şiir, hayvansı yanıyla bir başkaldırı
bağlamında, hayvan-oluşun egemenliğini sürdüremediği us-oluş alanlarında
kendini en geniş anlamıyla “maddelerin” diline bırakmaktadır. beden-elin ustaki
bu lirik yabancılaşmaya olan yatkınlığı hayvan-oluş kayıtsızlığının
gösterenidir. varoluşun, deleuzian bir ifadeyle “moleküler oluşlara” böldüğü
insan benliği usun ulaşılamazlığına son verme çabasına girmiştir. bu
“kurtulma-kaçışı” ya da yeni bir “göstergesizlik arayışı,” söylemin söyleyenini
ortadan kaldırma, söylemi yeni el-us alanlarına bırakma uğraşı çerçevesinde
yeni bir oluşa yöneltmiştir şiiri: madde-beden.
beden-el, şiirin bu başkaldırısına, diğer
bir deyişle başkalaşmasına us-oluştan kurtulma, kaçma ya da onu arama çabasıyla
ulaşabilir. günümüz gençliğine baktığımızda görebileceğimiz tek şey, maddeye
olan bir hayranlık ve içteki “dışa olan devşirmenin” sanki bir lokomotif
çarkının sürekliliği şeklindeki geriye devinimidir. madde tanrıdır;
tanrılaştırılmıştır. “materyalist düşünce” ya da “materyalizm” her zaman sabit
insan mantığına göre dışlanmış bir kavramdır; sadece bir varsayımdır.
maddelerin el-us üstünde tutulduğu bu dönemde, gösterge bunalımının bir
madde-oluş molekülü olmadığı savunulacaktır. ancak madde-oluş diğer tüm
oluşların iç devşirmesi olma bağlamında, bireyi, gösteren, yani proton-nötron
çekirdeği konumundan ayrılmıştır: el-us, kültürleri da(ğ)/(m)ıtma ve yeni
bileşenler oluşturma konumundadır.
bileşenlerini arayan el, besinini bedenden
alır. arzu, bedenin bir makinesi olarak, besini işaret eder. benzer bir
metotla, us, arzunun bir makinesi olarak, dili kendine besin edinir: anlam usun
bedenidir. ancak bu noktada ortaya çıkan sorun elsiz bir usun anlam bileşenini
nasıl oluşturacağıdır. uzuvları hadımlaştırılmış us-beden nasıl olur da
gösterensiz (ki gösterge böylece sonsuza bölümlenecektir.) bir gösterge-alana
ulaşacaktır?
saf-usunun eseri olduğunu varsayılan şiir,
usun aksine kağıdın söylemidir. kağıt madde-oluş fetişizminin klasik ilk
basamağıdır. geçmiş ve günümüz edebiyatında şiir, kağıdın başkaldırmasının
aksine kağıdın içindekileri “dışına devşirmesi”dir. şiirden beslenen bu
devşirme-beden, eğer anlamlandığı dilden öte uzuvlarını madde-oluşta arar ya da
şekiller üzerine kazınırsa, gösterge-alanda oluşlar arası komşuluklar kurar.
şiir bölünüşü sonucu çoğullaşan söylemiyle bileşenlerini tek-beden kağıttan,
yani hapsoldukları beyazlıktan çıkartmış olur. bu yeni bölge, organlar arası
komşulukları da olanaklı kılar. şiirin organları ve maddenin organları
“arzuladıkları” komşuyu besin edinirlerken, komut, şiirin kendi söyleminden
çıkar: madde yönlendiren arzunun makinesi olmaktan çıkıp yeni oluşlara komut
vermeye başlar.
yves klein’ın resminde kırmaya çalıştığı
tabular da sahte tuval-fırça diyaloğundan “kaçıştan” ibarettir. yüzyıllardır
ressamların kendilerini ifade etmeye çalıştığı ve adeta kimlik yaratma
çalışmalarına alet ettikleri “resim fırçası,” yves klein’la birlikte, bir kadın
vajinasına ya da çıplak bir erkeğe dönüşmüştür. unutulmamalıdır ki kalem ve
kağıt kavramları sabitlenmiş bir alışılmışlığın, arzu-usun mekanik ürünleridir.
birbirlerinden koparılmadıkça, madde ve anlam, yeni alanlara sokamamıştır
sanatı.
şiirin temize çekilmesi, şiirin akışını
süzerek içinde barındırdığı molekülleri kabaca elemekte, usun kalemle olan
gövde-uzuv ilişkisinde şiirin akımını yavaşlatmaktadır. bir şiirin temize
çekilmesi, dizelerin hatta harflerin, şiirin organları olmaksızın usun
denetiminde doğal akış süreçlerinden arta kalan tortulara dönüşmesidir. robert
duncan ve lawrence ferlinghetti “temiz”e çekilmiş şiirlerinin yanı sıra
holographlarını da yayımlamaktan çekinmemişlerdir. maddenin yarattığı ve anlam
kattığı bu harfler ve dizeler gene maddenin etkisiyle doğallıklarını
yitirmektedirler; ancak harflerin yazımı ve basılışı şiiri şiirliğinden
çıkartır ve onu madde-anlam bağlamına katar. sanat maddenin bir ürünüdür; us
ona sadece yön verir. bu nedenle beden-elin bu başkaldırısı ve usun us-elde
uzuvlarıyla bileşmesi aslında madde-oluşun tüm alanlarını kapsama hareketidir.
şiir, maddenin anlama katılmasıyla kendi içindeki olasılıkları kavrayacak, usun
arzuladığı besini us-el yordamıyla maddede bulacaktır.
için dışa bir oyunu olan şiir, ancak
üzerinde yazılı olduğu maddeyle değer kazanır. yenibütüncü şiirin de başarısız
olmasının ana sebeplerinden biri budur. birey, içinde biriktirdiği sıkıntıları,
acıları ve tecrübeleri dışa aktarırken iç doğallığını kaybetmemelidir.
yenibütüncü şiirde, birey iç dünyasındaki salt kargaşayı ve dış dünyasındaki
güvensiz tutumu şiirine aktarırken insanın maddeyle olan ilişkisini hiçe
saymaktadır. umutsuzluk anında sarıldığı sigarasını unutarak, açlıktan ve
ümitsizlikten bahsettiği şiirlerini bilgisayarda yazmakta ve gıcır kağıtlara
basıp sunmaktadır. insan bir maddedir; taşıdığı tüm ikilemleri sahiplenmelidir
ve ancak böylece ilişkilerini maddeye yansıtarak kendine doğal bir çevre
kurabilecektir. bu durumda, dizeler kağıdın beyaz yumuşaklığına karalanmaktansa
ya da “temize” çekilmektense, sigaranın kağıdına yazılmalıdır. maddeyle insan
arasındaki bu hiç bitmeyecek olan ilişki, hem insanı beslemekte hem de maddeye
yeni kavramlar kazandırmaktadır. bu, doğaçlamayı tetikleyici bir rol oynarken
madde-şiir’in amaçladığı iç devşirmenin dışta ifade bulmasını daha doğal bir
sürece oturtur. şiirin madde-bedende oluşlararası komşuluklar kurması, maddenin
üzerine yazılması sürecinde yaşanan tüm oluşum evrelerine (karalama, boyama,
maddeyi maddelerle bileştirme vb.) bağlıdır. bu anlamda, madde insanla ölür,
insansa maddeyle doğar. ancak bu yakınlaşmanın doğaçlaması, iki oluşun da
yaşamasını sağlar.
ikinci-yeni, madde akımı’ndan biraz farklı
bir tutum sergileyerek “madde” yerine “sözcüğü” komşu edinmiştir şiirine.
sözcüklere yükledikleri farklı anlamlarla sıradanlıktan uzaklaşmışlardır. ama
bu sıradanlık çokça yerde kendini yabancılaşmaya bırakmıştır. bu bağlamda,
madde akımı hem maddeye farklı anlamlar yüklemekte hem de insan iletişimindeki
yapaylığı ortadan kaldırarak içsel doğallığı aynen dışa yansıtmaktadır.
ikinci-yeni yabancılaşmasının aksine “insan doğallığını” bir “dışa olan iç
devşirme”yle, bir “kurtuluş-kaçış”ı olarak adlandırdığı şiirinde aktarır madde
akımı. madde akımı, kendini “doğal” şairden sayan bazı entelektüellerin,
içlerindeki yapaylığı, dışlarına “doğallık” olarak yansıtmaya çalışmalarını
önleyebilecek yeni yuvalar ve bedenler açar şiirde. çünkü içteki doğallık,
dışarıya “yapay” ya da “doğal” olarak yansıyabilir. ama kişinin içindeki
gerçeklik-şiir, eğer salt yapaylıksa, maddesel ilişkilendirme olmaksızın
dışarıya “yapay” olarak yansımaktan başka bir çaresi yoktur.
günümüze değin tüm toplumlar bir yaradılış
felsefesinin peşindedir. bu da sürekli dönüşen bir politik düzenin
habercisidir. şimdiye kadar kotarılmış tüm politik kuramlar, bir evvelki
politik düzenlerin eksikliklerinden doğmuşlardır. bu noktada ortaya çıkan bir
akımın, nerede olduğunu ve hangi akımlara karşıt bir süreç olarak yaratıldığını
bilmesi gerekir. madde akımı, her ne kadar diğer akımların kendince
eksikliklerinden bahsetse de hiçbir kurama karşıt düşünce olarak doğmamıştır.
bunun aksine çağlar boyunca insanın en büyük ihtiyacı olan maddeyi temel alarak
yaratılmıştır. maddesel bir sanma olan insan, onu istediği yere
sürükleyecektir. madde akımı, her ne kadar edebi bir anlayış olsa da politik
bir kuram olma niteliği de taşımaktadır. şiir kendisine hep bir yuva
edinmiştir; bir politikanın ifadesidir. usun politik duruşu önce sözden imgeye
kaymış, daha sonra kendini ses ve imgeyle birleştirmiştir. ancak her iki
kaymada da us-ele ulaşılamamış; şiir usun maddeyle olan iletişiminden kopuk
yaşatılmıştır. madde-şiir, parçalanmış olan bu iletişimin perçinlenmesi olarak
adlandırılabilse de, bir başkaldırı daha doğrusu bir başkalaşım politikasıdır:
insanın “iç”ini “dış” yaşamına başkalaştırıp uyum sağlaması.
“madde, madendir,” söylemiyle yola çıkarak,
bireyin, sadece duyumsadığı maddeleri kendine dönüştürerek ya da onlarla
bütünleşerek ancak şiirinin oluşlarını yaşayabileceğine inanmaktayız. “insan,
maddedir;” usunu ancak başka maddelerin üzerine yazdığı şiirlerle
dönüştürebilir, besleyebilir. içi dışa devşirmeye çalışan madde-şiir, madde
için yaşadığımızı, madde için bu havayı soluduğumuzu, madde için
şiir-oluşlarını tanrılaştırdığımızı kavratmalıdır bize. “madde, gerçek
tanrıdır;” bizlerse ona bakıp içsel bütünlüğümüzü hiç bitmeyecek bir devinime
sokarız. şiirin bu yeni politikası, madeni paylaşmayı arzular; us-el
madde-bedenle bileşmeden madenden beslenemeyecektir! bu yüzdendir ki zaten,
“madde, insandır!”
Adam Sanat, Mayıs 2004
Efe Murat- Cem Kurtuluş
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder