18 Kasım 2017 Cumartesi

SELMAN CAHİT



Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Kelebek Düğünleri (1999, Birey Yayınları, İst., 128 s.)
      Diğer Kitapları:
& Ayışığına Mektuplar

Şiirlerinden Seçmeler:

BİR KADIN VE YALNIZLIK

Sen, bir hayalet gibi böyle her akşam
Tekinsiz caddelerde gezinen kadın
Gözlerin ötelerde, yüreğinde gam
Bu uzun bekleyişten nedir muradın?

Telaşlı adımlarla geçip şehirden
Yiter kuytu korularda ayak sesin
Yolunu karanlığa çevirip birden
Çirkin bir tarafını gizler gibisin

Tutuşur eteğinde akşamın rengi
Ümidini bırakır ay, saçlarına
Aşk ömründe içli bir hatıradır ki
Taşıyıp götürürsün dünden yarına

Yalnızlığın böylesi var mıdır bilmem
Böylesi yaşanmış mı çaresizliğin?
Dost mudur, arkadaşın mı, yar mıdır, bilmem
Çılgınlar gibi arayıp beklediğin?

Titreyen her gölgeyi, odur diyerek
Çarpılır ince tarafın, kırılırsın
Bu kadar sevmelere dayanmaz yürek
Bir alaca aydınlıkla yorulursun

Ve her sabah dönersin gittiğin yerden
Göğsünde nefeslenir melez uykular
Güneşi perdeler ardına çekerken
Hayalinde yeni bir akşam uyuklar

Sen, bu akşam vaktinde hayalet gibi
Ağlayıp karanlığı ıslatan kadın
Beklediğin sen kadar sevebilmez ki
Unut artık, bu hasretle çok yaşadın!

BOŞA GİDER

Ömür bitiyor
Bir aşkı çiçeklemedim daha
Bir peygamber yüzü görmedim
Üstümde uçsun isterdim
Kar kanatlı bir kuş
Ne olmuş
Nasıl kaybolmuş içimin bir yanı
Tanrı, böceklenmiş fikrimde
Arayıp duruyor, kendini tanıyanı.

Tam oradan yakalanmışım
Bu benim umûdum.
Öyle çirkin bir dünyâ ki, çevremde
Zincir zincir vurulup
Duvar duvar hapsolundum
Önce ben şarkıları söyledim
Önce ben yazdım şiirleri
Neylesin
Yine ismim kaldı tünellerde
Yine idam fermânlarında okundum.

Beni böyle, kim kırıyor içerimden
Akan nedir gönlüme ki
Gönlüm aşk işitiyor?
Yalnızım, mahşer gibi yalnız
Bir peygamber yüzü görmedim daha
Bir aşkı çiçeklemedim
Ömür bitiyor!

İLHÂM

Vuslat belki uzakta, bilmem, yakında belki
Özlenen sen olunca hasret öyle güzel ki,
Gökyüzümde açılan geniş cam kapılardan
Nazarı sudan almış, beyaz rengini kardan
Periler uğruyorlar, masalından firarlı
Periler ki, gönlümü incitmeye kararlı.
Oysa yalnızım işte, yalnız, yapayalnızım
Şiirin kumsalında tutmadı ayak izim
Dostum dediğim ilhâm lûtfen bir gülümsüyor
Geceler dil bağlamış, karanlıklar susuyor
Söylediğim ne varsa; yazdığım, satır satır
Değil mi ki sevdâsız, biliyorum, günahtır
Bu yalnız ibadetler günahtır, biliyorum
Yorulan yüreğimle bak neler diliyorum;
Yarı fısıldamaksa aşkı, yarı söylemek
Rûhumu titreten o kavgaları söylemek
Geceyi parça parça edivermek, hunharca
Ki düşerse bizim de hissemize bir parça
Uyumak orada hiç uyumamışlar gibi
Tenhâya düşmek için arda kalışlar gibi…
Cevabını ararken ezelden kalma sorum
Birşeylere yeniden başlamak istiyorum
Ötenin yangınında kavrulmak, diri diri
Yakarmak sahibinden soylu, büyük şiiri
Ve sonra sermek senin o loş ayakaltına
Koklamak, dudağımla sokulup başörtüne
Bir fındık kabuğunun ekşi kokusu gibi
-Tanrım benim!- O koku, toprak gibi, su gibi…
O zaman dirilecek, o zaman aşkım işte!
Senin için, ne yok ki bu yetim dirilişte
Ay parçası hüzünler, salkımsöğüt acılar,
Yağmura avuç açmış gönüllü duacılar…
Hepsi gözlerindeki çocuk emeller için.
Yüzüne gölgeleri indirip süslenişin
İncitmez sanıyorsan, incitmez mi diyeyim
Şiirini kendin bul, kendin yaz mı diyeyim?
Ellerimi boş bırak, yüreğimden tut beni
Bir dahaki sefere gerçekten avut beni
Ninniler mi söylersin, türküler mi dizersin
Sen benim dileğimi benden iyi sezersin
Ya bir kuru gerçekte, ya mavi bir rûyâda
Yaşadığın mevsime, ya götür beni ya da
Bu son şiirmiş gibi ömrümce susacağım
Gördüğüm ilk bahçeyle anlaşınca kucağım
Kendime bir yer seçip gölgelerin ucunda
Son ilhamdan yadigâr bir kederin ucunda
Bir daha bakacağım sana olduğum yerden
Ve birden bir yabancı gibi ürkek, çekingen
Diyeceğim; “Mâdem ki böyle revâ gördünüz
Örtünüz üzerimi, sıkı sıkı örtünüz!”

KÂBUS

Kış gecesi; yatakta büzülmüş yatıyorum
Dudağımı ısırıp hafif kanatıyorum
Kar kokusu sızıyor duvarın çatlağından
Azade bir ürperti, kurtulmuş da bağından
Gecenin boşluğundan üstüme çullanıyor
Dudaklarım ateşten, gözüm yaştan yanıyor
Azap mıdır, ölüm mü, bir hâle geçiyorum
Kimbilir ardarda kaç merhale geçiyorum
Birden bir sonsuzlukta ışıklar, parıltılar
Kapılar, kapıların ardında gürültüler…
Tedirgin ve sararmış, çalıyorum birini
Menteşe gıcırdıyor, eşikte evsahibi
Elindeki alevi dökünce üzerime
Üzerim tutuşuyor; kapanmış gözlerime
Acılar yükleniyor, açıp haykırıyorum
Kâbusumdan uyanıp arıyorum bir yorum
Meğer bu deli rûyâ uykularımda yokmuş
Göndermiş onu bana sokakta öten baykuş
Gecenin hilesine gülerken hazin hazin
Çalkantısı vuruyor kulağıma denizin
Gemilerin, rıhtımın, halatların türküsü…
Kâbus yok artık ama hakikatin korkusu
Zarif aldatmalarla sarıyor her yanımı
İnce ve ruhsuz bir ses titretiyor tenimi
Buzlanmış pencereme yaşlı bir el vuruyor
Bahçemde donuklaşmış, solgun yüzler duruyor
Kim çağırır beni bu ışıksız vakitlerde
Yüreğimde çınlayan, duyulmayan ses nerde?
Bu kör akşam benimdir, kapıma yaklaşmayın
Ümitlerim takılmış kirişine bir yayın
Sevdâlı bir hedefe atılmayı bekliyor
Nafile ah!.. Gençliğim ardımda emekliyor
Henüz büyüyemeden ölmüş çocuk gibiyim
Lavantalar içinde bir bohçacık gibiyim
Kimsenin açmadığı, bakmadığı bir bohça
Tertemiz çürüyorum, kusursuz ve bedbahtça
Gel dokun bana artık, gel dokun bana hüznüm
Dertlerimle derdim yok, hüzünden yana hüznüm
Limanımı sen doldur ki yanaşan olmasın
Sakın bu yalnızlıkta bir konuşan olmasın
Bozulmasın diyorum bu gök mavisi büyü
Öp beni kimsesizlik, dudaklarımda uyu!
İçime yaldızını serpiştir ilhamının
Gökyüzü üstümüze kapandığında yarın
Yer-gök bir olduğunda, divan kurulduğunda
Herkes günahlarını taşırken bir omzunda
Sen şiir ol gel bana, ben sese bürüneyim
Sarayım vehimleri, vesvese bürüneyim
Günahkârlar ateşi duyarken ensesinde
Gece yüzlü sevgili süzülerek gelsin de
Sevdâyı haykıralım mahşerin ortasına
Son versinler ölmüşlük-dirilmişlik yasına
Fayda etmiyor artık bu vaveylâ desinler

Ateş ne ki; yakıyor bizi Leylâ desinler!

Hiç yorum yok: