13 Kasım 2010 Cumartesi

ENGİN TURGUT'TAN ŞİİRLER

ENGİN TURGUT'TAN ŞİİRLER


BAY AVLU İLE BAYAN AY



Kırık dökük hayatlar toplayıcısıydı... Emprovize bir hayatın koy-nundan dışarı çıkmayıp, göndermelere bile gönderme yapabilecek denli ensiz ve sınırsız bir aşkın derin hazzına sığınıyordu Adam!..

‘Ben seni korurum, ışığa benzeyen bir su aktıkça, ben senin yapra-ğınla dans ederim, kaçamam delirmenin o ince dokusundan.’ Ken-dimden başka neyim kaldı, aşkın aşka açlığından başka...’ dedi Kadın!..

Bahçe içini yumdu, ormana sarıldı... Kalbi yırtmaçlı bir Kadın’dı... Pembe uzaklığı evlere sığmıyordu...

‘Hepimize sırlar bırakıp giden, kir ve kan sıçratan, taşrada orman-sız, dünyada ümitsiz, içimizdeki gülü çöle dönüştüren hayat: bazen seni hiç kullanmamayı düşünüyorum, zaten bu dünya sirkinde sıkıldım, utandım ve çok kırıldım...’ dedi Kadın!

“Sen kendini ne sanıyorsun o’sun!” diyordu Sartre!
“İnsan düş kurduğunda Tanrı katına çıkar...” diyordu Hölderlin! “Görenlere kısacık gönder-
meler yeter, üst tarafını kendin bulabilirsin...” diyordu Lucretius!

Ayışığı ve Pekosbil’in çocukluk arkadaşıydı Adam! Düş resitalleri dinlemekten yorulmuyor, canı sıkılan bir imgenin fotoğraflarını çe-kiyordu...

“Hayat güneşin altında oynayan bir oyun” olmaya devam mı ediyordu?.. Yaşadığı ince bir kederden başka neydi ki Adam’ın!.. ‘Şiir var’la yok olmanın aydınlatılmasıysa, muhatabı kimsesiz şiir-ler yazıyorum...’ dedi Adam!

Kadın Lewis Carrol’dan küçük bir pasaj okudu. Adam gülümsedi...
“Kral – Bak bakayım yola onlardan gelen var mı?.. Kimi görü-yorsun?..
Alice – Hiçkimseyi efendim.
Kral – Maşallah, ne kadar keskin gözlerin varmış. Hiçkimseyi görebiliyorsun.”


“Aşk: Canım Benim” adlı kitabından


BAY KORKU İLE BAYAN NAR


Topallayan uykuya dokunan rüya... Kimsesiz bir rüzgârın ve hiçbir şey olamamanın sevimli kederi... Tuhaf bir debelenme, masum fa-kat bir o kadar da acımasız, pas tutmayan bir masalmış hayat! Bir varmış, bir yokmuş... “Gökyüzünün altında sonsuz bir karmaşa hüküm sürmekte’ydi. Demek ki, “Her şey yolunda”ydı...

‘Gece gizemli bir düşevidir...’ dedi Adam... ‘Eylem trajedide yatı-yor, her şey olacağına varıyor, varsın...’ dedi Kadın!..

Hayatın kroşesi şakaya gelmiyor, içimize kaçan mavi genzimizde duruyordu... Bilek kalınlığında yalnızlığı vardı aşkın! Kadın; engellerle eğleniyor, Adam; acemiliğini kadınlardan çıkarıyordu... Kadın; her zaman bahçeydi, Adam kaktüs!..

‘Şu katiller çağında, gerçeği ne kadar öldürürsek, o kadar kendimiziz...’ dedi Adam!
‘İnsanların birbirlerine feci benzediği bu toplumda nasıl sıkıldığımı, nasıl ısırıldığımı anlatamam...’ dedi Kadın!
‘Kadınlara yakında bakıyorum. O kadar yakından ki, araya kendimi bile sokmuyorum. Eflatun vücutlar nerde gördünüz siz? Ben gördüm, öldüm! Anlamın peşinden gitmiyorum... Kelimelerin sesini boyuyor, kelimelere giysiler dikiyorum...’ dedi Adam!..

Kadın; şiirsel düşünceye yüz vermeyip, zekaya bel bağlamadan, imgenin şarkısını söylüyor, aşktaki o kısa süren hayatın renklerini öpüp alnına taşıyor, ruhundaki iştah neyi arıyor, nereye bakıyorsa, sanki oradan dönüyordu...

Herkes hayatını gizlemeli ve işaret parmağı açıkta kalmalıydı...


“Aşk: Canım Benim” adlı kitabından

Hiç yorum yok: