3 Ağustos 2015 Pazartesi

MÜSLİM ÇELİK


(1952, Oğulcuk Köyü, Erzincan - )


Âba Müslim Çelik imzasını da kullandı. İlkokulu Oğulcuk köyünde bitirdi. Ortaokul, lise ve üniversite yıllarında hem öğrenimi yaptı hem de çalıştı.  Antakya, İzmit ve Erzincan'da çiftçilik, ırgatlık, harita teknik memurluğu, türkücülük, fotoğrafçılık, Bursa Ahmet Vefik Paşa Tiyatrosu’nda kursiyerlik ve yardımcı oyunculuk yaptı. Boks sporuyla uğraştı. Bursa Eğitim Enstitüsü’nün edebiyat bölümünü bitirdikten yıllar sonra Anadolu Üniversitesi Eğitim Fakültesi Türk Dili ve Edebiyat Bölümü'nde lisansını tamamladı. Bingöl, Muş, İstanbul ve Yalova'da lise edebiyat öğretmenliği yaptı. Edebiyat öğretmenliğinden emekli oldu. Halen İstanbul'da yaşıyor.
Türkiye Yazarlar Sendikası Genel Sekreterliği görevini sürdürüyor. Uluslararası Pen ve Besam üyesidir.
İlk şiiri 1972 yılında, Bingöl’de Harita teknik memuru olarak çalışırken bir yerel gazetede yayımlandı. 1981 yılından bu yana şiirleri, yazıları ve söyleşileri Adam Sanat, Akatalpa, Akdeniz Seçki, Anadolu Ekini, Atika Sanat, Bahçe, Birgün, Cumhuriyet, Çinikitap, Edebiyatta Üç Nokta, Eliz Edebiyat, Esmer,  Evrensel, Evrensel Kültür, Gösteri, Karşı Edebiyat, Kitap-lık, Milliyet Sanat, Parantez, Sincan İstasyonu, Sözcükler, Şiir Oku, Türk Dili, Varlık, Yazılıkaya, Yarın, Yasakmeyve, Yaşam İçin Şiir, Yazko Edebiyat  vb. gibi dergi, gazete ve eklerinde yayımlandı.
Bazı şiirleri yabancı dillere çevrildi. İki şiiri bestelendi.
Ödülleri: “Peryavşan” adlı kitabıyla 1989 Ceyhun Atuf Kansu Şiir Ödülü’nü; “Hayriye Yitik Ülke” adlı kitabıyla 1997 Hüseyin Topçugil Şiir Ödülü’nü, “Necatigül” adlı kitabıyla 2008 Cemal Süreya Şiir Ödülü’nü kazandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Peryavşan (1988, Cem Yayınevi, İst.)
& İhbarlı Gül (1990, Cem Yayınevi, İst., 119 s.)
& Erzincan’da Yağmurun Şarkısı (1993, Cem Yayınevi, İst., 96 s.)
& Hayriye Yitik Ülke (1995, Cem Yayınevi, İst., 61 s.)
& Göğü Kokla Açılırsın – Beşikte Karanfil (1997, Cem Yayınevi, İst., 72 s.)
& Lirkuşu (2000, Adam Yayınları, İst., 78 s.)
& Nazım Hikmet Yahşi Güzel (2002, Cem Yayınevi, İst., 118 s.)
& Kızbes (Kendi seçtikleri; 2006, Toroslu Kitaplığı, İst., 107 s.)
& Bülbülün Ölümü (2007, Artshop Yayıncılık, İst.)
& Necatigül (2008, Artshop Yayıncılık, İst., 96 s.)
& Bursa Lirikleri (2009)
& İstanbulotus (2014, Noktürn Yayınları, İst., 104 s.)
& Paris'te Kavalla Son Prelüd (2014, Yapı Kitaplığı)
       İnceleme Kitapları:
& İpek Mendil İçindeki Sevgili (2011, Evrensel Basım Yayın, 120 s.)
       Çocuk Kitapları:
& Küçücek (Çocuk şiirleri; 2004, Cem Yayınevi, İst., 60 s.)
Kaynaklar:
A  Cumhuriyetten Günümüze Türk Şiiri Antolojisi Cilt 5 / Abdullah Özkan – Refik Durbaş / 1999, Boyut Dosya Yayınları, İst., s: 1036-1037
Hakkında Yazılan Yazılar:
1  Peryavşan / Memet Fuat / Yazko Edebiyat, Temmuz 1981, İst.
1 Sırtüstü / Salâh Birsel / Cumhuriyet Dergi, 11 Haziran 1986, İst.
1 Bir Saptama / Mustafa Öneş / Milliyet Sanat, 15 Aralık 1988, İst.
1 Şiir Yolunda / Mehmed Kemal / Cumhuriyet, 2 Ocak 1989, İst.
1 Kucak Kucak Dostluk / Mehmet Başaran / Milliyet Sanat, 15 Nisan 1989, İst.
1 Karla Buzun Toprakla Karın Kesiştiği Yerde Açan Bir Dağ Güzeli Peryavşan / Haydar Uğur / Yeni Demokrasi Dergisi, Mayıs 1989, İst.
1 Yazılı Kültürü Tartışacak mıyız, Yoksa Yadsımalarla mı İdare Edeceğiz? / Adnan Özer / Fanatik Şiir Dergisi, Haziran 1989 
1 Peryavşan / Halim Uğurlu / Türk Dili Dergisi, Sayı: 15
Yazarla Yapılan Söyleşiler:
J  Müslim Çelik Şiir Dünyasını Anlatıyor / Enver Ercan / Gösteri, Mayıs 1989
J  Müslim Çelik ile “Peryavşan” Üstüne Söyleşi / İbrahim Oluklu / Varlık, Haziran 1989

Şiirlerinden Seçmeler:

ACI ERİNÇ ŞARKISI

Elinde bulutcuk
   gün buradan geçmekte

Ah kız
   Aç yüzünü

yanık sarı erinci
   Ay kiraz dallarında

Ah kız
   Bölüş benimle

Uyku göğüslerine sürünüyo
   Vandal leylak çiçeği

Ayy sızlanan gözlerinle
   Seviş biremcik

BURSA’DA AŞK BÖCÜGÜ

Bursa’da gölgeli bakışlı
bir kız
erirdik gözlerinin elasında
Güneş’li su erguvanlar
Günde iki kez geçerdi Setbaşı’ndan
Salına salına.
Sulara düşen el yazması
ebruli söğüt yaprağı üzerine
şehrin ölgün ışıkları.
– Kara yeller ak yerleri dövende.*

Takarak özlemlerimi iki yanıma
kanat zifiri geceyi
diyor, ölürsem götür çöplüğe at.
Ayakların sağlam, yüreğin güçlü, uzak
bir yerdesin Ferhat.

– Ağlayan ormanım akşam yelinin altında.**

* Arkadaş Z. Özger
** Bir Japon masalından

Akatalpa, Sayı: 70, Ekim 2005

'ERTELENMİŞ İKİ İNSAN'

              İngeborg Bacbmann'a

Gözyaşları, sahici damlalar
kör balıkçının uydurduğu masal

Desem ben bir yalanım
şanına kazınmış kabartma

Küçük, iri, gülgün inciler
denize atsan yorulur

Gül çarparak kule mazgallarına
o yana itelesen kırılır

Desem, damaklarımda dağılan
baharın çiçekleri, koklasan

Varlık, Mayıs 2004

ERZİNCAN’DA YAĞMURUN ŞARKISI

Yürüyorum Erzincan ovasında
gökyüzü sarsılıyor yer nazlı
çiçek açmış kayısı ağaçları
burnuma toprak kokusu geliyor

Sırtımı dağa veriyorum yönümü
siper ediyorum ömrümü bir kelebeğin gölgesine
iki çakıltaşı alıp yerden atıyorum havaya
başıma düşüyor sivri olanı

Herşey kayıyor/sırt çantama
yağmur bulutları doluyor önce
toprağa dayıyorum kulağımı
uğultusunu dinliyorum yüreğinin
      Sonsuz sevilerle savruluyorum
          sütleğen otlarının içine

Koşuyor ışıklar yukarıya/kavaklara doğru
Kirpiklerime yağmurun salkımı diziliyor
alışılmamış bu kaynaşmayla asılıyorum göklere
Arılar burdan oraya yitip gidiyorlar tekdüze

      Yürüyorum bu akşam karaağaçlar arasında
yellerin kirp diye kesilmez ki sesi

İHBARLI GÜL

Gecenin en derin yerinde geldin
dilinde lokmançiçeği
Yaşamamı bu yüzden verseydim sana
kanatsız kuş içeriği

Gün doğuşunda emeklendin uçtun
sevimize gözünün belermesi değdi
sen ki ilgi alanıma
gül kaçgunu olarak kaldın

Gecenin tuncu ışığa gebe
Bir, şey olan hiçbir şey yalan değil
sular akar armağan besteye
yüründükçe imge kanıyor ışık

Terleyebilirim açıver gözlerini
arılar sevgiyi örmekte içi yaz
esneyen gökağız nerede
seni gördüm kendine
kamburu güzellik olan
Ah, gidinin gülfem H.

Kapkaranlığın uzlaşmaz yerinde
öptüm elde ettiğimi ilkindi
sulak çöl ateşli denizin tarla içi
ve istiridye... Gözlerine yansıyan senin alttan
                     canım, ilkyaz patlaması

Her sokağın başına bir gül bırakırdın
-ömrümü-bu yüzden verseydim sana

KAYNAYIP COŞU

Gözlerinin irisine
sarınıp yattım
üşümedim

Şiire belenip çiçek tozlarınca uçtum
güzel O, imgenazlara
çimenin yeşiline, doğasına doğumun
ekildim
özsuyum titretti toprağı

havada ‘velvele’
çiçek giyince yenlerini
çatlayınca torpak dodağını
göğü ağzını açınca
fırtına beynimden kesti iniltiyi

Acıya değdirdim dilimi
hesap sordum anka kuşa varana
ve mühürlendim ve soldurmadım gülümü
dalgaların kırıldı zinciri birle
üşümedim, titredim, hissetmedim

köpüklenip aktım şiire...

“Peryavşan” adlı kitabından

KIRKINCI YAŞ ÇOCUKLARI

Üzerimde başımın ülker yıldızı, belki değil
akşam alacası gözlerimde ölüyor
O öyle bir kikirder ki içimde
gülmese ay çiçekleri üzüncünü görmez miyim
           O gülmeyen Ay-su bu çocuk işte

Ormanın gümbürtüsüne hüthüt üşüştü ansızın
gölgeli sularda bulut mavileşti az biraz
Gün gülse gözlerinde üşürdü yaş ağladığına
Kırk yaşını cebine koyup yürüyen yan yan
O çocuksu bu çocuk işte

Sokak boylarında akasya olsam sıra
dinlesem yellerin özürlü sesini
duraklarında ömrümün yiten karanfiller
sıkılan gönüllere esenlik olsam
kırk merdiveni kırık merdiven hatmi
O masal ülke bu adam işte

Saksılarda yaşar mı ak kırmızı ortancalar
gönlünde mapuslar girer ancak kafeslere sarı
umu dediğin umutsa ey gül yerde de olsa
         Okulların ziline sesin karışırdı ansızın
O seher gözlü çocuk bu yavru işte

Kıyıları ağzının yarpuz kokulu
Bir kez olsun yol vermez gitmeme ırmak
           Sıcak yeraltı suları kımıldar içimde
O açık pencere bu kapı işte

Bedenini ilkyaz toprağının terler sardı soğuk
doygun değilim, akan yıldırımın sesi denli eski
bin yıldır dolam dolamız kanlarımız ısınmakta
         Altta kızıl kor, üstte ıslak yağmur
Fokurdayan o sessizlik bu fırtına işte

Adam Sanat, Sayı: 86       

PARİS'TE KAVALLA SON PRELÜD

Sombahar, yıl seksen dört
eylül dokuzda
gün kara, gönül yareli
saatin beş on beşi
çın sabahta biten öykü

yurdum benim,
"öldürülmüş civan oğullarıyla
kanlı bir mısra gibi
uzakta"

Yorgun, çok hızlı
vuruyor yüreğim
alınmasın buna
Siirt'in Paris köyü

Yurdum benim, gidiyoruz galiba
yalınlığa gömülü ve çocukça
Akıyor şiirsel imgeler nehri
yıldız tarlaları arasında
Gülünün güneşi emzirdiği yere

“Paris'te Kavalla Son Prelüd” adlı kitabından
     
RAN

Ayışığı içe işler samansarısı şiirin
  Bulutlar bak ki gölgelerini bırakırsa
Kıyıda küçük balıkçı nişan almak için
  Dalgaları giyindirip kayalara asmış

Sana ipince sak çalışıp kuranlardan
  Buğda pamuk taşlıova ve susuz ve
Ağzında suyun dili çözülür
  Köpükler çekmez mi seni istediğin yerlere

Ay ayrılıkları çalkantılar arasında
  Yorulmazsın yunuslar gibi yaz
Dalgaların kayalarla öpüştüğü yerlerde
  İçin hep alt üst olmuş biraz

Göğe bir hoş olmayla doldu gözlerin
  Nice ayrılıkları aldın da arkana
Tüylerden yeğni gündüz gece süzüş içre
  Baktın ateşböceklerinin fenerli gözlerine

İlkyazların ayıldığı güneşli menevişelerle
  Acıydı karpuz kabuğuna çarpmayan dalgaları
Son deniz de lekesiz kaldı kusmuştu yunmayanı
  Ceplerinde ne varsa kalem şiir ekmekle

Şair deniz mi mutlandı son armağandan
  Suyun şiiri pamuktan sütten aydan
Kavuşamadığımız yel diriliş kesilirdi bir an
  Sürem sürem masmavi boşluğun sesi henüz

Öngün sürekli karaların sessizliği
  Sel fisiltisinde dalga koşuyor iki kaşın arası
Öpüşlerden kadife göğ boşlukta derin daha
  Kösnül pelte ve al söner gölgelerle

Girmedin kirpiğinle kırıldı zaman küresi
  Darı tanesini bir tutamak soluğu ilkin sabahı
Bir keklik takımı gibi toparlanan akşamı
  Özlemiştin açık yara gördüğün 0'ydu

Yalımı görmüştün Güneş'te kanlanır gözde
  Kapamış karanlığını zar zor sulara
Yenile gülücükler yüzdürüyordu özlem göğsünde
  Kasılıp yayılıyor deniz karışmış buna

Arı ve günleri sezdin karam karam yıldızları
  Son yunuslar iner yeryüzünün kulaklarına
Uyur tınlar susar taşlar su uçsuz
  Gömülür fırtınalar geçer ovalardan kar döndüre

Dağlar mühürlü ve okyanuslara yaklaşan
  Kasırgalar saniye estirmez olmadı seni
Umdun ki evrenin boşluğunda
  Dinlenmiş dalgaların kişnemesini

Çift kanatlı kapılar açılınca kelebekler mi
  Bakışlar parıl parıl göğ bakışlı
Bilirler esrimiş sıcaklar sarkmış enginlere
  Pamucuk bulutları söndüren yel sanki

Eskil göğler diner dil dil durur
  Şahan irisi ak dişli cerenler
Kükreyen gel-gitlerle birden susar sular
  Gözlerinden altın yağmurlar iner pirayenden kıyılara

Gözbebekleri al gülleri akik dilleri
  İştahlı insanlar apaydınlık bordalarda
Zamanın azdırdığı çıyanlar siner
  İğilmiş şerbet veren ak pak kokularla

Donarlar susanlar görmeseler yeri pusatta
  0 akik mercan solgun ışıkları
Yorulursun köpükler karışmaz uyanık
  Toz kaldırır mavi kanatlanır gönlün

Apansız acıkırsın doğuşuna okyanusların
  Boşluk tıkır da tıkır çözer toplar teni
Baktın kızıl güller yordamlardı şanına
  Uçar gidersin kanatlı tohumsun ki

Batar ıslak güneş doğan düşlerin
  Yüz rengi benzi sesi çığlıkları
Sabahları kuşlar yuvalarından bölük
  Diriler çıkardı güne sayrılıkları

Tut ki çarparak kayalara yol alan gemi
  Bir sessizlik düşerek ayrılığın sensizliğine
Kapanmışken can şiirle oymuş gönlünü
  Sonsuza kadar uçarak gölgesizliğine

Su yundu işkillerle ve esenlikli
  Çarptın arkandaki geceleri epiyce göklere
Dolmuş bulutlar akarsular selinde
  Eril harfleri hercayi menekşeleri

Oydun sayfa sayfa açık göğü
  Sonsuzluğu sabır masmavinin dudaklarında
Kış gününde ılık öpücüğü
  Yıldızlar ateşli çivileri göğün gonca

Dolu fişek dalgalarsa halünce büyür
  Gerçeklerinde sev sevebildiğince varol
Sonsuz var mı ki aklanmamış uyur
  Su küreler hey küreler kalbim hazırol

Demem aşkın aşılmamış ölümü yare
  Kavuşmanın erinci dolar gömüldükçe
Sayılmamış samanyolu bahar göz edip de
  Oğluuum Memeeeet bala açelyalar açmayacak mı hâlâ

Akıyor ırmak sapsarı sevdalanışlarla
  Homurdanıyor deniz gülgün ırak
Ağız ağıza ve balıklar ağlaşarak
  Dirim ardardalık savuşur ölüm yan yanalıkta

SEVİ KÖKLERİ

Karanfilim gün kokuşu derincin pili
Kentleri yel örtmez mi
Fırtına ayırdında sesin esişin
            Uzayıp duruyor ırmak
            kısalı kısalı kavak

Yankı
            Çocuk yüreğimiz uzakta
Evleri erinç içmez mi
Mutluluk ayırdında esrikliğin
            Tanyeri göbeği derin
            Akşamalacası uzun

Dil
            Seline kapılmayanı yıkanmışı sözün
Yürekte sözcüklerin yağı erimez mi
Dikenler ayırdında kasırganın
            Yaşamın ağzı ıslak
            Dilin ucu kuru

ZAMANIN RUHUNDA

Dara
Apansız düşen kozalağa
Pan! diye fısılda
Gamsız mi? Değil,
susuyor bilgece.
Kara dağlar, kafası bozuk bulutlar

Sevi, ilk/gençliğini hatırlar
Yosun tutmuş sayrı ağaçlar
Uyurken iç geçiren kadınlar
Sakin, derin süzülüp gider…

Akatalpa, Sayı: 122, Şubat 2010


Hiç yorum yok: