20 Mart 2015 Cuma

ÖMER FARUK HATİPOĞLU

(1958, Cihanbeyli / Konya - )
            
      Halen Cihanbeyli’de yaşıyor.
      Şiirleri Acemi, Adam Sanat, Araf, Berfin Bahar, Çağrı, Çalı, Damar, Deliler Teknesi, Edebiyat ve Eleştiri, Esmer, Evrensel Kültür, İnsan, Karşı Edebiyat, Kıyı, Koridor, Kum, Kuzey Yıldızı, Ortanca, Papirüs, Pencere, Şehir, Şiir-lik, Türk Dili, Yaklaşım, Yazın, Yom Sanat  vb. gibi dergilerde yayımlandı /yayımlanıyor.
      Ödülleri: 1998 yılında İbrahim Yıldız Şiir Ödülü’nde İnce adlı yapıtıyla övgüye değer bulundu.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Düş Değil (1995, Memleket Yayınevi)
& İnce (1997, Memleket Yayınevi)
& Sevdim Çocuk Yanımla (2000, Hera Şiir Kitaplığı, İst., 80 s.)
& Ateşi Utandıran Yangın (2005, Yom Yayınları)
& Şiir Sözlüğü (Sözcüklük) (2009, Edebiyat ve Eleştiri Kitaplığı)
& Siz Hiç İsmail Oldunuz mu? (2012, Kanguru Yayınları, Ank., 96 s.)
& Parçalanmış Yalnızlık (2015, Sınırsız Yayıncılık, Ank., 96 s.)
Kaynaklar:

Şiirlerinden Seçmeler:

AĞLAYINCA

ağlayınca
gözlerimden kalkar gider dünya
canıma geniş açılan pencerenin
buğulu camını siler
tuz gölümden iki damla
düşer taşlarım beynimin kasığından

ağlayınca
ateşim iyice yükseldiği zaman
serin yaz yağmuru iner kemiklerime
ağlamak iliklerime geri çekilir
temizliğin titrek kokusunu solurum
ben bir hoş olurum
annem görse kahrolur

göz kapaklarım söndürür ışıklarımı
içimde güvenlik tamam
yeni bir dünya kurarım zor değil
göz var gönül var
gözyaşı yok       

A Y N A

ömrün kırık aynasında
kanayan kesik suretim
gelen geçen günler gibi
gelemez bir araya

paramparçadır beden
içim un ufak öğünür
yüzüm ömrün ırmağında
içim rüzgârında dağılır

zaman evren uydurması
ömür gündelik yalan
kelebekten kuşa kadar
biteviye yinelenen

...

kim kanayan suretini
kandan jiletle dünyanın
dünyanın önüne kazır
ölüm silemez adını
zamanın aynasından

 “Sevdim Çocuk Yanımla” adlı kitabından

BAHAR KIZIN GİYSİSİ

örteceğine üstündeki basma gömlek
civir civir çıkartmış memelerini
ankara'nın orta yerine rengârenk

ayaklarını öpsün diye saldığın etek
çiçek çiçek açmış seni bahar kız
söylemesi ayıp kalçalarına dek

niye ezersin ayakkaplarını çıplak-
ayak dolaşırken gözlerimde boşuna
yalnızca yeşiline baktığımı bilerek  


çadırVAN

    çadırdan soğuksun muktedir
    çadırdan daha çürük
    yakıcısın yanmaz için
    için demir
    pürmüz tutulsa yanmazsın

çadırdan soba borusu çıkmış
çaputtan kapı, çaputta
mevsim öyle zehir zemberek
yer altına geçmiş kış
don var bulutta

bu çaput çocuğa evdir ıslakken
bu çadır yanarken çocuğa kefen

kar yağıyor çocukların tenine
şahım şiir değil söylediğim
bir çadır çatılmış gözlere zehir
bir çadır içine kahır
kar diyorum hani kışın yağar
geceleri ayaz olan mevsimde
mevsim o mevsim
uyku dışarıda kalmış
uyunur mu, uyusan rüya donar
pencerden uzanan el
sarkıttır

üç çocuktan hangisinedir bağır
hangisini alır bir koyun
ateşi üşüten nasıl ısıtır
ellerini üç çocuğun

girsen sığmazsın ey şah
çadırın eni adımın kadar
bir çadıra beş nüfus bir de kar
bir de ayaz, yatak yorgan
nasıl sığar

donun çadırdan kalın
ve kiremite alışkın kar
yağar çadırın üstüne
dayar mı şahım

palton yorgandan sıcak
çift muflonlu potinin
bak çadırda zemin toprak
yere basıyor çocuk
ıslak ayak, çıplak ayak

daha kalını yüreğindeki nasır
ve kafatasındır
yanında incecik kalır
kırka katlasan çadır

çadırdan soba borusu uzanmış
ama kar tutuyor bu boru
mevsim vallahi kış
kurtlar uluyor
belki bir kovuk bulmuştur kuş
yok insanlık ortalıkta
çün şahından kuluna donmuş
evinde ocağında donmuş
nefes yok insanlıkta

hava soğuk çadır soğuk eller soğuk
havadan mı insandan mı üşür çocuk

Kıyı Dergisi, Kasım-Aralık 2013

DERVİŞ

hu ismail güneşin beşiğinde
huu
zindanla ıslah edilecekken güya
karanlığı ıslah eden ismail hu
bu yürek bu boya
kül edilmişte mi sığş
karınca yaratılışlı bu yürek
kaç tanrı birlikte yarattı seni
vakt erişende seninle
kendi mi dövüşecek
azrail ordusu yerine

hu derviş
nasıl da yaramış sana karanlık
nasıl da yaramış
biraz daha kalsan
yalvacı olacaksın tevazuun
ve özgürlüğüne kavuşacak özgürlük
ve tanrım beni bağışla diyecek
sana karanlık
tanrım bağışla... hu...

öfh

“Siz Hiç İsmail Oldunuz mu?adlı kitabından

GELEN YILLAR

I
gelen yıllar gelen yıllar
gelin ama ben nerdeyim
yüz yıldır yalan oyalar
yalan olmak üzereyim

gelen yıllar gelen yıllar
kirli yangın bir yerdeyim
kire kora yağmurun var
talan olmak üzereyim

alnacımdan gülen yıllar
yüzüme bakma kirdeyim
arkamızdan yılan yıllar
sokma boşa zehirdeyim

dağı haksıza han yıllar
haklıya dağı kan yıllar
arsızlara artan yıllar
hangi zamana göreyim

II
şaşkın şaşkın gelen yıllar
güzel havalarla gelsin
yağmur yunsun yer tutsun kar
ne yaz soğuk ne kış serin

elsiz kolsuz gelen yıllar
parsel parsel toprak neden
havayı satmadan tüccar
parayı sil yeryüzünden

kurşun kurşun gelen yıllar
toprak doydu sınırlar aç
iç beynin ülkesi çok dar
kalbe yollar damarlar aç

yalan yanlış gelen yıllar
ne kemâl ne evrim mutlu
umudum var elimde nar
elinizde çatlar yolu

yıllar yıllar şiir yıllar
gel insana çıksın yollar
sevgi büyür nefret yılar
yolundan çıkmazsa sular

Siz Hiç İsmail Oldunuz mu?” adlı kitabından

GEN

kuşların çıtası bulutlarda
benimki bileğimin alçısında kırık

ben başımı bir anlık sokamam da
bir ömür geçirir sularda balık

mezar bir sürüngene oturma odası
bana mezarlık gibidir alaca karanlık

ama bu aciz beynimde
bir deniz var bir yer altı bir de gök
ve orda bir insanla kucak kucağadır
bir akbaba bir köpek balığı
ve bir engerek

İP

hüzün ustamdır benim, acının çırağıyım

sağlam bir ip ver dedim yaşamın ustasına
çürük bir yumak verdi, çektikçe kopuyordu
koptukça damarıma kör düğüm atıyordu

çiçekten bir ip dedim baharın ustasına
yağlı bir urgan verdi boynumun ölçüsünde
hüznün kuru dalında müebbet asılmaya

ipek ip ver dedim kanat dokuyucusuna
yerden uzaklaşmaya, serçe yeğniliğinde
rüzgâra tırnak oldum, uçurum kazımaya

KAPILAR KIRILMALI

ne desem açılmıyor kilit
açıl desem diz çöksem
omuzlasam olmuyor
kapılar kırılmalı
bunu gökyüzü diyor

kırılmalı kapılar
demiri,körü,karası
sınır kapısı
ve kafatasımızda
anahtarı belleğin uçurumundaki

artık kırılmalı kapılar
ayaklarımız uzun adımlar atmalı
kanatlı adımlar
ciğerlerin içindeki dağlar ip atıyor
tutulmalı
ve uçurumlar açmalı ardımızda kalan
kapılar atılmalı içine
kilitler anahtarlar fırlatılmalı

yağmur bunu istiyor
damlayı yaprağına bekleyen çiçek
duvarların üstünü yeğleyen çocuk
göğsüme pencere isteyen yürek
pencere bunu gözlüyor

ne desem açılmıyor kapılar
açıl desem diz çöksem dil döksem
omuzlasam olmuyor
kırılmalı kapılar
sabırsız yeryüzü bunu bekliyor

Yom Sanat, Mayıs-Haziran 2002

R E S İ M

geniş geniş gülüyorsun ya bu resimde
uzun ağlatıyor beni yüzündekiler
-zaten hep ağlattı bu fena dünya-
olsun dünya gülüşünün içinde
içinde bir yer

üstünü örtüyor gün gibi
yüzün üstünü kederin
her kimse şu karanlığın sahibi
kederler içindedir şimdi
ışıldadıkça dişlerin

gülüyorsun ya saçların da gülüyor
bak nasıl da rahatlamış tel tel
tel tel huzur
bir çeşme başında
taranmış huzur

dünya mı küçük gözün mü büyük
gözüne gelmiş dünya
olmuş göz bebeğin
ama okyanusunda yıkanmış da
ekvatorunda kurunmuş
göz kapağın kapanamaz kahkahasından
bilmem kaç milyar bebeğin

sonra gülmeyi yaratan ağzın
dudak sınırlı ağzın
yani sınırsız
güler ve dillendirir
güler ve susturur
susar şiir

sustum ağzında sustum
tam dudağında bir andı

iki dize daha konuşsam; hamiş
bu resimde gülmüşsün ya geniş
bütün negatiflerim yıkandı

“Siz Hiç İsmail Oldunuz mu?” adlı kitabından

SEVDİM ÇOCUK YANIMLA

bu çocuğu bir abinin
çatık kaşıyla sevdim
ablamın derdime düşen
uykusuz başıyla

çocuktu, beyaz güvercinler
gözündeki saçaklardan
küren küren kalkıyordu

sonra bir annenin
yüzünde çizgiyle sevdim
babamın dışkapıda direk
oyuksuz gözüyle

çocuktu kitap sayfalarından
uçuşan harflerin kanadında
tümce tümce özgürlüğe

sonra bir dostun
kucaklar tokasıyla sevdim
yoldaşımın yitik yolda
şaşmaz pusulasıyla

çocuktu darasız terazisiz
dünyayı çıplak gözüyle
gram gram tartıyordu

ve sonra bir sevgili gibi sevdim
benliğimi salıverdim göğüne
terzi bildim acemi aşkını
ustaca parçalanmış yüreğime

sevdim en çocuk yanımla
bir çocuk bir çocuğu
nasıl severse öyle

Ş İ İ R

şiir dostlar
konuşmak değildir havadan sudan
şiir suyu konuşturmak
havada buharlaştırmadan

şiir, yazmak değildir çala kalem
kalemi yüreğin suyuna batırmak
ve aşktan bir nehri başlatmak
uyandırıp uykudan

şiir, okumak değildir dostlar
maniye anlam verip okumak değil
duygudan anlam derip
tam kıyısından dönmek maninin

şiir dostlar incinir alkışlardan
o bir sestir yüreği aklından büyük
ve ürker iri yarı seslerden
emeksiz aşklardan korkar

 Türk Dili

Tersine

canımda ne kadar çoksan
o kadar azsın tenimde

düşümde ne kadar varsan
gerçekte o kadar yoksun

yüzümde ne kadar gizliysen
özümde o kadar açık açığa

ne kadar özlem olup taşıyorsan
o kadar uzaklarda akıyorsun

geceme ne kadar ışıksan
o kadar gündüzüme kısık

ne kadar ağrımda çığlıksan
ilacımda o kadar susuk

herkesle ne kadar yalnızsam
seninle o kadar kalabalık

ne kadar bende var oluyorsan
o kadar yok oluyorum sende

ÜLKEMLE BEN

I
biz hem bir elin parmağıyız
hem hiç benzemez parmak izimiz

üç yanı deniz bir yanı kara ülkemin
benim dört sınırım kara bir yanım yar
iç sınırlarımız uç sınırlarımız var bizim
sinirlerimiz kadar sınırdan
oturulacak toprak kalmamış
bir de göklere buluttan denize sudan
insana geçmişten sınır çizeriz

biz hem bir elin parmağıyız
hem başka kollarda bileğimiz

ben geçmişi görmedim o önünü görmez
tepesinde alıcı kara bulutlar çevreninde talaz
bense bulutların üstündeyim, ülkemin altında biraz
kayan yıldızları tutmak isterim o yutar durmadan-
altımızdan kayıp giderken her şeyimiz
say ki bu kokmuş et ortasında bir şey kalır gibidir
kemik halk ve içinde ilik tiranlarımız

biz hem bir elin parmağıyız
hem bir elde kırk yumruk gibiyiz

II

yüreğim de benzer ülkeme
dört mevsim beş iklimi bir güne sığdırırız
don keser çiçeği,kanar meyvemiz

onu şeytanî şeyler sallarmış, göğsümü insanî haller
okunmayan kitaplar,köyler yakılır birinde
birinde yaşanmamış aşklar
bir gün karanlık sonsuzluğun
eşiğinde erken durur yüreğim
ülkem de yanı uçurum bu yolda
gecikmez yüreğime benzer

YALNIZLIK

remzi inanç’a

nicedir sandalyeyim
oturanım yok

nicedir masa gibiyim
üstümde gereksiz eşyalar

nicedir masa sandalyeyim
el ayak çekildiğinde
birbirine çatılmış

YÜZLERCE YIL YEŞİL

yüzlerce yıl yeşil gözlerine baksam
kırpmadan yaşartmadan
uyumak beynimin inilmez kuyusundan
çekilse kirpiklerinle
alınsa taze badem kabuğu gibi gözlerimden

ne büyük bir yitim gözlerin varken
gözlerimi yummak
büyütülse büyütülse günün doğuşu gibi
çevren'den çevren'e gök kubbe yeşil gözlerin
sarı saçların çiçek yaprak rüzgârı
göğsün bahar
uzansam yağmur kokun çalsa
çevren'den çevren'e gök kubbe yeşil gözlerin
günün batışı yok
yüzlerce yıl yeşil gözlerine baksam
yüzlerce yıl yeşil


ölür müyüm

Hiç yorum yok: