FIRTINA
HEVESİ
asırlar
geçiyor bir kentin üzerinde şimşekler büyümeyeli, derin
bir
darbe gibi sonra yerküreye çakılan sağanak baktıkça göğe
is
sarmaşıkları, vaktin duasında derinleşen sanki iki uzak beklenti
kor vedaların ikileminde döneniyor
ateşin gövdeme çizdiği sınır
bekle diyor kör kuyulardan Dionysos,
zaman da ıslanacak boşlukta
dökülen her kum tanesi camlara doğru
azaltarak güneşi, çatlayan
kristal üzüm salkımlarından görülen
ancak ayarsız terazi
kollarım düşüyor iki yana, kollarım
iki bronz külçe: öğreniyor
belki uzam, kil’den yapılan sır
sandıklarını. açılsa gözleri havanın
yalçın bir dağın doruklarından
yukarı daha yukarı sallansa aklım
sayrılı bir iklimi konuşuyoruz
kilitlenirken damarlarım aşk patikasında
sorulmuyor hiçbir adrese, nasıl
varılır yeniden doğduğumuz kurgana o
gizleri açılmış, pulları dökülmüş,
boyası atmış kemiklerimin, serin
kumullara uzanılan kıyıdan ancak lir
ezgileriyle uyandırılan masum çatlak
gözenekleri açılıyor uzandığım her
sancının, yankısı kısaltıyor ışığın ömrünü
daha kıssam akrebin gözlerini,
strafor çevrilse zül çağlarından omurgama
serkeş bir rüzgârın kanatlarından
yukarı daha yukarı savrulsa sabrım
yüzümdü ayrılan ve bir kâğıt
zarafetiyle mimlenen, tabiat geri çekti
zarlarını uğultulu bir dehlizin
koyuluğuna doğru, kan, damar, bükülen
cıva, nerde doğdumsa orda hileli bir
kundak, çoğaltan erkil bir yanılgıyı
sesim de yok artık, ses s s s. im,
belki bir işaret fişeği dönüp gövdeme çakılan.
kollarım düşüyor iki yana, kollarım
iki bronz külçe: öğreniyor
mutlak güneş, kentin örülü karanlığı
açmayacak hevesimi, çarpışsa gövdem bulutla
dingin bir ağrıdan yukarı daha
yukarı bağışlansa kanım
“Sağanak,
Şimdi!” adlı kitabından
İNTİBA
yüzyılların örttüğü efsunlu fırtına
râm eder göğünde daha kaç kez sular
incelmiş tayf, öğrenilmiş kavın nefesinden
aşk
birbiriyle yer değiştiren iki mevsim
toprakla döllenmiş iki kızıl duvak
dağılıyor tarhlar, ölü çiçek tufanları
bir okyanustan açılanım sana
kıyısında kırmızı buğdaylar biten
deli yağmur, acemi poyraz, kekeme uçurtma
göğü yar
yar göğü
gerilsin kasıkları cennetin
hoş geldin!
dağınık avluların suyu
gece mahremi günahkâr semazen
kaç kez tavaf etti güvercinler
kaç kez döndü toprak
eğreti başak, yer yedi kat
gök boydan boya amber
yüzyılların kararttığı efsunlu sunak
daha kaç cemre bekler ebemkuşağı renklerin
geri geri çekilen ilkbahar uzaksa ne kadar
ömrü o kadar uzaksa limanlar, yeryüzü
meleği
hangi ağacın meyvesi?
“Sağanak,
Şimdi!” adlı kitabından
LAV
VE FÜGLER
gümüş
ve ışık olan tüm patikalardan geçiyor güzün devrik tanrısı
geçilen
bir ten değildi oysa, kaybolmuş bir nehirden yeryüzüne
melekleriyle
göç eden muteber sağanak. kalbim; ne kadar uzaksa
esriyen
hatıralar, yatıştırıcı limandan soğuk bir akşama inen yüzün
ne
kadar uzaksa bana ve göl şarkılarına o kadar küçük kaldı ellerim
fügler:
I.
yürüyor soluksuz ipeksi vuruşlarıyla, erken
hüzün
yokuş değil, eriyik bir daldan çıkıyoruz
göğe
diz boyu serçe ve kasımpatı ölüleri geride
kalan
nefes aşka tını ilk duyuşundan başağın,
düne yakın
II.
kırkikindi yorgunu kaldırımlardan tek
uğrak, bahçeler
düşe kalka öğrenilen ahşap salıncak gibi
yokluğun gölgesi
bunlar da vahiy oyunlara teşne sonbahardan
armağan
bedensiz toprak, korunaksız tapınak;
unutmaya yatkın
III.
hangi sığınak günahtı aynalara, di’li
geçmiş zamandan
kasıklarımın acemi suçu, temmuz yangını
bilsek
yine konuşmazdınız yine kırılırken meydan
aşkla
kendini kendiyle geçen ıslak çöl, kanatsız
zümrüdüanka
IV.
içine dökülen ırmakla boğulan her deniz
poyrazdan sızı
öldürülen armonik dalgalar, atonal çığlık:
annem!
bak kuşlar da kalktı ıslak bir istasyondan
bak kuşlar da
heves kana özlem son duyuşundan sesin,
külden aşkın
gümüş
ve ışık olan tüm patikalardan geçiyor güzün devrik tanrısı
geçilen
bir düş değildi oysa, taşmış bir okyanustan gövdene
melekleriyle
göç eden muteber kasırga. kalbin; ne kadar uzaksa
kirlenen
çocuklar, bağışlayıcı vedadan ılık bir akşama inen yüzüm
ne
kadar uzaksa sana ve göl şarkılarına o kadar yalnız kaldı evler
“Sağanak,
Şimdi!” adlı kitabından
Vural Uzundağ
* Şiirler, Vural Uzundağ'ın izniyle yayınlanmıştır.
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder