31 Ağustos 2015 Pazartesi

HAYATİ BAKİ'DEN ŞİİRLER

AYLAK BİLGİ PEŞİNDE SOLUCAN İZLERİ


1.
dünya olanda ışık neredeydi?: söylesin kaos,
var mıydı düzen?: desin karangu zaman: diri
varlık; fısıltı hâlindeki söz; çamura bulanmış
plazma; bildiğini okuyan cahil tanrı. fizikçi
düşleriyle hayâl içinde yanan ateş: kıvılcım
çiçeklerinin şarkısın söyleyen özgür çayır.
sonsuzluğu emziren suların bildiği, bilmediği
kuşların: sesin unuttuğu sessizlik günü:
uçurumun izdüşümünde düğümlenen
akıl: korkuyla sarmal ân.

bilinmemesi gerekeni bildik! çok erkendi
henüz dönüşmesi ağacın karbona; toza
bulanmış sözcüklerle hemhâl bilig; betiğin
kardeşliği taşlarbilimi, hayvanlar fikri
yol açınca boşluğa, boşlukta izini arayan
kendiliğin belleğine: konuşulabilirdi şeyler,
nesnelerin adlarıyla acıya dayanaklı suç.
ve suçluluk nerede? keder budur, kader de.
duran ne? durma ilerleyen izlek,
durma sakınç durma hareket.

çözümsüzlüktü karar vermenin çığlığında
cinler zamanı: büyü ve iksirle yarışan
tanrı mıydı? ins, elma, yılan: ağacın
bilgisiyle bilgi ağacının köklerinde
işaretini sakladığımız simya:
hükmünde yapaylığın
kanına akmış aka aka tarihle
gölge hâlinde imsiz alfabenin biriktiği
yanlışlar dehlizi. şifrelerin izleri silinmiş:
nereye baktığı belirsizlik ağının yokluğu.

2.
ışığ vardı: neredeydi dünya?: cümbüş
hâlinde karmaşa yokuşunun tanrısı: rabb
rebbinin arıyor deliğinde tinin, dinlenmek
içün, dirisi ölük; ölümü bungun, tuhaf:
kendine çekilmiş kaybolmuş tuhaflık .
yılanın söylediği şarkı sözdizimi
yalan üretiyor iblisin ağzından kelâm
ilmi: avlakta av olan böğürmenin ritmi,
ritmin kargışla büyüyen maskesi: savaşın
karnında acun, kâinatın döleğen dölü.
oradaydım, diyor; buradaydım, diyorlar
zifir ânda: çürümeye hazırlanıyorlar burada,
burada: yaratıcının faşizmine teslim edilmiş
yaratılanın kanlı elleri, kalbinden fışkıran
hayatın oyunu: orgazm hâlindedir, dârü’l-
vahşet, dârü’l-cinnet, dârü’l-şehvet.
cennetle kandırıldık: korkutulduk cehennemle:
“yaşamayı öğrenmeden ölen çocuklar”
bize bakıyorlar: gözlerinde endişe, ellerinde
hayatın alfabesi hûn devşiriyor: yedi derya ceset.

dârü’l-ceset kokuşuyor ezelden ebede: çürüyor,
“selâm” ve “dua” ile kusursuz yınanıyor; kapkara
toprağın rahminden yardım dileniyor, daha
fazla gayya daha fazla gaia daha fazla parra:
mülkiyetinden mülkiyet, şiddetinden şiddet.
erinç nerede; nerde özgür özne?!: boyun
eğiyordu umudu görür görmez, işitir
işitmez olmayan yarını, yarın, diye
kandırılan ussuz zihni! şaşırma sırası sende
izlerinde kaybolan solucan: aylak bilgi.

Hayati Baki

ESKİ ZAMAN SESLERİ

çömleği suladım şarapla yıkadım amforayı
toprakla yundum kalbimi ağaçlarla ormanı
rüzigârladım soluğumla kişneyen atlarımı
çayırların çiyini sabah güneşinin ışığıyla
ısındım ışıttım ıslığımla ılgıt ılgıt akşamı
akşamı akşama geceyi geceye uladım
sessizlikle dilimledim dilimi gönlümle
şölenledim sözlüğüme sözcükler denizini
burada ülkemin çığlığına sarıldım ağladım
sızımla kaldım yalağuz sancıdı gözelliğim

çamçakladım kımızla şiirimi kopuzladım
türkü olup çağlayanda ırmaklar boyunca
aktım söyledim aktım söyledim bozkırda
otağlar içre süledim de koşukladım ordumu
birliktim tebeşir dairemde dirliklendim
göğün katlarından atmosferler devşirdim
de geldim evdeşim yurdumla aydınlandım
dağıldığım gözeden yollara ayrılıp ayrılıp
temürden ateşlerle ocaklandım kunt kunt
biligledim bilgiyi eyledim de bilgeliğim  

çayır çimen gezinledim gökbörü kurtladım
da uluşladım ulusu ulusu olsundu boranda
tipide fırtınada gürlediğim şimşeklerle
yıldırımlar emzirdiğim elmaslarla çizdiğim
kayalara taşlara tamgaladığım uzaklıklar
dağlar ergeneler derinlikler kanyonlar geçtiğim
kartallar göğercinler turnalar geyik kervanları
ruhun uçuştuğu kamanla kucaklaşıp koklaşıp
yuğ yuğ yuğlanub ağıtlar zamanından burada
oldukta çok oldukta kop oldukta hepimiz

çömleği suladım şarapla yıkadım amforayı kımızla.--

Hayati Baki

“güneş ne demek ufuk ne demek?”

zaman gelecek bize! yetişecek çağ çağa tiz tüze
görülecek benim varlığım: “sen kimsen?”: sorulacak,
“türk menem” yazıldı yazılacak türk kanıyla kanıma.
denilecek, tağıyla ırmağıyla, at kişnemeleriyle büyüsel:
düzgün: onat: bilge: yaşnayuben taşlara kayalara:
tanrıkut mete’den tebeşir daireme emzirecek pusatlı
hâlimi; bolat pulatlanuben çeliği sulayan odda, gönülde
sonra: tilde ve dile kaynayan sözcükler denizinden
kıra ovaya gökyüzüne yıldıza: ülkenden üleşüben
ülgeme, buraya değin: özüm yüreğim ülkeme dek!

kalkıp geliriz: tan vaktidir tam!: od öyüdür güneş,
tekindir dağlara düşen gölgemiz: suvarırken tayları,
sülerken tümen tümen yağız yere düşer tengrimin
körklü görkemi; ança dirilirken sessizliğimin sesi
sesimin sessizliği ulaşırken yakutla yeşimle yadayla
sadağıma!: ağan ağaçlar türküsü, yığılan yığın yığın
yıldızların yırı şarkısı!: ormanlarım dinler beni, söyler
ufkumun gökşin yüzüne dallar saluben amrak
sevgisini sevinçle: gönençle hele erinçle uykusuzluk
keçesinde süt gölünde yunmayı yıkanmayı göze dek!

gözeye dek baruben susuz yağmursuz çayırlarda
gezdik hep: kop dolaştık kopardık adım adım
ayaklarımız üzre adanmış uzaklıkları, eyleyüben
güzün, imdi evvel bahar, ilkyaz sonra, sonra yaz
ve kış sonra: yazdık yazımızı göyünç içinde kunt
övünçle: kızlarımızla oğullarımızla kocalmış atagün
karalmış anagün yurtlara yunt omla: emecendi avuç,
sıkılmış yumruktu ipekten bezekli öbkemiz, öfke
buydu işte, uluşup uluşup yarattığımız dura kam.
karangu geceye ay olan türk söz olan türkçem öztek!          

ırkımın ekini, ekinci benim: kavmim asabiyyet
zırhında dinginlik rüzigârı, serinlik ırmağı, derin
derinlik devşirenler yumağı: kimesnem: etile;
bumin kağan; ilteriş; költigin; tomiris; bilge kağan:
tonyukukla aydınlanan coğrafyam: atmosferim
dîvânü lügati’t-türk, kutadgu bilig, nutuk: söylev
içinde yurdum türkiyem ülkem ulusum: dilim,
dilim dilim her yerde: tebeşir dairemdir dünya,
soruyor gâzi: “güneş, ne demek; ufuk, ne demek?”
yanıt verin kız oğul oğul kız: ne demek türk nerde yürek?

 Hayati Baki

NEYİN ÖZGÜRLÜĞÜDÜR TAŞ ÇOCUKLAR?

tanrı ve savaş: neyin özgürlüğüdür, çocuklara
savaşı öğretmek?: taş atmayı!: “devletiniz olacak
haydi ölüme koşun” çocuklar: kardeşlerinizin
cesetlerini toplayın toz toprak içinde: top
mermilerinin sivri ağızlarından sipsivri almak
çığlıkların sessizliğini: sonra, tanrınızla bir olup
öteki tanrının çocuklarının ölümüne zafer
işaretleriyle nağralar atmak: kurtuluş yok mu
hiç? hiç mi yok?!: hiç: hiçlik! öncüleriniz
kimler?: devletiniz ne vaat ediyor size?
ölmeyi mi, daha iyi ölmeyi mi? ölürken
yakışıklı gömülmeyi mi: allah’ın karşısında
terütâze sıpyanlar olarak karşılanmayı mı?
hayır, hayır, sevgili çocuklar, hiçbir niyet
karşılayamaz inandırıldığınız şey içün
amentülerle uğurlanmanızı cinnete!
tekbirlerle tek bir güneş de karartsanız
attığınız taşla: sessizce, kimse anlamadan,
anlayamadan öldürüldüğünüzü: annelerinizin
yaslı kara çarşafları kalacak ve dizlerine
indirdikleri çaresizlik yumrukları: savaş,
oyun değil çocuklar: sizin oyununuz yazı
oyunu: sevgi oyunu: üleşme oyunu suyu
ekmeği: alfabeyi: elifi lâmı mimi: ninniyi
ninenizden, kız kardeşinizden oya örmeyi:
babalarınızın verdiği tüfekleri kırmayı
attığınız taşlarla!: tanrı ve savaş
açlık ve kimsesizlik: alfabede ne ile
resmedilir öğrettiler mi size? yaşınız kaç
boyunuz ne kadar attığınız taşın menzili ne
kaç düşman öldürdünüz ya da ya da ya da:
şimdiye dek: kaş aferin aldınız
ölmeden önce?  aferin sizlere: devletten
sınıfta kaldınız taş atmayı öğrenirken!
tanrı ve savaş ve devlet: neyin özgürlüğüdür
sevgili çocuklar: bizim çocuklar. çocuklarımız!

Hayati Baki

SİYAH PAPATYALAR

basit şeylerdi, yürüdüğümüz tarih gerçek mi
istenç dışı koşarak kurduğumuz hayat, tanrı’nın
sesi gürlemişti gökyüzünden yeryüzüne: öldü
tanrı! deyin bakalım “o, artık kimsesizdir!”:
sessiz ve derinden inleyen yaşamın sonu,
sonsuzluğun dirilmesi bilgiye gömülü ölüm.
özgür kıldı beni, hepten rahatsız etti, cismimi
hakikiyyûndan oluşan acılar dünyası: bulunç
ötesi edgü nereye gitti, gider, gitsin gidebilirse!

bana aklım kaldı; ne çok sevindim siyah
papatyalar açtı ve çoğaldılar kafesinde toprağın:
tertilianus kandırdı bizi, biz bilenler, bilgeler
pazarında söyleşenler dedik: certum est, quia
impossible”: kesin bu, çünkü imkânsız!; elbette,
kandırıldık, olanaksız değildi karanlık. putlar
yaratıldı: sermaye, mülkiyet, despotik inançla
koruyucu devlet! olmazı  olur anladık, zavallı
kalabalıklar: us yarıldı sonra, kimya ve fizikle.

yarın dedik umut dedik gelecek gelmedi bir türlü
doğal küme yoktu, olmadı hiç: silahlar, insandı:
insan dedikleri “savaş yaradan” izdüşümü
keskin bıçak, sırtlan payı, homo homini lupus,
otomatlar dünyasında peygamberler coğrafyası
sarı yıldızlı davûd, golyat zırhını delip deşen kan!
rastlantı değil bu zorunlulukla bağlı mükemmeliyyet
cehennemi: burada dünya, cinnet ehlinden katliam
burada: maktûl, perperişan, bir tek vahşi insan.

homo homini res sacra, dönüşmedi, asla, katiyyen
olmadı şeylerin cürmü, eşyalardan vazgeçilmez
memalik büyüdü zihninde bencilliğin künhüyle:
ölen tanrı’nın sesi: her vakit olur olmaz ateş taşıdı,
silahlandı tanrı râb’a ait krallıkta! kır al böl yönet
öldür esir et aç bırak ölsün soğusun kalbin aşkı
kurusun kanın ırmağı gencecik papatyalar beyaz
morarsın çöllerde elverişsizlik ikliminde yavaş
yavaş yavaş rikkatle soluğunu süzsün ölüm ve hayat.         


Hayati Baki 

*Şiirler, Hayati Baki'nin izniyle yayınlanmıştır.

Hiç yorum yok: