(20 Haziran 1971 - )
İlk, orta ve lise öğrenimini Anadolu’nun
farklı kentlerinde, yüksek öğrenimini Karadeniz Teknik Üniversitesi ve
Eskişehir Anadolu Üniversitesi’nde tamamladı. Halen bir sağlık kuruluşunun
biyokimya bölümünde görev yapmaktadır. Kastamonu'da yaşıyor
İlk şiiri 2006 yılında Bireylikler dergisinde yayınlandı.
Şiirleri, yazıları ve söyleşileri Ada, Alaz, Ayraç, Berfin Bahar, Bireylikler,
Cumhuriyet Kitap, Çağdaş Günce, Deliler Teknesi, Denizsuyukasesi, Ihlamur, Kar
Sanat, Kıyı, Koridor, Papirüs, Radikal Kitap, Şiiri Özlüyorum, Taflan, Temrin, Yazılıkaya,
Zalifre Yazıları vb. gibi dergi ve gazete eklerinde yayımlandı.
Ödülleri: 2008 Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülleri
kapsamında seçici kurul tarafından adının
anılmasına karar verildi. “Aynalı Düşler
Çarşısı” adlı kitabıyla Çağdaş Şair ve Yazarlar Derneğinin düzenlediği 2.
Ergin Günçe Şiir Ödülleri’nde birincilik ödülünü aldı
Yapıtları: Şiir: Aynalı
Düşler Çarşısı, 2009, Hayal Yayınları,
Ank.; Susrevan, 2013, Ses ve İz Yayınları, İst.; Beni Yanlış Anlayın, 2016,
Öteki Yayınevi, İst.
Yazarla
Yapılan Söyleşiler:
J Söyleşi: Sevda Zeynep Karadağ – Petek Sinem Dulun
Aynalı Düşler Çarşısı kitabınızla 2.
Ergin Günçe şiir ödülünü kazandınız. 2008 Arkadaş Z. Özer şiir ödülleri
kapsamında da dikkat çektiniz. Şiir serüveniniz nasıl başladı?
Aslında benim öyle çok eskilere dayanan
bir şiir geçmişim yok. Hatta 2005 e kadar sadece iyi bir okur olduğumu bile
söyleyebilirim. Yazmaksa ara sıra karalamak ve o karalamaları imha etmekten
ibaretti. Kalemi elime almam beş sene öncesi Cumhuriyet Kitap ekine tanıtım
yazıları yazmaya başlamama denk geliyor. Oturup ciddi ciddi birşeyler yazmak,
sesli değil de harfsel bir kendini gerçekleştirme muhteşem bir keşifti
diyebilirim. Kendimi ifade etmek için kullandığım diğer bütün yollardan daha
sahici daha kolay hatta daha eğlenceliydi desem abartmış olmam sanırım.
Konuşarak iletişimde biraz başarısız biri olduğumdan olsa gerek yazarak diyalog
kurmak inanılmaz rahatlatıcı. Düşünsene gündelik hayatta kalkıp anneme
"sen abartılı düzenli titiz birisin" demekten çekinirken şiirin
sayesinde "kalkıp ütülesem sokak başlarını erkenden / sen dağınıklığı
sevmezsin" diyebilme şansım oldu. Bir nevi içime attıklarımın, iç sesimin
kurtuluş bulduğu bir armağan şiir. Çok geç farkettiğim gizli bir geçit ya da
çıkınımda ne varsa getirip bıraktığım aynalı düşlerin satıldığı bir çarşı.
Sesin başladığı yer! Ama bütün bunlar hoşluklarla dolu bir serüven miydi ?
hayır. Çünkü şiir arenası zorlu bir yer. Ne zaman oraya çıksam mutsuz ve yenik
dönüyorum kendime.
Kitabınızdaki Husumet şiiri kendi
kendinize kaldığınız, kişisel tarihinizi sorguladığınız bir özeleştiri şiiri
olarak dikkat çekiyor...
Haklısın. Bunu çok sık yapmam aslında yani
kendimle didişmemi pek dışa vurmam. Ama şiir de husumetten doğmuyor mu?
Kendisiyle ya da dışarısıyla husumeti olan dahası huzursuz olan şiir yazıyor.
Bu da zaman zaman sorgulamaya girdiğimiz dizeleri barındırıyor galiba.
Konuşmanın, susmanın hatta sadece varolmanın kabahat sayıldığı çocukluktan
gençliğe ordan yetişkinliğe geçişteki süreç ve bu süreçte sizde kalan izler. Hep
mutlu anlar anımsanır denir ya belki de mutsuz anlar hep bilinç altına atılır
ve bulduğu ,ilk çatlaktan sızar. Sonra "fırlatıp atasım gelir de kendimi /
bir türlü elim varmaz" demek gelir kapıya dayanır..."aklım hep bir
uçurtma / rüzgarın ardında kalbini kovalayan" sanırım kişisel tarihim
aklım ve kalbim arasında geçen savaşlardan ibaret…
Kitabınızda
düşlerin aynaya çarpıp kırılma noktasını işaret eden bir tavrınız var. Bir
taraftan da düş aynaları içinde farklı yüzleri, farklı coğrafyalardaki
insanları dolaştırıyor şiiriniz...
Bende mekanda çokluk, zamanda ise hep
bir telaş var. Bu iki kavramın uzaklığı ise birbirine yakınlığıyla alakalı
desem çok karman çorman etmiş olurum ama olsun dedim gitti. Çünkü gerçekten
hissettiğim bu. Hem uzak-yakın hem de azlık-çokluk karmaşası. Aidiyet sorunu.
Göçebe yaşamın getirdiği mülkiyetsizlik hissi. Çok yer görme ama hiç bir yere
ait olamama. Her şeyden azar azar alarak ama kendini böyle çoğaltarak yaşamak.
Hayatın ritmini yavaşlatan köylerden, psikolojinizi zorlayan şehirlere
taşıdığınız kendiniz. Şiire sarkan bütün o coğrafyalar geçmişimin bir başka
yüzü. Her şair için biraz böyledir aslında. Misal Furuğ İran'da değil de
kutuplarda yaşasaydı acaba yine o şiirleri yazabilir miydi? sanmıyorum. İnsanın
ruhunu şekillendiren en büyük etkenlerden biri toprak ve o topraklara özgü
kültür. Ve ben bu yüzden şair doğulmaz şair olunur düşüncesini benimsemişimdir.
Aklınızı ve duygularınızı hatta kullandığınız dilin niteliğini bile en
belirleyici koşullar sizin ve çevrenizdekilerin yaşama biçimleri. Şiiri
yaşadığımız coğrafyadan damıtıyoruz bu sebeple hayata yapışan temalar şiire
yansıyor. Ve her mekan başka bir farkındalık aslında…
Aynalı
Düşler Çarşısı'nda anne-kız, baba-kız, kadın-erkek ilişkileri, toplumun kadına
bakışı, aşk, cesaret, mekansızlık gibi konuları irdeliyorsunuz. Anne; sabreden,
bekleyen, avunan baba ise; yasak, ayıp, günah hatırlatıcısı olarak karanlık bir
gölge gibi beliriyor şiirinizde. Kadını erkeğin namusu olarak gören zihniyete,
baskılara dile gelip direnmek yerine dile düşmek kaygısıyla durumu kabullenen,
susan hemcinslerinize de ''sır taşım ol çatla'' (s. 30) gibi dizelerle
göndermede bulunuyorsunuz...
Petek'cim benim için şiir buradayım, varım,
söyleyecek sözüm hatta itirazım var demenin en anlamlı ve saygın yolu. Geriye
kalan ise ne söylediğiniz dahası ne söylemek istediğinizle alakalı. Yani bir
anlamda her şair kendi ukdelerini yazıyor. Kitabıma yansıyan kavramların
kaynağı da bu sanırım. Ailesel, toplumsal kalıplara sığışmaya çalışırken
çizginin dışarı taştığı yerde ne varsa şiirin teması olabiliyor. Senin de
dediğin gibi kadın-erkek, baba-kız diyalogları da göze çarpan ilk başlıklar.
Aslında ben kadın erkek kıyaslaması ve eşitsizliği üzerine herhangi birşey
söylemekten yorgunum. Yorgunum diyorum çünkü bu konuda o kadar çok fikir ve
değerlendirme okudum ki bu konuda sil baştan derinlemesine bir didikleme yapmak
istemiyorum. Bunun yerine dilimin ucunda ne varsa şiirde anlatmak bana daha
anlamlı geliyor. Küçük bir ironi bazen sayfalarca anlatılan düz yazıdan daha
etkili. Kaldı ki İnsanın insana eşitlenemediği bir düzlemde kadının erkeğe eşitlenmesini
beklemek çok mantıklı gelmiyor artık. Öncelikle insan olarak yan yana
gelebilmek sonra daha detaylı bir bütünleşmeye geçmek söz konusu olabilir. Genel
anlamda baktığımızda insanlar arasındaki eğitim ,sosyal, kültürel ve ekonomik
mesafeler öylesine uzak ki erkeğin kadını ya da kadının erkeği anlamaması çokta
tuhaf değil. Benim büyüdüğüm evde para kazanan tek insan babamdı mesela. Annem
üreten değil tüketen konumdaydı ve bu ayıbı! kapatmak için her türlü hizmeti
vermek zorundaydı. Misal babamın ayakkabı iplerini bağlamak ve açmak gibi. Bu
durumu çocuk yaşımda olmama rağmen yadırgadığımı anımsıyorum. Aklımın alamadığı
bir tek yönlü sevgi gösterisiydi belki, belki de sessiz bir şiddet. Büyüyüp
sokağa çıktığınızda anlıyorsunuz ki evdeki durum dışarıda da farklı şekillerde
yaşanıyor. Evde ayakkabılarını kadına
bağlatan eril zihniyet dışarıda da var. Sadece ayakkabı numaraları farklı!
Önemli olan, sistem tarafından yutuldukça sistemin içindeki diğer sistemleri de
zorlayabilmek.
*Deliler Teknesi, Kasım
2010
** http://balporsugu.blogspot.com.tr/2011_07_01_archive.html
TEMMUZ
İHTİMALİ
anneme söyleyemediklerim
baharmış silmek istiyorum anne
boşluğuma açılan şu komşu pencereleri
girmeseler çiçeğe durmuş ıhlamurla arama
korkuluğuma kuşlar yuvalansalar
kapımda sahipsiz ne çok kilit
balkonda üşüyen bu kedi kimin
küskünlüğüm kendime anne
dolaşıyorum içimde sahaflar
okunmuş hayatlar alıyorum seni anımsadıkça
gelişigüzel raflara diziyorum
en üstte anası gorki’nin yanında benimkisi
aynada siyah beyaz bir film filmde birkaç
tane ben
bölünüyor bendeki yüzler sırlarım sızıyor
küplerimden
başrolde kelepirciler esas oğlan bizi terk
etmiş
boş çelenkleriyle bir eskici dükkan açıyor
ortasında yüzümün
ben tükenip azaldıkça ucuz aşklar satıyor
hepsi az kullanılmış temiz
taşralı anılar takas ettim anne üç beş
şehirli mandala
burada mandallar renkli
baharmış temmuz ihtimaline yağmur topluyorum
anne
gizlemekten yorgunum aşk sandığım ne varsa
uyanmadan akşamdan kalma şehir
kalkıp çitilesem diyorum sokak başını
belki bu sabah gelirsin anne kenarı sökük
terlik seslerinle
yalnızca bir sezgi: sen dağınıklığı
sevmezsin
“Aynalı
Düşler Çarşısı” adlı kitabından
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder