Bejan
Matur için…
“Soğuk bir mevsimin eşiğinde” bir kadınla
öğrendim
Yeryüzünün yarım insanın parçalanmış
yazıldığını.
Soğuk bir mevsimin ikinci eşiğinde gösterdi
öteki
Kabukla düşmüş yasın yaprakla uzaklarda
canlandığını.
Ezilmiş çayırın üstesinden geldiği ölümü
gördüm.
Rüzgâra merdiven dayayıp tanrıdan medetine
şahidim.
Kokladığı bulutun incinmiş derisiyle
kaplandı etim.
Gecenin şairin evinde doğduğunu öğrenmeye
geldim.
Melek kapısından girip beyaz kanatlarıyla
gönderildim
Tam da ormanın ipiyle inerken bu ışıklı
şehre.
Görünenlerin ardındaydı sedef ve ahşabın
arı damarı.
Ne kadar yazıktı bizimle olmayan suların
belleğindeki bilgi.
Dışarıda apansız patlayan yıldızlardan
kalmayacak iz
Ve birleştiğinde var olacak kimsesizler
kadar çıplağız biz
Bütün yaşanmışlıklar gölgesinde tadılmamış
tek meyve
Ben şairin evinde susuyor gece evin önünde
eğiliyorken
Aynadan seçilen hançerin ağzıyla ısırıldı
sırtından.
İran Seferîsi bir âşık
Âşık olunmuş bir şairin ortak gecesinde
misafirdim.
İki balıkçı tezgâhında özenle avlanmış
Kırmızı solungaçların ışıklarıyla durdum
aralarında.
Bıraktığım kayadaki yazıyı içimde okudum.
Bir kurdun soluğuyla derime dokunuşunu.
Gözlerimde parçaladığı annenin siyah
saçlarını
Rüzgârın başına pervasız dolayışını
Unutmamayı, konuşmadan ve kuşkusuz ağladım
Unutmamaksa! Zamanın buğusuyla erimiş
Kelimeler bizi buluşacağımız yere büyütecek
Küçük birer oyuğa öğütecek nasılsa
hepimizi.
Ve sorgulayan, bir kelimelik yükle
gömülecek acımıza.
Bir yokuşun beyaz halkasında buluşup
Yakın eve dönme ayini yapanlar kavuştuğunda
Halkının öksüz kaldığını unutacak
Günah çıkaracaktı tekrar unutmaya.
Bir gece sonra uzak ve yalnız anlayacaktım.
Şairin evinde gece kalsaydım
Gecenin evinden ebediyen çıkmazdım.
Masasında boyanmış taşlar olan şair
Kalbindeki şefkat korusunda konaklattı
Ve içime nehrinin sükûnet sularını örttü.
Üstünde ay’ın ve yılların gri doğramları
Susmuş bir dağ yolunun karasularıyla aktı.
Çünkü zaman geldi bize bizi getirdi
Ve ürktü bir ceylan sudaki el kendinden.
Bir kelimelik yükle buluştuk sizinle.
Dağın denize dökülme hevesini aşkla
anlattım.
Taşranın şehre taşınma isteği hakidir
Aynı gecenin atlasında kadife öğrendik.
Ve İran Seferîsi âşığın kanatları
Yabanıl bir kuşun doğurgan adıyla korudu
bizi.
Şairin evinde kardeşliğin ölümsüz eline
değdim.
Şairin evinde gece kalsaydım
Gecenin evini ebediyen terk etmezdim.
Bir taşım senin olsun ey yolcu dedi
Kendini başkasında görmeye muktedir.
Gözlerimin gözlerinizle konuştuğu dili
dedim
Kelimeleriniz ebediyen saklasın kâfidir.
Yalnızlık; gecenin, şairin, evin ortasında
bakındım
Yakındım yakındığımın sessizlik ve
avlusuna.
Baykuşun ve martının eş gecesindeydik.
Kemirgen bir karanın azman elleri havada
Ürkek bir bakışla Urartu’dan kalakalmış
Tuz gölünün arzında aslından yaralanmıştı.
“After the rain has gone, after the rain
has gone...”
Deriden silinmez yüz gibi bütün geçmişi
sarmıştı.
Ceviz ağacımın gövdesiyle geldim size.
Bronz atın tarifsiz ve tarihsiz nefesiyle.
İşte dedim vedaya yenilen tufana düştü beri
harfleri
Buymuş kaynakta beliren görüntünün
kanalfabesi
Geceydi, safran bir denizle ahşap masaya
oturduk.
Dağın ormana söyleyeceği tuttu bizi.
Ve bronz ayağın topuğunu huşuyla öptük.
Dudağımızdaki gitme kelimeleri dinsin diye
Adlarımızı atların topuğundan vurduk oraya.
Şairin evi gece kadar geniş
Gece sahra kadar güneşliydi.
Ve biz o güneşin gecesinde
Ayrılıklar ardına tütsüler yakıp
Ayrık şeyleri aynı derdin tasında içtik.
Şairin evinde gece kalsaydım
Kalmamış bir ruhun ışıltılı adımlarıyla
Beynimden kalbime böyle uzanmazdım.
Şairin evinde değildim
Muş’tan Horasan’a söylenen bir türküdeydim:
Ah! yolunu bağlamış abdalın biri
Belenimin ince yerine nazenin.
Bilmez seferî kanadın ne arar gözleri
Girdiği bahçenin mülkiyeti kimin?
Atımı koştum Muş’tan Horasan’a
Çatlayan kabuk gibi toprakta yatan.
İzlerle buluştum teri akıtıp ilk kana
Gecenin evi ki rüzgârlı bir şairden kalan.
Azad
Ziya Eren
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder