10 Mart 2016 Perşembe

SEDA YÜKLER


(14 Haziran 1986, Tire / İzmir - )


       2008 yılında Balıkesir Necatibey Eğitim Fakültesi Türkçe Öğretmenliği Bölümü’nü bitirdi. mezunu Türkçe Öğretmeni olarak görev yapıyor. Evli ve bir çocuk annesidir.
Yapıtları:
Şiir Kitapları:
& Leyl-i Efruz (2015, Regulus Yayınevi, İst., 144 s.)
Kaynaklar:
A  http://www.sedayukler.com/

Şiirlerinden Seçmeler:

Bize Sonbahar Düş/tü

Bazen yalın severdin ellerimi dupduru
Ve gözlerime tutsak severdin yaşamayı
Bazen yaştı bu şehrin iklimi bazen kuru
Dokunurken kalbime indirirdin semayı
Ve tünerdi göğsüme sevdaya hasret kumru
Umuda uçardık biz gece seyredip ay’ı
Severdin yüreğimi derdin gönlümün nur’u
Bazen yalın severdin ellerimi dupduru

Uzaklar aldatmazdı sancıtırdı az biraz
Ona da alıştık biz… Yaralarla büyüdük
Çalardın hüzünleri yapıp kalp telimi saz
Efkârlı nağmelerle hep kol kola yürüdük
Alıştım gitme etme şu sevdayı yaz biraz
Unutma karanlıkta biz beyazlar bürüdük
Sözlerim prangalı saçlarım ayaz biraz
Uzaklar aldatmazdı sancıtırdı az biraz

Bana seni anlatma zaten ezberimdesin
En masum ve en sıcak… En sevdalı halinle
Gülerken gözlerime bilmiyorsun kimdesin…
Bir görsen bir dinlesen ve gelsem hayalinle
Bir görsen… ki en güzel en masum yerimdesin
Geceleri üstümü örttüğüm hilalinle
Soğukta kıvrılarak yatan kederimdesin
Bana seni anlatma zaten ezberimdesin

Bize sonbahar düş/tü en çok eylülü sevdim
Göçebe kuşlar bile terk etmedi bu şehri
İnadına kırmızı aşk kokan gülü sevdim
Akıttığım yaşlarla kurumadı aşk nehri
Fırat olup göğsümde açtığın yolu sevdim
Ve kanıma ilişen sinsi öldüren zehri…
Ben yanıp da yeniden doğduğum külü sevdim
Bize sonbahar düş/tü en çok eylülü sevdim

Çatı Katı

uzun lafın kısası
serdeyim. uzakta değil, elimde
kopuk, öylece bakmakta…
çatı katı sessizliğinde hafızam
duvarların ağına kısılmış
köhne bir yerdeyim
yalnızlığın dibine vuruyorum her gece
sarhoşluğumun bittiği an
sendeyim.

ürkek güvercinleri besliyorum bu ara
kanatlarına iliştirdiğim zarfın
mürekkebiyim. d/oku beni
el yazısı inceliğinde
sözlerin kifayetsizliğinde
ellerinin namlusuna çiçek sarıp
çiçeklerin yapraklarını kopardığın yerde
kokumu alıp dizelerden
sür beni… bileklerinde kalayım.

buralarda karlar çabuk eridi
oysa beyazımsı umutlar vaat etmişti
hayalin. son rötuşları atılmadan mutluluğun…
yarım kalan makyaj güzelliğindeyim
çatı katımın hayalleri soğuk
âma bir şehrin
istanbul kalabalığında
denizdeki aç martı gibi
dalıyorum serpintisine gözlerinin
bakışlarının ufkunda s/aklanan
bir g/izi
keşfetmek niyetindeyim.

suretinle avutma beni
ısıtmaz yokluğunun k/özü
yalnızlıktan peydahlanan
sübyan gülüşlerimi
yanak çukurlarıma üfleyeli çaresizliği
gamzelerimin duası
saçlarımın buklesi
dilimin türküsü
söndü. şimdi ateist bir gülümseme
sönük bir tel saç
ve lâl ezgiler birikirken ömrümde
gölgeni sığdırdığım heybemde
suretinle avutma beni

Lâl ü Feryat 1

Ellerimde üç bela biri hasret biri gam
Biri güneşte titrek, o sıtmalı muamma
Kanadımda üç nokta bir çiçekli bir yama
Biri renklere hasret sağır, dilsiz ve âmâ
Uçamam, savrulurum vurur beni bir avcı
Azrail yaklaştıkça kalbimde buruk acı
Hayatımda üç yara bulunmadı ilacı
Küçüktüm, çok küçüktüm masumdu umutlarım
Öyle gök gürlemezdi, sakindi bulutlarım
Çizilmemişti henüz aşılmaz hudutlarım
Sonra yıkıldı her şey bulutlar sinirlendi
Tozpembe düşler ise gözyaşıyla kirlendi
Kanım yılanla değil nefretle zehirlendi
Gözlerimde üç damla hüzün, özlem ve babam

Bir bilen olmalıydı sessiz sedamı duyan
Satır aralarına gizlendi feryatlarım
Gülsem mi ağlasam mı bitmedi tezatlarım
Mühürlendi sevgiye uzanan kanatlarım
Ben artık büyümedim tutukluydum maziye
Umutlarım kefenli, her gün yeni taziye
Cenkte güven kaybetmiş şu yaralı gaziye
Açılsın hüzünlere gebe hayat yolları
Açılsın kederlerin kucaklayan kolları
Nafile gün ışığı, benzim kül gibi sarı…
Olmayacak, denedim büyük geldi gülüşler
Yapmacıktı mutluluk, hakiki üzülüşler
Ay ışığından kalbe yansıyan parlak düşler
Yenilecek geceye seni düşündüğüm an…

Lâl ü Feryat 2

Dilin her zerresinde od dumanı saklanır
Köz köz olmuş alfabem hicranınla aklanır

Sükût-u hayal olur ve lâl ü feryat kopar
Gamla evlenen gecem her dem yârine tapar

Yol iz bilmez efkârın kederli vaveylası
Kiminin Mecnun’udur kiminin de Leyla’sı

Ağulu bir kaderin lezzetsiz aşı gibi
Damarda dolanır dert gözümün yaşı gibi

Ah-u zar kulun kahrı nicedir bilen var mı
Gamzesinden katre-i baranı silen var mı

Sadâ gelmez suâle, kulun hayrı kendine
Mahşer gününde dahi akıl ermez fendine

Bakarsın ki o peyker su gibi aziz, râna
Sîneye yönelince gam içirir cânâna

Nice insanlar gördüm kalp gözüm b’aşka gördü
Nice insanlar gördüm ruhuma kefen ördü

O kefen ki giydiğim en hakiki libastı
Ecel gelip ruhumun üstüne şevkle bastı

“Fîrak yakındır” dedim, güldü bana ahali
Şems-i hakikat doğar, batmaz kulun ahvali

Devran tersine döndü düze çevir ey Hüda!
Gayrı görülmemiştir bunca gaflet ü cefa!

Leyl-i Efruz

Giderim bu şehirden yavaş yavaş, aheste
Makberime girerken çalar ağulu beste
Toprağım alazlanır tabutum ağıt yakar
Ruhum azap çekerken mazim ardımdan bakar
Yüreğim ellerinde umutlarım kafeste
Giderim bu şehirden yavaş yavaş aheste

Baksana gök dumanlı yıldızlar lâv ay büryan
Mutluluk kelepçeli hayaller ise üryan
Yapışır üzerine yırtık pırtık tebessüm
Yaka paça götürür mahşere soğuk ölüm
Yaşam sanki kördüğüm hüzünler ise ayan
Baksana gök dumanlı yıldızlar lâv ay büryan

Ecelim keder değil Yaradan ile visâl
Ölüm gerçek an fani işit ki budur ahval
Vuslata erdiğimde çekmeyesin hecr-i gam
Güneş doğar ve batar elbet yaşanır akşam
Ağlama hiç boşuna kavuşmak bize hayal
Ecelim keder değil Yaradan ile visâl

Sen mahmur mum ışığı ben ise leyl-i efruz
Elbet bir gün sönecek loş bir hayatta kuluz
Ağır aksak yürürken mazinin kadranında
Boğulduk tek bir damla ihanetin kanında
Yavaş yavaş sön artık basmadan yarama tuz
Sen mahmur mum ışığı ben ise leyl-i efruz

P/uslu Haykırış

bir yemine susar gibiydi bakışlarım
bir çaresizliğe pusar gibi haykırışlarım
çilekeşti yüzümdeki ince çizgiler
saç tellerim güz yaprağı gibiydi
savurdukça ağlardım
hem yanar ağlardım hem
közlerini saklardım ipek mendilimde
bir ezgidir ki pelesenk
kül kokulu dilimde

hangi rüzgar korkmadan eser
hangi gül çekinmez dikeninden
hangi gözyaşı ıslatmaz yüreği
ben sana gelirken rüzgar bile korktu
gül çekindi dikenli yollardan
gözyaşları sendeledi uçurumdan
ben sana gelirken öyle cesur
duramadı önümde yıllardır fethedilmeyen sur
sen durdun
an durdu
sonbahar gibiydi gözlerin
sarardım, kurudum, soldum ben ki cılız bir yaprak
sonbahar gibiydi gözlerin
yüreğimi çiğnedin

bir azaptır yaşamak
yüreğinde saklanan yarayla
hani o kanayan kabuk tutan yine kanayan
yine kanayan…
o derin acı, o derin sızı
gölge gibi peşinden koşan
kaderi bakışlarına işleyen orada kalan
sana bakan sana akan sana yakaran
elinde sapan, kalbinde mermi
bir çocuğun düşlerini
gülüşlerinden vuran

bir azaptır yaşamak

Hiç yorum yok: