10 Aralık 2016 Cumartesi

AHMET CEMİL


(1966, Tunceli - 2013)


      Asıl adı Cemil Kalkan. İlk ve orta öğrenimini doğduğu ilde yaptı. Eskişehir Anadolu Üniversitesi İşletme Bölümü'nde lisansını tamamladı. Bir süre arıcılık ile uğraştı. Enerji Sanayi Maden Kamu Emekçileri Sendika aktif üyesi, Tüm Ener-Sen İl Temsilciliği ve Genel Kurul Delegeliği, Enerji Yapı Yol Sen İl Temsilciliği görevinde bulundu. Trafik kazası sonucu öldü.
      Şiirleri ve yazıları, Akatalpa, Dersim Hayat, Dersimde İklim, Esmer, İnsancıl, Munzur, Munzur Etnografya ve Halk Bilim, Munzur Haber, Tunceli Emek, Yaba Edebiyat vb. gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Sansürlü Ülke  (1999, Aydın Kitapevi Yayınları)
& Çığ Gibi  (2001, Kalan Yayınları)
& Va…  (2004, Kalan Yayınları)

Şiirlerinden Seçmeler:

AŞK

           -Sağır ve Karanlık-

nereye dokunsam isimsiz yalnızlık
nereye dokunsam yorgun eziklik
nereye dokunsam global saldırı
nereye dokunsam binbir ah
nereye dokunsam kördüğüm aşk

yok artık ellerimi tutan meteor sıcaklığı
ruhumu saran perili hikayeyi okuyan kadın
yok artık geçmişe sarmaşık geleceği anlayan

her şiirin hikayesi ölümle bitiyor/gülüm
ama her ölüm şiirle bitmiyor ülkemde
dünyanın buruşuk yüzüne tükürdükçe
çoğalıyor ölümler

ayın geceye düşen kızgın bakışları arasında
damla damla işliyor içimize ihanet / çığ gibi
sağır ve karanlık boşluğa savurduğumuz devrimler

Esmer Dergisi, Mart 2008

BA’HAR

cemre düşünce
mayınlı kış evinden
mart aşka gelir

dost düşman bilir
bahar haikularla
dize’ye gelir

ekilir yaşam
leyleklerle birlikte
doğunca nisan

nur ile var’da
ba’har da har’lanırız
haikularla

dağda-ovada
hem çiçek açarız hem
sözcük çatarız

yağmur yağıyor
çadırdakiler darda
duy duy ankara!

Akatalpa, Sayı: 124, Nisan 2010

BEKLE BENİ / SANA GELECEĞİM

sana geleceğim gün ova’ya yayılınca
öyle kuzu kuzu değil
karınca gibi yeryüzünü heceleyerek
şahmaran gibi menzilinde sürüneceğim
kanatlarımın altında sakladığım isminle
etten kemikten ne varsa alıp geleceğim
kehribar yüzlü ağzını öpmeye
yemin ettiğimiz ahşap sarmaşıklı dağ evine

bekle beni / sana geleceğim
ilmek ilmek sarınca heryanımı bulutlar
şimşek şimşek cemali ışıtınca yıldırımlar
yağmurlar düşüp seller çekince yatağına
varınca yuvasına tufana uğrayan sular
denizdeki gözlerine kürek çekeceğim
gözlerinde ki kara görününce sevgilim
gözlerinde mola vereceğim

bekle beni / sana geleceğim
bir dağ çocuğunun heybesindeki umutla
atalarımın ceylan postuna çizdiği kertiklerle
tüm zamanların finalini işaretleyeceğim
usul usul çekilince dağların karanlığı
eteklerine inince barışın mavi aydınlığı
şiir sepetimdeki bütün seçenekleri
ve yüreğimde ne varsa alıp geleceğim

bekle beni / sana geleceğim
hasat zamanı zeytin yeşili şehirde
marinaya girmiş gemi misali
sana çevireceğim tüm yıldızların bakışlarını
deniz feneri gibi yanan gözlerine
bakarak yola çıkacağım iki kimliğimle
iki mevsim arası leylek olup göçeceğim
bir sana bir kendime döneceğim

bekle beni /sana geleceğim
hayatımın yarısı sana
yarısı bana
kendimi ikiye böleceğim

DAĞLAR

                                                                Hüseyin Peker’e

burada/dağlar
romantik bir devrim iddiası
yeminlerinizi bozguna uğratan/sevda
ya da sosyal bir kaçıştır/uzak vadilerin omuzlarında
düşlerinizin sığınağı
sevgili kadar sıcak/yalnızlığınızdaki yakınlığınızdır

burada/dağlar
semaha duran pepug’un/çığlığı
tarihe yazılmayan/pir u kal’ların isyanı
saçlarına sevdalandığınız/vuslat trenidir
bazen adını yakan sevgili
bazen bir çobanın tütün molası/bazen de
koyaklarda/yarasını güneşle saran eşkıyadır

burada/dağlar
satın alacağınız kentin düşlerinde
her iklim boylu boyuna akan
mavilime bakan şerange’dir *
isimsiz ceranların aşkıyla**
yaşamı doğuran kanyonlarda
sırça bir köşk misali ağırlar sizi
Dicle’nin, Munzur’un yakamoz b’akışlarıyla

______________________
* Şerange: Seyrangâh. Doğanın izlendiği yüksek yer.
** Ceran: Tunceli’de bir dağkeçisi türü.

Akatalpa, Sayı: 122, Şubat 2010

DEH DİYELİM!

sabahın çatısında gece çekilirken mevziden
serin bir düş olur iner ovanın doğusuna atlılar
ayaküstü rüzgâr ve bulutların dağınık buğusunda
dağların süt kokusuyla buluşurken çiçekli eller
nabızların bıçak sırtında attığı atlasta bilinir:
kayıp (!) efsane nehir yataklarında t’özümüz
kelebeğin son nefesine bağlılığımız;
bundandır sırtımıza küfe hayatımız
eğreti sözlerle aşk-ı taşımaklığımız

bir ağaç bir taş böyle zül görmedi
sular yükselmeye başladığında anladım ki
barışa teşne dağlarımı istiyorlar.
dağlara kardeşlik savaş gerektir şivan!
arya anlamlar içimizden alınmadan deh diyelim!
kan kapıya dayandı ölüm de gelse kalkıp yürüyelim!
şimdi paryanın uçurumlara sırt verme zamanıdır
şivan! griden uzaklaş kaostan korkma o anadır
kıyısında mola verdiğimiz bu zaman öncesi çığlık!
rivayet ki tarihten haber veren bir ulakmış dinle?!
taş baltalı ölümlülerin ilk ayak seslerini
çekiç ritimlerini, bambudan bilenmiş mızraklarıyla
ilk atlıların cengini, toprağın ilk işgalini duyarsın
silahlı tanrıların saltanatını, mağara ve otel yangınlarını
insanı köle yapıp satanları, milli sansarları duyarsın.
ilk isyanı, kanlı tufanı, buğday çağını,
bronz çağını, demir çağını geçip gelen bu çığlıktır!
doğu’da zincire vurulan!
bu çığlık annelerin kanlı derelerin konuşan dili
elindeki an’ın ve sonsuzun kodlarını taşıyan defter
her moleküle bir canlının ömrünü kayıtlayan yazımcı
sevdikleri çoğalsın diye taşa toprağa bırakır gider
sevmediklerini umman’a toplayıp rüsva eder
onunla üryan akmayan bu dili bilemez!
işte bu dil senin dilin, şiirin dili şivan!
asi bulvar çocukluğun dağlardan gelme unutma!
bilincin sıfırlandığı çorak şehirlerde(n) boğulma(dan)
öznenin nesnel deneyimleriyle
şiire deh diyelim! deh!

Akatalpa, Sayı: 127, Temmuz 2010

EĞRETİ YOLCULUK

“Mare nafaye ya berato ya celato”
Qenune hukmaty peskena na zamande Tenjimat’o”
(Bize bu kez ya berattır ya cellattır
Hükümetin kanununu sorarsan bu zamanda Tanzimat’tır)

yalımların ve dumanların altında
aleni bir ihlal,
aleni bir eylül
ve aleni bir general…
kanla sınar künyelerimi
zamanın kollarında; ki susku
ve aydın( !? ); aleni devlet kuyruğu.

havada, suda, karada el eleydi
gittiğim zahiri boşluklar.
sanmayın / ki
bazı çukurlar tribülans etkisi yapar;
zayıfsa etriyesi ruh güneşinden kopar.

hakk güneşten daha açıktır der, Kızılbaş.
Fani kullardan mürekkep kuvvetler ayrılığı
süt emen bebeleri ikiye ayırdı;
kızları evlatlığa, erkekleri; uçurumlara…
taş üstünde taş, omuzda bırakmadı baş

nardan çıkan kadim iki serçeye
sordum ceddini ve pertevlerini:
biri pepuk biri anka’yım dedi. Dersim;
monarşi ve sultanlıktan iyidir, deyip
Cumhuriyet semerelerine hep meyil verdi.
Faşistçe bir iftiradır mum söndü.
Bre zındıklar! Gidin görün; ki Alevi
Cem’lerinde baştacıdır ahlak ve görgü.
Erkan’da karı-koca dahi olur kardeş-bacı
Halil İbrahim, Hüseyn, Hallaç, Nesimi
har’dan gelenler bu yol üzredir baş tacı.
Ey iftiracı!
entel hacı bil(me)di(!) bildirmedi budur acıtan acı

Akatalpa, Sayı: 134, Şubat 2011

M.ADDİ DÜN.YA

yitirilmiş dün(l)e ayrıcalık arayanlar
başat iz(lek)lerin peşinden koşmamalı
hayat bilgisi dün, bugün, gelecekse
ve zaman hep yeni bir şekle bürünecekse
mutlu bir başlangıç değil eskiyi kopyalamak
lakin şiirdir zamana yenilmeyen antizamanlı hakikat

aşağı çekildikçe insanlık; büyüyor çığlık
vücud bulan sözün (ebe)diyetine bakılmalı
özgürlüğü röperlerken güncelleme yapılmalı
hafıza bedene, ruh akla muhalif kalmalı
çoktanrılı kimliklerim yok sayılmamalı

kült, örgüt, cemaat, aile, modernite el ele
kozmogoninin uzak geçmişine b.akan.lar
olgularınız ve algılarınız hep bozuk para
ikili arayışlara hiç sığınmayın içi dışı berdel
yanınızda ve yakınınızdan sesleniyorum
bundandır büyüyor karadelikteki yara

Akatalpa, Sayı: 136, Nisan 2011

SES/SİZ

Geziyor yüzümde kahrolası azman!
Kaç mayın eder doğarken insan?
Gazze benden gidince eksilirim onbir gezegen
Ölümün dibi kaç metre bilen var mı?
İşte kötülüklerin tanrısı zaman! (aşımı)
Tefeciyi de mülkiyeti de doğuran
Yoksa seyreder mi kerbela’yı insan?

Akatalpa, Sayı: 110, Şubat 2009

SEVGİLİ

bir cümle bedenim evrendeki hükümlü acılarla
keke. meliğim içimde bir delilik biriktirdi
yandığım göz(e)lerde külleniyorum şimdi
doğu’dan doğu’ya uygarlık sürgünüyüm sevgili

öptüğüm yapraklar kanıyor yanağından
hayatsa ömrün bedeli giden bu zamanda
yut(ul)duğumuz mekânlar kaosun düğüm yeri
belki de hayat böyledir her lokmada sevgili

elimizle ilmek ilmek akıttığımız kavgada şimdi
vuruldukça her kavşağın ortasında çocukluğumuz
barışın gözlerinde tutsaksa hasretliğimiz
hangi hekim geri getirir lamekâna düşenleri
bu mu yaratılış söyle? Sevgili!

yine dağlardayım yanak dolusu şiirlerle
iğde kokulu iklimler taşıyorum yere güne
görünmeyen atlarla, ayalarımda özlem çizgileri
sırtımda asri’ler dolusu karanfil ağırlığı
kuşluktan evvel güneşi dolaşıyorum elimde kandil
kucak dolusu yıldızlarla dönüyorum sevgili

dayan! içimizi dağlayan acılara dayanarak
pimi çekilmiş edebimle kovacağım;
düşlerimizi saran haydut karabasanları!
nasırlı günlüğüm ve kanlı kundağımla
gelip dikeceğim tüm ömür yırtıklarını
ve sileceğim yanağındaki küflü sözleri sevgili!

Akatalpa, Sayı: 132, Aralık 2010

SÜNGÜ

I
babalarını ararken iki çocuk
kaymakam tarafından süngülenip
öylece gönderilir babalarına

II
Elazığ’dan bir cuma ikindisinde
ortaokuldan Hozat’a gelen iki çocuk da
yolda süngülenerek öldürülür

III
Besi:
doğurmak üzre annenin karnına giren
sivri uçlu aletle eceleri yere dökülen
ve rahmi parçalanan annenin çocuğudur
karşı dağın yamacındaki ormanda
onu gizlendiği yerden izleyen kadın
alır ve adını besi (artık yeter) koyar
Necip Fazıl Kısakürek
işte böyle yazar
Dersimli köylü kadındaki fazileti
ve medeni(yet)ce öldüren melaneti

Akatalpa, Sayı: 138, Haziran 2011

VARLIK

çoğalan yalnızlıklar arasından geçiyorum
gözleri fersiz, elleri yorgun,
yürekleri mor insanlara
nasılsınız diyorum hepsi kükreyen aslan
hepsi birer dinozor

şiiri şehirde şairi taşrada vurdular
granit bir hayatı seçenler
dünyayı terk edecek diyorum
göç’ün eşiğinde galaksi
hâlâ asılıyor düşlerinde isyanla yatanlar

kıyıları ve kıvrımları acıyla yontulan
Horhor bir ırmağın doğusunda
düşey ve yatay ayrılıklar bitsin diyorum
aykırılıklar hâlâ barajlarla çevriliyor

enlemlere ve boylamlara
dağılan saçlarım ve sancılarımla
bedenim tükenen bir volkan gibi
soğuyor yüreğime hâlâ ozanım

üşüyorum tükenen insanlar arasında
terk ediyorum ölüm sözcüklerini
gözyaşına yasak gözlerimle
kuruyorum sarılacak yeni gerçekliği
çünkü sözcüklerin dili hâlâ tarifsiz

Akatalpa, Sayı: 109, Ocak 2009


Hiç yorum yok: