19 Ekim 2017 Perşembe

ENES TALHA TÜFEKÇİ


(1991, Malatya - )


       2014 yılında Hacettepe Üniversitesi İktisat (İngilizce) Bölümünden mezun oldu. Bir kamu kurumunda çalışıyor.
       Şiirleri, yazıları ve söyleşileri Hece, İtibar, Melâmet, Temmuz vb. gibi dergilerde yayımlandı.
Kaynaklar:

Şiirlerinden Seçmeler:

BİR GÜLLE ASLA

Sen bütün hüzünlerle bir olabilirsin
Bir gülle asla
Sen vasat gülüşlerin, yarım öpüşlerin adamı
İçindeki değil dışındaki suçu seç
Bu bıçaklar senin değil bu bıçaklar senin cezan değil

Sen inanılmazsın, seni bütün yakın yazlar üzebilir
Bir çağa kanıyorsun bilek damarların boyuna kısalıyor
Sen sağır odaların, muhteşem ihtimallerin adamı
Gidip gidip gelme tereddütlerinden
Bu gidişler senin değil bu gelişler senin değil

Sen yapayalnızsın siyahın ortasında beyazsın
Bu çağ makineleri övüyor dişlileri, aksamları ve verimli rakamları
Sen yüce kirazların etlerini övemezsin
Çağdan sürgünsün, üzümden uzaksın sazdan bahçeden
Kelimelerini iyi seç bir yüzyıl daha savaşırsın
Vazgeç artık yenilmek sürekli kan yetiştirir
Sen boş kuyuların, çelik kapıların, kilitli odaların adamısın

Gerekli güllerin yoksunu adam
Adını ezberlemiş bütün elem aşıları
Şöyle bir insansın: Adını çınlatırsın ceylanların içine
Palyaçolar ciddi çocuklardan çekilecek
Ne sanıyorsun bunca elemi?
Adamcağızım, bitti bütün erlik oyunları
Yakın yazlar yok artık
Bir kışla veda et etlerine
Bir gülle asla
Edemezsin

İtibar Dergisi, Sayı: 42

EVE DÖNENLER

1.

En çok yazları sevdik
Hiç varmadık ama huzruna
Birileri derdi şekeri ve tuzu hazır etmeli dudaklara
Teraslara dizmeli kemikleri, yağları kurumalı
Sıcak oval karınlar üzerinde
Ey sevmek, vaktin bütün yataklarda yaşandı
Kardeşin yorgunluk bizi kucağına çağırırdı
Sadece yorgunluk çağırırdı- devrilmiş sütunlara, ölü köpüklere
Güneşin, dünyanın göğsüne çöktüğü vakitlerde
Soğuk limonataların, ıslak şezlongların, yumuşak gölgelerin
Bir dünya uzağında kuru köşeler dibinde
Hiç varmadık varılmayacakmış her şeyin gülüne

2.

Hey işte! Kış geldi derken…
Bize biraz hafifti, biraz yumuşaktı taşları
Halkımızın övülen beyazları-nın
Her şey ne kadar da “günaydındı, iyi akşamlardı”
Güle tutumlu bir köleydi, siyaha kaçmayan
Bir ışık tutkunuydu, bir güneş görendi
Efendisi rahat yaşamak
Lüks semtlerde özgür bir tanrıydı
Dolaşıyordu utanmaz sarısıyla
Odalara ha bire telaş, ha bire pahalı pansumanlar
Ha bire madeni bir gelecek bırakıyordu

Tüm günahları toplu, tüm günahları beyazdı
Beraber binilirdi ölüşlere
Oturarak ölenler vardı, Ayakta ölenler vardı
Olmasın karanlık ve yalnızlık çarşaflıydı
Görünme törenlerinde yoktuk biz
Sanki bir hünermişçesine siyahları seçerdik
Yirmi beş yaşında bir şair öldüğünde, hüznü
Onun büyük kamburunu seçerdik
Neşeyi karartan bir-sürü kelime, bir iç siyah
Akar da akardı
Annesi şiir ve hikâye kara yazılırdı
Bir lunaparkta en hüzünlü çocuğu buluyorduk
Onu yazıyorduk, onun koyu karasını yazıyorduk
İyi geliyordu bize o sahipsiz siyahlar…

Ne yazılanlar kalırdı ne yazılmayanlar bizimle
Biraz uğultumuz vardı birkaç uzak şehirden gelir gibi
Biraz da, susuyorduk öyle kaçılırcasına
Kış hep atkısı boynumuzda
Şuruplar kaynatıldı kar yanığından top saçıldı
Odaların kara köşelerine uğradı kalbimiz
Annelerimizi çelik yeleklere, bakır penyelere çağıran ilk ilmek atıldı
Sevinci tutmuş. Parklarıyla kış
Masal sabahlar fısıldamadı fısıldamamış gecelerimize.

3.

Sonbahar gelirdi, son gelirdi
Rüzgârlarını gökten çağırıp,
Meleklere söyleyip:
“Hüznü dolaplarından çıkarın”
“Ve gezdirin kuru göğüslere ter binene dek”
Yapraklarını hele kopartışı bağrımızdan
Dal dal bizi tutan yaprak yaprak acıymış
Gürleşip duran zarları
Sadece bize: 1
Bir oyun mu aşinaydı bize: 1
Yoksa konuşulmuş muydu
Bütün resimlerde bizden bir renk çalınacağı
Bütün şarkılarda bizden bir ses çalınacağı
Biz sarıydık
Ve ah’lar ederdik

Ve en çok eylülün dikişleri patlardı
Karnımız değil, değil kasıklarımız, alınlarımız hiç değil
En çok kalbimiz iğnelere yatardı
Melekleri koşuşturan, nefes nefese bırakan
Bir yazgı bulunuyordu
Aşk yorganını açsın diye, gezsin dolaşsın diye
Biraz fazla yalnız kalırdık, biraz daha ruhla
Kimsesi yoktu o büyük ağlarımızın
Bir gülü değil, bir kucağı değil
Kanı akan bir şaşkınlığı istiyordu ağlarımız
Zaman saatlerini durdurmuş dolardı içine

4.

Bahar ilk geldiğinde…
Toprağın teri mis,
Haydi diyor başmelek: İndirelim yeşili yeniden
Balkonlara çıksın evler, iki sandalye bir masa çıksın
Bir paket sigara, ölüme kadar yaşamak çıksın

Cephesinde yeşil sabahların mayınlı geceler
Durmadan o çiğ korkulara basıyorduk
Ellerimizde aynalarımız aya tutuyorduk
Bitmezdi gecenin açtığı karanlık
-orada: yaban geyikleri, oğul veren arılar, peygamber atları
Aşkın kumanyaları yetmiyordu kalbimizi kurtarmaya
Acı büsbüyük bir tanktı, kaba ve ağır ve ateşli
Belki inanmamıştık
Belki terlememişti ruhumuz küçük odalarımıza
Çekemedik tüyünü kelimelerin
Belki telaşımız yetmemişti büyük sözlere
Hikâyelere, şiirlere…

4+

Biz bir şeyler söyledik
Örtüler atıldı üstüne, odunlar kırıldı
Birileri çıktı asit döktü, tuşlar tıklandı
Bazıları yumurta kırdı, kabukları sıvadı
Ateş kaynatıldı şeytan kâselerinde
…diye diye…
O genç ruh, oluklarını açıyor diye

İtibar Dergisi, Mart 2017


Hiç yorum yok: