24 Ocak 2017 Salı

CEYHUN ATUF KANSU


(7 Aralık 1919, İstanbul - 17 Mart 1978, Ankara)


       Eğitimci Müfdale hanım ile eğitimci ve politikacı Nafi Atuf Kansu’nun oğlu. Küçük yaşta annesini kaybetti. Annesinin ölümü üzerine, Ulusal Kurtuluş Savaşı’na omuz vermek üzere Ankara’ya geçen babasının yanına gönderildi. İlkokulu Ankara Necatibey İlkokulu’nda (1932), ortaöğrenimini Ankara Gazi Lisesi’nde (1938) tamamladı. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldu. Ankara Numune Hastanesi’nde çocuk hastalıkları uzmanı oldu. Turhal Şeker Fabrikası, Ankara Şeker Fabrikası ve Etimesgut Şeker Fabrikası’nda doktorluk yaptı.
       17 Mart 1978’de Ankara’da öldü.
       Yayımlanmış ilk şiiri Gazi Lisesi’nin dergisi “Filiz”de 15 Ocak 1938’de yayımlandı. Sonraki yıllarda şiirleri, öyküleri, yazıları ve masalları Ataç, Çocuk, Ilgaz, İnkılapçı Gençlik, İstanbul, Millet, Papirüs, Seçilmiş Hikayeler, Türk Dili, Ulus, Ülkü, Vakit, Varlık, Yansıma, Yön, Yücel gibi dergi ve gazetelerde yayımlandı. İlk şiirini hece ölçüsü ve halk şiiri geleneği ile yazdı, sonradan serbest ölçüyü benimsedi. Halk dilinden, halk söyleyişlerinden geniş biçimde yararlandı. Toplumsal sorunlara ağırlık verdi, halkın özlemlerini, sevinçlerini, acılarını ve yaşama savaşımını coşkulu bir söyleyişle dile getirdi. Şiirlerinin kaynağını hoşgörü, insanlık sevgisi, ulusal bağımsızlık ve doğa oluşturdu. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi’ni okurken ilk kitapları yayımlandı:
Bir Çocuk Bahçesinde (1941), Bağbozumu Sofrası (1944). Bu iki kitabında, doğa, çocuk ve yurt sevgisine ağırlık verdi. Bu arada, bir çok dergide de yazı ve şiirleri yayımlandı. 1960’lı yılların ardından şiirleri ve yazılarını toplumsal sorunlar ve Mustafa Kemal Atatürk’ün öğretisi üzerinde yoğunlaştırdı.
       Ölümünden sonra Vecihi Timuroğlu, yayımlanmış şiir kitaplarını derledi. Bu kitaplar, İş Bankası Yayınları arasından çıktı. Muzaffer Uyguner’in titiz çalışmaları sonucunda Kansu’nun kitaplaşmamış şiir ve düzyazıları da derlendi.
       Ilgaz Dergisi’nde daha önce yayımlanmış olan “Söylevi Okurken” adlı dizisi, diğer dergilerde yayımlanan Söylev’e ilişkin yazılarla birlikte Bilgi Yayınevi’nce “Söylevi Okurken”  adıyla basıldı.
       Ödülleri:Köy Öğretmenine Mektuplar” adlı kitabıyla 1965 Türk Dil Kurumu Deneme Ödülü’nü, “Bağımsızlık Gülü” adlı kitabıyla 1966 Yeditepe Şiir Armağanı’nı, “Sakarya Meydan Savaşı” adlı kitabıyla 1970 Behçet Kemal Çağlar Ödülü’nü aldı.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Bir Çocuk Bahçesinde (1941)
& Bağbozumu Sofrası (1944)
& Çocuklar Gemisi (1946)
& Yanık Hava (1951)
& Haziran Defteri (1955)
& Yurdumdan (1960)
& Bağımsızlık Gülü (1965)
& Sakarya Meydan Savaşı (1970)
& Buğday, Kadın, Gül ve Gökyüzü (1970)
& Tüm Şiirleri 2 Cilt (Yayına hazırlayan: Vecihi Timuroğlu; 1978)
& Güneş Salkımı (1991, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 1, Ank., 176 s.)
& Bir Kasabadan Resimler (1992, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 2, Ank., 160 s.)
& Halk Albümü (1994, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 3, Ank., 200 s.)
& Bağımsızlık Gülü / Buğday Kadın Gül ve Gökyüzü (1998, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 9, Ank., 167 s.)
& Kardeş Sofrası (2004, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 11, Ank., 152 s.)
       Hikâye Kitapları:
& Sevgi Elması (Tahir ile Zühre, 1972)
       Düzyazı Kitapları:
& Devrimcinin Takvimi (1962)
& Ya Bağımsızlık Ya Ölüm (1964)
& Köy Öğretmenine Mektuplar (1964)
& Tonguç’un Kitapları (1965,  Toplum Yayınevi)
& Atatürkçü Olmak (1966, 2007, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 5, Ank., 208 s.)
& Atatürk ve Kurtuluş Savaşı (Radyo konuşmaları; 1969, 2009, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 7, Ank., 160 s.)
& Balım Kız Dalım Oğul (1971, 2016, Bilgi Yayınevi, Ank., 168 s.)
& Halk Önderi Atatürk (1972, 1997, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 6, Ank., 112 s.)
& Cumhuriyet Ağacı (1973)
& Cumhuriyet Ağacı / Ya Bağımsızlık Ya Ölüm (1997, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 8, Ank., 120 s.)
& Söylevi Okurken (1998, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 4, Ank., 280 s.)
&  
& Cumhuriyet Bayrağı Altında (1998, Bilgi Yayınevi, Bütün Eserleri: 10, Ank., 235 s.)
       Doktorlukla İlgili Kitaplar:
& Turhal Dolaylarında Çocuk Bakımı (1954)
& Anneler Soruyorlar (1959)
& Kazalarda ve Köylerde Çocuk Bakımı (1961)
       Çocuk Kitapları:
& İyi İnsan Mehmet Ali (1964, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları)
& Üvey Ana (1964, Milli Eğitim Bakanlığı Yayınları)
&  
& Kamuran Eronat, “Bozkırdaki Su” Ceyhun Atuf Kansu (2014, Grafiker Yayınları, 256 s.)
Kaynaklar:
A  Mehmet Çetin, Tanzimattan Günümüze Türk Şiiri Antolojisi, 2. Cilt, 2002, Akçağ Yayınları, Ank., s. 33-37

Şiirlerinden Seçmeler:

ANAHTAR

Bak ben sana bir caddeyim
Üzerimden geçtiğin her sabah,
Bir ağacım ben sana , bir akasya
Gölgemde otobüs beklediğin.

Adin nedir adını söyle,
Sokak başlarına yazayım,
Yitirdim kendimi senin kentinde,
Adındır benim sokağım.

Evin nerde evini söyle,
İkindileri mi seversin akşamları mı?
Gelip kapını çalayım
Aç bana, gizli bahçeni göster bana,
Gözlerinin kilidini ver bana.

Gözlerinin kilidini ver bana,
Kapayayım dünyayı üzerimize,
Bak, sana bir anahtarım,
Aç kendini, aşktır gelen, gizleme.

ARILAR

Emdiniz arılarım elma çiçeklerini,
Doldurdunuz bahçenin bütün peteklerini
Şimdi, tutun baharın, tutun eteklerini,
Gökte vızıldayarak uçun, uçun arılar.

Beyaz beyaz dallara, çiçeklere kondunuz,
Tepeler çıktınız, ovalara indiniz,
Bir çiçekten emip bir bu ota döndünüz
Haydi tepemden halka halka geçin arılar.

Böğürtlen içinde altın bir eviniz var,
Odalarınız sarı sarı balla doludur,
Beni de evinize davet edin bu bahar,
Sofranızda bana da bir yer açın arılar.

BAĞIMSIZLIK GÜLÜ

Yerden alıp o gülü
Hangi gülü?
Bir topçu neferinin
Sakaryalı yaz toprağında
Sıcak kan gülü.

Alıp koklamak o gülü
Hangi baharda?
Türkçenin özgür kırlarında
Türkülerde burcu burcu,
Bilgeliğin ana gülü!

Bir basmadan alıp o gülü,
Hangi basmadan?
Nazilli fabrikasından
Pamuğumuzdan, emeğimizden,
Dokuduğumuz halk gülü.

Hoyrat ellerinden alıp o gülü
Hangi ellerden?
Uzak Teksaslı çobanların

Bilmediği, uğruna can vermediği
Türkiyeli o çileler gülü.

Yerine koymak, kutsamak o gülü,
Hangi yerine?
Mustafa Kemal’in bahçesine
Bir ulusun suladığı beslediği
Yediveren bağımsızlık gülü!

BAHAR GELDİ DİYE

I
Gül dalına kondur desem,
Seni buzlu çiğle yusam,
Öpüp selamını kosam,
Geldi, bahar geldi diye.

Seni sevgimle doldursam,
Çiğdemler gibi güldürsem,
Dağlardan inip bildirsem,
Geldi, bahar geldi diye.

Beyaz beyaz arzularım,
Şu otlayan kuzularım,
Seni bekler, arzularım,
Geldi, bahar geldi diye.

Düzlerim serinlik dolu,
Yeşeren toprak uykulu,
Gönlüm rüzgarlardan deli,
Geldi, bahar geldi diye.

II
Babanı tarlada gördüm,
Coşkun selamını verdim,
Ak anana seni sordum,
Geldi, bahar geldi diye.

Uyuduğunu söyledi,
Beni kapıda eğledi,
Irmak durmadı çağladı,
Geldi, bahar geldi diye.

Dedim, vurgunum kızına,
Baharı serpsem yüzüne,
Sabahlar dolsun gözüne,
Geldi, bahar geldi diye.

Uyandırdım gül dalını,
Bağışla sen vebalimi,
Yar kucakla bu kulunu,
Geldi, bahar geldi diye.

Gül sepetini doldurduk,
El ele göğe kaldırdık,
Arzuya salıncak kurduk,
Geldi, bahar geldi diye.

III
Ceyhun’um, içim bir bahar,
Bir başka bahar dışında,
Yaylada ördüğün rüzgar,
Dağılır yarin başında,
Geldi, bahar geldi diye…

Ülkü, Sayı: 13, 1 Nisan 1942

“Kardeş Sofrası” adlı kitabından

BEKLEYEN KADININ GÜNÜ

Kadınım saçlarını tarar aynada,
Benim parmaklarım değmişçesine.
Bahçeye çıkıp şarkı söyler içinden
Sesinden sesim geçmişçesine.
Güneşin kızarttığı kayısılar gibi
Aklından ben geçerim güneşlenirken,
Kızarır al al olur ben öpmüşçesine.

Eğilmiş dikiş diker, gömleğimin düğmesi
Hayal eder beni, birden ürperir
İnce bir sızı duyar iğne batmışçasına.
Çocuğunu göğsüne bastırdığında
Erkekliğim geçer ta iliğinden
Benimle uzanıp yatmışçasına.

Bir sabah ayrıldım bir akşam kavuştum
-Ah, olgun dutlar gibi ballanmış gözlerinde-
saatlerin biriktirdiği o tatlı özlem
sanki uzak denizlerden dönüyorum,
karşılar, beni yıllarca beklemişçesine.

ÇAĞDAŞ KOÇERO

Yıldızsız gök altında kör gecede
ilkel adaletin düzeni
Zenginlerden alıp fakirlere vermek
Alnından vurmak kötüyü

Öyle olmaz koçero gardaş
Toplumsal adaleti kurmalı
Güpe gündüz iken ortalık
Dağda değil başkentin ortasında

ÇOCUKLUK AŞKI

Düşün, düşün ki anne ben daha çok küçüğüm,
Ilık ellerimden tut, beraber götür beni,
Oyuncakçıda büyük mavi bir gemi gördüm,
İşlenmiş, dalgaların köpüğüyle yelkeni.

Şu renk renk toplara bak, anne, ne güzel renk renk
Dönüyor içimde bir bayram yeri dönüyor,
Yuvarlanıyor gönlüm şu uçan toplara denk,
Bir yokuştan koşarak kalbim sana iniyor.

Kan değil, zafer akar benim savaşlarımda,
Hürriyet için ölür genç kurşun askerlerim,
İnsanlığın cenneti saklı göz yaşlarımda,
Yeni bir bahar çağı getirecek zaferim!

Korkma, korkma kaçmam ben, tahta atımla dağa,
Senden daha güzel bir dağ var mı rüyalarda?
Niçin uğraşsın küçük kuş yurdundan kaçmağa,
Yaşarken annesinin yeşerttiği kırlarda?

Kırılır, bütün iyi oyuncaklar kırılır,
Çocuk kalblerinden mi yaparlar hep onları,
Niçin oyun biterken en sonra hatırlanır,
Hâtıralarımızın en tatlı oyunları?

Satılır mı zengin bir oyuncakçıda söyle,
Anne, dün okuduğun masaldaki güzel kız?
Yeter, altın bir kalbim olsun, Tanrıdan dile,
Bütün zenginliğimi verir onu alırız.

DAĞ KÖYÜ

Ben bir gün bu dağ köyünde,
Görülecek en güzel şeyleri gördüm.
Vâdiden geçen demiryolu,
Pırıl pırıl parlıyordu,
Irmak kıyısında bir istasyon,
Marşandizi ağırlıyordu.

Ben bir gün bu dağ köyünde
Duyulacak en güzel sesi duydum,
Rüzgâr, yüzyıllık ağaçların kalbinden,
Meşelerin, köknarların, pınarların
Gizli sazlarından haber verdi,
Yitmiş ormanların acısını dinledim, derinden.

Ben bir gün bu dağ köyünde
Bakılacak en güzel şeye baktım.
Dağ havasında, geniş yapraklı ümitlerin üzerine
Yattım, gökyüzünün altına
Hiçbir çağda bu kadar mavi olmamıştı.
Baktım da vuruldum maviliğine.

Ben bir gün bu dağ köyünde
Sevilecek en güzel şeyi sevdim.
Ağaçtan, kerpiçten, toprağınan taştan
Barınakları içinde doğan, yaşayan, ölen,
Vatan dediğimiz toprağı emeğine mülk eden,
Halk denen milyonları sevdim yenibaştan.

Ben bir gün bu dağ köyünde
Düşünülecek en güzel şeyi düşündüm,
Köy okulları dedim, dünyamızı dünya eden,
Bilgiler uğruna vurulmuş turnalar misali
Çırpınır, çaresizlikten ve sevgiden,
Düşmüş köy çocuklarının önüne bir öğretmen.

Ben bir gün bu dağ köyünde
Bulunacak en güzel şeyi buldum.
Kayalardan sızan sularda ne vardı, sular ne diyordu?
Dağların hikayesi kahramanların hikayesine benzer,
Gizlemiyordu dağ cevherini, yağmurdan kardan aldığını
Sebil gidiyor, kuşlara, kurtlara, insanlara veriyordu.

Ben bir gün bu dağ köyünde
Söylenecek en güzel şeyi söyledim.
Üstüne ay ışığı düşmüş bir tepede,
Bilge ve cesur kalbiyle hürriyet
Bütün insanlığın ateşini yakıyordu,
Yalazası dört yönde yansımış gökkubbede.

Ben bir gün bu dağ köyünde
Varılacak en yalın gerçeğe vardım.
Elli hanesiyle gömülü kalmış, unutulmuş
Yatmış tabiatın kurduğu en güzel yatağa
Acı rüyaların gecesine örtünüp köy,
Dağ güneşinden habersiz uyumuş.?

DENİZ SEVGİSİ

Vatan denizleri! Mavi, zengin kırlar,
Rüyamda büyük kadırgalar yüzen,
Akdeniz! Bayraklar, ünlü bahadırlar,
Bir çiçekli destan havasında gezen.

Bağ bozumu kokan, tatlı İzmir,
İlyada, Odisse! Güller açan bir çağ,
Şiirden, destandan örülmüş bir devir,
Hür bir sonsuzluktan yaşamaya veda.

Kadifekale’den hürriyete gülüş,
Hayatı bir salkım gibi öpebilmek,
Sepetine sanki dal dal ışık düşmüş,
En mutlu bir anda yeniden dilemek.

Dalgalı bir sevinç veriyorsun bana,
Ey mavi hatıra! Bütün duygularım,
Denizlerle dolu; beni de alsana!
Gönlüne dökülsün hür, deli suların.

Bir masal gölü mü, su mavi nakışlı,
Marmara! Gül, kiraz, ıhlamur bahçesi,
O büyülü, o saf, o temiz bakışlı,
O hür vatanların coşkun hayat seli.

Yağmurlu bahçeler, hüzün dolu şimal,
Yeşil bir mevsimde gülümseyen Samsun,
Küçük fındıklarla eylen altın dal,
Mavnalar, köpüklü yollar, yeşil yosun…

Denizlerde, engin, mavi denizlere,
Bir deniz sevgisi: Rüzgarlar, türküler,
Gemiler ardından açılan izlere,
Taze, hür aşkların çiçekleri düşer,

DÜNYANIN BÜTÜN ÇİÇEKLERİ

“Bana çiçek getirin, dünyanın bütün çiçeklerini buraya getirin!”
Köy öğretmeni Şefik Sınığ’ın son sözleri.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum
Bütün çiçeklerini getirin buraya,
Öğrencilerimi getirin, getirin buraya,
Kaya diplerinde açmış çiğdemlere benzer
Bütün köy çocuklarını getirin buraya,
Son bir ders vereceğim onlara,
Son şarkımı söyleyeceğim,
Getirin, getirin…ve sonra öleceğim.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Kır ve dağ çiçeklerini istiyorum,
Kaderleri bana benzeyen,
Yalnızlıkta açarlar, kimse bilmez onları
Geniş ovalarda kaybolur kokuları…
Yurdumun sevgili ve adsız çiçekleri
Hepinizi, hepinizi istiyorum, gelin görün beni,
Toprağı nasıl örterseniz öylece örtün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Afyon ovasında açan haşhaş çiçeklerini
Bacımın suladığı fesleğenleri,
Köy çiçeklerinin hepsini, hepsini,
Avluların pembe entarili hatmisini,
Çoban yastığını, peygamber çiçeğini de unutmayın,
Aman Isparta güllerini de unutmayın
Hepsini, hepsini bir anda koklamak istiyorum.
Getirin, dünyanın bütün çiçeklerini istiyorum.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben köy öğretmeniyim, bir bahçıvanım,
Ben bir bahçe suluyordum, gönlümden,
Kimse bilmez, kimse anlamaz dilimden,
Ne güller fışkırır çilelerimden,
Kandır, hayattır, emektir benim güllerim,
Korkmadım, korkmuyorum ölümden,
Siz çiçek getirin yalnız, çiçek getirin.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Baharda Polatlı kırlarında açan,
Güz geldi mi Kopdağına göçen,
Yörükler yaylasında Toroslarda eğleşen,
Muş ovasından, Ağrı eteğinden,
Gücenmesin bütün yurt bahçelerinden
Çiçek getirin, çiçek getirin, örtün beni,
Eğin türkülerinin içine gömün beni.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
En güzellerini saymadım çiçeklerin,
Çocukları, öğrencileri istiyorum.
Yalnız ve çileli hayatımın çiçeklerini,
Köy okullarında açan, gizli ve sessiz,
O bakımsız, ama kokusu eşsiz çiçek.
Kimse bilmeyecek, seni beni kimse bilmeyecek,
Seni beni yalnızlık örtecek, yalnızlık örtecek.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Ben mezarsız yaşamayı diliyorum,
Ölmemek istiyorum, yaşamak istiyorum,
Yetiştirdiğim bahçe yarıda kalmasın,
Tarumar olmasın istiyorum, perişan olmasın,
Beni bilse bilse çiçekler bilir, dostlarım,
Niçin yaşadığımi ben onlara söyledim,
Çiçeklerde açar benim gizli arzularım.

Dünyanın bütün çiçeklerini diyorum,
Okulun duvarı çöktü altında kaldım,
Ama ben dünya üstündeyim, toprakta,
Yaz kış bir şey söyleyen toprakta,
Çile çektim, yalnız kaldım, ama yaşadım,
Yurdumun çiçeklenmesi için daima yaşadım,
Bilir bunu bahçeler, kayalar, köyler bilir.
Şimdi sustum, örtün beni, yatırın buraya,
Dünyanın bütün çiçeklerini getirin buraya.

GÜL TÜRKÜSÜ

Gül diyorsam, durmadan
Bilinçaltı bahçemde bir
Ezik gül kaldığından belki
Çocukluğumun Mayıs dalından
Kimbilir?

Gül diyorsam bir zaman
Nedim’in övdüğü bir
O çok uzaklarda saraylı
Lale bahçelerinde soyut
Osmanlı gül değildir.

Gül diyorsam, ne zaman
Büyükannem bir
Avuç can eriğiyle birlikte
Üç yaprak çiy tanesi de
Getirir.

Gül diyorsam, hani Haziran
Hani şimdi açan bir
Gerçek güldür gündelik
Yapraklarını gül bitleri
Yiyip bitirir

HAZİRAN AĞAÇLARI

Haziran ağaçlarının oralarda
Çocukların derisi yanmakta
Güneşli şapkalar altında

Orada ceviz ağaçları altında
Serin uykusunu yaprakların
Biri toprak üstünde uyumakta

Orada üvezler altında şimdi
Fransız devrimini okumakta
Gül koklayarak bir liseli kız

Orada vişne ağaçları altında
Gölgeler nakışlarını işlemekte
Kadınsı vakitlerin sepetine

Orada zerdali ağacı altında
Küçük zerdaliler düşmekte
Peygamber çiçekleri arasına

İğde ağaçları altında, dere boylarında
Kaplumbağalar toslaşmakta sevinçle
Tırtıllar ince ince yemekte yaprakları
Çocuklar erikleri taşlamakta
Erik ağaçları altında

Orada elma ağaçları altında
Seviler büyümekte gizli öpüşlerle
Ve ölüm yeşil yapraklarla adım adım
Yol almakta, güz mezarlığında
Soyunmuş kavaklar altında

KAR TÜRKÜSÜ

Kâr ve kapital, kar ve kapital, kâr ve kapital
Aldım eve geliyorum, aldım eve geliyorum
                             aldım eve geliyorum
Saman pazarındaki halktan ve çarşıdan
Saman pazarındaki halktan ve çarşıdan
Saman pazarındaki halktan ve çarşıdan
Donmak üzere, donmak üzere donmak üzere
Devrim İlkokulu, Devrim İlkokulu, Devrim İlkokulu
A ve Be Ce, A ve Be Ce, A ve Be Ce
Cemal Süreya'nın şiirleri ve Yunus Emre
Cemal Süreya'nın şiirleri ve Yunus Emre
Cemal Süreya'nın şiirleri ve Yunus Emre
Ne güzel yağıyorlar Türkçeye
Ne güzel yağıyorlar Türkçeye
Ne güzel yağıyorlar Türkçeye
Gökyüzünün diyalektik çatısından
Gökyüzünün diyalektik çatısından
Gökyüzünün diyalektik çatısından
Ve bir serçe hem çaresiz, hemi cessur
Hem çaresiz, hemi cessur
Hem çaresiz, hemi cessur
Ve bir serçe küçük serçe
Ve bir serçe küçük serçe
Ve bir serçe küçük serçe
Ve bir darı, tane darı, küçük darı
Çimlenen geleceğe, çimlenen geleceğe,
                                         çimlenen geleceğe
Kar altında, kar altında, kar altında.

KIZAMUK AĞIDI

Ben, gamlı, donuk kış güneşi,
Çıplak dallarda, sessiz dinleniyordum.
Köyleri, yolları, dağı taşı
Isıtıyor, avutuyordum.

Bir köy gördüm tâ uzaktan,
Dağlar ardında kalmış, bilmezsiniz,
Kar örtmüş, göremezsiniz karanlıktan,
Yalnızlıkta üşür üşür de çaresiz,

Ben gördüm bu köyü, damlarının altında,
Çocukları kızamuk döküyor,
Gözleri, göğüsleri, yüzleri, ah bırakılmış tarla,
Gelincikler arasından öyle masum bakıyor.

Habersiz hepsi, kızamuktan ve ölümden,
Kirli yüzlerinde açan ölümden habersiz,
Ve, düşmüş bir gül oluyorlar birden,
Bebekler ölüyor, ölümden habersiz.

Ali’lerin kızı Emine’yi gördüm,
Öldü… Yusufların Kadir öldü, emmisinin Durdu öldü,
İkindiye doğru, evlerine vardım,
Gördüm, Döne öldü, Ali öldü, Dudu öldü.

Bir bir saydım, yirmi üç çocuk,
Ah, güllü Gülizar öldü,
Gördü kış güneşi, gamlı ve donuk,
Daldı oğlanlar, çiçekti kızlar, öldü.

Gamlı türkümle tepeden aşağı bıraktım,
Bıraktım kendimi düşesiye, ölesiye,
Bu acıdan sonra nasıl doğacaktım,
Nasıl dönecektim aynı köye?

İniyor ve karaltında örtüyordum,
Bu çocukları, bu habersiz çocukları,
Görmediniz, anlatamam, ürperiyorum.
Bir şey demek için açılmıştı dudakları.

Ah, ben bir gün tepelerden, tepelerden
Varıp önünüze, önünüze dikilip duracağım,
Aydınlardan, hekimlerden, öğretmenlerden,
Bir gün soracağım, bu çocukları soracağım.

O çaresiz, o yalnız, o karanlık günde,
Siz neredeydiniz diyeceğim, neredeydiniz?
Ben perişan, utanmış…bu köyün üstünde,
Kahrolurken, siz beyciğim neredeydiniz?

Ben, bir günde yirmi üç küçük ölünün,
Gömüldüğünü gördüm bu köyde kızamuktan,
Ya siz ne gördünüz, söyleyin, söyleyin,
Bir şey söyleyin, bir şey söyleyin uzaktan.

Ah, ben gamlı kış güneşi, aydınlığın
Bütün suçlarını kalbimde taşırım,
Görerek ah, görerek, bilerek bir yığın
Karanlık gündüzün üstünde yaşarım.

Her mevsim dolanıp geldiğinde bu köye
Gücük ayda, kar örtülü bu ovada,
Utancımdan, hıncımdan yaş dökerek böyle,
Gamlı ve perişan asılı duracağım havada.

İkindiye doğru bırakıp kendimi
Bu küçük mezarların üstüne.
Bilmeyeceksiniz, perişan, çaresiz halimi,
Gül diyeceğim, gül dereceğim gül üstüne.
Yol kıyısında yirmi üç çocuğun mezarı,
Ah diyeceğim, ah dökeceğim yol üstüne

LİRİK ŞARKI

Öt, güzel serçe, öt yeşil çalıda,
Sabahın sesini duyayım senden,
Şarkınla beraber gir penceremden,
Oyununu oyna renkli halıda.

Meşe dallarından uçup bana gel,
Gel, güzel serçem gel, böğürtlenlerden,
Saksılarım, baygın fesleğenlerden,
Ve güllerim bütün güllerden güzel.

Bir delice sevinç, çocuk sevinci
Ötüyor dallarda, gel güzel sevinç!
Ruhum bir şadırvan, eğil eğil iç,
Çınar yaprağıyla dokunmuş içi.

Sabahı taşıyan o en güzel kuş,
Şarkısıyla göçmüş uzak kırlara,
Veda et bu bahar o şarkılara,
Senin pencereni serçen unutmuş.

TUTUKLAMAYIN OZANLARI

Bir ozanı tutuklamak
Tutuklamaktır ana dilini
Gökyüzünü yoksunlamak Türkçeden
Kırmaktır en taze dalı su yürürken

Bir ozanı tutuklamak
Tutuklamaktır ana sözcüğünü
Dili büyüten güneşli kapı önlerinde
Konuşurken gelen geçenle

Bir ozanı tutuklamak
Tutuklamaktır yaşamın pınarını
Bir ulusun yağmurlarını biriktiren
Ve akıtan zamanın dağ eteğinden

Bir ozanı tutuklamak
Nisan başlangıcında bir daldan
Üreyen bir gül haberini
Dondurmaktır ve sürdürmektir zemheriyi

Ozanı tutuklayan toplum, tutuklar kendisini
Bir büyük hapishanedir artık orası
Devlet adamı da tutukludur orda bir bakıma
Muş ovasında ot biçen bir köylüyü de..

UYUYAN GÜZEL ANNEYE

Anne, bahar geliyor uyansana
Çık altın eşikte bekle beni,
En güzel tılsımları buldum sana
Koklayabilmek için nefesini.

Yeni açmış şu erik hatırlatır
Bana ağaçları çok sevdiğimi,
Sevginle mi ıslanmış şu sonsuz kır,
O kara bırakmışsın gözlerini.

Gül güzel annem benim, benim rüyam
İçimden çiçekli bir yol var sana,
Senin yerine biraz ben uyusam
Anne bahar geliyor uyansana.

UZUN HAVA

dumanlı dağın çobanı garip yıldız
yağmurlar yağmasına yağıyor
rüzgârlar esmesine esiyor
ben ölmüşüm sen ölmüşsün kime ne
kimsecikler derdimizi bilmiyor

kemah pazarında sıra sıra testiler
jandarmalar anacığım evimizi bastılar
al kanlarım bulaştı kelepçenin demirine
üstelik on sekiz ay ceza kestiler
ya ben neyleyim neyleyim
dumanlı dağın çobanı garip yıldız
şimdi ben burda yalnızım sen orda yalnız
kuş değilim lodos poyraz uçamam
demirlerin gölgesi yüreğimi karartır
ecel şerbetini yirmisinde içemem
ben ölmeylen kahpe dünya yıkılır

feranenin kapısında demir parmaklık
hey gidi bulutlar! hey kemah yolları!
ayağımda zincir kolumda zincir
bu meret mapusluk bu ince hastalık
bilir miyim nedendir nedendir nedendir

dumanlı dağın çobanı garip yıldız
ciğerim parçalanır dağlarda akşam oldu mu
garibim zincirlerim boynuma ağır gelir
anacığım ağlamaya durdu mu
kör talih bu kimi gider kimi kalır
ben ölmeylen kahpe dünya yıkılır

YANIK HAVA

Maviler içinde gördüm bir gün menevşemi
Yayla tutmuş başlamış aşkımın gül mevsimi.
Zühre olup yol düşmüş çeker beni şavkından,
O ışıldar sevdasından, ben yanarım aşkından,
Ben senin yüzünden güzelim konup göçücü oldum,
Böyle dağdan dağa yoldan yola geçici oldum.

Bir gün yine beyazlar içinde gördüm,
Kastı nedir bilmem, bir kere gönül verdim,
Turna derler böylesine halk türküsünde,
Çifte hasrettir uyuya kalmış göğsünde,
Aşkın dilini öğrenmeye Karacaoğlana varsam,
Diller döksem, güller döksem rüyasına uyandırsam.

Bir gün yine gördüm ki pembeler giyinmiş,
Güllerin aynasına bakıp ta övünmüş,
Sarı saçları düşmüş tel tel olmuş.
Şu garip gönlümü kul eden o ince bel olmuş,
Sorsam razı olur, hoşnut olur darılmaz,
Neyleyim ki inceciktir, dal kırılır, sarılmaz.

Bir gün de baktım giyinmiş macar olmuş,
Göğsünde Budin’in gülleri açar olmuş,
Karmendir güzel çingenelerin hası,
Kanlı olur Troubadour’ların rüyası,
Ah, şol meydanda ölesim gelir,
Bir gün bakarsınız İspanya’dan sesim gelir.

Ah, efendim ben ne diyarlar gezdim,
Türküler içinde bir de bu türküyü yazdım,
Aşktır rüzgârların en hovardası,
Bozulur insanın düzeni yıkılır obası,
Yeniden düzen tutmaya kervan kalkar yol alır,
Beri yanda yanık türkü kalır!














Hiç yorum yok: