7 Ocak 2016 Perşembe

ŞAİRİN EVİ / AZAD ZİYA EREN



Bejan Matur için…

“Soğuk bir mevsimin eşiğinde” bir kadınla öğrendim
Yeryüzünün yarım insanın parçalanmış yazıldığını.
Soğuk bir mevsimin ikinci eşiğinde gösterdi öteki
Kabukla düşmüş yasın yaprakla uzaklarda canlandığını.

Ezilmiş çayırın üstesinden geldiği ölümü gördüm.
Rüzgâra merdiven dayayıp tanrıdan medetine şahidim.
Kokladığı bulutun incinmiş derisiyle kaplandı etim.
Gecenin şairin evinde doğduğunu öğrenmeye geldim.
Melek kapısından girip beyaz kanatlarıyla gönderildim
Tam da ormanın ipiyle inerken bu ışıklı şehre.

Görünenlerin ardındaydı sedef ve ahşabın arı damarı.
Ne kadar yazıktı bizimle olmayan suların belleğindeki bilgi.
Dışarıda apansız patlayan yıldızlardan kalmayacak iz
Ve birleştiğinde var olacak kimsesizler kadar çıplağız biz

Bütün yaşanmışlıklar gölgesinde tadılmamış tek meyve
Ben şairin evinde susuyor gece evin önünde eğiliyorken
Aynadan seçilen hançerin ağzıyla ısırıldı sırtından.

İran Seferîsi bir âşık
Âşık olunmuş bir şairin ortak gecesinde misafirdim.
İki balıkçı tezgâhında özenle avlanmış
Kırmızı solungaçların ışıklarıyla durdum aralarında.
Bıraktığım kayadaki yazıyı içimde okudum.
Bir kurdun soluğuyla derime dokunuşunu.
Gözlerimde parçaladığı annenin siyah saçlarını
Rüzgârın başına pervasız dolayışını
Unutmamayı, konuşmadan ve kuşkusuz ağladım

Unutmamaksa! Zamanın buğusuyla erimiş
Kelimeler bizi buluşacağımız yere büyütecek
Küçük birer oyuğa öğütecek nasılsa hepimizi.
Ve sorgulayan, bir kelimelik yükle gömülecek acımıza.

Bir yokuşun beyaz halkasında buluşup
Yakın eve dönme ayini yapanlar kavuştuğunda
Halkının öksüz kaldığını unutacak
Günah çıkaracaktı tekrar unutmaya.
Bir gece sonra uzak ve yalnız anlayacaktım.

Şairin evinde gece kalsaydım
Gecenin evinden ebediyen çıkmazdım.
Masasında boyanmış taşlar olan şair
Kalbindeki şefkat korusunda konaklattı
Ve içime nehrinin sükûnet sularını örttü.
Üstünde ay’ın ve yılların gri doğramları
Susmuş bir dağ yolunun karasularıyla aktı.
Çünkü zaman geldi bize bizi getirdi
Ve ürktü bir ceylan sudaki el kendinden.

Bir kelimelik yükle buluştuk sizinle.
Dağın denize dökülme hevesini aşkla anlattım.
Taşranın şehre taşınma isteği hakidir
Aynı gecenin atlasında kadife öğrendik.
Ve İran Seferîsi âşığın kanatları
Yabanıl bir kuşun doğurgan adıyla korudu bizi.

Şairin evinde kardeşliğin ölümsüz eline değdim.
Şairin evinde gece kalsaydım
Gecenin evini ebediyen terk etmezdim.

Bir taşım senin olsun ey yolcu dedi
Kendini başkasında görmeye muktedir.
Gözlerimin gözlerinizle konuştuğu dili dedim
Kelimeleriniz ebediyen saklasın kâfidir.

Yalnızlık; gecenin, şairin, evin ortasında bakındım
Yakındım yakındığımın sessizlik ve avlusuna.

Baykuşun ve martının eş gecesindeydik.
Kemirgen bir karanın azman elleri havada
Ürkek bir bakışla Urartu’dan kalakalmış
Tuz gölünün arzında aslından yaralanmıştı.
“After the rain has gone, after the rain has gone...”
Deriden silinmez yüz gibi bütün geçmişi sarmıştı.

Ceviz ağacımın gövdesiyle geldim size.
Bronz atın tarifsiz ve tarihsiz nefesiyle.
İşte dedim vedaya yenilen tufana düştü beri harfleri
Buymuş kaynakta beliren görüntünün kanalfabesi

Geceydi, safran bir denizle ahşap masaya oturduk.
Dağın ormana söyleyeceği tuttu bizi.
Ve bronz ayağın topuğunu huşuyla öptük.
Dudağımızdaki gitme kelimeleri dinsin diye
Adlarımızı atların topuğundan vurduk oraya.

Şairin evi gece kadar geniş
Gece sahra kadar güneşliydi.
Ve biz o güneşin gecesinde
Ayrılıklar ardına tütsüler yakıp
Ayrık şeyleri aynı derdin tasında içtik.

Şairin evinde gece kalsaydım
Kalmamış bir ruhun ışıltılı adımlarıyla
Beynimden kalbime böyle uzanmazdım.

Şairin evinde değildim
Muş’tan Horasan’a söylenen bir türküdeydim:

Ah! yolunu bağlamış abdalın biri
Belenimin ince yerine nazenin.
Bilmez seferî kanadın ne arar gözleri
Girdiği bahçenin mülkiyeti kimin?

Atımı koştum Muş’tan Horasan’a
Çatlayan kabuk gibi toprakta yatan.
İzlerle buluştum teri akıtıp ilk kana
Gecenin evi ki rüzgârlı bir şairden kalan.


Azad Ziya Eren

Hiç yorum yok: