9 Ağustos 2013 Cuma

Ahmet Erhan'ın Ardından Yazılanlar



Ahmet Abi bak hele!


Ölü mü denir şimdi onlara, derdi Cansever! Denmez; hem deli misiniz, Ahmet Erhan ölür mü? Nar gibi adamdı o. Yüreğini kalkan bilip sokaklara çıkanların şairi... Açıldıkça açılır bir solgun kutu. Bozkırın kederidir. İtalik. Bir Türkçe öğretmenin boğaz pastillerine saklanmış bozgunu, Vakko’dan zar zor alınmış kravatlara... Öğretmenler odasının sigara dumanı, Ankara’nın akasya kokan bağırsakları... Aynada en hamarat kadınların bile silmeyi unuttuğu lekeydi. Uyurken bir çocuk örtülürdü üzerine, ben örtmüştüm hem de.
İstanbul’a göçtüğünde Pürtelaş’ın orada bir sokak. 2001 yılı. Nişanlıydı. Deniz der içerdi; balkondan mendil kadar görünen... İşten altıda çıkarak acele, eve gitmeden ona uğrardım. Yollar ve zaman benimdi. Yanıklarla dolu eski halı. Masasında çizikler. İçerdi. Koltuğa ulaşmasına yardım eder, üzerini örterdim. Uyusun. Arka odada güneş kırıntıları. Derken çok sevdiği Haydar gelirdi... Hatırlıyorum onunla kucaklaşmasını. Ondan öğrenmiştim bir dostun nasıl kucaklanacağını.
Hem bir taneydi Erhan, hem bin... Müteşair sevinsin hadi: Şiir değildi yazdığı; o keskince bir şeyler çiziktirirdi, acıtıcı... Tırnağı demirden dizeler, kanatan şeyler. Bu çağda şiirin insanı incitebileceğine kanıttı. Şiirin saklanabileceğine, dergilere değil sokaklara akabileceğine... Şairin önce derdi olması gerektiğinin ifadesiydi. Şiir, yazanın neresinden çıkıyorsa okuyana da orasından ulaşıyor, bilirdi. Hep savaştığı şeyi yazdı, yenişemediği...
Yazarken okuruna kardeşler diye hitap edebilir, yurdum diye bahsederdi Türkiye’den; biz darbeci derler diye korkarız... Oysa ki yurdunun darbesi kırınca belini, Adana Demirspor’da Fatih Terim ile birlikte top koştururken futbolu bıraktı. Votkayla nane likörü iyi gider, dediği bir zamandı. Dünyanın en güzel “bak hele” diyen adamı.
Tabutunun başında konuştu sevgili eşi... Acıtıcı. Ahmet, Sivas yangınından sonra hiç kendine gelemedi, dedi. Oysa herkes iyiydi be abi; iki belediye etkinliği, üç festival, bir de antoloji; mesele çözülmüştü yani. Sen niye kahrediyordun ki kendini?
2 Temmuz 1993’ü anlatmıştı bir gün. Cunda’daymış. Yolda yürüyormuş. Sıcak. Arabasında cep radyosuyla bir eskici varmış ötede. En yakını, kardeşi Behçet Aysan Sivas’a, etkinliğe gitmişti. Eskicinin radyosundan gelen ses tanıdık isimler söylemişti sonra. Otel yangını demiş; içerde insanlar da varmış hem. Bir insan nasıl yakılır, yanar, öyle alevler içinde... Derken Cunda’da bir yaz masasında kendi ellerini tutup ağlamış evet.
1981: Yirmi üç yaşında. Alacakaranlıktaki Ülke’nin ödül aldığı gün, törende Edip Cansever’le karşılaşmış.
Sormuş Cansever: “Evlat ne çok bahsetmişsin, daha gençsin oysa, kimden öğrendin ölümü...”
“Sizden öğrendim üstat” diye cevaplamış Erhan. Uzanıp omzuna dokunmuş Cansever. Yüzü halen o günkü güzelliğindedir ikisinin de...
2013: Gerçekten öğrendi ölümü Ahmet Erhan.
Aysan ve Cansever’le bir arada şimdi... Yaşayanlardan daha çok ölüler. Şimdi hepsi kitaplarda, yanımızda, kâğıtlarda sürdürüyor yaşamı. Alacakaranlık gündüz...
Ahmet abi bak hele: “Hoşça kal, yine görüşürüz!”

8 Ağustos 2013, Radikal
Onur Caymaz



Hiç yorum yok: