25 Şubat 2009 Çarşamba

2009 Altın Portakal Şiir Ödülü Kemal Özer'in “Temmuz İçin Yaralı Semah” adlı şiir kitabına verildi.




2009 Altın Portakal Şiir Ödülü Kemal Özer'in “Temmuz İçin Yaralı Semah” adlı şiir kitabına verildi.

Antalya Büyükşehir Belediyesi ve Antalya Kültür Sanat Vakfı tarafından bu yıl on üçüncüsü gerçekleştirilen Altın Portakal Şiir Ödülü'nün sahibi belli oldu. Doğan Hızlan, Enver Ercan, Şeref Bilsel, Yücel Kayıran ve geçen yıl ödül alan Cevat Çapan'dan oluşan seçici kurul bu yıl oybirliğiyle ödülü, Kemal Özer'in Yordam Yayınları tarafından yayınlanan 'Temmuz İçin Yaralı Semah” adlı şiir kitabına verdi. Özer, Altın Portakal'a layık görülen “Temmuz İçin Yaralı Semah” şiir kitabıyla Dünya Kitap Dergisi tarafından Kasım 2008'de 4. Altın Sayfa Edebiyat Ödülü'nü de kazanmıştı..
Özer'in ödüle, "İlk kitabı 'Gül Yordamı'ndan (1959) bugüne, toplumsal hayatımızdaki kırılmaları ıskalamadan, şiirimizdeki değişimlere kayıtsız kalmadan, kendi şiirini sürekli yenileyerek diri tutan ve ötekinin sesine kulak veren bir şair olması" dolayısıyla layık görüldüğü bildirildi.
Törene katılamayan Özer'in ödülünü, Cevat Çapan'ın elinden Doğan Hızlan aldı.

13. Altın Portakal Şiir Ödülü’nü kazanan Kemal Özer’i yürekten kutluyorum.
*Kemal Özer'in fotoğrafı Altay Ömer Erdoğan arşivinden alınmıştır.

12. Altın Portakal Şiir Ödülü Sempozyumu Antalya Kültür Merkezi’nde yapıldı.


Cevat Çapan, 13. Altın Portakal Şiir Ödülü'nü kazanan Kemal Özer'in ödülünü Doğan Hızlan'a verirken.
Cevat Çapan teşekkür konuşması yaparken,

Gönül Çapan, Cevat Çapan, Hilmi Haşal, Turhan Günay, Mustafa Şerif Onaran.



Alişan Çapan, Michael Hulse, Mustafa Fırat, Mustafa Tuncel, Mustafa Şerif Onaran, Yılmaz Arslan.



Eren Aysan, Şükrü Erbaş, Doğan Hızlan ve Mahmut Temizyürek.



12. Altın Portakal Şiir Ödülü Sempozyumu Antalya Kültür Merkezi’nde yapıldı.

Antalya Kültür Sanat Vakfı'nın Antalya Büyükşehir Belediyesi'nin desteğiyle bu yıl 12.sini düzenlediği ve 2008 yılı Altın Portakal Şiir Ödülü’nü kazanan Cevat Çapan adına “Cevat Çapan ve ‘Bana Düşlerini Anlat’ “ başlığıyla düzenlenen sempozyum, Antalya Kültür Merkezi Perge Salonu’nda gerçekleştirildi.
Etkinliğe, aralarında Abdülkadir Budak, Ahmet Tüzün, Celal Fedai, Cem Uzungüneş, Cenk Gündoğdu, Doğan Hızlan, Enver Ercan, Erdal Alova, Eren Aysan, Fuat Çiftçi, Gökhan Demirci, Gökhan Göçer, Gülümser Çankaya, Hilmi Haşal, Hüseyin Cahit, İlyas Tunç, Mahmut Temizyürek, Mehmet Öztek, Metin Demirtaş, Musa Öz, Mustafa Fırat, Mustafa Şerif Onaran, Nuri Erkal, Selahattin Yolgiden, Sinan Oruçoğlu, Şehmus Ay, Şeref Birsel, Şükrü Erbaş, Tamer Gülbek, Yaşar Bedri, Yılmaz Arslan, Yunus Yaşar gibi şair ve yazarların da bulunduğu çok sayıda şiirsever katıldı. Michael Hulse ve İlyas Tunç’un Cevat Çapan şiiri üzerine konuşmalarının ardından sempozyumun Doğan Hızlan'ın oturum başkanlığını yaptığı ilk oturumunda; Eren Aysan, Şükrü Erbaş ve Mahmut Temizyürek, Cevat Çapan ve şiiri üzerine bildirilerini sundu. Mustafa Tuncel başkanlığında gerçekleştirilen ikinci oturumda, bir Cevat Çapan uzmanı olan ve aynı zamanda onun şiirlerini çeviren Michael Hulse, Mustafa Fırat, M. Şerif Onaran ve Yılmaz Aslan bildirilerini sundu.
Öğle yemeği için verilen aradan sonra gerçekleştirilen ve oturum başkanlığını Enver Ercan’ın yaptığı üçüncü oturumda ise İlyas Tunç, Celal Fedai, Ahmet Tüzün ve Tamer Gülbek bildirilerini sundu.
Sempozyumun sonunda bir değerlendirme ve teşekkür konuşması için kürsüye çıkan Cevat Çapan kendisine ve şiirine sevgiyle yaklaşıldığını söyleyerek, "Sizinle yaşadığım bu saatler için çok teşekkür ederim." dedi ve duygulu bir şekilde kürsüden indi.
Önceki yıllarda dünya şiir gününde yapılan ödül töreni bu yıl ilk kez sempozyumun ardından gerçekleştirildi.
Doğan Hızlan, Cevat Çapan, Enver Ercan, Yücel Kayıran ve Şeref Birsel'den oluşan 13. Altın Portakal Şiir Ödülü Seçici Kurulu tarafından, ödülün Kemal Özer’in Yordam Yayınları’nca yayınlanan “Temmuz İçin Yaralı Semah” adlı kitabına verildiği açıklandı. Kemal Özer’in rahatsızlığı nedeniyle katılamadığı törende onun adına ödülü geçen yılın ödülünü alan Cevat Çapan'ın elinden Doğan Hızlan aldı. Çapan, Kemal Özer'in de kendisi gibi Beşiktaş'lı olduğunu ifade ederek "Kupa bizde kaldı." dedi. Doğan Hızlan da kendi kuşağından bir şairin ödülü almasının kendisini mutlu ettiğini belirtti.
Törenin sonunda Kemal Özer’in ödül kazanan kitabında yer alan “Behçet” adlı şiiri okundu.





TAMER GÜLBEK




(1965, Ankara - )


       Yıldız Hanım ile Mehmet Gülbek’in oğlu. 1983 yılında Kuleli Askerî Lisesi’ni ve 1988 yılında Boğaziçi Üniversitesi İngiliz Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Aynı yıl Kuleli Askerî Lisesi’nde İngilizce öğretmenliğine başladı. 1995 yılında Marmara Üniversitesi İngiliz Dili Eğitimi Bölümü’nde yüksek lisansını tamamladı. Daha sonra İzmir Maltepe Askerî Lisesi’nde ve Ankara’da Kara Harp Okulu ve Bando Meslek Yüksek Okulu’nda öğretmenlik yaptı. 2012 yılında TSK’dan emekli oldu. 2013 yılında Cambridge Üniversitesi'nin CELTA Programı'nı İzmir Ekonomi Üniversitesi'nde tamamladı. 2013 yılından beri İzmir Ekonomi Üniversitesi Yabancı Diller Yüksek Okulu'nda okutman olarak çalışıyor. İzmir’de yaşıyor; evli.
       İlk şiiri 1998 yılında Varlık dergisinde yayımlandı. Şiirleri, şiir üzerine yazıları, çevirileri ve söyleşileri Akatalpa, Bahçe, Bireylikler, Dize, E, Eliz Edebiyat, Heves, İle, İnsan Şiir Defteri, İz’im Sanat, Kavram Karmaşa, Kitap-lık, Kül, Ludingirra, Mahfil, Mühür, Öteki-siz, S’imge, Son Yeni Biçem, Şiiri Özlüyorum, Uç, Varlık, Virgül, Yeni Biçem vb. gibi dergi, fanzin, gazete ve eklerinde yayımlandı.
Ödülleri: “Suda Tuhaf Hareketler” adlı dosyasıyla 2001 Orhon Murat Arıburnu Şiir Ödülü’nü aldı (Ödülü Hüseyin Peker’le paylaştı).
Yapıtları: Şiir: Zefiran, 2008, Kül Sanat Yayınları, Ank.; Suda Tuhaf Hareketler (2009, Mühür Kitaplığı, İst.; Güven Park, 2010, Karşı Yayınları, İst.; Yabancı Dil, 2013, İkaros Yayınları, İst.; Tümünü Görüntüle, 2018, Dünyadan Çıkış Yayınları, İst.
       İnceleme, Eleştiri: Şiirle Tutulan, 2010, Karşı Yayınları, İst.

       Çevirileri: Alfred Lord Tennyson, Enoch Arden, 2018, Vakıfbank Kültür Yayınları
Hakkında Yazılan Yazılardan Alıntılar:
/  "Tamer Gülbek şiiri iki gerilim hattı üzerinde ilerler. 1. Dilin büyüsünü bozmadan şiirin sınırlarını zorlamak, 2. Şiirin büyüsünü bozmadan dilin sınırlarını zorlamak. Bu iki gerilim hattı sıklıkla aynı şiirde buluşur ki böyle şiirleri bu yüzyıl başı şiirimizde bir sıçrama yaratacak gizilgüce sahip şairler arasında anılmasına yol açacaktır. Ayrıca bu gerilim, Tamer Gülbek'in lirizme en uzak duran şairler arasında oluşunu da açıklar."

                                                                                                                        Cem Uzungüneş 



SAHRA ÇADIRI


bir sahra çadırı garip bir şeydir
o çöle değil çöl ona kurulur
yutucudur ve nursuzdur

buruşuk bir ışık aydınlatır
yuttuğu darbeli adamların yüzlerini
ki bunlar uzak ve yarık şehirlerden gelmişlerdir
saklamayı bilmezler de içtiklerini dökerler

ve kızgındırlar
çocukluklarını bu çadırlara gömmüş gibi
ve ruhlarını patlak cibinlikler gibi
yaşadıkları şehirlerin göğüne germiş gibi
kızgındırlar

yani gariptir bu adamlar
onlar çölü değil çöl onları gezer
gecenin arındırılmış ruhudurlar bir bakıma

bu adamlardan biri konuşmaya başladı mı
şaşkın kanlar akar çamurlu sokaklarından
uzak ve yarık bir şehrin
kesilmiş gibi kirli damarlarından biri
ve boşalır oluklarından susamış ızgaraların

daha bir buruşur suratlar ve daha bir dökülür içilenler
bir şimşek çakar şimdi nedensiz boykotların üstünde
ve boykot eder karanlık aydınlığı
nöbetçiler nöbetini
ve kulaklar gecenin sessizliğini

korunmasız bir kobaydır işte o zaman sahra çadırı
ve gece komando bir yarasa gibi
kanlı dişleriyle inerek üstüne
geçmişin bütün sırlarını akıtır içine

yarık şehirlerden yeğdir yarasalar bu bilinir
ve yine bilinir ki
ölümüne kanayan bir sahra çadırı garip bir şeydir.


SİPARİŞ

bildik bir yabancılıkla giriyoruz geceye
körüz, balık gibilerinden üç şüpheliyiz
zifirî bir yabancılıkla giriyoruz denize

garsonun elinde tepsi, onun elinde karar
elinde garsonun bitimsiz su, derinliğinde esrar

çardağın altındayız, üstünde kerevetin
üç karanlık müşteriyiz, bitmez isteklerimiz

kına olsun isteriz ay ellerimize hiç dönmesin
isteriz ki karışsın deniz dibi telvesine tenlerimiz

körüz garson, sarhoşuz, gecede seken yüzleriz
yabancı bir tanışlıkla ilerliyoruz gecenin denizinde
bitmez ki isteklerimiz, su yüzüne sarkıtılmış ipleriz.


SAHTE MACERA

çok mu şeyle irkildim, ne ki bu sabahlar
başımın üzerindeki mutsuzluk kilidi
açılan bir alaattin kapısı, bir kapçık susamlı
çiziktirmekle geçiştiremeyecek kadar onurlu

disiplinli bir şekilde içiyoruz her kış
ve her yaz, bunları konu ediyoruz utanmadan
sahte macera başımızdaki, bir kamçılı madam

basmanın altındakini hayal ettiren güç
yazı da getirebilir bakışa göre

renklerle oynamaktan vazgeçeceğim bu gidişle
bu gidişle kızı alacağım o hâkî bahçeden
bahçelerin daha gerçek ve daha yeşil olduğu bir yere
üfledikten hemen sonra penisilini ilkbahar güneşine
ve yutkunduktan sonra iltihabını kandırılmış geçen yılların
askerî hastanelerin karanlık park yerlerinde
gececi ve şüpheci bir imbat eşliğinde
eski bir öğrencimin şırıngasının ucunda
mutlu bir bilinçsizlik gibi dönerken geriye göç
öfke yine kabarıyordu gabar dağını sulayan kan gibi

bela okumaya geldim hepinize, ben bir günahsızım
ben bana anlatılanlara inananım, ben sonra birden
bire gidenim, alanım hepsini o sonsuz hâkîlikten

birinci olurken ikinciye üzülmekten hicap duyuyorum artık
öyle ki, sabahın körü ağzıma kötü şeyler geliyor, bak
öyle kötü seviyorum ki topunuzu, öyle kopuk ve artık

bu gidişle hepinizi alacağım o kadersiz bahçeden.


“Zefiran” adlı kitabından
Tamer GÜLBEK


ZEFİRAN

ı.


hepsini ikimiz için yaptım nedir sabahları erkenden kalktım
akşamları erkenden yattım yazdığımı yırttım kasayı çöpe attım
görüntüyü gittim sattım harfleri kırdım ufaladım üfledim
geçmişe giden oluktan şükür dedim şükür aklımı koruyan
ruhuna ruhumu koruyan aklına herşeye değer dedim
yalnızlığın kırbacı develerin kırbasındaki acı su yeter ki sen

ıı.

selesindeki zeytine baktım karşımdaki hayalin gerçek çökeldi
içimde senin tahminin benim doğrum oldu zamanla sağaldım
zamanla doğruldum kaygan bir hayvan gibi dirildi kimlik sen
uzun tülbentler serdin suyuma sen uzun döndün
yörüngesinde beni yapan boşluğun aklımın kalanını muhafaza
ettin sarı bir denizde kırılmıştı filikam

ııı.

şimdi sarılıyorum bizden artan pamuğa ufukta kalan kızıl bir
çadır gibi uğulduyor geçmiş sıyrılırken sesler zencefil kokulu
koridorlarda ıslak bir havluyu seriyorum usulca tüten bir
köknarın üstüne dağılıyor sendeleyen nar kızlar misket
yuvarlıyor olağandışı bir enlemde buz topluyor hava uzaklarda
zefiranlı bir suya batırıyor hafızamız silik ayaklarını.

“Zefiran” adlı kitabından
Tamer GÜLBEK


*Tamer Gülbek'in izniyle yayınlanmıştır.

16 Şubat 2009 Pazartesi

MODERN ELİT DİNAMİK ŞİİR BİLDİRGESİ / MUSTAFA ERGİN KILIÇ

MODERN ELİT DİNAMİK ŞİİR BİLDİRGESİ


İLK SÖZ:
“İmge yeniyse karşımızda yeni bir dünya vardır”
G.Bachelard

Modern Elit Dinamik Şiir, insanın yaşam savaşını sürdürmesini ve ayakta kalmasını sağlamak amaçlı; yeryüzünün benliğine çalınmış mayadır. Devingen, çarpıcı, hücre yapısı yenilikçi, imge naifi, tutkulu, dünya coğrafyasından iyi beslenen, solmayan ve hep tazeliği soluyan, uzun soluklu; el değmemiş ve görülmemiş olanı görüp işleyerek toplumsal reflekslerin bünyesine motiflenen ve varoluş sarmalına aşılanan şiirdir. İnsandan sonrasına varır!

1. İlkesi; ebedileşmek için yazmak, edebileşmek için yaşamaktır…

2. Modern Elit Dinamik Şiir; önce kendini ehlileştirir hayatı anlamak için, sonra hayatı ehlileştirir kendini anlatmak için…

3. Modern Elit Dinamik Şiir, edebiyattaki mekanikleşmenin, körleşmenin, kısır döngünün, hamlamanın karşısındadır. Tutucu değil akıcı, durucu değil durulayıcı; susucu değil yankıcı, susturucu değil tetikleyici, sakinleştirici değil coşturucudur.

4. Sözcükleri şiirde oldukça geniş bir anlam yelpazesinde kullanmaktadır. Sözcük farklı anlamlara gelerek hem dizede hem şiirin içerisinde farklı bir ses ve anlam örgüsü yaratmaktadır.

5. Dize kendi iç sesiyle şiirde bir senfoni oluşturmuştur. Dize içerisindeki sözcükler kendi iç sesleriyle dize içi uyak yaratmıştır. Bu da dizeler arası senkronizasyona katkı sağlamaktadır. Sesin şiirin geneline yayılması; sözcükten dizeye taşınması, şiiri yağmur görmeden de yoğun akan bir nehir haline getirilmesini sağlamıştır.

6. Şiirde sese önem vererek, anlamsal akışa ciddi katkı yapmıştır. Şiirde ses, okumayı tetikleyici bir etkendir. Ses, yalnızca dizeler arası geçişlerde değil dize altyapılarının oluşturulmasına da etki etmiştir.

7. Sözcüğün kendi benliğinde var olan ses her daim ortaya çıkarılmak için bekler. Bir şairin görevi de sözcüğün içerisindeki sesi, şiirin yüzüne çıkararak dize içi akışkanlığı ve dizeler arası akışkanlığı sağlamaktır. Çünkü her sözcüğün kendi kimliğine ait bir sesi vardır. Şiiri de şiir yapan sözcükler arasındaki sesin bağdaşması ve anlamsal mekanizmanın işleyişe katkı sağlamasıdır. Modern Elit Dinamik Şiir bunu başarmıştır.

8. Şiir dilinde özgünlüğü, çok dallılığı ve çok dilliliği savunur. Üsluptaki kısır döngünün karşısında durarak, aynı çizginin koyulaştırılması değil farklı açılarda ve yönlerde birçok çizgi çizebilmek ve bu çizgileri derin tutarlılık çerçevesinde sürebilmek ve koyulaştırabilmeyi ilke edinmiştir.


9. Yaşayabilmek için, kendisine iyileşmeyen yaraları merkez edinir.

10. İnsana her dizeyi motif motif işlemeyi bilmiş, renk renk ipliklerle farklılığını insan belleğinde kayıt altına almıştır. Biçim takıntısını yıkmış, şiiri olabildiğince özgür kılmıştır.

11. Şair yeni imgesel örgüye önem verir. Örmek kelimesini şiirde temellendirir ve sözcüğün sözcükle ilişkisini en iyi derecede dillendirir, şekillendirir. İmgeleri kendi içerisinde zorlar. Yenilikçi damarı durup durup patlatır. Hayatın her anını ve alanını imgeleştirebilme yeteneğiyle de şiire hiç girememiş alanların yelpazesini genişletmiş ve Türk şiirine imge boyutunda yeni kazanımlar getirmiştir.

12. Şiirde biçim üzerinde fazla durmamaktadır. Çünkü şiir sürekli değişken biçimleri dener. Tek tipleşmeyi reddeder. Şiirde, biçimin şiiri kısırlaştırdığını, şairliğin özgünlüğünü kısıtladığını, şiirin özgürlüğünü sekteye uğrattığını düşünür. Bir şiirin daha rahat akması için kendi dinamikler çerçevesini kurarken; biçim üzerinde yoğunlaşmasının, şiiri zora sokacağını düşünür. Çünkü biçim, oluşturulacağım derken içeride anlamsal yapıya zarar verir. Örneğin, bir şiirin bitişinde çarpıcılık ve etki son dizenin tek başına ayrı bir kısım gibi yazılmasındaysa, o şekilde yazılmalıdır. Ancak bunu bir zorunluluk haline getirip, her şiirde son dizenin ayrı yazılması, şiirdeki etkiyi ve bütünlüğü bozacaktır. Çünkü şiir, bazen de kendisini son dizesini ayrı değil de bir üst dizeyle birleştirerek bitirmek isteyecektir. Ya da şiirin akışı bitişin üç dize halinde yapılmasını isteyecektir. Her şiir tektir ve tek başına yazılır. Eğer şiirler birbirine benzemek isterse; şiir kendi benzemek istemelidir, şairi benzetmemelidir. Şiir kendi rızası olmadan bir diğer şiire biçim olarak benzetilmek istendiğinde, her şiir anlam kaybına ve doku kayıplarına uğrar. Şimdi burada şairin belleğine şiir her seferinde 4+4+4+2 geliyorsa yazmasın mı diyeceksiniz. Meraklanmayın… Hiçbir şaire şiir belli kalıplar halinde gelmez. Gelse de bir süre sonra, geliş şeklini kendisi kendisinden sıkılıp değiştirecektir. Şair şiiri kalıplara sokar ve tek tipleştirir. Dolayısıyla biçimsel benzerlikler kuracağım derken, içyapısal zararlara uğratır şiiri ve iç dinamik dengesini bozar. Şiir dayatmaya gelmez. Ama biçimsel zorlamalar şiir için bir dayatmadır. Şiir anında bayrağı çeker ama şair bunu önemsemez. Yalnızca bir şiirini değil tüm kitabı aynı kalıpta aynı biçimsel çerçevede yazmak amaçlı yola çıktığı için, ne pahasına olursa olsun bu yolu tamamlar. Ama şairin bu biçim tutkusu ve kararlı tavrı bir süre sonra sekteye uğrar, uğramak zorundadır. Çünkü şair kısa sürede sona yaklaşır ve tıkanır. Bu tek tipleştirme onda bir buhrana ve üretememe sıkıntısına dönüşür. Bu tip kitapların devamı da gelmez. Şair bu kısıtlamaya uzun süre tahammül edemez. Kendi biçimini kendisi kırmak, yıkmak zorunda kalır. Şiir su gibidir, bir kaba konulduğunda basınç uygular. Hep o kapta tutulmak istendiğinde! Dışarı çıkmak için her türlü baskıyı kurar. Buradaki kap şiirde biçimdir. Kaçınılmaz olarak bir süre sonra da kendi kendisini tüketir.

13. İmge şiirin kalıtsalıdır. Şiir her okunduğunda farklı bir anlamla bizleri selamlar. İmgeler denizinde her okuyuşta yeni bir dalga, yeni bir imbat ya da anaforla karşılaşılır. Şiir, insanı içine çekmesini bilmelidir. Çünkü imge yeryüzünde var olan renklere ek olarak yeni renkler yaratma çabasıdır. Var olan renklerin kardeşliğinden de farklılıklar yaratma yetisidir.

14. Şiir arınmıştır, özdür, son sözdür. Yeni bir dünyanın kapısını aralar. Dünyanın içini açar, bakar. Sözcüğün içinden sözcük çıkarır. Sözcüğü sancılarla doğurtur. Sözcükteki tutkusu anlam perspektifini maksimize etmek içindir. İngilizce “world” sözcüğü herkese dünyayı çağrıştırırken, ona “word” sözcüğünü de çağrıştırır. Dünyanın içinde -wor(l)d- sözcük arar ve bulur. Herkesin iyi olarak tanıdığı “good” sözcüğünden “god” (tanrı) çıkarır. -go(o)d- diyerek, iyilikle tanrı arasında bağlantısını kurar. Burada İngilizce sözcüklerden örnekler verme sebebimiz algıyı güçlendirmek ve şiirin meşguliyet alanından biri olan sözcüğe; daha çok vurgu yapmak içindir. Sizin merhaba diye güne başladığınız “hello” sözcüğünden, Modern Elit Dinamik Şiir “hell” (cehennem) çıkarır. –hell(o)- der. Sözcüklerle sürekli hemhal olmayı ihmal etmez. Yeni bir yapı ve teknik geliştirir. Yeni bir şiir dili benimser ve besler. Zaten yenilikçi dil de sözcüğün damarlarından geçer.

15. Şiir, sözcüğün damarlarından geçen kanın basıncını, akma hızını, rengini (kan da kırmızının tonlarından oluşur, şiirde ton her şeydir), pıhtılaşma hızını, çeperlerini zorlama oranını ve hangi vücutları gezerek, nasıl gezerek vücut bulduğunu ve hangi vücutların kendisini şiirde bulduğunu tartma ve değerlendirme sanatıdır. İşte burada da şairin görevi şiirinde dünyayı merkez almasıdır.

16. Dünyayı merkez alan bir şiir anlayışı vardır. Dünyanın çevresini gezmek yerine iki yarıçapla/iki hamleyle! (çapla) karşıya da geçmesini bilmektedir. Bu sözcüğün kullanılma biçimiyle mümkündür. Şair bazen de dünyayı keşfetmek için az ve öz sözcükle hedefine varmasını bilendir. Sözcük tasarrufunu çözmüş bir şair, sözcüğü de çözmüştür. Dolayısıyla şiir, sözcüklerin yontulmasından ve verimli kullanılmasından elde edilir. Şiir bonkörlüğü sevmez. Çünkü zenginlik sözcüğün kimyasındadır, zenginlik kullanılan sözcük sayısında ya da uzun dize kurgularında değildir.

17. Modern Elit Dinamik Şiir aklı zorlamaktadır. Rilke’ nin dediği gibi “Bizim yaptığımız görünürü görünmeze çevirmek” ilkesini şiirde benimseyip, imgenin kalıtsal etkilerini çeşitlendirip, şiirsel sezgiyi ön plana taşımayı amaçlamıştır.

18. Şiirin vazgeçilmezlerinden birisi, felsefi boyuttan hayatı ve insanı sorgulamasıdır. Her insanın kendisini sanık sandalyesine oturtup sorgulatır. İnsanın varoluş sebeplerini ve hayata gönderilme amacını analiz etmek gibi bir görevi üstlenir. Dolayısıyla insanı tüm boyutlarıyla ele alır. Dante’nin şiirindeki felsefi itibarı şiirinin bünyesinde çeşitlendirir.

19. Mallerme’nin “Şiir, sözcükler dinidir” cümlesinden yola çıkarak kendisini kurmasını bilmiştir. Sözcük şairi şiire yürüten eldir. Bu elin sıkı sıkıya tutulması gerekir. Bu eli tutmuştur.

20. Şair, hayatın her safhasındaki erozyonu işaretlemelidir. Perspektifini tüm açıları görebilecek şekilde ayarlamalıdır. Burada ki kayma noktası, şiirdeki dinamizmini tetiklemeli, iç dengeyi harekete geçirmelidir.

21. Şiir, akmaya değil çağlamaya meyillidir. Sözcüğün yüklenmek istediği anlamdan ziyade sözcüğe istediği anlamı yüklemelidir. Modern Elit Dinamik Şiir’in en önemli farklılığı buradadır. Sözcüğün, kendisinin dahi farkında olmadığı anlamını sözcüğe işaret etmesidir.

22. Anlam akıcılığı ön planda tutulmaktadır. Her dizenin kendi iç dinamiği ve anlam bütünlüğü; dizeler arası dinamizm, şiirin tamamında görülmekte ve çok sesli bir iç dengenin mevcudiyeti sağlanmaktadır.

23. Şiirin altyapısı her sözcüğün şiirde anahtar olma eğilimi üzerine atılmaktadır. Dize içerisindeki sözcükler kendi anlam ve içeriğini zorlayarak şiire bir doğurganlık getirir. Burada amaç her sözcüğün başlı başına bir şiirin yapı taşı olduğunu sergilemek ve bir sözcüğün bünyesinde barındırdığı nitelikleri ortaya çıkarabilmektir. Sözcüğün şiirdeki etkisini ve yaratıcılığını vurgulamaktır. İnsandaki hücre yapısının önemi gibidir. Uzun vadeli yaşamak için (bir şiirin kalıcılığı ile bağdaşır) nasıl hücrelerinin kendini yenilemesi gerekirse, şiirde de hücre sözcüktür. Hep kendini yenileyen, anlam olarak büyüyen, katmanı hiç bitmeyen bir boyut kazandırmalıdır. Her okunulduğunda yaptığı yeni çağrışımlarla belleği zorlamalıdır. Belleğin tıkanmaya meyilli tüm damarlarını açmalıdır. Açık damarlarını da daha çok genişletmelidir.

24. Şair ve şiiri bir yalnızlar devridaimidir. Hep aynı içerik, sözcük öbekleri, içyapı kullanımı olursa şiir eskimeye mahkûm kalır. Bu dolanımda gezenin su olduğu varsayılırsa; sürekli yeni kaynaklarla beslenmesi, akış yön ve hızlarının değişimi, suyun tazelenmesi gerekecektir. Aksi taktirde günümüzde okuduğumuz kör şiirden kurtulmak, körelmiş sözcüklerle şiirler yazmak sıkıntısıyla hiçbir zaman mücadele edemeyiz.

25. Şiirin temel imgelerinden birisi doğadır ve doğadan beslenir. Doğadaki süreğenlik ve akıcılık şiirin merkezini oluşturur. Bu hareketlilik doğanın temel bir yansıması olarak şiirin içinde belirir. Temel öğeleri doğanın içerisinde bulunan sözcüklerdir. Şiirin inşasında bu sözcüklere sıklıkla yer vermekten kaçınılmaz. (bir dalın devinimi, bir kuşun salınımı, uzun vadede de olsa bir toprağın usul usul kayması, bir nehrin doğanın rehberliğini üstlenip yeryüzünü gezmesi, yine denizin kendi içerisindeki anafor, yağmur tanelerindeki irili ufaklı ifadeler; tüm bunlar Modern Elit Dinamik Şiir’in meşguliyetidir)

26. Şiirde mümkün olduğunca dizeler arası geçişler yumuşak sert yapılmaktadır. İnce bir aritmetiğin üzerine oturtulan kurgu (eğer varsa ve şair şiirin öyküsü olmasında ısrarcıysa), şiir okundukça kendini ele vermektedir. Ama şiir imgesel ve tanımsal anlamda da sezgisel açıklığa izin vermektedir. Sıradanlaşmış, kendini ortalığa hemen sermek için yazılan şiirin karşısında durmaktadır. Şiirde büyü ve giz arayışını sürdürür. İçerisinde koyu bir anlamsal kapalılığa yer yoktur. Şiirin gizi, sözcükler içerisindeki anlamdadır. Zorladıkça, yoruldukça, yoğruldukça çıkar.

27. Şiirden çok şey istemeliyiz ve beklemeliyiz. Her şairin kendi üslubu çerçevesinde eskimesinin sakıncaları üzerinde durmalıyız. Eskiyen bir çerçeveye hep yeni bir resmi koymanın gerekliliğini vurgulamalıyız. Çerçeve eskir de resim hep yeni kalmalıdır tezini savunmalıyız. Hatta duvarın bile değiştirilmesi gerektiğini anlamalıyız. Aynı çerçeve, aynı duvardan yıllarca bize bakan resim; kendimizin de eskimesine sebep olacaktır. Eğer şair gerçek bir yaratıcıysa, bu sorunla savaşmasını da bilmelidir.

28. Sözcüğü şiirde çok eskitmemelidir. İç anlamını zorlamalı, farklılaştırmalıdır. Sözcüğe, var olandan yenisini yaratması öğretilmelidir. Eskiyen sözcüğü yamamak şairin sanatıdır. Ancak yeniyi yaratmak da farklılığıdır. Farklı olanı işlemeli ve farklı olan imgeyi kazıya kazıya bulup çıkarmalıdır. Yazılmamışı ve yazılamayanı yazmaya çalışmalıdır.

29. Şiir, her okuyuşta farklı ipuçları verebilmelidir ve bir fotoğrafın farklı karelerini sunabilmelidir. Bir şair, bir kere okunup rafa kalkması için kitap yazmaz. Özlendikçe tekrar tekrar okunması için yazar. Şiir özlenmelidir. Şiir okundukça daha çok özlenmelidir. Modern Elit Dinamik Şiir, şiirin bir kere de okunup atılmasının önüne engel koymuştur. Çözümlenmesi gereken bir yapı ve algı ekseninde insanı düşünmeye iten bir şiir akımı ortaya atmıştır. Yaratıcılığı zorlayarak, insanın şiire bakışına yeni kazanımlar getirmiştir.

30. Modern Elit Dinamik Şiir, okuyanına hemen teslim olmaz ama okuyanını hemen teslim alır.

31. Doğru şiir, akmasını ve nereye akması gerektiğini iyi bilir. Pavese’in dünyaya yaklaşımını önemser: “Dünyadan bir şey istemekten vazgeç, sana ne yapacağını bilemeyeceğin kadar çok şey verecektir dünya”. Çok şey ister. Modern Elit Dinamik Şiir, bir şiirde olması gerekenden daha fazlasını ister.

32. Her şiir, çokluk vermek için yazılmalıdır. Tekrardan kaçmalı, sonlanması gereken yerde noktayı koymalıdır. Kendine başka girizgâhlar edinmesini bilmelidir. Aynı biçemin farklı bir tonunda hatta çok farklı bir renginde konuşmayı öğrenmelidir. Çünkü şiir aramaktır. Aradığını bulamamaktır. Yeniden aramaktır. Şairin ömrü yollarda geçer. Acı, sancı ve keder üçgeninde molalar verip, yoluna devam eder.

33. Şiir; tek tipleşmeyi, gereksiz anlamsal kapalılığı, yıllarca aynı girizgâhı kullanmayı reddeder. Kendinin devamı ve kendinin ezberi olan yaklaşımı siler. Her şiir farklı bir anlayışın, biçim ve anlam örgüsünün izleğiymiş gibi okuyucu karşısına çıkmalıdır. Her şiir farklı bir misyon taşımalı ama şairi de tek olmalıdır. Her farklı bellekli ve izlekli şiirde; imgeye, ses ve söz dizimine sinen koku, şairini işaret etmelidir.

34. Şiirin biricikliği modern çağı ve geçmişi doğru analiz etmesinden geçer. Her sese kulak vermesinden ve her sözü anlamak istemesinden geçer. Tüm bunları da bir şiirin kurulmasına katkı sağlayan tetik noktaları olarak kullanmasından geçer. Şiirin biricikliği değişken olabilmeyi, kendini farklı kılabilmeyi bilmesinden geçer. Şiirin biricikliği insandan geçer. Toplumsal reflekslerini geliştirmiş, temiz oksijen içeren, bu sayede şiire farklı ve sağlıklı anlamlar yükleyebilen, işlenmişi işlemeyen, soluğu uzun, imgesi ve belleklerde bırakacağı iz derin olan şiir kalıcıdır.

35. Gerçek şiir, duyargaları sonuna kadar açılmış toplumsal izlekleri barındırmaktan korkmaz. Bir ressamın doğanının renklerini hassasiyetle işleyişini, bir heykeltıraşın her darbede yeni bir buluşa çığır açışını, bir sanatçının sesini çok çeşitli kullanışını, bir bahçıvanın gülü yeniden var etmek için budayışını kendine izlek edinir.

36. Şiir okundukça insanı anlam girdaplarıyla eskitmeli, içine çektikçe heyecanlandırmalı ancak kendisi her okuyuşta yenilenmelidir. Tekrar okumalar bir şiiri eskitmemelidir. Tekrar okumalarda yenilikler sunabilen bir şiir yapısı, insanı da yeniler. İnsanı yener. Ve şiir insanın olur.

37. Şiirde temel prensip; çarpıcılık ve dalga etkisi sürmek olmalıdır. Şiir, kıyıya gelip geri döner. Kıyıya gelir ve geri döner. Şiirin bitime yaklaşmasıyla su, bellekte şekillenen şehrin üstüne yürür. Yeni bir mavilikle örter. Şehri yeni bir mavilikle örer. Şehri tamamen içine alır.

38. İçerik ve temel, çeşitliliğe dayanmalıdır. Bir bahçe hep aynı kalmamalıdır. Çünkü şiir geçen bahar begonvilse, bu bahar çitlembik ekebilme cesaretidir. Buna iklim ve toprak müsaade eder mi diye soracak olursanız, Pavese’nin şu sözleri cevap olabilir: “Şiirin başlıca temeli, daha şiir başlamadan şairin imgeleme yetisinde tohum olarak yaşayan o duygudaşlık bağlarının, o biyolojik saplantıların önemini bilinçaltı bir duyarlıkla sezmektir”. Şiirin dinamizmini tetikleyen budur. Bir tarla pamuk ve pirinçten sonra, tütün de verebilmelidir. Temel ilke çeşitliliktir. Anlamda, kavramlarda, dilde, şiir yapısında, imge örgüsünde, seste çok çeşitliliktir. Çünkü şiir yaşayan bir şeydir. Modern Elit Dinamik Şiir, şiirimize bu çeşitliliği katmıştır.

39. Modern Elit Dinamik Şiir kaynağını zorlar. “su” sözcüğünü ayrıcalıklı tutar. Ancak su kendinden ziyade gezdiği coğrafyayı, coğrafyanın soluğunda ki doğayı, doğada ki yalnızlığı, yalnızlıkta ki şiiri bulur çıkartır. Kazıma prensibiyle yoktan var etme, yoktan çok etme prensibiyle yola koyulur. Yolda yanına katık olarak sürekli değişimi alır. Kendi yarattığı çağlayanlara su olur, ses olur.

40. Modern Elit Dinamik Şiir’in kimsesi kendisidir. Yalnızdır. Çünkü her yeni de yaratmak istediği kalıcılık, bir iğnenin sürekli farklı motiflerle kumaşını işlemek isteğine eş değerdir. Kumaşın direncine karşı farklı renk kullanımıdır. Kumaşa şekil değildir. Kumaşın içeriğine anlam, kumaşın özüne işlenen kavramdır.

41. Modern Elit Dinamik Şiir, her yeniyi yeni bir yeni doğurmak için öldürmektir. Sürekli bir arayış değildir, buluştur. Bulduğunu yeniden farklı boyutlarda arayıştır. Şiirde uzun soluklu kalıştır.

42. İlhan Berk şöyle der: “Sözcükler yerlerinden oynatılıp dünya yolculuklarına başladıklarında yarış atlarına dönerler, her yeri, her şeyi talan ederler……….Böyle nice şey de kimliklerine daha bir kavuşur, daha bir kendi olur. Sözcükler bu yolculuğun sonunda hem büyümüşler, hem de zenginleşmişlerdir.” Şiir; sözcüğün doğurganlığını sonuna kadar bir sarraf hassasiyetiyle işlemelidir. Sözcük dışarıdan bakıldığı kadarıyla dar ve kısır bir anlam örgüsü değildir. Sözcük ele alındıkça, bir şairin içsel dünyasında dönendikçe kendine yeni kalıplar ve geniş soluklu çağrışımlar bulmalıdır.

43. Modern Elit Dinamik Şiir, orman hayali kurmaktansa bir adet fide dikmeyi, ayna hayali kurmaktansa bir ağacın altında birikmiş bir avuç suda kendini görmeyi önerir. İlk adım her şeydir. Bugün bir çam ormanın temeli bir çam ağacıyla atılır. Modern Elit Dinamik Şiir, ağaçlandırma bölgesi olarak kendisine Türk şiirini hedef almıştır. Kelleşmeye karşıdır, geleneği topraktır. Bolca havalandırılması gerekir. Belleme çalışmalarından sonra her genç şiir fidelerini dikmeye başlar. Burada şairin zaman içerisinde kendine ait bir ormanı olur. Zamana direnmesini bilen, dayanıklı bir altyapı atmış, genetik olarak doğru ağaç cinsi seçmiş, doğa koşullarına adapte olabilen ve engellere karşı direnebilen, zaman içerisinde gerekli besin kaynaklarını topraktan/gelenekten sağlıklı alabilen ve gerekli çevresel şartları sağlayabilen! Şair fideleri, orman olma yolunda yürüyecektir. Modern Elit Dinamik Şiir’in temeli çam ormanlarına dayanmaktır. Şiirde en üst düzeyde direnç ve duyarlılık göstermek, imge unsurunu şiirin inşasında eksik etmemektir.

44. Cesara Pavese’nin dediği gibi “Şair olarak sanatımda bir kör nokta, istemediğim, ama bir türlü de yok edemediğim, elle tutulur bir sınırlılık var. Gerçekten nesnel bir tortu mu bu, yoksa kanıma karışmış vazgeçilmez bir şey mi?” burada Pavese’nin sorduğu soruya cevap; temeldeki değişkenlik ve zenginlikle önce şiirdeki ve şairdeki tortuyu ortadan kaldırmaktır. Sonra var olan sınırı genişletme çabasına girmektir. Çünkü sınır insanın var oluşundan gelir. Sınır kavramanı kabullenmemek gibi bir şey söz konusu değildir. Ancak sınırları genişletmek, elastikleştirmek şiirin elindedir. Bu da, şiirde ve şairdeki çok seslilik, yaratıcı üslupluluk ile mümkün olacaktır.

45. Aynı bedeni aynı kanın gezmesi, yine aynı aynılığı ortaya çıkaracaktır. Farklı kanın gezmesi, olağanüstülüğü getirebileceği gibi öldürücü bir etki de yaratabilir. İşte şiir bu noktadaki dengedir. Burada ki en ince ve hassas çizgidir. Bu noktada Modern Elit Dinamik Şiir, bir şiirin alabileceği tüm riskleri almaya meyleder. Altyapısına ve gücüne güvenir. Çünkü şiire temiz kan pompalayan kalptir. Zaman içerisinde dışarıdan vücuda kan nakletmeyi ve yeniye yer açmak için bedeni temizlemeyi ihmal etmez.

46. Şiir’de amaç, eskiyenleri atmak ya da yamalamak değildir. Yenisini dikebilmeyi bilmektir. Farklı formlarda ve modellerde her insanın ruhuna oturabilecek şiir beklentisidir. Her rengi kullanmayı bilmektir. Renkler arası geçişleri ve renkleri karıştırarak yeni yapıları elde etmeyi becerebilmektir. Amaç toplumun doygunluğu değildir. Ama beslenme ve şiirdeki çıkış noktası hayat ve toplumsa, toplumun şiirsel açlığına yanıt bulmasını bilmek gerekmektedir. Bir şair gökkuşağındaki tüm renkleri bünyesinde barındırabilir. Çok çeşitlilikten kasıt, şairin şiirini tüketmemesidir. Modern Elit Dinamik Şiir, geleceğe kalmak için çabalar. Bünyesinde hep bir soru işareti barındırır. Bir çözümsüzlük ve bir çıkışsızlık içerir. Dil ve anlamda hep yeni olanı dener. Çünkü var olanı tekrarlamak ve tekrar olanı var etmeye çalışmak, değişik formlarda sunmak, günlük edebiyatın beklentilerini karşılayabilir. Oysa şiir, şairinin geleceğe bırakacağı en büyük yengidir.

47. Anlam okudukça yeni bir girdaba meyil vermelidir. Çünkü şiirin bünyesinde her anafor, yeni bir kimliğin şekillenmesi olacaktır. Bakınız Nietzsche ne diyor: “Şair olarak, bilmece çözücüsü olarak ve rastlantının kurtarıcısı olarak size geleceğe çalışmanızı ve mevcut olmuş olan her şeyi yaratarak selâmete ulaşmanızı öğretiyoruz.” Modern Elit Dinamik Şiir, yarattığı çok anlamlılık girdaplarıyla bir vakum görevi görerek insanı şiirin içine almayı becermiştir. İçine girme isteği uyandırmıştır.

48. Okunduktan sonra insanı değiştirebilmelidir şiir. Gerçek şiir, her şairi onun üstünde bir şiir yazmaya tetikler. Şiiri okuyan şair, ötesini yazmak için kağıda kaleme sarılır.

49. İnsan şiiri hiçbir zaman anlamayacaktır belki, ama şiir insanı anlamalıdır.

50. Bir yapı, buluş öğesini temelinde çok önemsemelidir. Şiire sürekli katkı ve sürekli çağrışımlar bombardımanı sağlamayı ilke edinmelidir. Anlam örgüsünü, bütünlük yetisini ve imge tütsüsünü şiirde yakmayı unutmadan, en ince zekâyı işlemeye gayret etmelidir. Bu yüzden geniş bir perspektifi olan ve üzerinde çalışıldıkça kendini ele veren bir şiir ortaya koymalıdır.

51. Şiir yerine göre matematiksel zeka işidir. Derinlemesine yapılan hesap işidir. Özellikle ince işçilik kısmında, şiire ses ve biçim verilmesi aşamasında şair bir cerrah hassasiyetiyle çalışmalıdır. Modern Elit Dinamik Şiir de zekayı ve dolaylı düşündürmeyi ve ironiyi Türk şiirine sokmayı başarmıştır.

52. Şiirin gerçek tanımı, İlhan Berk’in “Şiir duvarcının elinden düşürdüğü tuğlanın yere düşmesinde değildir/ havada asılı kalmasındadır” dizelerindeki yalvaçlığıyla çok bağdaşır. İşte şair de bir yapı ustasıdır. Şiirini yaparken de/kurarken de tuğlasını hem yerde hem gökte aramasını bilendir. Çünkü tuğlanın hava da asılı kalabileceğini düşünen kişidir şair.

53. Şiiri geleceğe taşıyan imkânsızlıklardır. Bunca olumsuzluğun ve imkânsızlığın yaşandığı bir ülke de, şiir artık imkânsız değildir. Aksine, tamamen imkan dahilindedir. Çünkü şiir, imkânsızlığın yalnızlığını alandır. Uçurumda açan çiçeğin nasıl bir beklentisi yoksa (birinin koklaması, birinin dokunması, bir imbatın okşaması, tuz kokusunun tenini gevşetmesi gibi. Ama hiçbir beklentisi olmadığı halde, nemin gözlerine çöreklenmesi de kaçınılmazdır. İşte bugün Türk şiirinin yaşadığı budur.) gördüğüm kadarıyla Türk şairinin de Türk şiirinden bir beklentisi yoktur. Ancak yazmaya da devam eder. Yani kanser hastasının ilaç tedavisi ve kemoterapi uygulaması gibi. Üstelik netice de belliyken! İşte Modern Elit Dinamik Şiir’in yazılma sebebi budur. Bu hastalıklı hale bir son vermedir. Sonsuza yazılma isteğini doğuran nedendir. Modern Elit Dinamik Şiir, Türk şiirinin yeni umudu değil çözümüdür. Anahtarıdır. Çünkü kapısını tarif etmesini bilen ender duvarlardandır. Çizdiği çizginin nereye varacağını bilen, bilinçli ve özgün bir şiirin sesidir. Kalındır ses telleri, baritondur sesi. Bağırır. Herkes duyana kadar bağırır. Yılmaz. Kaç desibel’de haykırdığını ise okuyucuya bırakır.

54. Şiir bir ağrıdır. Hem de kalbe saplanmış bir ağrı. Çıkmayan. Soluduğunuz sürece, yel gibi sürekli beyninize giren, belinizden hiç çıkmayan. Damarlarınızı işgal eden hem içinizde hem dışınızda akacak bir yer bulan. Gideceği ve geleceği yeri bilen. Bu bir şiirde en önemli parametresidir. Nereye gideceğini bilmek! İşaret edilen değil varmak isteği yere varmak!

55. Yapay ve sentetik olmayan bir şiir benimsenmelidir. Hayatın içinden değil tam özünden, merkezinden gelmelidir şiir! Aleni bir şekilde Türk şiirinin içinde, çekirdeğiyle gezmelidir. Zahmet edilip biraz içi açılmalı, şiirin tözünün ve son sözünün nerede olduğu da anlaşılmaya çalışılmalıdır. Çalışmadan anlam elde edilmez, çalışmadan anlama varılmaz. Çünkü şiir bize üzümün karalığını ve hangi asmaya ait olduğu konusundaki tartışmayı bırakıp, üzümün tadına bakmayı; biraz olsun buğusunu almayı, asma yapraklarıyla sarıp yeşertmeyi öğütler ve öğretir. Hatta bir iki çıtayla sarmaşık haline gelmek isteyen yapraklara yol verir. Aksi taktirde hiçbir yaz çardağın altında oturulmayacaktır!

56. Boşluğu iyi teneffüs etmiş ve derinliği iyi bilen şiir; şiirdir. Boşluğu bilmeyen şiir, doluluğu bilmez. Boşluğu anlamayan şiirin, dolma ve doldurma eğilimi olmaz. İşte şiir duygusal tipilerin şiiri olma eğilimi taşımalıdır. Karla konuşmanın, yağmurla dertleşmenin, kuşla oynaşmanın, bulutla buluşmanın, geceyle aydınlanmanın, sabahla kararmanın, dereyi görüp paçayı sıvamanın, yarıkları dört elle kapatmanın, yalnızlığı aşkla sıvamanın şiiri olmayı becerebilmelidir.

57. Bütün statik yapıları ve şiirimizdeki betonlaşmayı yok eden; yeniden yapılanmadır. Her katını kendi imkânlarıyla çıkmayı becerebilen şair (hiç bir teşvik almadan!), iskeleyi; binayı boyamak için denize doğru kurabilen şair, çok katlı müstakil bir evin şiirini de kuracaktır.

58. Bugün şiirimiz bağımsız bireyselleşme ile birlikte bir kırılma evresi geçirmektedir. Her yeni üslup kendi şiirini inşa ederken, farklı yapısıyla Türk şiirini olabildiğince zorlamaktadır. Bu bireysel zorlamaların sonunda çıkan kırılmalarla birlikte, şiirin de kendi kimliğine kavuşması biraz zaman alacaktır. Tüm bu tedirginliklerin sebebi budur. Çok çeşitlilik ve çok seslilik kimilerine göre kirliliktir. Modern Elit Dinamik Şiir, tek başına işte bu çok sesliliği ve çeşitliliği bünyesinde barındırır. Keşif şiiridir, geniş perspektifler şiiridir. Amerika da keşfedilmeden önce bilinmiyordu! Dolayısıyla bilmek için önce keşfetmek gerekir. Modern Elit Dinamik Şiir kendini keşfetmenin bedelidir.

59. Şiir, gerçekten daha güçlüdür. Yeniyi bulmak için gerçeği yadsır. Gerçeğin üstünde var olanı arar, bulur ve sorgular. Herman Hesse’nin dediği gibi: “Gerçek asla kendisinden memnunluk duyulmayan, asla baş tacı edilmeyip, saygı beslenmemesi gereken şeydir; çünkü gerçek, yaşamın çer çöpüdür. Gerçeği değiştirmenin tek yolu onu yadsımak, ondan daha güçlü olduğumuzu göstermektir.”

60. Goethe’nin, yaşama 22 Mart 1832’de yılında gözlerini yumarken, söylediği son sözleri çok yankı uyandırmıştır: “Işık, daha çok ışık!”. Bugün Türk şiirinin geldiği noktada, tam da bizim söylememiz gerekeni söylemiştir. Evet, bir edebiyatın gelişmesi yeni nesil demektir. Genç şiirin elinden tutmak ve onlara yol açmak demektir. Meşaleyi taşıyan ve incecik şiir ışıklarını kalın konturlar haline getirmek için çaba sarf eden şiiri öncelemek demektir. Modern Elit Dinamik Şiir, gücünü biçim özgürlüğünden, imge ışığının farklılığından, imgenin sınırlarını sevmesinden alır.

61. Modern Elit Dinamik Şiir ışık tayflarını iyi kullanabilmektir. Bu tayfları kör noktalara, hayatın çıkmazlarına, insanın yokluğuna yönlendirebilmektir.

62. Bugün geldiğimiz noktada, Türk şiirinin şairden beklentisi, kısır döngüyü kırmaktır. Kendini tekrar eden şiiri yıkmak, var olanı başka formlarda sunmaktan ziyade yeni formlar geliştirerek; şiirin yalnızca hamurunu değil mayasını da değiştirmeyi bilmektir. Bu durum, kendi şiirini oluşturmak ve poetikasını geliştirmek için çabalayan şaire sorulmalıdır. Derdinin çizmekte olduğu izleğe bakılmalıdır. İzini derin süren şiir, kendisini de insanını da kazanır.

63. Şiirin ilk derdi etkidir. Yüksek derece etkidir. Duygusal ve etkisel bir doz aşımı yaşatmaktır. Duyguda iz bırakmaktır. İnsanın hafızasına bir söz bırakmaktır. Bu yüzden şiiri yarayla kardeş kılmıştır.

64. Şairin ve şiirinin altyapısında her zaman bir kaos yatar. Bu içinden çıkılmazlık yüksek etki hali yaratır. Şiirin çarpıcılığı da buradan gelir. Kendi kendini sebepsiz yere beslemesini bilir! Herman Hesse’in dediği gibi “Bir gece doğum yapan bir kadına yardım etmem gerekmişti, alabildiğine büyük bir acıyla alabildiğine büyük bir sevincin dışavurumlarının düpedüz birbirine benzediğini gördüm”. Şiirde, kendini hayattaki bu ince noktayı yansıtmak, en dipte kalan detayı yoğurmak için şekillendirilir.

65. Toplumdaki çelişkinin dışavurumudur şiir. İnsanın kendine değil içine ayna tutmasıdır. İnsan kendine değil içine bakar. Bunu farklı bir biçim ve biçemle sürekli devingen, sürekli olağan ve sürekli bir şaşırtıcılıkla yapar. Hep yinelediğim gibi yenilikçilikten kasıt buluş düzeyindedir. Şiirde hem biçimi hem anlamı zorlayıştır.

66. Şiir aklı en uca doğru sürer. İnsan da düşünme yetisi arar. Başıboş sözcüklerle başıboş anlamlarda gezinmez. Şiir, arar. Hep bir arayış içerisindedir. Anlam olarak, sözcük olarak, ses olarak içerisinde bir buluş barındırmak ister. Anlamdaki inceliği, sözcük ve dizedeki naifliği bulur çıkarır. İnsana bir iç çekiş fırsatı sunar.

67. Her şiir yaşamın kendisi olmak zorundadır. Bu coğrafyayı soluyorsanız ve dünyanın üzerinde bulunan bir bireyseniz, yaşamdan kayıtsız kalma durumunuz mümkün gözükmemektedir. Şair iyi bir gözlemcidir, doğayı ve insanı dillendirir. Somutu ve soyutu yaşatır. Bunların her biri yaşamın değişmez parçaları olduğu için; şiirin yaşamın köklerinden, öz benliğinden geleceği hiç kuşkusuzdur. Şair yaşamın bünyesine sinen, genlerinde gezinen, akan suyla doğan güneşle etkileşen bir gözlem deposudur. Bunları belleğine kaydeder. Yeri geldikçe kaynak noktasına dönerek bunlardan beslenir. Şiirinin deposu evrendir.

68. Bizim toplum olarak hemen tüketmemizin ve eskitmememizin temelinde zaten yeniyi aramamamız ve eski üzerinden inşa etmeye kalkışmamız yatmaktadır. Biraz aklın ve zekânın zorlanması, biraz ruhta ki çatışmanın yansıtılması gerekmektedir. Hareketliliği ve yeniliği bu çerçeve de algılamazsak, bir deprem bölgesinde sürekli yeni inşalar yapan müteahhitlere döneriz. Hatta hasarlı evlerde tekrar tekrar oturmaktan hiç çekinmeyiz. Bu noktada önünü gören şiirler üretemezsek ve yeniyi hep yeniyi yalnızca üslupta değil her şiirde yeniyi bulup çıkaramazsak, Goethe’nin aşağıdaki dizelerine mahkûm ederiz kendimizi:

“Seller niçin bu denli çabuk kurur
Niçin gene susamışlık içinde kalakalırız?
Süregiden deneyimimdir bu,”

69. Hayatı içine almayan ve özümsemeyen şiirler hep güdük kalmıştır. Geleceğe de kalamamıştır. Çünkü kendine yaşamı rehber edinmeyen şiir, yolunu bulamaz ve akamaz. Aksa bile içten değil hep yüzeyden akar. Bakınız Valéry ne diyor: “Gerçek şiirin, asıl sanat eserinin kendi varlığından başka bir amacı yoktur. Kendisinde başlar, kendisinde biter. Bütün soyluluğu da buradan gelir.” Bu varlığın sürdürülebilirliği, yaşamın ne kadar içinden çıktığı ve yaşamla ne kadar bağdaştığıyla ilintilidir.

70. Yaşama yol atmakla kalmayan, yaşamın yollarını ağaçlandırandır şiir.

71. Modern Elit Dinamik Şiir, insanın kendisine yapamadığı yolculuk, kendisine çıkmayan yoldur. İnsanın kendisinde anlamlandıramadığı varlığına sesleniştir.

72. Şiirde teknik vazgeçilmezdir. İçine yaşamı en dip noktasına kadar işlemiş teknik şiir var olmayı öğrenmiştir. Bir vektörün iki bileşeni olarak ele aldığımız bu iki konudan (teknik ve hayat) birinin eksikliği vektörlerin bileşenlerinin alınamaması ve dolayısıyla kapalı bir hacim, bir iç anlam hacmi yaratılamaması demektir. Çünkü uçları tamamen zıt, farklı yönleri gösteren vektörler bir alan yaratamayacağı gibi; bir içten, içtenlikten ve dokudan söz etmek de mümkün olmayacaktır (Shelley’in dediği gibi : “İçinizde olmayan şiiri hiçbir yerde bulamazsınız”). Dolayısıyla kendine bir iç alan yaratamayan şiirin de anlam açısından ve yaşam açısından tamamen yetersiz kalması, teknik açıdan var olan üstünlüğünü gölgelemekle kalmayacaktır, yok edecektir. Şiirde en önemli yapıdır anlam. Anlam da; yaşamla temellenen, şekillenen bir kavramdır.

73. Şiir, tekniğini ön plana çıkarmasını bilmelidir. Bu da bir şair yeteneğidir. Mesela, tek başına bir patiska, bir kumaş hiçbir şey ifade etmez. (en kalitelisi en alımlısı dahi olsa) Ne zaman üzerine işlemeleri gelir, o vakit bir kimlik ve kompozisyon kazanır. Her gözden bakıldığında farklı anlamlar çağrıştıran farklı etkileşimler yaratan bir yapıya bürünür. Burada yalnızca sade kumaş şiirdir. Farklı ipler, yaşamın farklı koordinatlarının ve algılayışlarının gergefe işlenme olayıdır, anlamsal verilerdir. Kullanılan iğne de tekniktir, şairin tekniğidir, ipi yani sözcüğü yani dizeyi işleme sanatıdır. Kaba işten sonrasını atan, temelin üstüne binayı inşa eden şiirin alanlarını ve sınırlarını çizen anlam örgüleri üzerindeki gelişimi sağlayan iğnedir. Modern Elit Dinamik Şiir, özgün bir teknikle, dil ustalığıyla şiirdeki farkını ortaya koymuştur.

74. Teknik, şiiri hep var eden kaynaklardan birisidir. Terzinin iğnesi, doktorun neşteri şairin de bir tekniği olmalıdır. Yaşamsal alanla şiirsel alanı birleştiren tek potada eriten de tekniktir, şairin biçemidir. Suyla kuyu neyse, yaşamsal imgeyle teknik aynı şeydir. Asma yaprağıyla üzüm neyse, bu da odur.

75. Şiir, şaşırtmalıdır. Bittiği gibi başlamamalı, başladığı gibi bitmemelidir. Anlam dinamiğini kendi içerisinde bu şekilde kurmasını bilmelidir. Çoğu zaman okuyanı bir çözümsüzlüğe sevk etmelidir. Çünkü çözümsüzlüğü bilmeyen şiir, çözümü bilemez. İnsanı çözemez. İnsan şiirin içinde kendini çözümleyemez.

76. Şiir; doğadaki dinamikle beraber, insandaki iç dinamiği sorgulamalıdır.

77. Şair üslubuna harf ve sözcük kullanımındaki yaratıcılığını yedirmelidir. Yarattığı sözcük oyunu değil anlam oyunu olmalıdır. Sözcüğü var eden anlamıysa, sözcük anlamına sahip çıkmalıdır. Bunu, her sözcükteki çok anlamlılığı ortaya çıkarmak amacıyla yapmalıdır. İçeriği kuvvetlendirmek için sözcüğe jimnastik yaptırmalıdır. Bu, okuru şiire karşı hep tetikte tutar. Okuyucu şiirde neyle karşılaşacağını bilmez. Zaten özgün şiirin temeli de bu olmalıdır. Modern Elit Dinamik Şiir, en çok da sözcüğün kimyasını çözmeyi başararak yeni kazanımlarda bulunmuştur.

78. Her şeyden önce insanı sevmelidir şiir. Her şeyi bir kenara bırakıp insanı sevmelidir. Şiirin yazgısı bu olmalıdır. İnsanı tüm halleriyle ve hal değişimleriyle, yılmadan ele almalı, insandan yana umudunu hiç kesmemelidir.

79. Modern Elit Dinamik Şiir’in bir görevi de aşkın hallerini işlemektir. Aşkı, yaşamın gizinden damıtarak şiire aktarmasıyla farklılığını ortaya koymuştur. Yeryüzünde, her noktadaki aşkı bulup çıkarma gayretindedir. Tırtılın yaprağa aşkı, yaprağın üzerindeki su damlasına, insanın kendisine, camın buğuya, buğunun gözlere. Aşkın ötesini aramaktadır şiirde.

80. Anlamda katman ustası olamayan şiir gelişemez, kendisini yenileyemez. Şiir sıkıcı değil akıcı olmak için çalışmalıdır. Söndürücü değil yakıcı olmak için.

81. Şiir dinamizmini son dizesine kadar sürdürmeli, yükselen bir ivmeyle sona yaklaşmalıdır. Hiçbir zaman tempo kaybetmemeli, aksine yazılan bir sonraki dize, bir öncekinden daha etkileyici olmalıdır. Tüm bunlar yapılırken şiirsel ve sessel bütünlük kaybedilmemeli; tünele giren okuyucu, ışığı bulmalı ve karşıdan çıkmalıdır. Yeniden karanlığa girmeli ve yeniden ışığa çıkmalıdır.

82. Baştan sona en iyi dizeyi yazma yarışındadır şiir. Her dize bu özende ele alınmalıdır. Son dizede bu yaklaşım maksimum noktaya tırmandırılmalıdır. Şiirdeki çarpıcı bitiş, yeni/den bir şiiri okumaya başlama isteği uyandırmak için yapılır. Şiir en tepede, zirvede biter. O noktada bizlere yeni bir pick noktası işaret eder. Bu da yeni bir zirve şiiri demektir. Daha yukarıya varma çabası demektir.

83. Her dize şiiri daha da öteye taşıyacak şekilde kurulmalıdır. Her dize kendi başına şiirin üstüne çıkmayı başarmalıdır. Böylece şiir seçkin dizeler ustası olmalıdır.

84. Şiir loşluğu, seçilememeyi sever. Gazlı lamba ışığını, titreyen alevi benimser. Romantiktir. Akşamüstlerini, alaca karanlıkları sever. Hafif belirsizlikleri sever.

85. Beton gibi sağlam bir şiirin temeli biçem, anlam, içerikle atılır. Bunlar çimento, su ve kum üçlüsünün doğru oranda karıştırılması ve tam kıvamda harcı elde etmesiyle mümkündür. Biçim, buradan elde edilen sıvanın zemini düzleştirmek için kullanılmasıdır. Yani görüntünün son halinin anlama da katkı sağlayarak hatta artırarak elde edilmesi sanatıdır. Biçim şiirin akışını artırma şeklidir.

86. Şiir; tanımlanamaz olanı, insanda tamamlanamaz olanı, bulur tamamlar. Düşünülemeyeni düşünür. Yenilikçiliği ve sözcük ilkeciliği buradan gelir. Modern ve elit vurgusunu buradan alır.

87. Şiir; insanda, doğada ve aşkta eksik kalanı daha da eksilterek sorgulamayı; nedeni, niçini artırmayı hedefler. Eksik olanın nasıl tamamlanacağının çözümü de yine ellerindedir. Bunu da içinde işleyendir.

88. Sorgulayıcıdır şiir, dize ve sözcük kalıplarını kırar. Zinciri bir bütün olarak değil her halkayı bir zincir olarak düşünür.

89. Modern Elit Dinamik Şiir gündelik kullanımlardan uzak durur. Gündelik kullanımların şiiri yavanlaştırdığını düşünür. Çünkü şiir yoğunlaşma ve doygunlaşmanın uç noktasıdır.

90. Her konu şiirselleştirilme yetisine sahiptir. Sözcük dağarcığı geniştir. Her sözcüğü eğitir ve büyütür. Her sözcüğün bir gün şiirin içerisine gireceğini düşünür.

91. Bir inşa, önce sözcüğü bütün olarak ele alır, sonra dizeyi bütün olarak ele alır. Sözcüğü dizeye dizeyi şiire bütünler. İlhan Berk şiirindeki, her dize farklı bir şiirdir anlayışını benimsemekle birlikte, şiirin genel bütünlük ilkesine de özen gösterir. Dolayısıyla şiirinin hiçbir zaman anlatıcılık misyonu olmamıştır. Dizeler arası bütünsel geçişleri her daim gözetir. İlhan Berk’in “….,sezilen duyulan bir şiirden yanayım ben: sözün zehir olduğu bir şiir. Açıklıkta anlamda binlerce şeyin yittiğini düşünüyorum ben” sözlerini her daim esas alır. Sezgisel, duyulan şiirden yana tavır koyar. Sezgisel şiiri yenilikçi bir tavırla yorumlar.

92. Şiir kuralcılığı, öğreticiliği, sınırlamayı sevmez. Kendi kuralını her şiir kendi geliştirir. Kendi kendisinin öğreticisi ve ehlidir. Kendi sınırlarını çizmeyi hep sürüncemede bırakır. Bilir ki, sınır şiiri tüketir. Şiir, tükenmek değil devamlı üretmek ve farklıyı üretmek için var olmalıdır.

93. Şiir, insandaki duygulanımı harekete geçirir. Beyni, öteyi düşünmeye yorar. Hep bir adım ileri öteler. Anlam estetiği içerisinde koşan, sözcüğe telkinlerde bulunan, sözcüğü seven, sözcüğe hak ettiği değeri veren, sözcüğe kişilik veren en içten duyuştur. Modern Elit Dinamik Şiir, bir köşede parçalanmayı bekleyen atomu/sözcüğü sürekli parçalayarak Türk şiirine katkı sağlamış, en önemlisi de herkesten çok sözcüğü sahiplenmiştir.

94. Modern Elit Dinamik Şiir’in dinamikliği, kendisini sürekli yenilenmesinden gelmektedir. Hem yaşamsal dinamiklerinin yerini değiştiren, hem de teknik anlamda yenilikçiliğe hep açık; denemelerden kaçınmayan bir şiir sistemi geliştirmiştir. Bu şiirin korkusuzluğunu gösterir. Riski seven, çağrışımları ve anaforları seven şiirin göstergesidir. Çünkü insan hayatı; bırakınız her yılındaki her dakikasındaki değişkenlik ve devinim; hem teknik hem içerik hem sözcük bakımından sürekli yenilenmeyi ve değişmeyi işaretler.

95. Yenilemeyen bir şeyin eskimesi söz konusu olmasa bile, démodé olacağı kesindir. İşte şair dediğiniz kişi, hep kapalı kapılar ardında kalmamalıdır. Kapıların dışlarına çıkmalıdır. Sokaklara, caddelere, sınır kapılarından dışarılara. Şair dediğiniz kişi hep karanlıkta kalmamalıdır. Işığı bulmalıdır. Işığı yormalıdır ve yeniden karanlık yapmalıdır. Şair dediğiniz insan bazen de tok kalmalıdır ve açlığı özlemelidir. Hep şarap değil biraz da çay içmelidir. Kısaca bazen sigara içmeli bazen tütün ekmelidir. Bazen hanımeline dokunup ellerini koklamalıdır. Bazen hanım eline dokunup ellerini koklamalıdır!

96. Şair kendisinin dışına çıkmalıdır, kendisine bakmalıdır. Kendinin içine girip dünyaya, dünyanın içine girip! kendine bakmalıdır. Şair bakmalıdır. Görmelidir. Yenilikçiliği şiire ilk ilke olarak iliştirmelidir. Modern Elit Dinamik Şiir, şairinden bunu ister. (Bakınız Baudelaire ne diyor: “Şiirin ilkesi, insanın üstün bir güzelliği özlemesidir. Bu ilke bir coşkunlukla, bir ruh taşkınlığında kendini gösterir. Bu coşkunluk, aklın yoğurduğu gerçeğin dışındadır.”) Yenilikçiliği bir yaka rozeti olarak taşır. Zoru değil en zoru sever.

SON SÖZ:

Modern Elit Dinamik Şiir, anlamsal yer değişikliklerini ilke haline getirmiş, sözcük statikliğinden kurtulmaya çalışan, çağrışımların şiiridir. Zira imgenin temeli de çağrışımlar zinciridir. Bu zincir halkalarının sürekli yer değiştirdiği, anlamsal girdabın içine okuyucunun çekildiği, yeni bir bireysel hareket eğiliminde olan; şiirde anlamsal sese önem veren (hem sesle hem anlamla çağrışımın yapıldığı, hem sesin hem anlamın peşinden gidildiği) bir şiirdir.

Sözcüğün ruhuna inen, sözcüğün derdini soran, sözcüğü dinleyen, sözcüğü dinlendiren, sözcüğü yoran, sözcüğü yontan, sözcüğün hareket alanlarını sınırsızlaştıran, sözcüğün kendi yeteneklerini nasıl sergilemesi gerektiğinin inceliklerini veren, anlam oyunlarıyla sözcüğün içindeki kavramsal yelpazeyi açan, yapıtaşının inceliklerini şiirde sunan bir anlayıştır.

Modern Elit Dinamik Şiir, filizlenme evresini tamamlamış, demir filizleri gibi göğü yarmaya başlayan, dallanan, dallandıkça göğe rahatsızlık veren bir şiirin temellerini atmıştır.

Modern Elit Dinamik Şiir, şiiri insana vermek üzere insandan alır. Yaşama teslim etmek üzere yaşamdan alır. Tekrar doğaya seslenmek üzere doğadan alır.

Nobel ödüllü yazar William Faulkner’e 1949 yılında bir öğrenci tarafından sorulan sorunun (“Sizin romanlarınızı üç kez okudum, bir şey anlamadım.”) bakınız cevabı nedir: “Dördüncü kez okuyun!”

Hele ki konu şiirse, tembelliği hiç kaldırmaz. Şimdi yıl 2009 ve konu Türk şiiri… Şiir her daim anlaşılmaya hazır olarak sunulmayı reddeder, şiirliği de buradan gelir… Şiir hazıra konulmasını sevmez. Şiir içine gireni; içinden, içten okuyanı sever.

MUSTAFA ERGİN KILIÇ

* "Şiiri Özlüyorum", Sayı: 29, Ocak-Şubat 2009, s: 52-57
** Mustafa Ergin Kılıç'ın izniyle yayınlanmıştır.

9 Şubat 2009 Pazartesi

YAŞAR BEDRİ ÖZDEMİR

YAŞAR BEDRİ ÖZDEMİR(9 Şubat 1956, Trabzon - )

Öğrencilik yıllarında gazetecilik, çaycılık, marangozluk, mücellitlik yaptı. 1980’de Fatih Eğitim Enstitüsü, Türkçe Bölümü’nü bitirdi.Değişik galerilerde 16 kişisel resim sergisi açtı. Açık hava ve karma resim sergilerine katıldı. Büyük boyutlu portreler, cami tezyinatı (kalemişihat) yaptı.
İlk romanı “Yarın Güneş Doğmayacak” 1975’te Hizmet gazetesinde tefrika oldu. Hizmet, Türk Sesi, Karadeniz Olay gazetelerinde sanat sayfaları hazırladı. Fıkra, günlük, eleştiriler yazdı.
Dinç Adımlar, Yakın Kültür, Gelecek, Ada, Ezgi, Çıkın, Mor Taka edebiyat dergilerini çıkardı. Halen Mor Taka dergisinin kaptanıdır.
Şiir ve yazıları Adam Sanat, Ankara Sanat, Cumhuriyet Kitap, Çağdaş Türk Dili, Dergâh, E, Edebiyat ve Eleştiri, Mavi, Milliyet Sanat, Morköpük, Oluşum, Radikal Kitap, Şiiri Özlüyorum, Ülke Yörünge, Yansıma, Yazko Edebiyat, Yedi İklim, Yom Sanat vb. gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. Ülkeyi motosikletiyle uzun yıllar gezdi. Gezi günlüklerini “Motosiklet Dünyası” dergisinde yayınladı.
Trabzon’da reklamcılık yapıyor. Doğa ve portre fotoğrafları çekiyor.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
 Bağıracağım (1975)
 Azât Ettim Yürek Seni (1978)
 İdris (1980)
 Adını Koyamadığım (İdris'le birlikte;1984)
 Bâbil'i Beş Geçe (1992)
 Yoksul, Derviş ve Uzakta (1994)
 Ölüm Dağlara Oğul Bırakınca, (1996)
 Mu'tedil Bir Siyamlı (1999)
 Âh Minyatürleri (2004)
 Yitik Kalyon (2005, Yom Yayınları, İst., 111 s.)
Anlatı Öykü Kitapları:
 Sızıdır Beyoğlu İbranîce Yazılsa da (1994)
 Hiç (2007)
 Ressamın Güncesi (2008)
Romanları:
 Cabülka (Yolcu ile Derviş Meseli) (2004)
Diğer Kitapları:
 Trabzon’96 (1996)
 Fotoğraflarla Trabzon (Fotoğraf albümü;2005)

Orak Ayı Şiiri


ev annemi bekliyordu
annem, sayfaları kopmuş
eski bir cüzdü
örterdi ay ışığı teyelleyen harfleri.

annem gibi gelirdi orak ayı
ılık, sessiz, hüzünlü
saklasa gözyaşlarını günışığına
nem kalırdı bahar dalında!

mastardan çektim yeryüzünü
kuyulardan, yeşil otlaklardan.
kayboldu uçurtmam, orda sevdiğim kız
eşikte bekledim, gökyüzü kırk pare aşk

maniler içim(iz)de açılan boşluk.

annem bulanık akan ırmağa benzerdi
dağları almayı öğretmişti koynumuza
ne zaman uyku acıtsa gözümüzü
ne zaman yolumuzu kesse çerçiler.

annem gibi sıcak gelirdi orak ayı
papatya değirmeninde dönse zaman
sonu gelmeyen yalnızlığımdı
kanlımın bıraktığı imlâsız mektuplar.

sandığı parçalanmış isli odayım gene
tütünümde serin sabır, yeşil korunga,
tütünümde orak ayının kokusu
esmiyor şimdi annemsiz dağ rüzgârı.


Mahrem Şiir


geyiklerin yalnızlığına dağıldık

yürüdüm kapanan izden
yürüdüm iki bayram yanılgısına.

âh yanık mektuplar münkir gelse de
aynı yalnızlıkta boğulan sazlardık.

beni buz gibi kırılırken görmediniz!..

bir kız sevdim martılar silerdi ayak izini
yurttan sesler, bozuk plaklar, işgal güçleri
soğuk odamızda mahsur kalan ölüm orucu
sa(yı)klardık faillerimizi
rüyalardan kalan utanç.

bıraksın bizi dağda geyikler, kör olalım
alınmayan selâm acıtsın kalbimizi.

kar tanesi; göğün eriyen mahremiyse
ecir defterimizde yer kalmadı
bağışlasın esirgeyen, dinsin taun çığlığı!

yüzümde aşk ipliği, akşamın dalgınlığı.


Kalbim ve Cebel


kapanan denizin kalbidir kendine!..
bizi götürmeye mi gelmiş mor takalar? o,
daha çocuk denize sis inmeden ağlayamaz,
gözyaşımızı yıldızlar görecek diye.

kapanan taşın kalbidir sudaki serinliğe!..
ne zaman hatırlasa kayadan söküldüğü günü
ağzım kanayan bir yara! tevatür, taşlar gene,
kimseye anlatamayacak ne zaman öldüğünü.

ne kaldı yaralı eylülden geriye?.. yaz,
çırılçıplak bir gökyüzü masalıdır. gene;
kıyıda yılkı taylar gitmek istese de derine…
gölgede büyüyen dağlar sana benzerdi biraz

Yaşar Bedri

AHMET ERHAN


(8 Şubat 1958, Ankara – 4 Ağustos 2013, İstanbul)
 

Asıl adı Erhan Bozkurt. Emine Hanım ile Ahmet İzzet Bey’in oğlu. Çocukluğu ve ilkgençliği Mersin ve Adana'da geçti. Çalışarak okumak zorunda kaldığı için ortaöğrenimini Ankara’da bir akşam lisesinde tamamladıktan sonra Gazi Yüksek Öğretmen Okulu Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nü bitirdi. Uzun yıllar Türkçe öğretmenliği yaptı. Hayatının büyük bölümünü Ankara'da geçiren Ahmet Erhan, daha sonra 2001 yılında İstanbul'a yerleşti.
Adana Demirspor'da futbol oynadı, ağır bir sa­katlık geçirince şiir yazmaya başladı. İlk şiiri 1975 yılında Militan dergisinde yayımlandı. Şiirleri, öyküleri, yazıları ve kendisiyle yapılan söyleşileri Bireylikler, Doğrultu, Dönemeç,  Edebiyat ve Eleştiri, Esmer, Gösteri, İle, Kunduz Düşleri, Mecaz, Militan,  Milliyet Sanat,  Öküz, Papirüs, Sanat Emeği, Sözcükler, Şiirli Çıkın, Türk Dili, Varlık, Yasakmeyve, Yazko Edebiyat, Yom Sanat, Yusufçuk vb. gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı.
Ödülleri: “Alacakaranlıktaki Ülke” adlı kitabıyla Behçet Necatigil Şiir Ödülü’nü, “Deniz Unutma Adını” adlı şiir dosyasıyla 1992 Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü, “Çağdaş Ye­nilgiler Ansiklopedisi” adlı kitabıyla 1998 Cemal Süreya Şiir Ödülü ve 1999 Halil Kocagöz Şiir Ödülü’nü, “Kaybolmuş Bir Köpek İlânı” adlı kitabıyla 2004 Yunus Nadi Şiir Ödülü’nü, “Şehirde Bir Yılkı Atı” adlı kitabıyla 2006 Behçet Aysan Şiir Ödülü’, “Sahibinden Satılık” adlı kitabıyla Melih Cevdet Anday'ın anısına, Türkiye Yazarlar Sendikası ve Ören Belediyesi'nin işbirliğiyle düzenlenen Melih Cevdet Anday Şiir Ödülü'nü kazandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Alacakaranlıktaki Ülke (1981, Yeni Türkü Şiir Yayınları, İst.; Behçet Necatigil Şiir Ödülü)
& Akdeniz Lirikleri (1982)
& Yaşamın Ufuk Çizgisi (1982, Lir Yayınları, Ank., 63 s.)
& Sevda Şiirleri (1984)
& Ateşi Çalmayı Deneyenler İçin (1984)
& Zeytin Ağacı (1984)
& Kuş Kanadı Kalem Olsa (Toplu Şiirler; 1984, Can Yayınları, İst.)
& Ölüm Nedeni Bilinmiyor (1988, Can Yayınları, İst., 94 s.)
& Deniz Unutma Adını (1992, Bilgi Yayınevi, Ank.)
& Öteki Şiirler 1976-1991 (1993, Bilgi Yayınevi, Ank.)
& Çağdaş Yenilgiler Ansiklopedisi (1997, Bilgi Yayınevi, Ank.)
& Resimli ‘Ahmetler’ Tarihi (2001, Bilgi Yayınevi, Ank., 109 s.)
& Bugün de Ölmedim Anne / Toplu Şiirleri l (2001, Everest Yayınları, İst, 212 s..)
& Ne Balık Ne de Kuş (2002, Everest Yayınları, Ank., 69 )
& Kaybolmuş Bir Köpek İlânı (2003, Everest Yayınları, İst., 64 s.)
& Şehirde Bir Yılkı Atı (2005, Everest Yayınları, İst., 74 s.)
& Buz Üstünde Yürür Gibi / 1976-2006 Seçme Şiirler (2006,Everest Yayınları, İst., 430 s.)
& Sahibinden Satılık (2008, Everest Yayınları, İst., 65 s.)
      Öykü Kitabı:
& Köpek Yılları (1998, Bilgi Yayınevi, Ank.)
      Deneme Kitabı:
& Ankara-İstanbul Karatreni (2001, Everest Yayınları, İst.)
      Çocuk Kitapları:
& Kara Köpekli Adam (1998, Bilgi Yayınevi, Ank.)
& Anne, Bu Şiiri Senin İçin Yazdım (1998, Bilgi Yayınevi, Ank.)
Kaynaklar:
A  Tanzimattan Günümüze Türk Şiiri Antolojisi Cilt: 4 / Mehmet Çetin / 2002, Akçağ Yayın­ları, Ank., s: 31-37
A  Tanzimat’tan Bugüne Edebiyatçılar Ansiklopedisi Cilt: 1 / 2001, YKY, İst., s: 325



AJANDA

Hayat, daha önce söylemiş miydim
Güneşten artık, yağmurdan eksik
Topraktan daha duru bir şeyler aldım
Çocuktum, annem ellerini üstümde saklardı
Ölüm günlerini ajandalara yatıran babam
Boş bir sayfada göçüp gitti

Hayat, daha önce söylemiş miydim
Ben babamın oğluyum, unutulmuş bir tarih gibi…

“Şehirde Bir Yılkı Atı” adlı kitabından

AKASYALAR

Senin akasyaların var ya
Yemyeşil bir ağ gibi pencerene atılan
Ben hangi şehre insem akşam
Önüme mavi rakılar uzatıyor
Senin akasyaların var ya
Esiyor derin yalnızlığından

Ve bir yağmur kokusu ellerini tutsam
Ankara'nın bittiği yerde hep İstanbul başlıyor
Ne zaman yüzüne baksam dişlerimde bir kamaşma
Kimbilir hangi tanrının çocukluğundan
Senin akasyaların var ya
Upuzun bir ölümsüzlüğe taşıyor

O ölümsüzlük ki aşka benziyor...

“Ne Balık, Ne de Kuş” adlı kitabından

AYNA

Aynamı gölgede unuttum
Uzak kılındım kıyılarıma
Merakım güneşti oysa

Yalan bu ya- ne sevdim ne sevildim
Garsonlara temennâ çakarken ömrüm
Ne güldüm, ne ağladım

Hayat, sonsuzluğa en yakın masa

Aynamı gölgede unuttum..

“Şehirde Bir Yılkı Atı” adlı kitabından




BAĞLAR GAZELİ

 

                                                       Azer Yaran'a

I
Sılam yürüdüğüm yollardadır
Yuvam gurbette
Bıraktım ömrümü en ücra köşelerde
Yedi coğrafyası çürümüş bir mozaik
Bir gazelhan türkü söylüyor duvar diplerinde
Evet, öyle bir derviş ki zaman
Bağlarım ellerimde
Yapraklarım üryan
Öyleyse o bağların gazeliyim ben
                       Bağlar gazeli
Sömürülmüş, kemirilmiş kuru
Toprağa kavuşacağı an
Herkeslerce beklenen
Kardeşim, yapraklara sar üşüyen yerlerimi

2
Telefonlarım çalıp durur an be an
Ben açmam, dostumu düşmanımı bilmem
Hiç sevgilim olmadı ki
Topuklarından öptürecek, bir üzüm tanesi gibi
Verecek ırzını
Hiçbir kalem elime uymadı
                      Bağlar gazeli
Belki seninle bu akşam
Yollara çıksam, mağaralara da sığınsam
Beni kimse sevmeyecek, beni
Telefonlarım çalarken an be an...

3
Yoruldum biraz, gökyüzüne bakalım mı
Niyeyse çabuk yoruldum bu akşam
Zavallı deniz!
Bir daha yağmurlar yağmazsa seni hatırlayamam
Üstelik bağlar da niye hala uzağımda
Değil, anlamam..

4
Saklandım. Kozalağıma sığındım
Güldüler: Ben-Sen-O / Biz-Siz-Onlar
Şehrim ölü asmalar serpiyor bu coğrafyaya
Ankara! İdamların başkenti!
Çocuklarının adını 'Deniz' koyan zevcelerin
Tarihine gülüyorsan ışıklarını söndür
Utanıyorsan, bayrağımı geri ver bana

5
Türkiye! Bağımın en kuru gazeli
Telefonları ikide bir yüzüme çarpan oğlum
Bak, burası Hayat kokuyor
Gencecik kızlar üzüm eziyor topuklarıyla
                               Dünya güzeli
Yurdumda çocuklar ölüyor
Barışın ve kardeşliğin has yüzü hevesine

Üzümler şaraptan anlamıyor...

6
Sevgili yurdum, dağlar, denizler, ovalar
Biraz da kendine sakla kendini
Başımda güneş, ayaklarımda kar
                               Bağlar gazeli
                               Bağlar gazeli
Uzat artık bana şu güzel ellerini...

 “Şehirde Bir Yılkı Atı” adlı kitabından


BUGÜN DE ÖLMEDİM ANNE

 

Yüreğimi bir kalkan bilip sokaklara çıktım
Kahvelerde oturdum çocuklarla konuştum
Sıkıldım, dertlendim, sevgilimle buluştum
Bugün de ölmedim anne.                         

Kapalıydı kapılar, perdeler örtük
Silah sesleri uzakta boğuk boğuk
Bir yüzüm ayrılığa, bir yüzüm hayata dönük
Bugün de ölmedim anne.

Üstüme bir silah doğruldu sandım
Rüzgâr, beline dolandığında bir dalın
Korktum, güldüm, kendime kızdım
Bugün de ölmedim anne.

Bana böylesi garip duygular
Bilmem niye gelir, nereye gider?
Döndüm işte; acı, yüreğimden beynime sızar
Bugün de ölmedim anne.

“Alacakaranlıktaki Ülke” adlı kitabından




HEVES

                                        Haydar Ergülen'e

Mecburiyetimdin,mecburiyetsiz
Bir elimde karanfil, öbüründe gül kaldı
Yağmur bile kurulanır bana bakınca
Şu ahir ömrümde söylenmedik
Bir ah kaldı


Diyelim ki ah
Diyelim ki alnımda eski bir uygarlığın
Tuhaf mı tuhaf yazısı
Mihrican.. Gel artık
Dünya bir topaç gibi dönüyor avucumda

Bir kağıtla bir kalemin hevesine kandım

Yatılıydım, uykuluydum, çocuktum

Mecburdum..

“Sahibinden Satılık” adlı kitabından


KENAR MAHALLEDE BİR PAZAR GÜNÜ

kenar mahallede bir pazar günü
buğulanır toprak yol ve damlar
sabah güneşinin ilk akıntılarında
göğü turuncu bir ağ kaplar.


konuşmalar, küfürler, çocuk çığlıkları
öper yüzünü yeni bir sabahın
çamaşırlar hışırdar avlularda
bayrakları gibi fukaralığın.


kahveye çıkar birer ikişer erkekler
yayılarak otururlar iskemlelerde
çay bardakları şıngırdar, radyo bağırır
bir haftanın yorgunluğu akar iliklerde.


ötelerde, portakal bahçelerinde
gün ışığı danseder sabah yeliyle
arklardaki sular el çırpar
toprağı ürpertiden titretircesine.


bir çocuk çitleri usulca aşar
geçer uyuklayan bekçinin önünden
bir damla kalır gömleğinin içinde
uzayıp giden portakal denizinden.


tulumbada yüzünü yıkar bir işçi
daha uyanmayan karısına seslenerek
kalkar kadın, elinde bir havlu
geceki yorgunluğunu anlatır ezilerek.


bir kumru tüner dallarına o zaman
avludaki yaşlı dut ağacının
ona sevgiyle gülümser işçi
sonra sarar belini kadınının.


sokaklarda satıcıların bağırtıları
kapıların önünde iyice tizleşir
kenar mahallede bir pazar günü
böyle başladı nasıl biter kim bilir?


 
OTOBİYOGRAFİ

Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Yalnızlık, ölümün üvey kardeşi
Eve hep geç saatlerde gelen babaların ayakizlerinden
     yükselen buğu
Bir toprağın, dalına dokunamadığı yerde büyüyen
     boşluk
Ayışığında kaldırımları süpüren bir kadının ikide bir
     durup, burnunu önlüğünün koluna silmesi
Gibi boğuk, gibi çıldırtıcı, gibi silik

Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Nereye gideceğini yitirmiş yol, uçurum, dağ, bayır, çöl
Bir kuşun kanadından çıkan kav
Bir kibritin ömrünün, bir tek sigarayla sınırlı olması
- Alkol, kendileri seni seviyor
Her el titremesinin bir fotoğrafını çekmeli
yanık masa örtülerinin, kırık bardakların
Günışığında her şeyin, her şeyin görünmesi
Gibi iğrenç, gibi gerçek, gibi anlamsız

Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Tökezlemiş söz, suskun türkü, rendelenmiş umut
     kırıntısı
Şiir... alkolik bir babadan artakalmış sarışın güz
     boğuntusu
Çıkılmaz buradan artık diyor bir ses, hiç değilse
     kapıları iyice örtün
Soğuk, yalnızlığa özenip girmesin içeri
Gibi sinsi, gibi alaycı, gibi bungun

Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Kötümserlik, kusmukların çiçek kalıplarına dökülmüş
     hâli
Her şeyin göreceli olduğu bir dünyada iş mi bu şimdi
Değişimlerin bir türlü dönüşüme varamadığı yerlerde
Aklımı teğelliyor bir çocuk durup dururken
Gibi çılgınlığa, gibi serseriliğe, gibi ölüme

Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Parmak damgasının mülkiyete yettiği bir çağda
Yüreğini kağıtlara basmanın bedeli
Damarlara dolan toprak kokusunun hep ölümü
     çağrıştırdığı
Yaşamın, konuşulan en eski lehçesi
Gibi okunmayan, gibi tozlu, gibi gülünç

Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Diklendikçe, kendi rüzgarından başı dönen gurur
Yürüdükçe, yollardan pencerelere yükselen buhur
Çok şey görmüş geçirmişsin biliyorlar
Gibi ölüm, gibi aşk, gibi şiir

Sana artık Ahmet Erhan diyorlar
Akdeniz 1958.1.72, 60 kg., evli, karısı hamile, iki paket
     sigara. sabah dokuz akşam yedi. - sahi ne vardı
     başka?
Evet, diyorlar ve ekliyorlar:
Önüne geleni öpme isteğiyle dolu bir insancıllık
Sonunda götürse götürse, çiçek götürür kendi mezarına
Gibi deli, gibi meczup, gibi şeydâ

Ve keçeuçlu bir kalemle yazıyorlar:
Doğacak çocuğuna ad düşünen nihilizm
Sabahın alacakaranlığında, bir uçurumun önünde
     bekleyen dirim
Sana artık Ahmet Erhan diyorlar.

                                                              1986
"Ölüm Nedeni Bilinmiyor" adlı kitabından