Renk adları. Unutulan ne varsa sanki o bilir. Ama kim? Yüzünde bir öpüşü saklayarak, öpüşleri geçmiş yaraların izleri olarak saklayarak, giden anneler, konuşulamamış babalar, uzak sevgiler. Kim kaldı... S: Seni Çok Özledim. İzmir’de bir sahafta bulduğum çok eski bir günlük. Benim doğduğum yılın sonyazında, düştüğü notta, bir yalnızlık akşamında kimseyi bulamadığını yazmış. Telefon defterinden kimi seçerse seçsin, hiç kimse yokmuş aradığı yerlerde. Tam benim doğduğum sene, tam benim şu andaki yaşımda... Ve kimse yok hâlâ...Ş: Evlerde Sevgi Yoktu. Sevdiği bir kitap adıdır... Hiçbir evde... Hiçbir zaman. Sadece kitaplar, solgun kapakları onların, bazen arka kapaktaki bir yazar fotoğrafı, bazen bir yazım yanlışı, sararmış bir sayfa kimi zaman, bir eski yazı, bir hüzün, başkasının altını çizdiği satırlar.. Kitaplar, filmler, şarkılar zaten, gerisi kör karanlık, gerisi sağır ses: Geçen Yaz Birdenbire, Elmalar Kızarırken, Soğuktu ve Yağmur Çiseliyordu, Mehtaplı Gecelerde...T:U: Bir harfi bırakıyorum ötede. Unutuyorum bir harfi. Kimbilir kaç yıl, kimlere yoldaş oldu yazdığı o harf, kaç basılı sayfada. Kaç harfle arkadaş oldu, kaç kelimeyle. Kaç cümleyi çok sevdi. Kaçından çekindi yazarken. Bir eksikliğin yazarıdır İleri. Yaşarken daktilosunu yazdığım ilk yazar. Bir harfi eksik kalacak burada da. Hayat gibi. Onda da hiçbir şey tamam değil ki...V: Sanki hep bir otel tabelasının altında, sanki sırılsıklam bir yağmurda durdu. Orada yaşadı. Orada yaşlandı. Gelip geçen yolculara baktı oradan. Hepsini bildi.Y: Selim İleri, yazarlar içinden bir yazar. İnsanlar içinde bir insan. Bugün Türkçe’de bir duyarlıktan bahsedilecekse, orada illa ki pembesi uçup gitmiş çiçekleri anlatmış bir Selim İleri duyarlılığı mutlaka var. Sadece Mavi Kanatlarınla Yalnız Benim Olsaydın‘ın son sayfası için bile var! Ne denir ki? İnsan böylesine acımasız, bunca güzel satır karşısında ne diyebilir?Z: Kaybettikten sonra bulduğumuz o şey nedir. Nedir o bil... Nedir* ? Yine söylüyorum, bütün bunları konuşabilecek, bunlarla hüzünlenebilecek... Kim ama, kim kaldı ki...

Varlık Dergisi / Ekim 2007, Sayı: 1200, s: 21-23
www.bugeminezamandirburada.blogspot.com

Onur CAYMAZ

“Bu gemi ne zamandır buradaydı oysa,
bu gemiyi yolcusuz bırakmayalım, şiir ve öykü dostları…

1 yorum:

Adsız dedi ki...

Merhabalar... Onur Caymaz'ın yazısını ben de okudum. Onur'u sahiden de çok severim. Ve ben de Selim İleri hayranıyım. Çok sevdiğim bir yazardan hayran olduğum bir yazarın anlatılışı çok hoşuma gitmişti. Ben de bunun üzerine Onur Caymaz'ın Klavyesi başlıklı bir yazı yazıp Onur'a yollamıştım. Onur'la yazışıyoruz internetten. Eğer yazımı okumak isterseniz http://denizsizbirsehir.blogspot.com/2007/10/uzak-bir-dost-akraba.html
adresindeki bloguma beklerim. Sevgiyle ve edebiyatla kalın...