15 Şubat 2015 Pazar

MUSTAFA UÇURUM


Tokat doğumlu. İlkokulu, ortaokulu ve liseyi Adapazarı’nda; üniversiteyi Sivas 
Cumhuriyet Üniversitesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nde okudu. Arkadaşlarıyla Martı dergisini ve Yitik Düşler Edebiyat dergisini, daha sonra Tokat merkezli Polemik dergisini çıkarttı.
Şiir ve yazıları; Dergâh, Yediiklim, Hece, Hece Öykü, Kırklar, Yolcu, Türk Dili,Karabatak, Türk Edebiyatı, Aşkar, İtibar, Sabit Fikir, Cins, Nihayet, Söğüt, Muhit, Yitiksöz gibi dergilerde yayımlandı. www.dünyabizim.com sitesinde kitaplar ve dergiler üzerine yazılar yazmaktadır.
Milat gazetesinde köşe yazıları yazdı.
2015-2021 yılları arasında Türkiye Dil ve Edebiyat Derneği Tokat Şube Başkanlığı
yaptı.
Şairin Aynası kitabı ile TYB 2018 deneme ödülünü aldı.
TÜRDEB tarafından 2020 yılı Dergi Dostu Yazar Ödülü’nü aldı.
Kitapları: Tenhalayın Kalbimi (Şiir), Esmerliğime Bakma (Öykü), Fedakâr Dost
(Hikâye), Çocuklar Çocukluğunu Bilsin (Şiir), Irmaklarla Büyüyen Çocuk (Hikâye),
Konuştukça Memleket (Şiir), Deneme Çekimi (Deneme), Kalbime Takılan Uçurtma (Hikâye),
Şairin Aynası (Deneme), Şehirde Yeni Bir Rüzgâr (Deneme), Dünya Telaşı (Şiir) Uçurumda
Bir Gömü ( Öykü), Boyumu Aşan Ömür – (Şiir)

    Hazırlayan: Şükrü Kırkağaç
* 29 Temmuz 2022 tarihinde güncellendi.

Şiir Hakkındaki Düşünceleri:

ü  ŞİİRE HAYATI ÇAĞIRMAK
       Şiirin temelinin, şairin kaynağının nerede aranması gerektiği üzerine bir tespit yapılacak olsa “söz”ün başlangıcına kadar gitmek gerekir. Çünkü şiir, sözün ağızdan çıktığı ilk andan itibaren insanların arasındaki varlığını sürdüren bir “biz”denliğe aittir. Dünya üzerindeki her toplum şiiri kuşanmıştır ve şairler toplumda öyle ya da böyle varlıklarını sürdürmüşlerdir.
       Hayatın kendisi şiirdir sözünü etmek için başımızı kaldırıp şu akıp giden dünya düzenine bakmamız yeterlidir. Dünyanın dönüşü, mevsimlerin bir ritimle kapımızı çalması, bir kuşun zamanı gelince göç etmesi bir ahenkten başka bir şey değildir.
       Şiirin sesini de ahenk oluşturur. Ahenk denen söyleyiş güzelliği şiirin ilk adımı sayılabilir. Diri söylenmiş bir şiirin ilk dizesi kendisini hemen ele verir ve şiirin bütünü için ipuçlarını sunar. Hatta bazı usta şairlerin şiirin ilk dizesini “asıl şiir” saymaları da bundandır.
       Örneğin; Edip Cansever şiirlerinde şairin asıl gücü ilk dizededir. Şair söyleyeceğini ilk dizede söyler, geriye şiiri şerh etmek kalır. Cansever’in ilk dizeleri alt alta getirilecek olsa ortaya güzel bir kolaj çıkabilir. “Dize işlevini yitirdi.” dese de Cansever; onun şiirlerinin birçoğunda şiir gücünü bazen tek dizeden alır. “Mendilimde Kan Sesleri” şiiri, bütüncül bir şiir olmasına rağmen, hatta yer yer öyküsü olan bir şiir olmasına rağmen şiirin bazı dizeleri vardır ki hem ahenk olarak hem de verdiği mesajlar olarak şiiri ayakta tutmaktadır. “Dağılmış pazaryerlerine benziyor şimdi istasyonlar” dizesi tek başına bir şiirin yükünü kaldıracak güce sahip bir dizedir.
       Şiirin özüne bakılacak olursa gizli ya da açık bir insanın nefesini hissetmek mümkündür. Şiirin bir insan yanı vardır. Hayatta olan her şeyin şiire girmesinde, şiirin gelenekten, gelecekten faydalanmasında bu insan yanının payı büyüktür. Şiirlerin nefes alıp verdiklerine inanmak gerek. Şiirin insanı hedef aldığına, insanı hedef gösterdiğine inanmak gerek.
       Peki, şairi hayatın ortasından, dünya keşmekeşinden şiire çağıran güç nedir? Şiirin varlığını işaret eden, şiirin var olduğunu gösteren en büyük işaret diğer şairlerdir. Şair, diğer şairler ile şiirini geliştirir, şairliğine yön verir. Şiir okuyarak, şiirlerle içli dışlı olarak kişi şairliğini geliştirir. Özgün olma yolunda ilk adımlarını şiirlerle atar.
       İyi şiirlerin ortasında bulunan kişi, iyi nedir bilerek şiirin dünyasına girer. Bu dünyaya girmek her zaman yazma noktasında olmayabilir. İyi şiirlerle hemhal olan bir kişi iyi bir şiir okuru olabilir.
       Şiir hayatın kendisidir derken şiirin karmaşıklığı ve çizgilerinin belirlenmesi de düşünülmeli. Şiirin ne olduğu üzerine bir ortak nokta belirlemek kadar zor bir tez yoktur. Şiir direniştir, ayrılıktır, kavuşmaktır, zülf-i yârdir, bir tutam güldür, biraz topraktır ya da her şeydir. Şiire nasıl bakarsan aslında şiir odur. Böyle bir çeşitlilikler dünyasında şiir için çizgileri belirlenmiş bir beğeniden bahsetmek mümkün değildir. Şiir hayatın kendisiyse, şiirin içindeki bir dizeyi de hayatın bir parçası sayıp kabul etmek, şiirin baş tacı yapmak da olağandır.
       Şiirin direnişten beslenmesi de hayata bakış açısıyla birebir ilgili bir durumdur. Akıp giden düzenden hoşnut olanların hoşsohbet şiirler kaleme almaları da bundandır. Şair, içinde bulunduğu durumdan tedirgin, rahatsız hatta endişeli olması gereken bir duyarlılığa sahip kişi olmalıdır. “İnsan Seni Savunuyorum Sana Karşı” tavrını takınan şair, şiirin yaşanırlılığını ve mesajın evrensel olanını vermek için kaleme aldığı şiirde duyarlı bir duruşu da benimsemiş olacaktır.
       Şiirde somut ve soyut hayatlar çarpışması sürekli olmuş bir mücadeledir. Somut olanın daha çok rağbet gördüğü dönemlerde materyalist bir kuşanmayla karşı karşıya olan şiir, soyuta yaslandığı zamanlarda da içinde gizemi ve imgeyi çoğaltmış, kapalı görünen ama derin çağıltıyla sesini yükseltmiştir.
       Şiir hayattan beslediği müddetçe şiir olur. Şiirin damarını başka yerde aradığında şiir şiir olmaktan çıkıp soyut bir tebessümün ötesine geçemez. İkinci yeninin her şeye rağmen kapalı kutu olarak algılanması, toplumsalcıların yer yer öne çıkması bu yüzdendir. Turgut Uyar, "Göğe bakma durağına" insanları çağırdığında herkes yönünü göğe dönebilir. Çünkü gök vardır ve bakılacak bir güzelliktedir. Edip Cansever “trenlere çikolata yediriyorum” derken ne kadar uzaksa yaşamın kıyısından “diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar/mendilimde kan sesleri.” derken hayatın içindedir. Çünkü bu halk acıların ortasında büyümüştür, istasyonlarda hüzünlerini yoğurmuştur, dağılmış pazaryerlerine benzeyen istasyonlarda dişlerini sıkarak mendillerine kan kusmuştur. Şiirin can damarı hayatın ta kendisidir. Şair, hayattan ve şiirlerden beslendiği oranda şiirine güç katar. Çünkü soyut bir sedanın ardına düşerken bile somut bir taş ayağımıza takılabilir ve kuşlar kalbimizden havalanarak bilmediğimiz bir ülkeye doğru yol alabilir. Önemli olan kalbine kuşları, çocukları, evleri, şehrin karanlık sokaklarını, fırından yeni çıkmış ekmeği, ani bir fren sesini konuk edebilmektir.
Karabatak

Şiirlerinden Seçmeler:

DİLİMİN UCUNDA SEVMEK

Dönüp dönüp bakıyorum dilimin ucunda sevmek
Mevsimler ne kadar bizden aşk ne kadar yabancı
Beni yerimden eden bir tarih değişiyor
Yaşıma denk düşüyor yorulmuş bir fırtına
Günahımı taşıyan her omuz biraz eğik
Ayağımdan kayan dünya sanki daha telaşlı
Beyhude görünmüyor çektiğim her kürek
Büyük gürültülerle dalıyorum uykuya
Uyanmam yeni bir acı, dünya çekiliyor kenara
Küreklere asıldıkça varıyorum kıyıya

Mahcup iç çekişlerle suskunluğum artıyor
Vuruyorum kendimi hangi dağ denk düşerse
Kuşkum dilimin ucunda, sevmek nedensiz ölüm
Yeni yüzler buluyorum, yağmursuz ikindiler
Terk et tanımadığın beni, her şarkıyı yarım bırak
Kalbim denizleri çağıran bir asi kıyı
Ben artık gözlerimle giriyorum savaşa

Herkes telaş içinde suskunluğum bahane
İçimde fırtınalı dualar birikiyor
Allah şahit ya hepimiz masumuz
Saf tutuyoruz, önümüzde cennet, ardımızda bir ordu
Ah kalp! Her dağın ardında sen
Yalnızlık gelip gelip doluyor içerime
Ben artık kenardayım
Bırakın dünyayı dönsün kendi kendine

Kurumakta artık üstümde soluklanan nehir
Durunca, her yerde o bildik çığlık
Yürüdükçe dağ, taş köpüklü bir nehir
İyilik olsun diye dünya, dilimin ucunda sevmek
Çözüyorum düğümleri açılıyor yitirdiğim yollar
Allah şahit ya, melekler her yerde koruyor bizi.

“Dünya Telaşı” adlı kitabından

DÜNYA TELAŞI

 Beni ele verecek ne varsa dünyanın boşluğunda
 Tek tek ele verdim içimde ne kadar susmak varsa
 Yarış kazanıldıysa ne var, dünya rengini biraz daha kaybederken
 Dünya yer değiştiriyorsa çocuklar annesiz, coğrafya kurak
 Bir anlamı yok çiçekler ölülere örtü oluyorsa
 Heyhat! Geçiyor kara bir tren içimden sorgusuz sualsiz
  Dünya döndükçe hızla, değişiyorsa üstümüzdeki terk edilmiş iyi niyetler
 Şimdi kandır beni, her şey ne kadar güzel, değil mi kardeşlerim

Duysam ki rüzgâr dinmiş bütün ağaçlar yerli yerinde
Bir suyun ahengine kaptırırım kalbimi
Bir cinnetin kıyısında eşkâlimi yitirmeden yürüyerek
Ne kadar yüksekmiş dünya sizin telaş dediğiniz her şeyden
Ayağım kaydı düştüm yeniden geldim dünyaya
Kim bıraktı bu kadar rengi şimdi benim kalbime

Biraz daha direnç kalbime boşluk daha fazla büyümeden dünyada
Yiğitlik kalmasın masallarda, bilerek geçeceğim karanlık ormanlardan
En kötü alışkanlığım benim ölmekti durmadan
Sonra dirilmek güneş tenime değdikçe sanki hiç ölmemiş gibi
Tuttuğum tüm yasları bırakarak vakit geçmedi diyeceğim
Vakit hayli genç, yağmur, rüzgâr, şiir genç

Toprağa tutunarak, suyun akışını değiştirerek
Bereketli topraklar üstünde her gün yeni bir cemre olacak adımım
Yorgun dünya gençleşecek güneş gözlerini kamaştırdıkça
Karanlık kalmasın hiçbir köşede dünya telaşı işte
Üç günlük her şey gövdemizin yere düşmesi kalkması üç gün
Son bir yağma içimde, mutluluk kalsın diye
Dünya telaşı işte kanımın çağıldaması her şeye rağmen.

 “Dünya Telaşı” adlı kitabından

Hiç yorum yok: