Ahmet Erhan
Ahmet Erhan 70’li yılların son şairiydi.
78
Kuşağı’nın devrimci delikanlılarındandı.
O
heyecan, coşku, korku ve ölüm günlerinde devrim umuduyla sokaklara koşan
gençlerin şiirini yazmıştı. “Yüreğimi bir kalkan bilip sokaklara çıktım /
Kahvelerde oturdum çocuklarla konuştum / Sıkıldım, dertlendim, sevgilimle
buluştum / Bugün de ölmedim anne.” demiş, dizeleri ezberlenen bir şair olmuştu.
İlk
şiir kitabı “Alacakaranlıktaki Ülke” (1981) adıyla da, içindeki şiirlerle de o
yıllarda içinde bulunduğumuz ruh halini anlatır. Binlerce ölü, on binlerce
tutuklu, işkencede kaybolanlar, sürgünler... Karanlıktaydık. O günleri
dizelerinde en iyi yansıtan şairlerdendi Ahmet Erhan. Toplumcuydu. Kendine has
bir şiiri vardı. “Onun şiirinde hem 70’li yılların heyecanlarını, ataklığını,
çoğulculuğunu bulursunuz, hem de 80’li yılların değişen dünya içinde kendini,
kimliğini sorgulayan, arayan bireyini. Kendine özgü sesi, kimliği, imge yapısı,
sesi, edası olan şairlerimizdendir Ahmet Erhan” diye yazmışım “Buz Üstünde
Yürür Gibi” adlı seçme şiirleri için (2006).
“Alacakaranlıktaki
Ülke” ile Behçet Necatigil ödülünü kazandığında 23 yaşındaydı. Seksenli
yıllardan başlayarak ödüllerle, yeniden basımlarla taçlanan verimli bir şiir
üretimi vardır. Şiirini iki ana izlekte geliştirdi. Bir yandan sözünü ettiğim
toplumcu anlayışı kendi kimliği ile yoğurup şiirler yazarken, diğer yandan
“Akdeniz”i konu alan şiirler yazdı. Akdenizliliğin bir yaşam biçimi olduğu
bilinciyle doğayla insanın buluşmasından yaratılacak bir yaşam sevincini,
hayata bağlılığı şiirleştirdi. Mersin’i onun güzel şiirleriyle bildik hep.
İstanbul’a
gelişi mi şiirinde değişim yarattı yoksa şiirindeki değişimle mi Ankara ona
yetmez oldu? Galiba ikisi birden. Beat Kuşağı’nın tavrına yakın, hayatı her
alanında sorgulayan, bireysel olarak direnmeye, başkaldırmaya çağıran ironik
bir söylemle yazdı son dönem şiirlerini.
“Beni
yetiştiren, beni edebiyata yönlendiren babam alkolden ölmeden önce içkiden
nefret ederdim. 17 yaşındaydım ve onun ölümü her şeyi tersine çevirdi.
Öldüğünde alkolik bayrağını aldığım gibi meyhaneye koştum” diyor Teoman’la
söyleşisinde (31.05.2007, Radikal). Şiire sevdiği kadar alkole sarıldı. Tüm
sağlık sorunlarının altında alkolle aşırı dostluğu vardı.
Evini,
işini, sevdiği kentini bırakıp İstanbul’a taşındı. Yeni bir hayat için...
Çok kalamadı İstanbul’da. Silivri ona kucak açtı. 13 -14 yıl hep Silivri’den
haberlerini aldık, zaman zaman telefonlaştık. Telefona sesi yetmediğinde
e-posta ile haberleştik. Hastaneye yatışları rutinleşmişti. Sık sık hastaneye
yatıyor, tedavi oluyor, “Artık içmek yok” diye çıkıyor, sözünü tutamıyor yine
içkiye başlıyordu. “İnsan yaşayarak da intihar eder” diyordu her hareketiyle.
Sonunda önce sesini alacak, sonra bedenini saracak pis bir kanser geldi buldu
onu.
Dost
elini hiç esirgemeyen Ercan Kesal’la karşılaşmalarımızda “Ahmet nasıl?” diye
sormaya çekinir olmuştuk. “Bizim hastanede, durumu fena değil, iyileşiyor”
diyeceğini biliyorduk. Bu kez kötü haber güzel bir fotoğrafla geldi.
Facebook’da Ercan Kesal’ın sayfasındaki fotoğrafın altında “Ercan Kesal, Ahmet
Erhan, Behçet Aysan, Adnan Özer...1986 Ankara... Behçet'i Sivas yangınında
bırakmıştık” yazıyordu, devamında da o acı haber: “3 Ağustos 2013, Cumartesi'yi
Pazar'a bağlayan gece A.Erhan'ı da kaybettik... Başımız sağolsun.”
07 Ağustos 2013
Metin Celal
*http://okudugumkitaplar.blogspot.com/2013/08/ahmet-erhan.html
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder