20 Ekim 2018 Cumartesi

EMRAH TAHİROĞLU




İlkokulu Antakya’da, ortaokul ve lise öğrenimini Suudi Arabistan Medine Uluslararası Türk Okulu’nda tamamladı. 2014'te Marmara Ü. Türk Dili ve Edebiyatı Öğretmenliği Bölümü'nden mezun oldu. Arapça tercümanlık yapıyor. İstanbul'da yaşıyor.
Şiirleri ve çevirileri Aşkar, Edebiyat Ortamı, İstanbul Bir Nokta, Japonya, Melâmet, Merhale, Yılkı gibi dergilerde yayımlandı.
Yapıtları: Şiir: *Ölümün Yakışıklı Çocuğu, Yılkı, 2016 *Çaputların Yakılışı, Ketebe, İst.: 2020.
Kaynaklar: https://kenarperon.wordpress.com/tag/emrah-tahiroglu/; Çaputların Yakılışı, Ketebe, İst.: 2020.
Yazarla Yapılan Söyleşiler:

Şiirlerinden Seçmeler:

BAŞKA BİR YENİLGİDİR KIŞIN

beni bir dağ yüksekliği sanarak
siliyor arka ayaklarımdan çamurlu yollarını çocuklar.
ölüm hamile bir kedinin memelerini sıvazlıyor
kemiklerimde ince işçiliği dost sandığım ağrı
kızakla taşınıyor inadına çarparak şehrin kuralsızlığına.
çiğnenmiş gül yapraklarıyla saldırıyorum ırmaklara
hangi ipe asılsam kurutmaz bir güneşle ıslanıyorum
ilgiyi eksik ettiğim bazı günler
ağrıyan yerlerime çarpıyor
ustaca kavradığım tasmasını hayat
ateşleniyor yürüyüşüm, yanan her ateşe inat
o vakit kalbi ısınsın istiyorum her baktığımın

rahata kavuşmak sanısı beni ürkütüyor
bebek mezarı kazımış kadar hüzünlüdür
örgülü saçları ay ışığında kesilmiş kızlar.
aç karnına evlendirilmiş elleri ısırılmaya hazır
ağzı açık bırakılmış kuyu gücündeler
yağlar dökünüyorlar dişi parmaklarıma
durmadan yanlış katladıkları çarşaflarında
yeni ateşlenmiş silah desenleri.
güzel alışkanlıklar yalnızca kucaklarını ısıtıyor
ve eteklerinin bittiği yerde başlıyor kar.

yüksek damlara bağlanmış yularsız atlar
iplerini çekip nasıl bakınırsa aşağı
öylece bakıyorum genç yüklü denizlere
ayakkabı mağazaları ve satılmayan koltuklar
bilek şakırtısını hatırlatıyor annemin
o kumral ülkede kardeşlerim
bensiz çoğalıyor ve bensiz sayılıyor bayramlarda
durma noktasına geliyor sevilmem.
kiralık evlere bakar gibi bakıyorum yüzüme
çünkü iyi biliyorum genç yüklü denizlere
serecek olursam sakallarımın aşağısını
sanırsın kına yakılmış yakılmışta tutmamış
kaygılı ve kararsız diyeceklerdi hayatıma

oysa ben göğün açık olduğu saatlerde bile
bıçakla korkutulmuş bir ağacın
hiçbir yere gidemeyişini
çoğu kez unutmak için
suya inerdim.

EĞER YÜZÜMÜ YIKARSAN

başımı kanatan ilk söz
yorulmuş bir kedinin kokusuna eğilirken
kaçmış bir babanın en karanlık odasından fırlamıştı
yıl bindokuzyüzdoksanaltı

1.
bir kadının sabrına uzandım
kovuldum müezzinin bakışlarından
düştüm, tozlandı avuçlarım
anneden yadigar bir kına da
yasladım başımı, evet acı var
terkedilmiş bir mezar sessizliğiydi o kadar
zencilerin kabaran saçlarına dokunmaktan
sanki daha güvenliydi o yaşlar.

2.
Yağmur aşırırdı ismini bilmediğim köylerden
gündüzleri Alihandro geceleri sarışın
-eğer yüzümü yıkarsan
düğüne götürebilirim demişti bana
ne çok şaşırmıştım buna-
ıskalardı yaramı nakışlı eteği

3.
her gece, karlı bir direniş resminin
incelmiş dizeleri altında soyunurdu
soyunurdu daha yakından
soyunurdu başını kaldırmadan
başını kaldırmadan soyunurdu
düşerdi omuzlarından
en keskin tarafı hüznün
gün boyu gizlediği ayaklarına

4.
aklımda tutuyorum her gün
bir geminin boynunda yol alışını
terkedecek olduğumda kalabalık bir yerini
ellerimi saklıyorum düşlerimden önce,
küçülmüş bir dünya durur ve akşam...
dudaklarının hemen üstünde
Allah`ım nasılda medenice koşuyor
yaban geyikleri dizlerimde...

5.
üşümekle sınanmış bir kuyuya iniyorum
sen bilmediğim dillerin sofrasına diz çökme
şehrin sırtından kayarak inse de bir ses
çocukları uyandırmadan eşlik et şarkılara
sen okunmamış bir kitabın yalnızlığısın
eğer yüzümü yıkarsan
düğüne götürebilirim demiştin bana
ne çok sevinmiştim buna...



Hiç yorum yok: