20 Haziran 2015 Cumartesi

ERSUN ÇIPLAK


(20 Haziran 1976, Adana - )


       Fethiye Hanım ile Mehmet Çıplak’ın oğlu. Çukurova Üniversitesi Eğitim Fakültesi Psikolojik Danışmanlık ve Rehberlik bölümü mezunu (1999). Aynı üniversitede Eğitim Bilimleri alanında yüksek lisansını 2004 yılında tamamladı ve 2010 yılında doktora yapmaya başladı. Adana’da bir ilköğretim okulunda Psikolojik Danışman olarak görev yapmaktadır. Adana’da yaşıyor.
       Bir süre Yom Sanat yayın kurulunda bulundu. Cuma Duymaz’la birlikte “Karayazı Edebiyat”  dergisini yayıma hazırladı.
       İlk şiiri “Kalandın” 2003 yılında “Varlık” dergisinde; ilk yazısı ise “Seyir Defteri” dergisinde yayımlandı. Şiirleri, yazıları ve söyleşileri Ada, Akatalpa, Ayna İnsan, Ayraç, BirGün Pazar, Cumhuriyet Kitap, Çerçi Sanat, Duvar, Dünyanın Öyküsü, Düzyazı Defteri, Hacı Şair, Hece, Heves, Hürriyet Gösteri, Karayazı, Kirpi Şiir, Kuyudaki Koro, Le poéte travaille, Mor Taka, Oğlan Bizim Kız Bizim, Seyir Defteri, Sincan İstasyonu, Sol Kitap, Şiiratı, Üç Nokta, Varlık, Yasakmeyve, Yeniyazı vb. gibi dergi, e-dergi, fanzin, gazete ve eklerinde yayımlandı.
Ödülleri: “Hilmi Yavuz’un ‘Çöl, Yollar, Hırka’sı” adlı incelemesi ile 2005 yılında Homeros İnceleme Ödülü’nde ikinciliğe değer bulundu.  “Turgut Uyar’ı ‘Kan Uyku’dan Uyandırma Denemesi” başlıklı incelemesi ile 2007 Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü Bir Şiir İnceleme Ödülü’nü, “Eksik Emanet” adlı dosyası ile Homeros Ödülleri 2007 Attila İlhan Şiir Ödülü’nde Birincilik Ödülü’nü aldı. “Eksik Emanet”, 2009 yılında ‘Karahan Yayınları/Karayazı Kitaplığı’ tarafından kitaplaştırılan bu kitabıyla 2010 Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülleri kapsamında düzenlenen ‘İlk Kitap Özel Ödülü’ne değer bulundu.
Yapıtları:                                                                                                          
Şiir Kitapları:
& Eksik Emanet (2009, Karahan Kitabevi, Adana, 64 s.)
& Sen Anlama (2017, A5 Şiir, İst., 72 s.)
       Deneme, İnceleme, Eleştiri Kitapları:
& Minima Poetika (Çağdaş Türk Şiirinde Ötesini Söylemek) (2014, Dedalus Kitap, İst., 205 s.)
       Diğer Kitapları:
& Fatih Terim (2013, Çizmeli Kedi Yayınları, İst., 112 .)
       Çevirileri:
& Nicholas Mazza, Şiir Terapi: Teori ve Pratik (2014, Okuyanus Yayınları, İst., 316 s.)
       Katkıda Bulunduğu Kitaplar:
& Necmi Zekâ Şiiri / Yavru Aslan’dan Konu Komşu’ya (2003 Akdeniz Altın Portakal Şiir Ödülü Sempozyum Kitabı; 2005, Yom Yayınları)
& Şiirin Kıyı Dili - Homeros İnceleme Ödülü 2005 (2005, Karşıyaka Belediyesi Şiir Atölyesi, İzmir; Hazırlayan: Veysel Çolak)
& Bir Şiirin Söylediği 2 (Arkadaş Z. Özger Şiir Ödülü 2007, Bir Şiiri İnceleme Ödülü: Ödülü alan Ersun Çıplak’ın incelemesi ile birlikte yayımlanmaya değer bulunan Hasip Bingöl, Ahmet Bozkurt, Mitat Çelik ve Altay Ömer Erdoğan’ın çalışmaları; 2007, Mayıs Yayınları, İzmir, 128 s.)

& Edebiyatın Penceresinden Bursa (2007, Osman Gazi Belediyesi Yayınları, Bursa)
                                                                                                          

Yazarla Yapılan Söyleşiler:
J   Ersun Çıplak ile Söyleşi /Cuma Duymaz - Ersun Çıplak

       Homeros ödülleri 2007’de dosya olarak birinciliğe de değer görülen eksik emanet, bir ilk kitap. Ancak, ilk kitapların şairin ilk şiirlerinden müteşekkil toplamlar olduğu inanışının tersine, iyi kurgulanmış ve kitap bütünlüğü gözetilmiş bir ilk kitap aynı zamanda. Müstakil şiirler yerine birbirini güçlendiren ve okuru kitaptan çıkacak toplam kanıya yönlendiren eksik emanet’i yazdığın ve yazmak istediğin şiirler toplamında nasıl konumlandırıyorsun?
       Bir şeyi aramak; bir şiiri ya da... Bir macera; şairin kendi macerası… Şiirleri yazarken ne olası bir kitabı kurguladım ne de kitabın bütünlüğünü gözettim. Çünkü şiirin hesaba kitaba gelmez yönünün süreçte daha belirleyici olduğuna inanıyorum. Yazdıklarımı beklettim; beğenmediklerimi attım. Biraz sabırlı olunca şiirler birbirini tamamlıyor zaten. Çünkü şiir, bir maceranın eseridir; maceranın tamamıyla değilse bile bir ya da birkaç yönüyle kaçınılmaz bir şekilde ilişkilidir. Öteki şiirleri gördükçe sadece kendi yazabildiğim şiiri yazıyor olduğumu gördüm. İnsanın, kendi macerasını merkeze alması, bir insan olarak kendinin tüm yönlerini görmeye çalışması onu şiire daha doğrusu kendi şiirine ulaştırıyor. Ama yine de bir şeyler yarım kalıyor. Şair, her ne kadar, tabir caizse, bir öyküyü anlatmaya çalışırsa çalışsın, başaramayacaktır. Bir şeyler muhakkak eksik kalacak. Belki de asıl yazması gereken, yöneldiği oydu, yönü de doğruydu; ama olmadı. eksik emanet bu şekilde özetlenebilecek bir sürecin ürünü. Bu yüzden onu, maceranın devamında, ortaya çıkması olası olanlar arasında konumlandırabilmem pek mümkün değil. Kimsenin de bunu başarabileceğine inanmıyorum. Yaşantısı ve şiiri, şairi kesinlikle bir yöne gitmeye zorluyor. Elbette geçilen yoldaki işaretler bazı noktalarda farklı yönleri işaret edebilir; farklılaşabilir bir şeyler. Öyle de oluyor zaten. Olmalı da! Zira şiir uygun adım ilerlemez.
      Türk şiir geleneğinin ve entelektüel birikimin verdiği özgüvenle ‘sağlam’ söyleyişler olarak başlayan şiirlerinde, yaşam deneyimi ve özellikle çocuklukla kurulan temaslar neticesinde yer yer ‘titreyen’ dizeler çıkıyor karşımıza. Şiirlerindeki sahihliği temin eden bu dizelerin, aynı zamanda yazma gerekçelerini de ele veren kesitler olduğunu söyleyebilir miyiz?
       Yazmaya nasıl ve ne zaman başladığımızı söyleyebiliriz ancak neden yazdığımız konusunda payımıza bir arayıştan başka bir şey düşmez. Nasıl ve ne zaman yazmaya başladığımı çok iyi hatırlıyorum. Ancak o kadar düşünmeme rağmen neden yazdığımın cevabını hâlâ bulamadım. Araştırıyor muyum; evet araştırıyorum. Rilke’nin dediği gibi “Tek çıkar yol, gözlerinizi kendi içinize çevirmenizdir. Size yazmanızı buyuran nedeni araştırıp ele geçirmeye bakınız.” Öylece başladı. Yaşamak istediğim halde yaşayamadıklarım, dışarıda kalanlar vardı. Payıma düşen ufaktı; sonradan anladım ki mesele bu noktada değilmiş aslında; dışarıda olanın daima tali bir rolü varmış. İnsan, dışarıdakinin, kendindeki yansımasına baktıkça macerasının anlamını biraz olsun kavrıyor. Onla kucaklaşıyor. Elinde sadece yaşadıkların var bir de yaşayamadıkların, istediklerin… Aradaki mesafe gerilimi büyütüyor. Yeni bir anlamlar tabakası kaplıyor yaşamak zorunda olduklarını. Yeniden bakıyorsun; farklı görüyorsun. Rahat duramıyorsun.
       Şairliğinin yanı sıra eleştirmen kimliğinle de dikkat çeken birisi olarak şairlik ve eleştirmenlik ilişkisi üzerine neler söylemek istersin? İlerleyen zamanlarda bu kimliklerden birinin öne çıkması gerekir mi örneğin?
       İlerde, kimliklerden herhangi birinin diğerini yok etmek pahasına öne çıkacağını sanmıyorum. Eğer öyle olursa da, durumu kabullenmekten başka çare yok. Elimden gelen bu sadece ve süreçte çok da iradi bir yön olduğunu düşünmüyorum. Çoğunluk bu konuda olumsuz bir görüşe sahip olsa da aslında iki kimlik birbirini besliyor. Söylemiştim, Mehmet H. Doğan da ordaydı; “her şair zorunlu olarak eleştirmendir aynı zamanda”. Yoksa nasıl kendine has bir poetikaya sahip olabilir? Bir şair, eleştirmenliği başaramazsa şiir konusunda bir içgörüye de sahip olamaz. Ancak şu söylenebilir: Şairler bildiklerini genellikle kendilerine saklayan eleştirmenlerdir. Yaşadıkları kompleks, iyi şiirin neden iyi, kötü şiirin neden kötü olduğunu açık yüreklilikle söylemelerine engel olur. Bunun bir diğer nedeni de onların eleştirilerinin bilinen anlamda sistematik bir düşünceden kaynaklanmamasıdır. Bir şiir hakkında akla yatkın tespitler yapan şairler elbette var. Ama onların da her şeyi tüm açıklığıyla söylediklerine inanmıyorum.
       Son dönemde karayazı dergisinde yayımladığın ve deney, gelenek, eskitme, dönüştürme vb. kavramları işlediğin yazıların bir hayli konuşuldu. Yazılarda söylediklerinden hareketle şiirlerine yeniden bakanlar da oldu. eksik emanet’teki ve son dönem dergilerdeki şiirlerine baktığımızda geleneksel öğelerin yanı sırı deneysel olanakları da birer yöntem olarak şiirlerinde kullandığını görüyoruz. Yazmakta olduğun şiir bağlamında gelenek, deney ve yenilik üzerine neler söylemek istersin?
       Hep söylenir ya, insan daima kendini keşfeder kim olduğunu araştırmakla geçer ömrü. Eğer şiir, şairin yaşamından çıkıyorsa; şairin kendinin de oldukça geç içgörü sahibi olduğu sahih gerekçelerle yazılıyorsa; yani kendini dayatıyorsa, gelenek olarak adlandırılan şeyin daha öncekilerin bir kabuk gibi yapıştırdığı tanımlamalardan şair tarafından kurtarılması gerekir. Güçlü bir benlik olarak şairin “ben böyle görüyorum!” diyebilmesi şarttır. Bunu başarabilir ya da başaramaz; çok önemli değil. Ancak şairin asıl derdinin kendi şiirini bulmak olduğuna inanıyorum. Yakasına takılacak madalyalar veya edilecek küfürler onun için belirleyici olamaz. O halde sahih, kendine has gerekçelerden yola çıkıyorsa; ben buyum diyorsa geleneği de eğip bükmesi, kırması gerekir. Ancak bunu geleneğe bir etkide bulunmak için yapmaz asla… Kendi macerası gerektirdiği için buna zorunlu olarak yönelir. Deney’i de, yenilik’i de böyle kavrıyorum. eksik emanet ile son zamanlarda yayımladığım şiirler arasındaki bir farklılaşma var elbette. İfade olanaklarının araştırılması ve zenginleşmesi şiirsel sürecin getirdiği bir durum. Yenilik yapmak için denemiyorum. Çünkü deney, kendi başına bir amaç olamaz asla.

Varlık Kitap Eki, Ekim 2009


Şiirlerinden Seçmeler:

BERBER BU KADAR ANLATTI

avuçlarıma gel bilirim hin oğlanları hoşgeldin
traş etmesini tokatlamasını kolonya döküp ellerime
yanaklarını sık dişini ve hatırla anneni

eyvallah

nerde kalmıştık
anneni hatırla aslında herkes bazen annesini hatırlar ben mesela
sıkılınca öyle yaparım annemi hatırlarım dulda yerlerde
güneş çıkar aniden sıcak basar üzümler dökülür
şıra kokusu güvercinler kalkar camii avlularından
imam öğle namazına abdest almadığını hatırlar
neyse der rabbim bağışlar dolgun yanakları kızarır

ben biramla baş başayım annemi hatırlayarak
her zaman öyle yaparım bazen bi dakka der annemi ararım
o açmaz o telefonlarımı hiçbir zaman açmadı o anlamamıştır zaten
italyan sağır bir kızın ismiyle oğluna seslenmeyi
senin annen de bilir kurutmalı bir sonraki kışa patlıcanları
zamlanabilir sebze ve unutmaz parçalamamak için
oyacağı yumuşak kullanmayı babam belirince birden    
ben annemi kaynak yerlerinden ayrılan karyolayı

hatırlarım

bulduğum ilk tavuk tüyünü başımdaki don lastiğine iliştirdiğimi
giysilerimi soymamı ev dikimi pazen iri çiçekli delik donum
annemi hatırlarım kurtarmalıyım bu yazgıdan onu
ellerim ağzımda uuuuuuuuu yaparak babamı kuytuda korkuturum
son kuru dolma mıydı yediği babamın
yediyse…

sıhhatler olsun
            
Karayazı Edebiyat, Sayı: 13
Ersun Çıplak

KARANLIK

geldin bu kadar yoruldun uzak sınırlar aştın
farklı mevsimler gördün ırmaklar dağlar
ağrımadın hiç bir rüya besledi seni
koşturdu ardında artık yüzünü dönsen de göremem
uzanıp kapatıyor gözlerimi o kesik el

anladım alışılabilir bir şeydir karanlık
garcia halkımı sevdim ben de en az senin kadar

güneş diyorlar işte bir tas su uzatıyorlar
içerken yine kendimi gördüm bilsen ne korkutucu
iç terin soğur diyorlar tenime üfürüyorlar kalsın diyorum
kalan her şey gibi sağolun çekilip mağarama
uçlarımı törpülemek için benlerimle yapayalnız kalıyorum

belli ki sürgün tıraşsız olan bir çocukla el ele masal anlatıyor
gökyüzüne bakarken yeşil gözlü soruyor bu güneş mi her sabah burada işi ne
bulaşık yıkayan ademin tanrıyla sözleşmesini düşünüyor
o kim bilmiyorum bir daha akşam olmaz diye saçlarını siyaha boyuyor
birini tutuyorum diğerleri durmuyor dur diyorum dur

garcia göğ ekin biçilmezse ellerinde tırpan
bu kalabalık niye koşuyor

Heves, Temmuz 2007
Ersun Çıplak

Hiç yorum yok: