13 Aralık 2016 Salı

OZAN KAÇAR


(1986, Manisa - )


    Sosyoloji ve Türkçe Öğretmenliği bölümlerinde öğrenim gördü. Sosyoloji yüksek lisansını yarıda bıraktı. Şiirler yazdı. Akköy, Akatalpa, Eliz Edebiyat, Gediz, Karayazı, Mortaka, Papirüs, Sincan İstasyonu, Yasakmeyve, Varlık gibi dergilerde göründü. Şiir yıllıklarında yer aldı.
    Uzaktakiler yazarın ilk eseri.

Şiirlerinden Seçmeler:

KOZADA ÖLMEK YASAK

elimle parsellediğim güneşi aşkın pervazına vur
haczedilmiş ruhumdan bir parça da sen al
beyrut’ta sabah oluyor, uyandır beni çalışmaya erkenden
demiri yumuşatmak, taşı terletmek, tartmak için buğdayı
devinen günü karnıma, çekirdekli meyveleri dişime sapla

beyrut’ta sabah oluyor
bir yaz delikanlısını öldürüp içimde yaşlanmaya mecal buluyorum
masum dediğim tüm ağaç gölgelerini kullanıyorum sende
çıkıp sonra meydan buluyorum kendime hangi kent olursa
yeter ki bağıracak bir anlam bulayım boğazıma
sen bakma bana, gelene kadar gölgeni koyulaştır
ağırlığın eksilmesin, zayıflık çöle benziyor zira
geldiğimde kavga sonrası olacağım, halden anla

sana uzağı görmeyi öğretirim
derim ki
manisa’ya kuşlar gelse bağdat’tan diyarbekir’e deniz oluyor samyeli

MAZERET

ölmek için iyi mazeretim yok daha
sakarlık, hastalık, kaza, intihar hatta cinnet
hepsinde telef olacakmışım sanki
yani pisipisine yani yok yere bir genç ölüm
üzer annemin çocuklarını bu son
ölmek için iyi bir mazeretim olsa
ne kadar dayanabilirim
baldırından ısırılmış şu kuduz hayata
göbeğime batırılan iğneyi içimde kır
ne olur bir mazeret bul bana
bul ki bu hayvan gibi değilmiş dargınlıktan feragat
edeyim
gittikçe büyüyen peltekliğimden, etimi uykumda
cımbızlayan çocukluk korkularımdan da
orağını iyi bile
kursağımda hazır bıçkılıyorken kendini Allah
mar yavrularını salın sürülere
soğukluk ciğerime kadar işlesin

ölmek için buruşturmuşken kendimi
bu alışmışlık da neyin nesi?
bu aşk hangi namussuzun malumu?
baygınlık bana hangi akrabamın mirası?
sorularıma karşı durun, bahçenizi çitleyin
soldurabilirim yoksa kasımpatılarınızı
gece konuşan ağustoslarınızı
ben ölümü denemekten geliyorum
çocuklarınızı içeri alın

gecenin çürüğünü dişleyen Kıptiler
bülbül ağızlı yazgımın damarlarını kesmeye
geldiklerinde bilek bakırdı bilek sapına kadar bakırdı
hadım edilmiş geniş zamanlarda darlık yaşadım
bitti-çenem dağıldı-kuştu uçtu-yerdi göçtü
bir göl habire kuruttu kendini
bir dağ habire yaktı kendini
sesimi külle boğdu komşum
blues tükürdüm


ÜŞÜYEN ÇOCUKLAR SOLOSU

iğne yapraklı çiçeklerlerle babasının yarasına tütün bastı
kenger çiğnedi iki gece açlıktan
diz yarasını üfledi, gözlerini yollara döktü
“ay sarısı kaçaklarıyız” dedi, kendisi için kahraman
öyküler yazdı, üşümemeyi bir türlü akıl edemedi
dişleri titredi babasının ensesinde

yorganın azlığından mıdır uyku çivi sancısıydı
iki kardeşin arasında olmak vardı ya şimdi
köşe nöbetinde ufacık sırtı her pazartesi,
bir şey değil de pazartesi küsecek
şimdiden yaşlanmış alnıyla

sıkıntılı beton renklerine her bastığında
adını kimin koyabileceğini düşündü
annesinin “mahmeline” sordu
gece iniltili ayazlardan iyidir ikindi güneşi dedi
kırmızı atkıya sardığı koyunun kulağına
kaburgasının sağlam olduğunu hissetti
aklından bir hinlik geçti

bunu sevdiği koyununa bile söylemedi.


Akatalpa, Sayı: 140, Ağustos 2011

Hiç yorum yok: