10 Mayıs 2008 Cumartesi

Anne Şiirleri

Tüm annelerin Anneler Günü kutlu olsun.

ANNE ŞİİRLERİ

ÇÜNKÜ ANNEM

Çünkü annem bir yorgun zorunluluk
Yüzünde içi çiçekli eski kutu duruşu
Neydi unuttuğu mutfağa girip çıkarken
Dalgınca boyayıp duruyordu kirli göğü

— Annem yelkovanın bıkkın dönüşü

Tek katlı evlerde mutluluk aradı. Yok.
Çok çocuklu evlerde cıvıltılar istedi. Yok.
Çukur yerlerinde geçmişin titreyişi
Toz suretinde yapışmış anılar duvara

— Annem bir tekerlemeydi odalarda

Geçkin yazlarla soldu ahşap düşleri
Eski bir telaşın dinmez sancısıyla
Ağlardı annem gülmek gibi dururken
Küçülür incelirdi aya baktıkça

— Annem balkıyan bir göl gülümsemesi

Bir kuşun uçuverişi gibi kolay ölümler çağı
Rahat yataklarda dikeni batar gecenin
Örterken annem yıllanmış perdesini
Babam bir ünlemdi akşamla uzayan

— Annem ki deltaların yazılmamış tarihi

“Belki Sessiz” adlı kitabından
Gonca Özmen



ANNESİ YOK AKŞAMIN


İçine ağlayan içli bir çocuk gibi incecik bir yağmurla
indi akşam.

İşte unutuldu sanılan eksik kayıp ne varsa
bir bütünde yerini bulan parçalar
Artık anlamını kaybetmiş, aramaktan vazgeçilmiş
yanıtlar.

Söz bitti. Annem öldü. Saklanacak karanlığım kalmadı.
Alın yalnızlığımı örtün üstüne,
artık üşümem akşamları.

Bir ağaç düşünün ki, terk edilmiş olsun yalnızlığına
uçurum kenarında
eğik, cılız,
tutunamadı dallarıma.

Ah! haksız yere hırpalanmış sahipsiz çocukluğum.
Birer denizfeneriyken karanlıkta anneler
fırtınada kaybolan kaybolan bir gemiydi zaman
fırtınada bir gemi
bir gemi kâğıttan.

İçine ağlayan içli bir çocuk gibi incecik bir yağmurla
indi akşam.
Saklanacak karanlığım kalmadı. Söz bitti. Annem öldü.
Alın yalnızlığımı örtün üstüne,
artık üşümem akşamları.

Akşamın geceye değen teninde bir ürperti. Akşam ki
Gökyüzüne yazdığı bir şiirdir kanatlarıyla kuşların

annesi yok akşamın.

“Kimseleri Akşamı”adlı kitabından
Oya Uysal




ANNE VAKTİ

Neyi gerçek seversen o kalır, gerisi döküntü
Neyi gerçek seversen koparılmaz senden*


Beni bir şiirden mi doğurdun anne anneler başka ne doğurur
beni bir şiirden mi doğurdun anne mısrâlar bana anne diyor
büyümüş de küçülmüş çocukların konuşamaması şiirden
ömrümün hikâyesi her sayfası buğulu nasihat defteri senden
her anne bir anne yumağıdır çocukların kalp albümünde
çocuklar ağlasalar da birer gül inceliğidir annelerde
sahi, beni bir şiirden mi doğurdun anne anne hanginiz!
çocuk gitmekti anne kalmak hani! Hani hep kalmaktınız!
gitmek bir kalmak ikidir-anneler hep iki kişidir
ikinin biri sevmesidir cennet cennete anneden gidilir
kim uzun susarsa bilin ki daha uzun konuşur içinden
bir yılda bir gün ne ki her anneye bir Anne günü lütfen
evlerin odalara buyurgan bakması babaydı da anne kimdi
annem dört harften yapılma ev kışı bir susma şimdi- -
A öyle ya da böyle mahcup bir türküdür ömür dediğimiz
N insan en içli tenhasından kanardı tenhalık siz miydiniz
N anne sözü ilktir anne sözcüğü hep liriktir
E hiç düşündünüz mü tanrı sesse anne tanrıdaki ses midir!
Âh, hatıralar da ân gibi ölümlü müdür yoksa- -
Dünya dursa, tüm gidenler dönse, hayat herkese anne olsa
Neden uzaklar gözanne de yakın herkeste bir kekeme

Doğum şiir de ölüm ne?

Beni bir şiir olarak yeniden doğur anne!**

* Ezra Pound
** Mehmet Yaşın

“Vakitler İncelikler” adlı kitabından
Hüseyin Alemdar


ANNE

“Annem kalbi iyilik dolu bir komşuluğun mavi şarkısı."
Engin Turgut

küçüktüm; hani siyah çizgili,
plastik toplar vardı o zaman…
ne sessizdi belediye otobüsleri;
içinde dürbün gözlüklü amcalar…
bacaklarım öyle topluydu ki;
bacaklarım ne ömürlerle beslenmişti!
çantanla kapardın bacaklarımı…
öykülerim fırlamasınlardı!

görmesinlerdi yolcular;
dizi yamalı, gözyaşı lekesi ipliğini…
apış arasına saklanan, naftalinli,
günü geçmiş anlar;
her birinde ince bir türkü,
çamaşır yıkarken fısıldanan…
bakmak camdan belirgin bir ağlayış;
izlemek yok etrafı!
etraf ; bizden gayri öykülerle taşıyorken…

açmasındı otobüs,
yağmura tutulan çiçek gibi.
çünkü otobüstü o!
eve götürecekti bizi.
yanaklarımız al al,
şişli’nin sokakları dar…

terli bir pazar günü mutlu etmiştin beni
sabah masamdaydı,
mavi kâğıt gemiler!
hangi düşlerimize gidecektik?
neredeydi kaptanımız;
ikimiz, zil zurna ağıt yakarken on temmuzlarda…

koltuğunda yılgın bir karanfil;
koltuğunda yüreğin hoplamış!
usuma gelmezdi böyle şaka yapacağın,
gemilerde şaka olmazdı!
nerden bilebilirdim mavi kâğıt geminin küçüğünde,
habersiz ve vedasız b ir yola çıktığını!

o soğuk aralık gecesi,
koltuktaydın hâlâ, sönmüştü soba…
bacakların…
mor mor incelmiş bacakların;
gözlerin neden dik bana?

anne! sobamız sönmüş,
içindeki ışığı yaksana!..

“Toz Yanığı” adlı kitabından
Selçuk ERAT


ANAM-BABAM

Anam küfürbaz bir kadındı
Bu huyuna dün gece istemeden son verdi.
Babamsa “lan” bile demez
“Sen”i “Siz” gibi söylüyor hâlâ.

Anam kaynatasından başlamış küfre
Çorbasını beğenmeyen Deli Memed’in
Sülalesini ıslatmaya yediden yetmişe
Tepesinden aşağı boşaltmış tencereyi
Böylece devralmış delilik tacını
O akşamdan sonra herkes saygılı geline.

Sonra da erliği aldı kocasından, tanığım
“Vur hadi yiğitsen!” diye dikildiği gün.

Ben çok küçüktüm o zaman
Şimdikinden bile daha küçük
Bir inansam büyüyeceğim
Anam’ın dün gece gittiğine
Götbut, kazıkbüzük hiç daha
Tanışmamışım küfrün binbir haliyle
Anam dilin olsun diye öğretti bunları bana
Dünyayı küfürle paklar gelirdi akşam eve.
Küfürlerinden biri de “burcuva tohumu!”
“Ne çok küfredecek insan varmış ya rabbim!”
Rabbine de sözü varmış ama meğer
Kapatırlar diye saklarmış ev dönüşüne.

Evi dediğim derme çatma baraka
Her gelen Kraldı ama,
Her giden Güzel Abdal
“Abdalım kuzum yolun açık ola!”

Saray gönüllü bir barakaydı Anamın evi
Ağızlarını silmeden giremezdi polisler
O barakasaraya, On İki Eylül’de bile.
Tek yaptırımı şu: “Vurun öyleyse köpekler!”

Göçebelik büyük hüneriydi anamın
Saraylardan Bedevi çadırına
Damak tadı taşıyan köle bir gezgin.
Babamsa bir yerleşik köle
Gece bile çıkarmadı kravatını
Ya çağrılırsam hazır olayım diye
(Artık çıkarıyor, astım yüzünden o da)
Herkese pırıl pırıl hazırdır babam
Sen nehrine Siz nehri demese de
“Canın benim!” diyebilir
Sun Yat Sen’i de hiç sevmezdi.
Beykın’a hayrandı ama
Hiç bilmese de okuma-yazmayı
Oğlundan dinlerken “Denemeler”i
“Beykın dediğin adam, Alevi mi?”
Diye sormuştu bir gün dayanamayıp
Yanıt Anamdan geldi:
”Olur mu hiç İngilizden Alevi, salak!”
Babamsa olanca kibarlığıyla:
“Niye olmasın, İngiliz insan değil mi?”
“Şuna bakın arkadaş, derdi Anam,
Şuna küfür işler mi?
Babamsa Anamın öfkesine
“Get salak!” deyip deyip gülerdi.

Anam, küfür yetiştiremedi dünyanın hallerine
Benden bu kadar deyip dün gece çekip gitti
Belki sorgucularına kazık çakıyordur şimdi de.
Babamsa karıncayla kelebekten
İncelik ilmi dersinde hâlâ.

3 Mart 2010

Mahmut TEMİZYÜREK


SİYAH BEYAZ BİR FOTOĞRAFTA ANNEM VE BEN

Annem bukleler örerdi saçlarımdan kış günleri,
Sevinci hemencecik yağmur çiçeğiydi, iyiydi,

Annem ve ben rüzgâra asıp şapkamızı,
Bir gün resim çektirdik, bir kış ikindisiydi,

Ben beş yaşında çocuktum kış sokaklarından,
Annem geçerdi içimden, düşünmeden,
Sevgiyi kim bilir nelerle ödediğini

Galiba yazdı gök güzelliğinin değişilmediği,
Her yerde kuş gölgeleri, ayak izleri, yalınlık belki,
Öyle bir mevsimdi annemin sevgisi

Annem sevgi terzisiydi yüreği Türkçeye teyelli,
Keşke annem için biçilseydi gök ekini

“Denize Atılan Çiçek” adlı kitabından
“Sonsuz At (Seçme Şiirler)” adlı kitabından
Ahmet Ada

ANNEME GAZEL

annem sevecen bir çizgiydi güneyli yüzümde
öyle güzeldi ki sevgiler dağıtırdı çocukları öptükçe

annemin gülümsemesi sıcak laciverdi bahçe
gibi, nilüferlere baka baka açardı bütün gece

kimi gün gelirdim bahçeden kulağımda kiraz küpe
yaz aylarıydı annem karpuz keserdi ince ince

babam taş plaklardan dinlerdi tanburi cemil beyi
bir hüzün birikirdi uzun kirpiklerine sadece

annem ne zaman bir tren geçse istasyondan
dönmeyen kardeşini anımsar ağlardı sessizce

o eski bahçeler kalmadı yaşlandı annem de
babam öldü ama dönüyor hâlâ taş plak gizlice

annem ki bütün anneler gibi
dilekçesi yanıtlanmamış kimse

“Gökyüzünün Fıskiyesi” adlı kitabından
“Sonsuz At (Seçme Şiirler)” adlı kitabından
Ahmet Ada

Hiç yorum yok: